Muvahhid bir mümin kendi dışındaki herkesten evvel nefsine musli olmalıdır. Kendisini düzeltmelidir ki sahih akidesi sarih bir şekilde zihinleri aydınlatsın. Mum ışığının loşluğunu gündüz zannedenlerin üzerine vahyin apaçık aydınlığının doğuşuna muslih bir davetçi olarak değerli bir katkıda bulunabilsin böylece.
Nefsin ıslahı, muslih bir davetçi olmak için ilk şart olarak bir başlangıç noktasıdır. Çocuklarına, eşine, çevresine ve topluma örneklik, hatta belki de potansiyel önderlik yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah’ın oluncaya kadar bütün insanlara İslam davetini ulaştırmakla mümkün olur.
İslamın istediği/hedeflediği muvahhid ferdin hayatı bilhassa itikadi temelde değişik alanlara ayrılmaz. Müslüman bir ferdin, dışarıdan kuşatılmış olsa dahi inanç dünyasında ve hayatında çelişkili görüş ve tavırlar sergilediği odacıklar bulunmamalıdır. Nefsin ıslahına yönelik gayretlerin bu husustaki iç tutarlılığın sağlanmasında da etkili olacağı muhakkaktır.
Tutarlı bir fikrî istikamet hem ferdin hem de içinde bulunduğu camianın istikbali açısından pek mühimdir. Ferdin de, camianın da istikbali emrolundukları hak üzere istikamette sebat etmekle, yani sağlam durmakla, yani tutarlılıkla çok yakın ilişkilidir.
İnsanların Halleri
İlim, makam ve servet itibariyle ileri düzeyde bulunan insanlar daha önceki bilgisizlik, eksiklik ve fakirlik hallerini genellikle itiraf etmezler. İnsanların çoğunun hali budur. Yüce Allah’ın kendilerini önceki hallerinden şu andaki tam aksi hale getirdiğini ve bu yolla onlara nimetini ihsan etmiş olduğunu dile getirmezler. Bundan dolayı Allah Teala, insana hakir bir sudan güçsüz olarak yaratıldığı ilk halini hatırlatarak ona dikkatini çekmiş, sonradan onu yaratılış merhaleleri içerisinde bir halden bir başkasına geçirerek nihayetinde onu işiten, tutan, düşünen, gören, konuşan ve bilen bir insan olmak seviyesine getirdiğini belirtmiştir.
Oysa insan, başlangıç halini, ilk durumunu, nasıl olduğunu unutuyor. Rabbi’nin, üzerindeki nimetlerini itiraf etmekten kaçınıyor.
İnsanların pek çoğunun akılları; çabuk, hazır ve peşin olanı dünyanın zevalinden sonra gelecek, gelmesi beklenen şeye tercih etme gücünü bulamıyor ve şöyle söylüyor: ‘Hazır ve peşin olanı (dünyayı) bırakıp onu nasıl olur da dünyanın dürülüp katlanmasından, alemin harap olmasından sonra meydana geleceği vaad olunan veresiye bir şeye (ahiret) tercih edebiliriz?’ Aslında insanların kahir ekseriyeti lisan-ı halleriyle şöyle diyorlar: ‘Sen gördüğünü al, kulağınla işittiğini bir kenara bırak!’
Allah Teala, ilahi tevfik ve lütfuna elverişli olduğunu bildiği muvahhid kimselere yardım etti de onlara iman ve basiret gücü verdi.
Onlar da bunun ışığında ahiretin hakikatini ve devamlılığını gördü. Allah’ın orada kendisine itaat edenlere de isyan edenlere de neler hazırladıklarını gördüler. Dünyanın hakikatini, çabucak geçip gittiğini, vefakarlığın azlığını, güç ve yetki sahiplerinin zalimliğini müşahede ettiler. Dünyanın, yüce Allah’ın nitelendirdiği gibi bir oyun, bir eğlence, bir süs, dünya ehli arasında karşılıklı bir övünüş, mal ve evlat çokluğu ile bir yarış olduğunu bildiler.
Bir bitkiyi yeşerten ve bu bitkisi çiftçilerin hoşuna giden, sonra da iyice yetiştikten sonra sararıverdiği görülen, sonra da çerçöp olan bir suyu andırdığını gördüler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Allah, Adem’i yerin tümünden aldığı kabzadan (toprak) yarattı. Bundan dolayı (insanların) kimisi kötü, kimisi iyi, kimisi yumuşak huylu, kimisi serttir. Kimisi de bunların arasındadır.” (İmam Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud)
İnsan türünün maddesi huylarında, iradelerinde, amellerinde de farklılıklar gerektirmiştir. Bu farklılıklarla beraber insanların tümünün ortak özelliği kadınlara, çocuklara, yığın yığın altına, kuyu kuyu petrole, son model otomobillere/jeeplere, holdinglere, çiftliklere, davarlara, salma güzel atlara ve ekine karşı sevgi ve düşkünlüğe müptela olmasıdır.
Neslin felahının, ailenin saadetinin, camianın istikametinin ve toplumun refahının nüvesi/kapısı bu sevgi ve düşkünlüğe müptela olmasına karşın nefsin ıslahıdır.
Muvahhid ve muslih bir mümin bu yönüyle yerden biten ekin gibidir. Ekinden ortaya çıkan kabuktan, samandan, patostan sonra kalan temiz kısmı doğal olarak diğerlerinden daha azdır.
Çünkü kendisinden faydalanılacak bir değerdir, bir nimettir, bir taamdır. Onunla hayat, kuvvet ve sıhhat elde edilir, edilecektir.
Şöyle bir örneklendirme umarım yanıltıcı olmayacaktır. Muvahhidlerin, içerisinde bulundukları halk kitleleri, yani ‘çoğunluk’ kısmı; meyve için kabuk, odun ve diken; altın gibi değerli madenler için toprak ve taşların hükmü ne ise onlar için de aynı hükümdedir.
Nefsini ıslah etmiş muslih ve davetçi bir Müslüman’ın halk içerisindeki konumu; yeryüzünün dengesini sağlayan dağlar misali gibidir.
Tevhid akidesi üzere kalbi mutmaindir. Zihni berrak ve ruhu dingindir. Bedenen sağlıklı ve güçlüdür. Ahlaken güzel, fikren temizdir. Zamanını iyi değerlendirir, işlerinde düzenlidir ve başkalarına da faydalıdır. Aile hayatındaki tüm alanlarda İslam adabını korur, çocuklarını İslami esaslara göre terbiye eder. Her türlü şirk ve münkerle savaşır, iyiliği emredip kötülükten men eder. Faziletlere teşvik eder, hayırlı işlere koşar ve tevhid davetinden asla geri kalmaz. Muslih ve davetçi kimliği ile Müslüman; bir bedenin azasıymış gibi kardeşleriyle aynı duyguları paylaşır.
Allah’ın subhanehu ve teâlâ razı ve hoşnut olduğu amellerde sebat eden, ısrar eden, azimli ve kararlı bir Müslümanın misali yüce dağların delinmesi ile aranıp bulunabilen değerli bir maden gibidir. Mücevher olabilmesi, ziynete dönüşebilmesi için ‘pota’da eritilmesi gerekir. Yani birçok bela ve musibet ile mürafakat eder, yoldaş olur. Sağlam durdukça değeri ve önemi de artar. Bu hali ile bulunduğu yeri, ortamı ve camiayı da ziynetlendirir. O artık sadece güzel değildir, güzelleştirendir de. Salih ve muttaki olmanın tek başına kifayet etmediğinin bilincindedir çünkü. Muslih bir davetçi olmakla mes’ul ve mükellef olduğu şuuru günlük hayatının tamamında müessirdir, etkindir.
“(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden kimin sözü daha güzeldir.” (41/Fussilet, 33)
Halkımızın Halleri
Hiçbir Müslüman Allah’ın subhanehu ve teâlâ kendisine lütfettiği bir hayrın başta ailesi olmak üzere yakınları, dostları ve bir ferdi olduğu halkına da ulaşması için elinden gelen gayreti/daveti yapmaktan geri durmaz. Şüphesiz ki bu aynı zamanda Peygamberlerin sünnetidir de. Özellikle konu kişinin dünya ve ahiretini ilgilendiren ‘Tevhid’ daveti ise zaten bununla da emrolunmuşuzdur. Tevhid davetini yaptığımız/yapacağımız halkımızın durumu nasıldır ve böyle bir davetten nasıl bir netice beklenebilir?
Hayırların ve nimetlerin en büyüğü ve hidayetin özü olan İslam akidesine çağrı yaptığımız halk acaba; kendisini Allah’a teslim etmiş, tevhid davasına icabet etmiş; şirk, bid’at, hurafe, münker ve kötülükle savaşan muvahhid ve muttaki halk mıdır?
Davet ümmeti diyebileceğimiz halkımız; Rabbanilerin ahlakıyla ahlaklanan, imani hasletlerle zinetlenen, faziletlerle bezenen, hem iç hem de dış görüntüsü itibariyle bütün hayatının İslam’a göre yaşayan; görüş, anlayış, tavır ve tepkileri Müslümanca olan bir halk mıdır?
Ezici bir çoğunluğu demokrasiye inanan, laikliği dahi ‘özgürlükleri’ kısıtlamadığı sürece gerekli gören, demokrasi çatısı altında etkin bir şekilde faaliyet yürüten milliyetçi, ulusalcı, liberal, sosyalist, muhafazakar partilere gönül veren, bilerek ve isteyerek destek veren halkımız; kendisi ile İslam arasındaki bütün çelişkilerden kendini kurtaran, mefhumları İslamileşen, inancı berraklaşan ve diğer tüm toplumlarla bunların ışığında münasebetlerde bulunan bir halk mıdır?
Allah’ın dini uğruna Rabbani/Nebevi menhec üzere mücadelesini sürdüren yeryüzündeki Müslümanlarla ilişkilerinde İslama bağlı ve İslamın emrettiği/gerektirdiği gibi bir tavır gösteren bir halk mıdır halkımız?
Halkımız, bütün işlerinde adalet ve merhamet ilkelerinden hak ve hukuk esaslarından dışarı çıkmayan; kalbiyle, aklıyla ve duygularıla mü’min olup Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem ashabı/halkı gibi yararlı işler için gayret eden, hak ve sabır üzere tavsiyeleşen, şura’ya inanan, ona bağlı kalan, ona boyun eğen ve Allah’a subhanehu ve teâlâ hakkıyla tevekkül eden bir halk mıdır?
Davet ümmetinin bir parçası olan halkımız günahlardan, masiyetlerden, kötülüklerden hoşlanmayan ve bunlaradan uzaklaşan, zulmü reddedip ona karşı duran, Allah’ın subhanehu ve teâlâ emirlerine icabet eden, dünyaya değerinden fazlasını vereyip aynı zamanda ahirete doğru yönelen, dosdoğru, emin ve güvenilir bir halk mıdır?
Kapitalist sistemin çarkları arasında ezilip sırtına yüklenen haraç gibi vergilerden dolayı nefesi kesilmişken, İslam’daki zekat müessesesinin malvarlığını eriteceğini vehmederek sırf bu nedenle İslam şeriatının hakimiyetine karşı olduğunu cami çıkışında kendisi gibi orta sınıf bir tüccar olan arkadaşına anlatan ‘hacı’ babaların epeyce bulunduğu halk mıdır, tevhid daveti kapsamında bulunan halkımız?
Halkımız; muskacılık, üfürükçülük, nazar boncuğu takmak, kurşun döktürmek, kırk tas suyla kutsanmak(!), müneccimlik, medyumluk, astroloji (yıldızların hareketlerine göre gaybdan haber verme), geçmişte yaşamış salih insanların kabirlerini tazim edip dara düştüklerinde onlardan (yani ölülerden) imdat ve yardım dilemek, bid’atleri sünnet-i seniyyenin yerine ikame etmek ve yaygınlaştırmak gibi tevhid akidesini bozan amellerden uzak bir halk mıdır?
Allah’ı subhanehu ve teâlâ gereği gibi tanımaya çalışan, O’nun vahdaniyetine inanan ve layık olmadığı sıfatlardan tenzih eden, doğru bir imana ve sağlıklı bir ibadete samimi olarak yönelmiş bir halk mıdır, halkımız?
Bu tespit ve sualleri daha da çoğaltmamız mümkündür. Öyleyse yolun uzunluğu, işlerin zorluğu, zamanın darlığı, hasadın azlığı, güvenliğin yokluğu, dostların yetersizliği Müslüman’ın muslih bir davetçi olarak emrolunduğu gibi dosdoğru olarak istikamette sebat etmekten alıkoymamalıdır. İstikamet üzere sebat eden, vaad olunan istikbale sahip olacaktır, biiznillah.
“Herkesin yöneldiği bir kıblesi (yönü) vardır. Siz de hayır işlerinde yarışın.” (2/Bakara, 148)
Hakikatte minnet sadece Allah’a aittir. Lütfuyla minnet eden O’dur. Allah’a hamd olsun. Muvahhidlerin ve muttakilerin önderi, emin peygamberimiz Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem, onun ehline, ashabına ve yoluna en güzel bir şekilde tabi olanlara sâlât ve selâm olsun.
İlk Yorumu Sen Yap