OLAĞANLAŞMIŞ GÜNAHLAR YÜZYILI
Günah, Farsça kökenli bir kelimedir ve sözlükte “suç/cürüm” anlamına gelir. Türkçe ve Kürtçenin farklı lehçelerinde de aynı anlamı ihtiva eder. Esasen şer’i bir kavram olduğu için anlam itibarıyla kutsal ve tabiatüstü varlık alanlarıyla bağlantılıdır.
Vahye dayalı olsun veya olmasın hemen hemen bütün dinlerde/ideolojilerde günah ya da eş anlamlısı olan suç/cürüm kavramı mevcuttur. Kutsalların söz konusu olduğu her yerde kutsalla ilgili emir ve yasakların/helal ve haramların bulunması ise gayet doğaldır. Günah, işte bu emirler ve yasaklar manzumesinin yerine getirilmemesiyle ortaya çıkan ve dinî, ahlaki ve vicdani açıdan sorumluluk gerektiren bir hakikattir.
Dinî alandaki ihlaller, hatalar ve aşırılıklar günah olarak nitelendirilmektedir. Günah/Cürüm, Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a (cc) karşı işlenen büyük bir zulüm,[1] ondan sonra da kişinin bireysel ve toplumsal hayatını derinden yaralayan bir olay olarak sunulmaktadır.[2] Güzel bir akıbetin, yani dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıran ecrin karşıtı olan günah, Allah’ın (cc) emirlerinin yerine getirilmemesi ve nehyettiklerinin ihlal edilmesi, bazen kişinin çevresine karşı bazen de bizzat kendi öz nefsine karşı işlediği kötülükler şeklinde de ifade edilmektedir.
Günah, kişinin fıtratının ifsadına neden olduğu gibi toplumların yoldan çıkması ve onların helak olmasına da sebep olmaktadır. Günah, aynı zamanda toplumsal ve ahlaki boyutu bakımından kulun haddini bilmemesi, toplumun fısk ve fücurda aşırıya gitmeleri ve en sonunda da tevhidî ve ahlaki sınırları aşarak yeryüzünde bozgunculuğun hüküm sürmesi anlamlarını da içermektedir. Öte yandan İslam’ın nazarında günah, deruni ve kalbî bir yapıdan kaynaklanır.
İnsan aklının ve hevasının eseri olan beşerî anayasa ve kanunların ihlalinin cürüm/günah olarak adlandırılması bile tuğyanın hayatın her alanına nasıl da sinsice nüfuz ettiğinin en mühim delillerindendir. Zira burada tağuti bir sistemin yasaları ve kurallarının âdeta Allah’ın (cc) emir ve haramlık ihtiva eden hükümleriyle ve bu hükümlerin ihlalinin tanımlamada eşitlenmesi gibi bir anlam barındırmaktadır.
Esasen din ile bağlantılı olan günah kavramının muhtevası, vahye dayalı veya beşer ürünü dinlerdeki uluhiyet inancı ile toplumun bu uluhiyet inancına yaklaşım ve münasebetlerine göre dinden dine değişiklik göstermektedir.
Günah; sorumluluk ve ceza itibarıyla ferdî bir davranış olarak değerlendirilir. Fakat insan günaha bizzat ve kendi iradesiyle katılır yahut başkasını günaha sevk eder veya günahkâr kimseyi teşvik ve tasvip edip överse ya da günah işleyeni “iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak” mesuliyeti gereği uyararak engel olmazsa ve masiyet/mefsedet işleyenleri müdafaa ederse diğer günahkârların günahlarından da sorumlu tutulmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen, insanın kemale ermesine engel olarak sayılan sebeplerden biri de kişinin kendisini dünya hayatının güzelliklerine kaptırması ve maddi manevi duygularını dünya sevgisi istikametine yöneltmesidir. Kur’ân-ı Kerim, insanı daimî olarak dikkatli ve bilinçli bir kulluk şuurunda tutmak için dünya ve ahiret bahsini beraber işlemektedir.
“Allah’ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu kazanmaya çalış, dünyadaki nasibini de unutma…”[3] Dünya hayatı, ahiret hayatıyla mukayese edildiğinde geçici bir vasıta ve Abdullah ibni Abbâs’ın (ra) ifadesiyle bir yolcunun azığı gibidir.[4]
Mümin kimse ibret nazarıyla baktığında içinde yaşadığımız çağın en bariz özelliğinin bilhassa islâm coğrafyasına yönelik kültürel veya silahlı işgal, katliam, talan ve bunların sonucu olarak kitlesel göç, iç karışıklıklar ve kimliksizleşme başta olmak üzere birçok bela, musibet, sıkıntı ve zorluklar olduğunu görür.
Bazı rivayetlere göre fitne ve fesattan kaynaklanan kötüye gidiş öyle dayanılmaz bir hâl alır ki Resûlullah’ın (sav) buyurduğu üzere insanlar bir kabrin başına varıp, “Keşke onun yerinde ben olsaydım!” diyeceklerdir.[5] Günah, masiyet, münkerat ve mefsedetle beraber fitnelerin çoğalmasından dolayı mümin kimse dahi tevhidden yüz çevirmiş olarak veya Allah’a (cc) isyan üzere ölmekten korkar hâle gelecektir.
Günahların Sıradanlığı ve Günahlara Cezbeden Unsurlar
Hiç şüphe yok ki günah hastalığının temel nedeni yönetimlerin ve fertlerin tevhid ve sünnetten yüz çevirmeleri ile Allah’a (cc) isyanla beraber laik seküler yaşam tarzının ölçüsüzce yerleşip yaygınlaşmasına dayanmaktadır. Şirk ve masiyetin deniz dalgaları gibi kabarıp toplumu her yönden kuşattığı çağımızda günahkârlığın gözlem, duyum yahut tecrübeyle sabit olan cezbedici veya sürükleyici başlıca sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:
Kişinin cüretkâr ve sıradanlaşmış bir şekilde günah işlemesinin temel sebebi olarak, Allah’a ve ahirete olan imanın zayıflığı ile takva yokluğu gösterilebilir. Eğer bir kalpte Allah’a (cc) iman varsa o kalp, aynı zamanda Rabbine karşı sınırsız sevgi, haşyet ve hürmetle dopdoludur, öyle olması umulur veya olması gereken budur. Seven, sevilenin sevmediği ve hoşlanmadığı bir söz veya davranışta bulunmamaya özen gösterir. Aksi durumda sevileni sevmek iddiası doğru ve inandırıcı değildir.
Tevhid akidesinden ve Allah’ın vaatlerinden ve tehditlerinden gaflet ile günahların cezalarından haberdar olmamak insanları günah işleme konusunda cesur davranmaya itmektedir. İnsanların büyük bir kısmı ise Allah’ın (cc) emir ve yasaklarını hafife almaları sebebiyle günahlara dalmaktadır.
Bunun nedeni de cahilliktir, Rabbini tanımamaktır. Mümin kul bir kez günah işlediğinde günahkâr olur. Fakat işlediği günahta ısrar ederse artık o bir fasıktır. Kişi velev ki yüzlerce kitap okumuş veya yıllarca rahle-i tedrisatta dirsek çürütmüş olsun, Allah’ın (cc) emir ve yasaklarına karşı cüretkârca davranıp günah işleyebiliyor ve bunu mütemadiyen devam ettiriyorsa aslında o katmerli bir cahildir.
Kıyametin alametlerinden olan ilmin kaldırılması ve cehaletin yerleşmesi[6] de günahkârlığın deniz köpüğü kadar artmasının önemli nedenlerindendir. İnsanların çoğunluğunun İslam’a karşı tutumu şu misale benzer: Kişi elinde tuttuğu bal kavanozunun kapağını açmadan balın tadını almak ister. Kavanozu diliyle yalamaya başlar ama nafile. Balın tadını alamayınca da bal kavanozunu bir köşeye atıp terk eder. Kendisini İslam’a nispet eden modern çağın insanı da imanın tadını alamadığı için inançta tevhid ve amelde sünnet ekseninde bir hayat yaşamamaktadır. Siyerden okuduğu yahut duyduğu manevi haz ve doygunluğu hissedemeyince de tevhidden yüz çevirerek farklı mecralara yönelir.
Her türlü fuhşiyat ve münkeratın yaygınlaştığı; haramların apaçık işlendiği; gayret, hayâ ve gıpta etmenin âdeta bitme noktasına geldiği ve “İslam” zannedilerek bambaşka bir dinin/dinlerin yaşandığı bir toplum içerisinde kötü arkadaşlar ve günahkâr kişilerle ihtilât (karışıp görüşme, içli dışlı olma) hâli de günahların cazibesinin, sıradanlaşmasının ve artmasının önemli sebeplerindendir.
Günah işlenmesine sebep olan etkenlerden biri de kişinin Allah’ın (cc) affına güvenerek boş ümitlere ve kuru hayallere dalmasıdır. Kimileri işledikleri bazı günahlardan dolayı az bir süre cehennemde yandıktan sonra önünde sonunda cennete gireceklerini hayal ediyorlar. Azaptaki süreyi cehennemde değil de solaryumda geçireceklermiş gibi bir gaflet ve aymazlık içindeler!
“…Fakat siz, Allah’ın emri (olan ölüm) gelinceye kadar, nefislerinizi fitneye düşürdünüz (her nerede fitne ortamı varsa onun içinde oldunuz) ve (müminlerin başına felaket gelmesini) gözetlediniz. Şüpheye düştünüz. Kuruntular sizi aldattı ve aldatıcı, sizi Allah’la aldattı.”[7]
Şüpheler ve şehvetlerin yaygın, aleni ve fazla olması da asrımızı olağanlaşmış günahlar yüzyılına çeviren önemli etkenlerdendir. Kişiyi günah işlemeye götüren etkenlerin başında dünya hayatının cazibesi ve dünyanın imtihan yeri olması gelir. Bu konuda işleri daha da zorlaştıran bir mesele de ümmet iddiasındaki devasa kitlelerin içinden, Rasûlullah’ın (sav) eğittiği ilk neslin sahip olduğu tevhid akidesinden mahrum kuşakların çıkmasıdır. Bugün şirk ve modern paganizm genç nesillerin zihnini, kalbini ve ruhunu kirletmiş ve gücünü tüketmiştir:
“Yoksa kötülük işleyenler, onları iman edip salih amel işleyenler gibi yapacağımızı, hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar.”[8]
Resûlullah (sav), ahir zaman hadislerinde iyi insanların gidip kötülerin egemen olacağını, verilen sözlere ve emanetlere riayet edilmeyeceğini ve insanların ihtilafa düşüp birbirine gireceği günlerin geleceğini haber vermektedir. Böylesi günlere ulaşırlarsa nasıl hareket etmeleri gerektiğini soran ashabına da şu nasihatte bulunmuştur: “İyi bildiğinizi yapar, kötü gördüğünüzü terk edersiniz. Kendinizi ilgilendiren işlerle meşgul olur, başkalarıyla ilgili işlere karışmazsınız.”[9]
Günahın ve Günahkârlığın Şifası: Tevbe, Tevhid ve Takva[10]
Şüphesiz ki işlenen bir günah, başka günahların kapısını ardına kadar aralayan bir ana giriş kapısı gibidir. Günah, günahı doğurur. Sonradan işlenecek her günah, bir öncekine göre daha büyüktür ve helak edici potansiyeli vardır.
Günah, şer’an yasak olduğu için ancak temiz fıtratlara ve diri kalplere ızdırap verir. Bu elem ve ızdıraptan kurtulmanın ilk adımı nasuh/samimi bir tevbeyle atılır. Günahın yasaklanmasının hikmetlerinden biri de sahibini elem verici bir azaba düçar kılmasıdır. Bununla birlikte Allah’ın (cc) yasakladığı günahlardan sakınmaya çalışmak, günah işledikten sonra pişman olup tevbe etmekten daha kolaydır.
Enes ibni Mâlik’ten (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Şu üç özellik kimde bulunursa o kimse imanın tadını alır: Allah ve Resûl’ünü başka her şeyden daha çok sevmek, bir kimseyi yalnızca Allah rızası için sevmek ve Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmayı kerih ve tehlikeli gördüğü gibi kerih ve tehlikeli görmek.”[11]
Günahların yıkıcılığından korunmak için her şeyden evvel inanç konusunda zihinlerin net ve kalplerin mutmain olması icap eder. Bununla beraber imanın güçlenmesi ve kalbin takva ve Allah (cc) korkusuyla dirilmesi zaruridir.
Kalbi diri muttaki müminler günahlar konusunda yüksek hassasiyetle beraber yakin sahibi oldukları için, az sonra kıyametin kopacağını bilseler dahi muhtemelen ibadetlerini ve hayırlı hizmetlerini daha fazla arttırma imkânı bulamazlar. Günahların karşılığında cezanın kesin olduğundan şüphe etmediklerinden dolayı küçük günahlardan dahi sakınırlar.
“Müslim” sıfatını taşıdığını iddia eden kitleler iddialarında sadık olarak hedefleri büyük ve emelleri yüce olsaydı aşağıdaki ayette bildirildiği gibi ebedî nimetler ve cennetteki illiyyin derecelerine vasıl olmak için yarışırlardı:
“…İşte yarışıp rekabet edecek olanlar, bunun için yarışsınlar.”[12]
Sürekli olarak Allah’ın gözetim ve kontrolünde olduğunu bilen bir mümin, ancak takvayla kulluk bilincine ulaşır. Mümin, ancak ihlası ve salih amelleriyle bir bütün olarak muttaki, yani salih kul olabilir.
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Öyle bir ayet biliyorum ki eğer insanların hepsi ona sarılsalar onlara yeter:
‘Kim Allah’a karşı takvalı olursa Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.’[13]
…Allah’ım, nefsime takvasını ver, onu temizle, onu temizleyenlerin en hayırlısı sensin. Onun velisi (sahibi) ve mevlâsı (efendisi) sensin…”[14]
[1]. bk. 31/Lokman, 13
[2]. bk. 2/Bakara, 217
[3]. 28/Kasas, 77
[4]. bk. Tefsîru’l Kurtubî, 9/314
[5]. bk. Buhari, 7115; Müslim, 157
[6]. bk. Buhari, 5231; Müslim, 2671
[7]. 57/Hadid, 14
[8]. 45/Casiye, 21
[9]. İbni Mace, 3957; Ahmed, 7063
[10]. Bunu kısaca 3 T şeklinde kodlayabiliriz.
[11]. Buhari, 16; Müslim, 43
[12]. 83/Mutaffifin, 26
[13]. 65/Talâk, 2
[14]. Müslim, 2722
İlk Yorumu Sen Yap