Nübüvvetin %2,17’si: Sadık Rüya

Kişinin günlük yaşantısını belli oranda etkileyebilen canlı, çarpıcı, görsel ve işitsel varsanılarla uyku sırasında ortaya çıkan farklı bir boyutta ruhlar âlemindeki yaşantıya rüya diyoruz. Rüyalar olağan ve gerçeğe yakın olabileceği gibi, bu âlemde sınırsız hayal gücüyle yüklü gerçeküstü düşlere de rastlanır. [1]

Görülen rüyayla kişi; esasen özgürlük, sınırsız hayal gücü ve örneksizliğin birbirini tetikleyerek ürettiği bambaşka bir âleme, farklı bir alana girmiş olur. Rüya sırasında insan zihni, maksat ve niyetten bağımsız olarak içinde yaşadığı toplumun yahut yakın çevresinin beklenti veya hassasiyetlerini kâle almadan, karşılaştığı ve maruz kaldığı her şeyi yansıtır.

Rüya, insanla birlikte var olan bir olgudur. İnsan fizyonomisi üzerinde yapılan araştırmalar rüyanın yeme içme gibi bir ihtiyaç olduğunu göstermektedir. İnsanlık tarihinin ilk döneminden itibaren rüyaya büyük önem verilmiş, tanım ve tabirine dair ciddi bir müktesebat oluşmuştur. Rüyaların nasıl görüldüğü, kökeni ve önemine ilişkin kavramlar yüzyıllar içerisinde çeşitlenerek zenginleşmiştir. Uykuya hazırlık sürecinde uyanık geçen kısım ile uyku sırasındaki rüyaların ayırt edilmesi, araştırma ve aynı zamanda tartışma konusu olmuştur.

Rüyanın Mahiyeti

Müfessirler, Yûsuf Suresi’ni bir yönüyle rüya tabiri usulünün esaslarını ortaya koyan bir sure olarak isimlendirmektedir. Suresiden anlaşıldığına göre rüyalar kısım kısımdır. Çünkü Yûsuf Suresi’nde “anlamlı rüya” ve “anlamsız rüya” olmak üzere iki çeşit rüyadan söz edilmiştir:

“Demişlerdi ki: ‘Bir demet hayal/karmakarışık düşler işte! Hem biz rüya tabirinden de anlamıyoruz.’ ”[2]

Sözlük anlamı rüyayla aynı olan “hulm” (çoğulu ahlâm) ise daha çok korkunç düşler için kullanılır.

Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Rüya üç çeşittir: (Birincisi) Allah’tan bir müjde olan salih rüyadır. (İkincisi) şeytandan kaynaklanan üzücü rüyadır. (Üçüncüsü ise) kişinin yaşadıklarından bazılarının rüyasına yansımasıdır.”[3]

Bir başka hadis-i şerifte Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “Rüya Allah’tan, hulm ise şeytandandır.”[4]

Rahmâni olan rüyaya “sadık rüya”; şeytani olanına “hulm” denilir. Ehâdis, menâm ve mübeşşirât kelimelerinin de “rüya” anlamında kullanımları vardır. “Adğâs” (ot demetleri) kelimesinin bir âyette ahlâma izafe edilmesiyle ortaya çıkan “adğâs-u ahlâm”[5] tabiri “yaşı kurusuna karışmış ot demetleri gibi yenisi eskisine karışmış uyku hâlleri, hiçbir anlamı olmayan karmakarışık düşler” anlamına gelmektedir.

Özellikle de günümüzde insanların gördükleri rüyaya daha çok sarılmasının ve rüyalardan kendi istikballeriyle ilgili işaretler ve çıkarımlar aramaya yönelmesinin başlıca sebebi; sahih bir inançtan ve güçlü bir maneviyattan mahrum kalmış veya bundan mahrum bırakılmış olmalarıdır.

Rüya, özellikle Batı’da bilimsel çalışmalara konu edilmiş ve çoğunlukla olgusal bakışla izahlar ortaya konulmuştur. Rüya üzerine Batı’da geliştirilen psikolojik kuramlar, rüyada görülen şeyleri genellikle insanın bilinçaltının açığa çıkması şeklinde yorumlamış, rüyanın ruhlar âlemiyle irtibatı konusu ise göz ardı edilmiştir. Günümüz modern insanının ruhundaki tefessüh ve ahlaki çöküş rüyaların insanlara sağlayacağı aydınlık ufku söndürmektedir.

Rüyalar bir yönüyle de insan için bir aynadır. Eğer rüyalar insanın bir iç seslenişi ise, o zaman kişinin kalp temizliğinin, niyetinin iyi olmasının rüyalara onu aydınlatma imkânı vereceği açıktır. Bundan dolayı rüya meselesi birçok İslam âliminin, filozofun ve modern psikoloji bilgininin ilgi alanına girmiştir. Nebevi naslara dayanan ulema dışındaki diğer kesimlerin her biri rüyaları kendi meşrebince tanımlamış, farklı ve zorlama sınıflandırmalara tabi tutmuştur ki çoğu da zanna dayalıdır.

Rüya, Hulm ve Adğâs

“Allah, (insanlar) öleceği zaman ruhlarını alır. (Bedeni) ölmeyenin (ruhunu da) uykusunda alır. Kendisi hakkında ölüm hükmü verilmiş olanın (ruhunu) tutar. Diğer (uyuyanı) ise belirlenmiş bir zamana kadar salar. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir topluluk için ayetler vardır.”[6]

İnsanlar uykuya daldığı vakit, ruhlar Allah’ın (cc) kabzasındadır. Rüya da ruhla ilgili bir durumdur. Allah (cc) bize ruha dair çok az şey öğretmiştir:

“Sana ruhtan soruyorlar. De ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilim olarak ancak çok az bir şey verilmiştir.’ ” [7]

Hâl böyleyken rüyaya, yani ruhun ahvaline dair meseleler kesinlikle zanna dayandırılamaz. Bu durumda vahiy kaynaklı bilgilerle yetinmek mecburiyetindeyiz. Allah Resûlü (sav) rüyayı üç kısma ayırmıştır:

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet saati yaklaştığı zaman Müslim’in neredeyse yalan çıkan hiçbir rüyası olmayacaktır. Rüyası en doğru çıkanlar, sözü en doğru olanlardır. Müslim’in rüyası, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Rüyalar da üç çeşittir. Biri Allah’tan bir müjdedir. Diğeri insanın günlük yaşantısında zihnini meşgul eden şeylerden kaynaklanan rüyadır. Bir diğeri de şeytanın üzüntü verdiği rüyadır.”[8]

İnsan uyandığında yüreğinin daraldığını, hüzne gark olduğunu, canının sıkıldığını görüyorsa bu, şeytandan olan hulmdür. Eğer gün içerisinde düşündüğü, konuştuğu veya yaşadığı şeye dair bir rüya gördüyse bu bilinçaltı/hadisu’n nefs olan karmakarışık hayallerdir/düşlerdir (adğas). Bu tür rüyalar tabir edilmez ve herhangi bir anlamı da yoktur.

Bu ikisinin dışında kalan rüyalar; nübüvvetten bir parça olan, Allah’ın (cc) müjde olsun diye gösterdiği rüyalardır. Bunlara sadık rüya diyoruz. Bilinçaltı rüyaları hükümsüzdür. Allah’tan (cc) gelen sadık rüyalar ile şeytandan olan korkutucu veya üzücü rüyaların ise şer’i adabı vardır.

Rüya Anlatma Adabı

Sadık rüya, bu işe ehil olan doğru sözlü ve sadık insanlara anlatılmalıdır. Ya’kûb’un (as) oğlu Yûsuf’a yaptığı uyarıyı Allah Resûlü (sav) biraz daha açarak rüyanın bilgili ve samimi kimselere anlatılmasını emretmiştir.

Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Rüyayı bilgili bir kimseye yahut samimi ve nasihat edici birisine anlatın.”[9]

Sadık rüya; samimi, bizi seven, dost insanlara anlatılmalıdır ki hasede, buğza, hoşnut olmayan durumlara sebebiyet vermesin. Rüya, bilgili ve ehil kimselere anlatılmalıdır ki nübüvvetin kırk altıda biri olan, dolayısıyla vahyin kısımlarından olan rüya yanlış tabir edilmesin. Sadık rüyalar ehil olmayan insanlara anlatıldığında bazı zararlar söz konusu olur.

Yukarıda da belirtildiği gibi sadık rüya vahyin kısımlarındandır. Ehil ve samimi olmayan birisine anlatıldığında Allah’ın (cc) müjde olarak gösterdiği vahiy bilgisinin tahrif edilmesi söz konusu olur. Bu hususla ilgili şöyle bir örnek verebiliriz: İmam Mâlik’e (rh) sorulur: “Rüyayı, bilgisi olmayan bir kimse tabir edebilir mi?” İmam, şöyle cevap verir: “Nübüvvetle oyun olur mu?”[10]

Bazen, “Müşrik ve kâfir kimseler de sadık rüya görebilir mi?” şeklinde bir soruyla karşılaşıyoruz. Bunun cevabını bize Kur’ân-ı Kerim haber vermektedir.[11] [12]

Yûsuf Suresi’ndeki ayetlerde aktarılan rüyaları kâfirler görmüş olmasına rağmen sadık rüya kategorisinde değerlendirilmiştir. Zira her iki rüya da Yûsuf ’un (as) tabir ettiği şekilde vuku bulmuştur. Bu örneklerden anlıyoruz ki bir müşrik veya kâfir de sadık rüya görebilir.

Nübüvvet Yolculuğunda Rüya

Allah Resûlü’nün (sav) “nübüvvetin kırk altı parçasından bir parça” olarak vasıflandırdığı sadık rüya şüphesiz ki hakiki manada nübüvvetin bizatihi kendisi anlamına gelmemektedir. Bunun izahını şöyle yapmak mümkündür: Kıyamete yakın âhir zamanda ilmin çoğu kaldırılacak ve mealim/İslami ilimler öğretimi yapan müesseseler kargaşa ve fitneler sebebiyle yıkılıp izi silinecek, dağılarak yok olacaktır. İnsanlar, âdeta peygamber beklenen Fetret Devri insanları gibi bir uyarıcı mürşid ve rehbere muhtaç hâle geleceklerdir. Nitekim geçmiş ümmetleri de peygamberler uyarıp inzâr etmiş ve müjdelemişlerdi.

Bir taraftan Allah Resûlü’nün (sav) hatemu’l enbiya olması, bir yandan da çağımızın Fetret Devri’ne benzemesi, insanlara yasaklanmış olan yeni bir nübüvvet eksikliğini bir başka şeyle telafi etmeyi gerekli kılmaktadır. Bu da esas itibarıyla İlahi vaadlerle müjdeleyip Rabbani vaidlerle korkutmaktan ibaret olup nübüvvetin bir cüzü kılınan sadık rüyadır.

Allah Resûlü’nün (sav) “peygamberliğin kırk altı parçasından bir parça” (nübüvvetin % 2,17’si) olarak vasıflandırdığı sadık rüya, Yûsuf ’un nübüvvet yolculuğunun da başlangıcı olmuştur. Allah (cc), elçilerine Cibril (as) aracılığıyla vahyettiği gibi rüyalarla da vahyetmektedir. Onlara şer’i ayetlerle gaybi bilgiler verdiği gibi rüyalarla da gaybi bilgiler aktarmaktadır. Allah Resûlü’nün (sav) nübüvvet yolculuğu da sadık rüyalarla başlamış; önce kalpler Allah (cc) ile bağ kurmaya alıştırılmış, akabinde doğrudan vahye muhatap kılınmıştır.

Kur’ân’ın en açık hakikatlerinden biri de şudur: Yüce Allah, elçilerine yalnızca indirdiği ayetler aracılığıyla vahyetmez. Onlarla farklı araçlarla iletişim kurarak şer’i, kevnî ve gaybi bilgiler aktarır. Bu vasıtalardan biri de nebilerin gördüğü sadık rüyalardır.

İbrâhîm’in (as) rüyasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.[13]

Allah (ac), İbrâhîm’i (as) rüya yoluyla imtihana tabi tutarak çocuğunu kurban etmesini istemiştir. O da (as) rüyasını tasdik etmiş, Rabbinin emrine icabet etmiştir. Allah (cc) onun ve oğlunun teslimiyetini, bu sorumluluğu düşürerek ödüllendirmiş ve kıyamete dek sürecek kurban ibadetiyle sünnet kılmıştır. Bir diğer örnek Allah Resûlü’nün (sav) rüyalarıdır:

“(Hatırlayın)! Hani Allah, onları sana rüyanda az gösteriyordu. Şayet onları (gerçek sayıları gibi) çok gösterseydi, yenilmişlik (psikolojisine) kapılacak ve o iş (savaşmak) konusunda anlaşmazlığa düşecektiniz. Ama Allah (sizi) korudu. Şüphesiz ki O, sinelerde olanı bilendir.”[14]

Mekke’ye girişi müjdeleyen rüya da Allah’ın, Resûl’üne verdiği istikbale dair haberlerindendir:

“Andolsun ki Allah, Resûl’üne gösterdiği rüyayı hak ile doğruladı. Allah’ın izniyle mutlaka Mescid-i Haram’a emniyet içinde, saçlarınız tıraşlı ya da kısaltılmış (olarak) korkmadan gireceksiniz. (Allah,) bilmediğiniz şeyi bildi ve bundan önce yakın bir fetih olan (Hudeybiye Antlaşması’nı) takdir etti.”[15]

Sadık Rüyalar ve Evrensel Çağrı: Ezan

Allah Resûlü Dönemi’nde rüyaların bazı konularda yönlendirici olduğunu görüyoruz. Nitekim ezan ibadetinin kaynağı da sadık rüyadır. Allah Resûlü (sav) namaz vakitlerinde insanları bir araya nasıl toplayacağını düşündüğü bir sırada ashâbdan Abdullah ibni Zeyd’e (ra) rüyasında ezan öğretilmiş, Allah Resûlü de (sav) bunu tasdik ederek Bilâl’den (ra) ezanı bu şekilde okumasını istemiştir.[16]

Ezan konusunda rüyada işaret edilen durum Allah Resûlü (sav) tarafından uygun bulunup bunda karar kılınmıştır. On dört asırdır, yüz milyonlarca insanın, dünyanın dört bir yanında okuduğu ezanın lafızlarını Kur’an’da bulamazsınız. Ümmet bu ezanı Allah Resûlü’nden (sav) öğrenmiştir.

Nebevi Tabir Örnekleri

Zamanının büyük bir kısmını ashabıyla birlikte geçiren Allah Resûlü (sav), özellikle sabah namazlarından sonra onlarla oturup sohbet ederdi. Sabah namazı sonrası sohbetlerde, gece görülen rüyalardan bahsedilir ve zaman zaman bu rüyalar tabir edilirdi. Tarih boyunca her toplumda olduğu gibi, Allah Resûlü’nün (sav) yaşadığı toplumda da rüyalar ilgi çekiyordu. Bu sebeple Allah Resûlü de (sav) rüyalar üzerinde durma ihtiyacı hissediyordu. Sabah namazı sonrası sohbetlerde sıkça “Bu gece aranızda rüya gören var mı?” diyerek söze başlardı.[17]

Ashabdan (r.anhum) rüyasını ona (sav) tabir ettirenler olurdu. Allah Resûlü (sav) rüyaları tabir ederken insanları hayra teşvik eden, doğru yolu gösteren, onları eğiten yorumlar yapar ve rüyaların daima hayra yorulmasını isterdi.[18] Allah Resûlü (sav) zaman zaman kendi rüyalarını da ashabına anlatırdı. Rüyalarını ashabı için tabir eder, bazen de bilinmeyen âlemden, cennetliklerin ve cehennemliklerin hâllerinden, insanların âhiretteki durumlarından haber vererek onları uyarırdı.[19]

Bir gün rüyasında kendisine ve ashabına hurma ikram edildiğini görmüş; bunu dünyada yükselmeye, ahirette güzel sonuca erişmeye ve dinin tekâmül ettiğine yormuştu.[20] Başka bir rivayete göre vahyin ilk geldiği sıralarda kendisine bazı nasihatlerde bulunan, fakat erken vefat eden Varaka ibni Nevfel’i beyaz bir elbise içinde görmüş ve bunu onun cennete girdiği şeklinde yorumlamıştı.[21]

Allah Resûlü (sav), Ömer’le (ra) ilgili gördüğü bir rüyada elbiseyi din ve takva olarak tabir etmiştir. Buna göre elbise; bir toplumu bürüyen hâl, onları çepeçevre kuşatan şartlardır. Misal veya rüya âleminde elbise dindir, takvadır.

Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“ ‘Uyuduğum esnada halkın bana arz olunduğunu gördüm. Üzerlerinde gömlekler vardı. Bu gömleklerin kimi göğüslere varıyor, kimi daha kısaydı. Ömer ibni Hattâb da bana arz olundu. Üstünde uzunluğundan yerde sürülen bir gömlek vardı.’

‘Ey Allah’ın Resûlü, bunun yorumu nedir?’ diye sordular.

‘Dindir.’ cevabını verdi.”[22]

Buna göre elbisenin rüya âlemindeki anlamı fert ve toplumun takvasıdır/dinî hassasiyetleridir. Bu Nebevi tabirden sonra şunu söyleyebiliriz: Elbise; ferdin veya toplumun tercih ettiği din, takva, ahlak anlayışı, siyaset ve dünya görüşüdür. Toplumların elbise (inanç ve düşünce) tercihi onların akıbetini belirler. Şayet toplum hırs, kıskançlık, rekabet elbisesini tercih ederse nihayette gömleğe kan sürülecek, kardeş kardeşi katledecektir. Ya’kûb’un (as) ailesini dağıtan illet, toplumu dağıtacak, ailede dirlik düzen kalmayacaktır.

Eğer toplum şehvet ve zevk gömleğini giyinirse toplumu bir arada tutan “gömlek” yırtılacak, hiç kimsenin huzuru kalmayacaktır. Zevk ve sefa içinde mütref bir hayatın yaşandığı toplumda herkes iftiraya uğrayabilir. İnsanlar evlerinin yatak odasında dahi kendilerini güvende hissetmeyecektir.

Eğer toplum nübüvvet elbisesini tercih ederse küsen kardeşler barışır, dağılan aileler bir araya gelir, iftiraya uğrayanlar aklanır, iyilik ve adalet iktidar olur. Herkes şehre emniyet içinde girer, sosyal ve ekonomik krizler suhuletle çözülür.

Allah Resûlü’nün (sav) gördüğü bir başka rüyada kendisine bir tas süt getirilmiş ve bu sütten içtikten sonra onu Ömer’e (ra) vermiştir. Allah Resûlü (sav) rüyasındaki bu sütü ilim olarak yorumlamıştır.[23] Rüyasında bir ev gören ve bu evin gördüğü en güzel ev olduğunu anlatan Allah Resûlü (sav), bilahare bu güzel evin şehitlere ait olduğunu bildirmişti.[24]

Ashabdan (r.anhum) bazıları da rüya tabir ederdi. Âişe Annemiz (r.anha) rüyasında, odasına üç tane Ay düştüğünü görmüş ve bunu babası Ebû Bekir’e (ra) anlatmıştı. Allah Resûlü (sav) vefat edip de Âişe’nin (r.anha) odasına defnedilince Ebû Bekir (ra) ona, “İşte, rüyanda gördüğün Aylardan biri ve en hayırlısı budur!” demiştir.[25]

Farklı hadislerde kişinin hoşuna giden, onu rahatlatan, mutlu eden rüyaların Allah’tan geldiğinin belirtilmesi; nimet, hikmet ve bereketin Allah’a nispet edilerek ifade edilmesidir. İnsanın hoşuna gitmeyen, onu huzursuz eden rüyalar ise, kötülüğün simgesi olan şeytana nispet edilmiştir. Allah Resûlü (sav), kötü bir rüya gören kimsenin kalkıp namaz kılmasını, yatış şeklini değiştirmesini önermiştir.[26]

Allah Resûlü (sav), rüyasında başının kesildiğini gören bir adama gülümseyerek, “Şeytanın uykunuzda sizinle oynamasını anlatmayın!”[27] şeklinde cevap vermiştir. Allah Resûlü (sav) böyle bir nasihatte bulunmakla, insanların gördükleri hulm ve adğas türünden düşlerin kendilerinde kötü bir etki bırakmasından duydukları endişeyi yok etmeye çalışarak onları rahatlatmayı amaçlamıştır.

Ebû Seleme (ra), bir gün gördüğü rüyalardan dolayı hastalandığını düşünerek bunu Ebû Katâde’ye (ra) anlatınca, o da Allah Resûlü’nün (sav), “Biriniz hoşlanmadığı bir rüya görürse sol tarafına üç kez tükürsün ve rüyanın kötü etkisinden Allah’a sığınsın. Böyle yaparsa o rüya kendisine zarar vermez.” dediğini bildirmişti.[28] Kötü bir rüya sonrasında sol tarafa tükürmenin istenilmesi, sol tarafın şeytanla sembolize edilmesiyle ilgilidir. Böylece şeytanla ilişkilendirilen kötü rüyaların etkisi altında kalınması önlenmeye çalışılmıştır.

Allah Resûlü (sav), insanları, görmedikleri hâlde görmüş gibi rüya uydurup anlatmamaları konusunda kesin bir dille uyarmıştır.

Ömer’in (ra) oğlu Abdullah’tan (ra) rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“En büyük iftira, kişinin görmediği rüyayı gördüğünü söylemesidir.”[29]

Rüyayla ilgili son olarak şunu da hatırlatmakta fayda vardır: Her birimizin çeşitli konularda gördüğü ve hayata dair birtakım işaretler barındıran rüyaların amel konusunda bir bağlayıcılığı yoktur. Şahsi bir bilgi kaynağı olan rüya, genel ve kesin bir hüküm ifade etmemektedir.[30]


[1]. “Kıyamet saati yaklaştığı zaman Müslim’in neredeyse yalan çıkan hiçbir rüyası olmayacaktır. Rüyası en doğru çıkanlar, sözü en doğru olanlardır. Müslim’in rüyası, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Rüyalar da üç çeşittir. Biri Allah’tan bir müjdedir. Diğeri insanın günlük yaşantısında zihnini meşgul eden şeylerden kaynaklanan rüyadır. Bir diğeri de şeytanın üzüntü verdiği rüyadır…” (Müslim, 2263)

[2]. 12/Yûsuf, 44

[3]. Buhari, 7017; Müslim, 2263

[4]. Buharî, 6695; Müslim, 2261

[5]. bk. 12/Yûsuf, 44

[6]. 39/Zumer, 42

[7]. 17/İsrâ, 85

[8]. Müslim, 2263

[9]. Tirmizi, 2280

[10]. Fethu’l Bârî, 6983 No.lu hadis ve şerhi

[11]. “Onunla beraber zindana iki genç daha girdi. Bunlardan biri: ‘Rüyamda şarap sıktığımı gördüm.’ dedi. Diğeriyse: ‘Ben de başımın üstünde ekmek taşıdığımı ve kuşların ondan yediğini gördüm. Bize bu rüyanın yorumunu haber ver. Çünkü biz, seni iyilik yapanlardan biri olarak görüyoruz.’ dedi.” (12/Yûsuf, 36)

[12]. “Kral demişti ki: ‘Rüyamda yedi zayıf ineğin yedi besili ineği yediğini görüyorum. Yine yedi yemyeşil başak ve diğerlerinin kuru olduğu başaklar görüyorum. Ey seçkin dostlarım! Şayet rüya tabirinden anlıyorsanız bu rüyamı yorumlayın.’ ” (12/Yûsuf, 43)

[13]. “Çocuk onunla beraber iş yapıp koşuşturma çağına erişince, dedi ki: ‘Oğulcuğum! Rüyamda seni kestiğimi görüyorum. Sen ne düşünürsün (bu konuda)?’ (İsmail) dedi ki: ‘Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.’ İkisi de (Allah’ın emrine) teslim olup (İsmail’i) alnı üzere yere yatırınca, Ona: ‘Ey İbrahim!’ diye seslendik. ‘(Bu davranışınla) rüyayı tasdik etmiş oldun. Şüphesiz ki biz, muhsinleri/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanları böyle mükâfatlandırırız.’ Şüphesiz bu, apaçık bir imtihandı.” (37/Saffât, 102-106)

[14]. 8/Enfâl, 43

[15]. 48/Fetih, 27

[16]. bk. Ebu Davud, 498

[17]. bk. Buhari, 1386

[18]. bk. Darimi, 2194

[19]. bk. Buhari, 7047

[20]. bk. Müslim, 2270

[21]. bk. Tirmizi, 2288

[22]. Buhari, 23; Müslim, 2390

[23]. bk. Buhari, 82; Müslim, 2391

[24]. bk. Buhari, 2791

[25]. bk. Muvatta’, 623

[26]. bk. Müslim, 2263

[27]. Müslim, 2268

[28]. bk. Buhari, 6995; Müslim, 2261

[29]. Buhari, 7043

[30]. Bu yazının hazırlanmasında Halis Bayancuk Hocamızın basıma hazırlanan Yûsuf Suresi Tefsiri kitabından istifade edilmiştir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver