Siyer kitaplarında ‘Nuh kavminin putları’ diye bilinen birtakım putlar mevcuttur. Allah subhanehu ve teâlâ Nuh Suresi 25. ayette bunların isimlerini zikretmektedir.
Bir rivayette ise şöyle geçer: ‘Nuh’un aleyhisselam kavminin putlarının gömülü olduğu yeri, cinler Amr Bin Luhayy’a haber vermiş; o da onları oradan çıkartmıştır. Daha sonra da hac mevsiminde Mekke’ye gelen Arap kabilelerine bu putları dağıtmıştır.’
Ortaya çıkış şekli nasıl olursa olsun, sonuç itibari ile Araplar, İbrahim’in aleyhisselam davetinden yüz çevirmişler ve her geçen gün sapıklıklarına sapıklık ekleyip tevhitten uzaklaşmışlardı.
Allah’ın subhanehu ve teâlâ dini ile aralarına mesafe girdikçe de, taptıkları şeylere niye taptıklarını bilmez bir halde hayatlarını sürdürmeye devam etmişlerdir.
Notlar
Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah’a, salat ve selam O’nun Rasûlüne olsun.
Geçen yazımızda, taklitçi cahili toplumun vasıflarından olan, ‘İnançlarında Şüphe İçindedirler’ ve ‘Gerçek Güçten Yoksundurlar’ maddelerini incelemeye çalışmıştık. İnşaallah bu yazımızda da, şuursuz bir şekilde yaptıkları ameller nedeniyle, müşriklerin kendilerine ağır bir yük yüklemelerini anlatmaya çalışacağız.
Taklitçi cahili toplumun üçüncü vasfı ise şudur:
3. Omuzlarında Büyük Bir Yükle Yaşarlar
İslam şeriatının en önemli özelliklerinden bir tanesi de bağlılarına dünya hayatında kolaylık vaad etmesidir. Bu durumu ifade eden Nisa suresi 28. ayette Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:
“Allah ağır yükümlülükleri sizden hafifletmek ister.”
Aynı şekilde:
“Allah’tan gücünüz yettiği kadar korkun” (64/Tegabun, 16) emri,
“Biz kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz” (6/En’am, 152) buyruğu ile bunlara bağlı olarak müminlerin:
“Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz şeyleri bize yükleme!” (2/Bakara, 286) duaları şeriatın kolaylık olduğunu göstermesi açsından değerlendirilebilecek diğer bazı naslardır.
Şeriatın insana zorluğu emretmemesinin hikmetini, Nisa suresi 28. ayetin devamı açıklamaktadır:
“Zaten insan zayıf yaratılmıştır.”
İnsanın yaratılışının dikkate almadan, fıtratını gözetmeden ortaya konacak bütün emir ve yasaklar, onun hayatında hiç umulmadık sonuçlara neden olacaktır. Yarattığını en iyi bilen Allah da subhanehu ve teâlâ bu nedenlerden ötürü kullarına, itikadi ve ameli sahada kolaylığı lütfetmiştir.
Bu durumun tam zıttı ise cahili toplumlarda mevcuttur. Taklitçi zihniyetin hakim olduğu bu toplumlar, Allah’a şirk koşarak ibadet ederler. İnsanoğlunun birçok ilaha taptığı dönemlerde İslam, onu bu halden kurtarmak için gelmiş ve beşeriyeti tek bir ilaha kulluğa yönelterek rahatlatmıştır. O yüzden mümin kul sadece Allah’tan korkarak, O’nu sevip, O’nun rızasını kazanmak için uğraşırken, müşrikler birçok ilaha bunları yapmakla yükümlü tutmuşlardır kendilerini.
Mesela mümin Karib olan Allah’a subhanehu ve teâlâ ellerini kaldırdığı anda ulaşacağını, bu çağrısına Mucib olan Rabbi’nin cevap vereceğini bilir.
Müşrik toplumlar ise Allah’a dua edebilmek için kendi kafalarından ortaya çıkarttıkları sahte ilahları memnun etmenin gerekli olduğuna inanırlar. Güya Allah’a ulaşmada aracılık edecek bu putlara, kimin koyduğunu dahi bilmedikleri bir yığın ibadet sunarlar, adaklar adarlar.
Aynı şey ameli alanda da kendini göstermektedir. Mekkeli müşriklerin ataları bazı hayvanları kendilerine haram kılmışlardı. Bu yasak onlardan çok sonraları yaşayan ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile aynı dönemi paylaşan torunlarına da miras kaldı. Onlar da ataları gibi bu hayvanlara karışmıyor, onların etlerinden, sütlerinden faydalanmıyorlardı.
Ama ilginç olan şu ki; niye böyle yaptıklarına dair geçerli bir gerekçeleri, öne sürebilecek bir delilleri yoktu. Tek dayanak noktaları atalarının böyle yapıyor olmasıydı.
Halbuki Allah onlara, yasakladığı birkaç hayvan dışında geri kalan bütün hayvanları helal kılmıştı. Yasakladığı hayvanlardan dahi, zaruret ortaya çıktığında ihtiyaç miktarı kadar kullanılabileceğini söyleyerek, insanların üzerindeki rahmetini bir kez daha tecelli ettirmişti. Öyleyse Allah’ın kolaylaştırdığını kim, niye zorlaştırır?
Kabeyi tavaf etme sırasında yapılması gerektiği söylenen şeyler de, atalardan miras alınıp omuzlara yüklenen fazlalıklardandı. Kureyşliler, Mekke’nin dışından gelip de tavaf yapmak isteyenlere ancak çıplak bir şekilde tavaf yapabileceğini söylüyorlardı. İkinci bir ihtimal ise bu kişinin, Mekke’den alacağı bir elbise ile tavaf yapabilmesi idi.
Peki bu kuralları kim koymuş? Ataları! Niye koymuş? Cevap: Heralde onlar da atalarından görmüş! Başka bir yanıt almak mümkün değil. Çünkü dayandıkları sahih bir kaynak mevcut değil.
Allah ise hem ibadetler de hem de normal zamanlarda insan fıtratına en uygun olan şeyi, yani örtünmeyi emreder. Örtünmenin fıtrattan olduğunu gösteren delil ise Adem aleyhisselam ile Havva annemizin cennetten çıkarılma hadisesidir. Onlar cennette yaşarken Allah’tan, avret yerlerini kapatmalarına dair bir emir almamışlardı. Çünkü orada bir ağaca yaklaşmama nehyi dışında hiçbir emir ve yasakla muhatap değillerdi.
Cennetten çıkarıldıkları anda üzerlerindeki elbiseler sıyrıldı. Avret yerlerinin açığa çıkması ile hemen örtünmek için birşeyler aramaya başladılar.
İşte bu örtünmenin fıtrattan olduğunun en bariz göstergesidir. Ne var ki asırlar geçtikçe cahiliyenin karanlık dönemleri bazen Mekkeli müşriklerin yaptığı gibi ‘din’ kılıfı altında, bazen de günümüz müşrikleri gibi cağdaşlık safsataları ile çıplaklığı övmekte ve emretmektedir.
İşte taklitçilik budur! Her dönem kendinden bir sonraki döneme yeni ibadet türleri, ayinler ve törenler miras bırakır. Yeni nesil gözlerini, önceki kuşakların ona yüklediği farklı farklı ibadet şekilleri altında ezilerek açar. Bu neslin önünde iki yol vardır: Ya taklitçiliğin gereğini yapıp geçmiş ile gelecek kuşak arasında kötü bir taşıyıcı olacak ya da Rahman’a yönelip fıtratına uygun bir şekilde huzurlu olarak.
Mekkeli müşriklerden bahsedip de günümüz cahiliyesini örnek vermeden geçmek olmaz. Mekkeli müşrikler de olduğu gibi günümüzde de en önemli ibadet türleri, Allah’a yaklaşmak için aracı olarak görülen kimselerin kabirlerinin başında gerçekleşmektedir. Elbette tıpatıp şeklî bir benzerlik yok. Fakat şirkin mantığı aynı. Mekkeliler salih olduğuna inandıkları kimselerin putlarını yapıyor ve onlara dua ediyorlardı. Günümüz müşrikleri ise mübarek olduğuna inandıkları kimselerin kabirlerini mabede çeviriyorlar.
Herhangi bir sıkıntısı olduğunda ellerini kaldırıp Allah’a yalvarmak varken, bu taklitçi toplum ne yapıyor? Türbelere veya kutsal bilinen bazı mekanlara çaput bağlıyor. Dileğini yazdığı kağıdı, türbenin içine atıyor. Ziyaret sırasında kutsal adledilen sayılarda birşeyler okuyor. Kabirde yatan zat için kurban kesiyor.
Ve daha birçok şey! Tabi bu saydıklarımız şu anda var olan türbelerin hemen hemen hepsinde gerçekleşen ibadet çeşitleri. Bununla birlikte bazı mekanlar var ki onların ayrıca kendilerine has ibadet şekilleri mevcut. Hepsini anlatmamız mümkün olmadığı için bir tanesini örnek vermekle yetineceğiz:
Çanakkale’de ‘Bayraklı Baba’ adında bir türbe var. Adından da anlaşılacağı üzere buradaki ibadetlerin temelini bayrak oluşturuyor. Bir kimse dilekte bulunmak istediğinde bir türk bayrağı alıyor ve türbeye asıyor. Sonra da dileklerini sıralıyor! Yanlış anlaşılmasın, burası iki-üç tane delinin arada sırada uğradığı bir yer değil! Günlük en az 1000 (bin) kişinin ziyaret ettiği bir yer ve yakın bir zamanda Türkiye’nin en çok satan gazetesi burayı dini turizmin(!) önemli mekanlarından birisi olarak tanıttı. Ama, bırakın birazcık ayet ve hadis bilenleri, hiçbir şey bilmeyen temiz bir fıtratın dahi kabul edemeyeceği bu şirke, kimse en ufak bir tepki göstermedi!
Sahih itikad sahibi müminler zaten bu toplumdan herhangi bir tepki beklemez. Çünkü bilirler ki bu toplum şirk toplumudur. Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine kadar her tarafında bu vb. şirkler varlığını sürdürmektedir.
Taklitçi cahili toplumun kendine yüklediği ağırlıklar bununla sınırlı değil elbette! Kandil günlerine has olacak şekilde ortaya konan ameller de bu çerçevede değerlendirilebilir… Yapılan amelleri meşru göstermeye çalışanlara sorarak başlayalım!
Acaba, kandil günleri de dahil olmak üzere senenin hepsinde her türlü şirk ve fısk ile içli-dışlı olan bu toplumun, bir bakıma günah çıkartma ayini olarak gördükleri bu gecelerin faziletini, sahabe ve ondan sonraki en hayırlı nesiller bilmiyor muydu? Yoksa bu dini sahabeden daha iyi bilen birileri mi var? Biz sizin kendi kendinize yüklediğiniz bu yükten beriyiz. Rabbi’mizden, nerede bir hayır varsa var gücüyle onu yapmak için çabalayan ve sizin kandil kutlaması adı altında gerçekleştiğiniz fiillerden uzak sahabe ile beraber bizi haşretmesini dileriz.
Günümüz cahiliyesinin çizdiği rotayı izlersek tevbe etmek de bayağı zor. Direkt Allah’a yalvarıp istiğfarda bulunmak kimin haddine?! Böyle birşeye kalkışan kişilerin şu cümlelerle karşılaşması gayet doğaldır!: ‘Sen kimsin ki o günahkar ellerinle Yaratan’dan bir şeyler talep ediyorsun? İlk olarak git, mübarek(!) zatların dizinin dibine çök! Sana tevben için aracı olsunlar. Bir işe girerken dahi işyerinin sahiplerinin sevdiği kimseleri devreye sokuyorsun. Böylece daha rahat kabul ediliyor iş başvurun. Dünyadaki işlerde bile böyle iken, Allah’tan günahlarını bağışlamasını istediğin bu durumda salih(!) zatlar olmadan nasıl muvaffak olursun?’
Subhanallah! Şeriat ölüm hali olmadığı müddetçe insanın Allah’a yalvarıp, istiğfarda bulunmasının tevbe için yeterli olacağını söylerken, şu taklitçi zihniyetin insanı soktuğu dolambaçlı yollara bakın! Sanki insanların tevbe etmemeleri için özel uğraş veriyorlar.
Aynı yönde daha bir çok örnek vermek mümkün. Fakat toplumun halini az da olsa zihnimizde canlandırması açısından bu kadar örnek yeter sanırım.
Yaşadıkları toplumların manevi hastalıklarının doktorları olan davetçiler, hastalarını iyi tanımalıdırlar. Bu vb.vasıfları iyice tetkik ettikten sonra uygulayacakları tedaviyi belirlemelidirler. Böyle bir incelemeden sonra ortaya konacak yöntem, öylesine yapılan bir davet çalışmasından daha faydalı olacağı muhakkaktır.
Bu yazımızda anlatmaya çalıştığımız hastalığın özel tedavi yöntemi -Allah-u Alem- insanlara, İslam’ın, beşerin yaratılışına en uygun olan hayat sistemi olduğunu, Allah’ın kullarının yüklerini hafifletmek için bu dini gönderdiğini; taklitçiliğin ise dünyada kaldırılamayacak bir yüke, ahirette de elim verici bir azaba yol açacağını anlatmaktır.
Duamızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap