Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Kıymetli Kardeşim,
İnsan olmamız hasebiyle günahkârız. Bazen şeytanların tuzaklarına, bazen nefsimizin arzularına, bazen çevrenin isteklerine yenik düşerek kalbimizin fücur yönünü açığa çıkarabiliyoruz. Böylelikle hem kalbimizi hem de amel defterimizi kirletiyoruz.
Günaha bulaşmak, hata yapmak bütün insanlığın kaderidir. Bundan kaçış yoktur elbet. Ancak günahta kadercilik yapmak da yoktur. Günahkâr insan hemen Allah’ın rahmetine sığınmalı ve bağışlanma dilemelidir. Nasıl ki günlük yaşantımızda birine karşı hata yaptığımızda hemen özür beyanları yapıyoruz, aynı durum Rabbimize karşı yaptığımız hatalar/günahlar için de geçerli olmalıdır. Rabbimizin bizden isteği de budur:
“Allah’ın (kabul edeceğine söz vererek) üstlendiği tevbe, bilmeden günah işleyen sonra çabucak tevbe edenler içindir. Bunların tevbesini Allah kabul eder. Allah (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hâkim’dir.”[1]
“(Tevbe etmeksizin) günah işleyip duran, onlardan birine ölüm gelip çatınca da: ‘Şimdi tevbe ettim.’ diyenlerin ve kâfir olarak can verenlerin tevbesi yoktur. Bunlara can yakıcı bir azap hazırlamışızdır.”[2]
Tevbe etmek hususunda insanlar iki sınıftır
Bazı insanlar, günahtan sonra hemen pişman olurlar. Kendilerini affettirmek için çabalarlar. Ebu Lubabe’nin yaptığı gibi. Ebu Lubabe, Allah Resûlü’nün (sav) Beni Kurayza Yahudileri hakkında verdiği öldürme kararını, sadece elini boğazına işaret ederek belirtmiş, sözlü bir beyanda bulunmamıştı. Bu hareketinden sonra Allah’a ve Resûl’üne ihanet ettiğini anladı ve vakit kaybetmeden hemen kendisini mescidin direğine bağladı, Allah’tan (cc) bağışlanma diledi. Allah’tan, bağışlandığına dair bir ayet gelinceye kadar da bağlarını çözmedi. Daha sonra bağışlandığına dair ayet indi. Bazı insanlar bu şekildedir.
Bazı insanlar da var ki, günahtan sonra pişmanlık duymaz, rahatsız olmazlar. Bu nedenle özür beyan etme, kendisini affettirme mücadelesine girmezler. Bu insanlar günahlarla kalpleri katı kesilmiş, âdeta ölü kişilerdir.
Kıymetli Kardeşim,
“Bir insan neden tevbe etmez?” sorusuyla muhabbetimizi devam ettirelim. Bu soruya cevaben şu başlıkları söyleyebiliriz:
- Kibir/Büyüklenme: Tevbe etmenin önündeki en büyük engellerden biri, kibirdir. Şeytanın kıssasında olduğu gibi. Şeytan, Rabbinin (cc), “Âdeme secde et!” buyruğu karşısında, itaat etmedi. Hakeza Allah’tan özür dileğinde de bulunmadı. Şeytanın bu şekilde tavır takınmasının sebebi ise kibirlenmesidir:
“Hani biz meleklere: ‘Âdem’e secde edin.’ demiştik. İblis dışında hepsi secde ettiler. O diretti, büyüklendi ve kâfirlerden oldu.”[3]
“(Allah) buyurdu ki: ‘(Hemen) oradan in! Ne haddine ki orada büyüklenesin! (Hemen) çık! (Çünkü) sen alçaklardansın.’ ”[4]
Bugün de kibirli insanların aynı tavrı sergilediğini görüyoruz. İçkiyi, zinayı, faizi kibrinden dolayı günah görmeyip de yapılması gereken bir eylem olarak görenler nasıl tevbe edecekler? Ne yazık ki kibir var oldukça bu mümkün olmayacaktır.
- Allah ile aldanmak: Şeytanın bizleri aldattığı konulardan biri de bağışlanmadır. Bu konuda, “Allah bütün günahları bağışlar.” düşüncesiyle aldatarak bizi günaha karşı bağımlı, tevbeye karşı ise gevşek hâle getirmektedir:
“Ey insanlar! Şüphesiz ki Allah’ın vaadi haktır. (Öyleyse) dünya hayatı sizi aldatmasın. Çok aldatan (şeytan da) sizi Allah’la aldatmasın. Hiç kuşkusuz şeytan, sizin düşmanınızdır. (O hâlde) siz de onu düşman edinin. O, kendi fırkasını ancak alevleri dehşet saçan ateşin ehli olmaya davet eder.”[5]
Evet, Allah (cc) bağışlayandır, rahmeti her şeyi kuşatandır. Lakin kulluğumuz korku ve ümit arasında olmalıdır. Ne sadece korku ne de sadece ümit üzerine olmalıdır. Zira bu, insanı ya ifrata ya da tefrite götürür. İnsan günah işlediğinde bir taraftan Allah’ın affedici olduğunu bilerek ümitvar olmalı, bir taraftan da “Allah, günahlardan dilediğini bağışlar, ya benim günahımı bağışlamazsa?” diye düşünerek korku duygusu yaşamalıdır. İşte bu, kişiyi tevbe amelinde vasat çizgide tutacaktır:
“Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun (şirk) dışında kalanları dilediği kimse için bağışlar. Kim de Allah’a şirk koşarsa, hiç şüphesiz büyük bir günahla iftirada bulunmuş olur.”[6]
- Unutmak ve cehalet: İnsanoğlu unutkan bir varlıktır. Günah işlediğini unutur, tevbe etmeyi unutur. Hakeza yaptığı amelin günah olduğunu bilmez, bundan dolayı da tevbe etme ihtiyacı duymaz. Selefimizin buyurduğu gibi, “Kişinin bilmediği günahları, bildiği günahlarından daha fazladır.”
Yapılması gereken; kişinin, dilini istiğfarla ıslak tutması, oturduğu ortamlarda tevbeyi gündem etmesidir. Umulur ki bu tevbe, unuttuğumuz ve bilmediğimiz günahlardan temizlenmemizi sağlar.
- Ertelemek: Genelde insanın her alanda yaşadığı erteleme hastalığı, burada da önüne çıkmaktadır. Günah işleyen kişi, tevbe etmesi gerektiğini bilir. Ancak “Yarın tevbe ederim, işleri yoluna koyduktan sonra tevbe ederim, evleneyim, hayatımı değiştireceğim…” gibi bahanelerle tevbeyi erteleyebilmektedir.
Ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz hâlde tevbeyi ertelemek, kendimizi aldatmaktır. Tevbesi yapılmayan her günah; taşıması zor olan, sonuca zarar veren bir yüktür. Hakeza Firavun’un yaptığı gibi ölüm ânında yapılan tevbenin de bir karşılığı yoktur. Ertelemeden, hemen tevbe etmek gerekmektedir. Ki Allah’ın rahmetiyle temizlenmiş olalım.
- Günahı basit görmek: Günah, insanın gözünde, “Bu küçük bir günah, bir şey olmaz.” diyerek basitleştiği zaman insan hem günahı işlemekten çekinmez hem de tevbeye yönelmez. Ne yazık ki bugün birçok insanın durumu bu şekildedir.
Günahı, küçük büyük diye ayırmaktan ziyade bu günahla kime isyan ettiğimize bakmalıyız. Günahın her türlüsüyle Allah’a (cc) isyan etmiş oluruz. O ki yaratan, rızık veren, her türlü musibetten koruyan, hastalandığımızda şifa veren ve daha birçok nimeti bizlere ikram edendir. Rabbimiz böyle yüce ve lütufkârken O’na isyan edilir mi? İsyan edilse bile tevbesi basite alınır mı?
Enes ibni Malik’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Siz öyle kötü işler yapıyorsunuz ki sizin gözünüzde kıldan incedir. Biz Peygamber Dönemi’nde onları helak edici günahlardan sayardık”[7]
Rabbim bizleri günahlardan tevbe eden, şeytanın tuzaklarına karşı uyanık olan kullarından eylesin. Allahumme âmin.
Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.
Bir sonraki yazımızda görüşme ümidiyle…
[1]. 4/Nisâ, 17
[2]. 4/Nisâ, 18
[3]. 2/Bakara, 34
[4]. 7/A’râf, 13
[5]. 35/Fâtır, 5-6
[6]. 4/Nîsa, 48
[7]. Buhari, 6492
İlk Yorumu Sen Yap