Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.
Bir önceki yazımızda Ömer’in radıyallahu anh hayatına giriş yapıp onun İslam’ı kabul ediş kıssasını yazmıştık. Allah nasip ederse bu yazımızda Ömer’in radıyallahu anh hicretini yazmaya çalışacağız.
Hicreti
Müslümanlar artık Mekke’de dinlerini yaşayamıyorlardı. Müşrikler baskılarını artırdıkça arttırıyordu. Medineli bazı gençlerin Müslüman olmasıyla birlikte, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanlara Medine’ye hicret etmelerini söyledi. Tabi, Müslümanlar alıkonulmaktan korktukları için gizlice hicret etmeye çalışıyorlardı. Bunun bir istisnası vardı, o da Ömer’di. Ömer radıyallahu anh açık bir şekilde müşriklere meydan okuyarak hicretini gerçekleştirdi.
İbni Abbas şöyle anlatıyor;
“Ali bin Ebi Talib bana şöyle demiştir: Ömer ibnu’l Hattab dışında gizlenmeksizin açıkça hicret eden başka birini bilmiyorum. O hicret etmeye karar verdiğinde kılıcını kuşandı, yayını omuzuna astı, oklarını çıkarıp eline aldı, bir eline de kısa bir tür mızrak alarak Kâbe’nin yolunu tuttu. Kureyş ‘in ileri gelenleri avludaydılar. Kâbe’yi yedi kez tavaf ettikten sonra makama gelerek iki rekât namaz kıldı, ardından oturan grupların önünde teker teker durarak şöyle dedi: ‘Çirkinleşmiş yüzler… Allah ancak işte bu burunları yere sürter. İçinizden anasını evlatsız, çocuğunu yetim, karısını dul bırakmak isteyen varsa şu vadinin ardında benimle buluşsun.’ “
Ali radıyallahu anh şöyle der: “Kendilerini tembihlediği bir grup mustazaf dışında onu takip eden olmaksızın yoluna devam etti.”
Ömer radıyallahu anh anlatıyor;
“Medine’ye hicret için Ben-i Gıfar mevkiinde Serif vadisinin üst tarafında ağaçlar altında İyaş bin Ebu Rabia ve Hişam bin As bin Vail es Sehmi’yle buluşacağımıza dair şunları konuştuk; ‘Hangimiz bu işten (hicretten) alıkonulursa diğerimiz arkadaşıyla burada buluşacak.’
Ben ve İyaş ağaçların altında buluştuk. Fakat Hişam’a engel olmuşlardı. Medine’ye ulaştığımızda Kuba’da Amr bin Avfoğullarına misafir olduk. Ebu Cehil ibn Hişam ve Haris bin Hişam, kalkıp Medine’ye İyaş’ın yanına gelmişlerdi. İyaş onların amcası oğlu idi ve anneleri birdi. O sırada Rasûlullah Mekke’deydi. Ona şunu söylediler: ‘Annen sen gelmedikçe saçlarına asla tarak vurmayacağına ve evden asla çıkmayacağına yemin etti.’
İyaş bundan etkilendi. Ona: ‘Ey İyaş! Kavmin seni ancak dininden etmek istiyor. Onlardan sakın! Annenin saçları sonunda bitlenecek ve taramak zorunda kalıp tarayacaktır. Mekke’nin sıcaklığından sıkılıp kendisini dışarı atacaktır’ dedim. İyaş bunun üzerine, ‘Annemi yemininden vazgeçireyim. Benim Mekke’de malım var onu da alırım.’ dedi. Ona, ‘Bildiğin gibi ben Kureyş’in zengin olanlarındanım. Onlarla gitme, sana malımın yarısını vereceğim.’ dedim. Fakat İyaş dinlemedi. Onlarla çıkıp gitti. Ona, ‘Yapacağını yap, işte devem, uyumludur, onu al. Atla git, şayet onlardan şüphelenirsen ellerinden kurtul kaç!’ dedim.
Onlarla çıkıp gitti. Yoldayken Ebu Cehil ona: ‘Kardeşim, devem huysuzdur, beni arkana almaz mısın?’ demiş. O da ‘Olur’ deyip devesini durdurmuş. O sırada üzerine çullanıp kendisini iple bağlamışlar ve o şekilde Mekke’ye götürmüşler. Onu belaya sürüklediler. O da böyle bir sınavda kaybetti.”
Dersler
1. Rivayete dikkat edilirse Ömer radıyallahu anh açıktan diğer Müslümanlar ise gizliden hicret etmiş ve kimse kimseyi bundan dolayı kınamamış. Allah herkesi farklı fıtratta yaratmıştır. Kimisi cesur, kimisi korkak, kimisi cömert, kimisi cimri… Herkes üzerinde yaratıldığı fıtrata göre hareket eder. İslam’ın insanları muhayyer bıraktığı konularda herkes fıtratına göre olanı tercih eder. Bu durumlarda kimsenin kimseyi kınamaması, eleştirmemesi gerekir. Örneğin; İmanı kuvvetli olan bir mümin ikrah hâlindeyken kâfirlere karşı azimeti tercih edip dik bir duruş sergileyebilir. İmanı zayıf olan bir mümin ise böyle bir durumda ruhsatı tercih edebilir. Böyle bir durumda tarafların birbirlerini anlayışla karşılamaları gerekir.
Ayrıca buradan şunu öğrenebiliriz: Herkes tabiatına, kendinde olan özelliklere göre hareket eder. Ömer radıyallahu anh kendi durumuna göre, diğer Müslümanlar ise kendi durumlarına göre hareket etti. Allah’a güzel kul, Müslümanlara güzel arkadaş olmak isteyen kişinin kendisinde olan özellikleri tespit edip, yapacağı amelleri belirlemesi gerekir. Herkes her salih ameli yapamaz. Allah subhanehu ve teâlâ insanların rızıklarını paylaştırdığı gibi insanların amellerini de paylaştırmıştır.
“De ki: ‘Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.’ ” (17/İsra, 84)
İbni Abdilberr aktarıyor: ‘Abdullah el Ömeri adında dünyadan elini, eteğini çekmiş abid bir zat vardı. Bir gün İmam Malik’e mektup yazdı; ‘Ey İmam! İlmi bırak! İnsanları terk edip uzlete çekil!’
İmam Malik ise şöyle bir cevap verdi: ‘Allah rızıkları taksim ettiği gibi amelleri de taksim etmiştir. Ben inanıyorum ki sen ve ben, içinde bulunduğumuz hâl ile hayır üzereyiz.’
Gerçekten İmam Malik’in anlattığı mesele iyi fehmedilebilirse insan cennete ulaşmak için hangi yolların olduğunu daha rahat tespit edebilir. Şeytan kişiye muvaffak kılındığı ameli unutturarak başkalarının amellerine gözünü dikmesini ister. Hâlbuki herkesin yapabileceği şey bellidir. Onu en güzel şekilde yapmak için uğraşmalı, diğer hususlarda ise niyet ederek ecir ummalıdır. Tarih, çok basit gibi gözüken amel sahiplerinin faziletlerini aktaran kıssalar ile doludur.
• Mescidi temizleyen kadın! Rivayetlerde ismi bile geçmiyor. Çünkü kimsenin dikkatini çekmemiş. Belki öldüğü ana kadar varlığından bile habersizler. Ama cenazesine Peygamber çağrılmayınca mesele anlaşılıyor. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashabına kızıyor ve gidip bir kez daha cenaze namazını kıldırıyor. Bu kadın ne yaptı da Allah Rasûlü’nün ilgisine mazhar oldu, asırlardır gıpta ile kendisinden bahsedildi. Sadece çakıl taşları ve topraktan ibaret mescidi temizledi!
• Culeybib; fakir, yalnız ve çirkin bir sahabe idi. Kimse ona kızını vermiyordu fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun için: “O bendendir. Ben de ondanım.” dedi. Culeybib’in kıssası özetle şu şekilde:
“Peygamberimiz Culeybib’i evlendirmek istiyordu. Ensar’dan birinin kızına talip oldu. Rasûlullah’ın, kızlarını kendisi için istediğini zannederek ‘Memnuniyetle!’ dediler. Sonradan Culeybib için olduğunu öğrenince, ‘Hayır.’ dediler.
Olanları duyan kız ailesine, ‘ ‘Allah ile Peygamber’i bir iş hakkında hüküm verdikten sonra, mümin olan bir erkekle mümin olan bir kadına, artık o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.’ ayeti kerimesini hatırlatıp Allah’ın Rasûlü’nü mü reddediyorsunuz? Beni Cüleybib’e verin. Çünkü Rasûlullah hiçbir zaman benim zararımı istemez.’ dedi. Bunun üzerine sahabe, Peygamberimizin yanına geldi. Kızlarını Cüleybib’e vereceklerini söyledi. Hazırlıklar tamamlandı, düğün yapıldı. Düğünden çok az bir zaman sonra Peygamberimiz gazaya çıkmak için hazırlıklar yapıyordu.
Cüleybib, Rasûlullah’ın davetine hemen icabet etti. Bu savaşta kahramanca savaştı. Sonunda şehadet mertebesine kavuştu. Gaza bittiğinde Peygamberimiz, ‘Cüleybib nerede? Onu göremiyorum, araştırın.’ buyurdu. Sahabeler aradılar. Onu yedi müşrikin yanında buldular. Cüleybib onları öldürmüş, sonra da şehit olmuştu. Gelip Peygamberimize haber verdiler. Peygamberimiz yanına gitti. Üç defa ‘Bu yatan bendendir, ben de ondanım.’ ” buyurdu. Sonra da onu eliyle defnetti.
• “Zahid isimli bir bedevi vardı. Çölde yaşar, Medine’ye bazen gelip bir şeyler satardı. Sonra da Peygamberi dinlemeye gelirdi. Bir gün çarşıda satış yaparken Allah Rasûlü gizlice arkasından yaklaşıp onu tuttu. Zahid hem kurtulmaya çalışıyor hem de ‘Sen kimsin? Sen kimsin?’ diye bağırıyordu. Onunla şakalaşan Allah Rasûlü en sonunda kendisini tanıttı. Bu sefer Zahid, Allah Rasûlü’nun vücuduna yaslandı. Peygamber, Zahid’in elinden tutup: ‘Köle satıyorum. Yok mu alan?’ diye bağırmaya başladı. Zahid ise: ‘Bu alışverişte kâr çok zordur. Eğer benim gibi değersiz birini satacaksan.’ dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü şöyle buyurdu: ‘Allah’a yemin olsun ki sen Allah katında çok değerlisin.’ “
Acaba zikredilen sahabeler ne yapmışlar da bu mertebeye ulaşmışlar? Mesele Allah’ın rızasını kazanmak ise ve siyer tarihi verdiğimiz örneklerin benzerleriyle dolu ise hiç uzağa gitmeye gerek yok. Elimizden ne geliyor ise ihlaslı bir şekilde yapmaya çalışacağız. Umut ederiz ki Allah hiç ummadığımız ameller ile derecelerimizi yükseltir. El-Latif ve El-Kerim olan O’dur.
2. Kâfirler Müslümanları dinlerinden döndürmek, dinlerini yaşamalarına engel olmak için türlü türlü tuzaklar kurarlar. Bu tuzaklar için, yalana, dolana her türlü yola başvururlar. Allah subhanehu ve teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de defaatle Müslümanları bu konuda uyarıyor. Kâfirlerin tuzaklarına karşı dikkatli olmalarını söylüyor.
“Kâfirler seni hapsetmek, öldürmek veya sürgün etmek için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en iyisidir.” (8/Enfal, 30)
“Onlar tuzaklar kurmuşlardı; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu tuzakları hep Allah’ın elindeydi.” (14/İbrahim, 46)
Kâfirlerin tuzaklarının Müslümanları korkutmaması gerekir; ancak kâfirlerin tuzaklarını basite de almamak gerekir. Bu tuzaklara karşı dikkatli olmak tecrübeli Müslümanların sözlerine kulak vermek gerekir. Dikkat edilirse İyaş, Ömer’in radıyallahu anh sözlerine kulak vermediği için onların tuzağına düştü.
Burada Ömer’in tutumu da gerçekten önemlidir. Ömer radıyallahu anh kardeşini onlardan korumak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Sadece onlarla gitme deyip kardeşini terk etmiyor. Bilakis onlarla gitmesin, onların tuzağına düşmesin diye elinden geleni yapıyor hatta malının yarısını ona vermeyi teklif ediyor ama İyaş kabul etmiyor. Ömer’in radıyallahu anh bu tutumu sıkıntılarında kardeşlerimize yardımcı olma konusunda güzel dersler vermektedir.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap