Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Mûsâ (as) insanları Allah’a (cc) davet ettiğinde bir grup genç onun çağrısına icabet eder. Yûnus Suresi’nde tanıştığımız bu gençlerin iki özelliği göze çarpar: Az olmaları ve korku içinde iman etmeleri. Kurulu düzene teslim olmuş çoğunluğa oranla az ve dinlerinde fitneye/ezaya uğrayacakları endişesi taşıyan bugünün gençleri gibi… Yüce Allah Yûnus Suresi’nde bugünün muvahhid gençlerini onlarla, yani öncüleriyle tanıştırır. Onlar üzerinden Firavuni düzenlerde yaşayan muvahhid gençlere öğüt verir ve İslam’ın temel hakikatlerini öğretir.
“Kavminden bir grup genç dışında kimse Mûsâ’ya iman etmedi. (O gençler de) Firavun’un ve ileri gelenlerin kendilerine işkence etmesinden korkarak iman etmişlerdi. Çünkü Firavun, yeryüzünde üstünlük taslayan bir despot ve haddi aşan bir taşkındı. Mûsâ demişti ki: ‘Ey kavmim! Şayet Allah’a inanıp O’na teslim olduysanız yalnızca O’na tevekkül edin.’ (Bunun üzerine,) ‘Allah’a tevekkül ettik.’ demişlerdi. ‘Rabbimiz! Bizi zalimler topluluğuna fitne kılma. (Bize üstün gelirlerse hak yolda olduklarını zannederler. Onlara fitne olmuş oluruz.) Ve bizleri rahmetinle kâfirler topluluğundan kurtar.’ Biz Mûsâ’ya ve kardeşine şöyle vahyetmiştik: ‘Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın. Evlerinizi (içinde namaz kılınan) kıblegâh hâline getirin. Namazı dosdoğru kılın. Müminleri de müjdele.’ ”[1]
İman Eden Bir Grup Genç
“Kavminden bir grup genç dışında kimse Mûsâ’ya iman etmedi.”
Yazıya konu olan ayetleri bağlamıyla beraber ele aldığımızda önemli bir hakikati fark ederiz, ki bu hakikat Kur’ân’ın ısrarla vurguladığı, toplumun apaçık gerçekler karşısındaki tutumuna ışık tutar. Şöyle ki; Mûsâ (as) Firavun’un sihirbazlarıyla karşılaşmış ve Allah’ın (cc) yardımıyla onlara galebe çalmıştır:
“Firavun, ‘Bana bütün usta büyücüleri getirin.’ demişti. Sihirbazlar gelince Mûsâ, ‘Atın (bakalım) ne atacaksanız.’ demişti. Onlar (ellerindekileri) atınca Mûsâ demişti ki: ‘Bu yaptığınız büyüdür. Şüphesiz ki Allah, onu iptal edecektir. (Çünkü) Allah, bozguncuların yaptığını ıslah etmez. Suçlu günahkârlar istemese de Allah, kelimeleriyle hakkı ortaya çıkaracaktır.’ Kavminden bir grup genç dışında kimse Mûsâ’ya iman etmedi.”[2]
Bunca mucizeyi görmesine rağmen insanların çoğu hakikatten yüz çevirmiş, bir grup genç dışındaki büyük çoğunluk iman etmemiştir. Demek ki bir daveti yapan nebi de olsa, o günün şartlarında en açık ayetleri de gösterse insanların çoğu iman etmeyecek, tevhid davetinden yüz çevirecektir.
“Onlardan sana kulak verenler vardır. Biz, onu (vahyi) anlayamasınlar diye kalplerine örtüler, kulaklarında da ağırlık kıldık. Ayetlerin tamamını görecek olsalar yine de iman etmezler. Öyle ki sana gelecek olsalar seninle tartışır ve o kâfir olanlar, ‘Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir.’ derler.”[3]
“Şayet onlar için gökyüzünde bir kapı açsak ve onda yükselseler hiç şüphesiz, ‘Gözlerimiz perdelendi. (Hayır,) galiba bizler büyülenmiş bir toplumuz.’ derler.”[4]
Bugün Mûsâ’nın vârisi olanlar da benzer bir tutumla karşılaşacak, insanların hak davet karşısında ilgisiz olduğunu görecektir. Zira Kur’ân, hak karşısındaki bu lakayıt tavrı yalnızca Mûsâ’nın (as) kavmine değil, insanlığın çoğunluğuna nispet etmiştir. Böyle bir tavır ve tutumla karşılaşan Müslim, Kur’ân’ın öğrettiği bu hakikatten habersizse kendini ve davetini sorgulayacak, “Acaba ben mi anlatamıyorum?” vesvesesine kapılacaktır. Tabiatı itibarıyla zor ve çileli davet yolunu yanlış düşüncelerle iyice ağırlaştıracak, Yüce Allah’ın yaptığının aksine ilgisiz çoğunluğu değil, kendini suçlayacaktır.
Neden Gençler?
Mûsâ’nın (as) davetine, kavminden bir grup genç iman etti.[5] Bunun nedeni gençlerin imana daha elverişli olmasıdır.[6] Zira tevhid daveti, bir değişim davetidir. Allah’ın emirlerini gözeterek hayatı baştan sona yenileme ve değiştirme daveti… Yaşlıların aksine gençler değişime açıktır. Yine tevhid daveti bir mücadele davetidir. La inancının gereği olarak siyasi tuğyana başkaldıran muvahhidler, zorlu bir mücadele içine girecektir. Böyle zorlu ve çetin bir mücadeleyi ancak gençler göğüsleyebilirler.
Allah (cc) nebilerini ve tevhid davetini gençlerle desteklemiş, İslam daveti için gençlere özel bir ehemmiyet vermiştir. Örneğin müminlerin atası İbrâhîm (as), henüz bir gençken putları kırmış,[7] zamanın tağutunun karşısına çıkıp onu tevhid davetiyle ilzam etmiştir.[8] İnsanlığın uyanışına vesile olan ve adlarına bir sure indirilerek kıyamete dek insanlığa öncü kılınan Ashâb-ı Kehf, gençlerden oluşan bir arkadaş topluluğudur.[9] Kur’ân’ın örnek gösterdiği Uhdud Ashâbı, bir gencin hidayetlerine vesile olmasıyla imanın zirvesine ulaşmıştır.[10] Allah Resûlü’ne (sav) ilk iman edenler gençlerdir ve Allah (cc) tevhid davetini onların omuzlarında bugünlere taşımıştır.[11] İman davasının hamisi ve hamili olan gençler, bu defa da Mûsâ (as) ile tarih sahnesine çıkmıştır… Bugünün gençleri de tarih sahnesine çıkmalı, Yüce Allah’ın onlara yüklediği vazifenin farkına vararak tevhid davasının hamisi ve hamili olmalıdır.
Korku Üzere İman
“(O gençler de) Firavun’un ve ileri gelenlerin kendilerine işkence etmesinden korkarak iman etmişlerdi.”
Gençler korku üzere iman etmişler. Dikkat edilirse gençler iman ettikten sonra anne babalarından, toplumdan, arkadaşlarından… değil, sistemi yönetenlerden çekiniyorlar, onlardan yana bir ezaya maruz kalmaktan endişe duyuyorlar. Bu böyledir; peygamberlerin davetine iman eden her genç, bir şirk ve sömürü düzeni olan tağuti sisteme “La/Hayır” demiştir. Kurulu düzene başkaldırmış ve Allah’a (cc) itaat etmeyen hiçbir sistemin boyunduruğu altına girmeyeceğini ilan etmiştir. Hâliyle tağuti sistem bu insanlardan rahatsız olacak ve onların sesini kısmaya çalışacaktır. Bu uğurda ellerinden geleni yapacak; küfrün değişmez sünneti olan suikast, sürgün ve hapsedip işkence yapma yollarına başvuracaktır.[12] Başvuracaktır ki Allah’a (cc) kulluk dışındaki tüm seçenekleri reddeden bu ses kısılsın, sistemin çarkları arasında ezilen mustazaflara örnek olmasın! İşte öncülerimiz olan bu gençler de endişe içerisindeler. Her ân haklarında soruşturma açılabilir, kapıları kırılabilir ve tüm hayatları ters yüz edilebilir…
“Çünkü Firavun, yeryüzünde üstünlük taslayan bir despot ve haddi aşan bir taşkındı.”
Ayetin son cümlesi, öncesinin illetini/gerekçesini açıklar.[13] Gençlerin korku nedeni düzenin despot ve haddi aşan tabiatıdır. Tağuti sistemler despot ve müsriftir, bir tehdit algılandığında zulümde hiçbir sınır tanımaz. OHAL ilan edip tüm insani ve evrensel ilkeleri rafa kaldırır. Kadın, çocuk, yaşlı demeden önüne çıkan herkesi ve her şeyi ezip geçer. Bazen de Firavun gibi soykırım yapar, bir kavmin erkek çocuklarını boğazlar…
Korkunun İlacı
“Mûsâ demişti ki: ‘Ey kavmim! Şayet Allah’a inanıp O’na teslim olduysanız yalnızca O’na tevekkül edin.’ (Bunun üzerine,) ‘Allah’a tevekkül ettik.’ demişlerdi.”
Mûsâ (as) korku içerisindeki gençlere sesleniyor, “Allah’a tevekkül edin!” diyor. Evet, şayet Allah’a inanıp O’na teslim olduysanız yalnızca Allah’a tevekkül edin, diyor. Demek ki müstekbirlerin tehdit ve baskıyla oluşturduğu korkunun ilacı tevekkül, yani Allah’ı (cc) El-Vekîl edinmektir. Tevekkül, Allah’a (cc) güvenmek, bir vekile işleri emanet eder gibi yaptıklarımızın neticesini O’na emanet etmektir. Sorumluluklarımızı yerine getirdikten sonra sonucu O’na (cc) bırakmaktır. Yazımıza konu olan gençler üzerinden düşünecek olursak Mûsâ’nın (as) yanında yer alıp Firavun düzenine karşı çıkmak, Firavun ve ileri gelenlerin yapabilecekleri hakkında “Allah benim vekilimdir, O (cc) beni zayi etmeyecek ve benim için en hayırlı olanı takdir edecektir.” diye inanmaktır. Bu tevekkülün kaynağı ise O’na olan iman ve teslimiyettir. Bu sebeple Mûsâ (as), “Şayet Allah’a inanıp O’na teslim olduysanız yalnızca O’na tevekkül edin.” demiştir.
Allah’a (cc) tevekkül etmek, O’nu (cc) tanımanın semeresidir:
“(O) doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. (Öyleyse) O’nu Vekil edin.”[14]
Ayet, önce Allah’ın tek rabb oluşuna, sonra hak ilah oluşuna vurgu yapmış ve bunun üzerine “(Öyleyse) O’nu vekil edin.” hükmünü inşa etmiştir. Tevekkül ehli olabilmek için Allah’ı (cc) tanımak gerekir. Her insan Rabbini tanıdığı oranda O’na dayanır, güvenir ve işlerinin akıbetini gönül rahatlığıyla O’na (cc) teslim eder:
“Ne diye Allah’a tevekkül etmeyelim ki? Kuşkusuz O, bize (dosdoğru) olan yollarımızı göstermiştir. Elbette, bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz. Tevekkül edecek olanlar yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.”[15]
Bu ayette müminler, Allah’a tevekkül gerekçelerini açıklıyorlar: “Kuşkusuz O, bize doğru yolları göstermiştir.” Allah’ın (cc), kullarına yol göstermesi, O’na tevekkül gerekçesidir. Kısa bir cümleyle çok derin ve anlamlı bir hakikat ifade edilmiştir: “Yeryüzünde yüzlerce din, ideoloji, görüş, yaşam biçimi vardır. Biz, doğruyu bulmak konusunda Allah’a güvendik ve O’nun elçilerine/vahye uyduk. Gördük ki bizi yolların en doğru ve müstakim olanına hidayet etmiş. Demek ki O’na dayanan, en güzel ve müstakim olana erişiyor. Öyleyse biz, bu konuda aynı şeyi yapacak, sizin tehdit ve eziyetlerinize karşı O’na (cc) tevekkül edeceğiz.” demişlerdir.
“(Allah’a ibadet ettiğinizi de iddia ediyorsunuz ya!) Allah dışındaki (tüm ibadet ettiklerinizden de uzağım). Hep beraber bana tuzak kurun (ve tuzağın gereğini yapmayı da) ertelemeyin/bana göz açtırmayın. Hiç şüphesiz ben, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Hareket eden her canlıyı perçeminden tutan (kontrol edip yönlendiren) O’dur. Şüphesiz ki Rabbim, dosdoğru yol üzeredir.”[16]
Hûd (as) niye tevekkül ediyor? “Hareket eden her canlıyı perçeminden tutan (kontrol edip yönlendiren) O’dur…” diyor. Kâfirlerin meydan okuması karşısında ona bu eşine az rastlanır cesareti veren güç, Allah’a (cc) tevekkül etmiş olmasıdır. Tevekkülün sebebi ise Allah hakkındaki doğru inançtır. Madem her şeyi O kontrol etmektedir, öyleyse O’nun izni olmadan müşrikler muvahhidlere hiçbir zarar veremeyecektir!
Sonuç olarak tevekkül, Allah’ı (cc) tanımanın semeresidir. Allah ise güzel isimleri, yüce sıfatlarıyla tanınır. Kişinin bunları ve tecellilerini gördükçe Allah’a olan imanı/güveni ve İslam’ı/teslimiyeti, yani tevekkülü artar.[17] Bu davete gönül veren gençlerin de ilk ve önemli önceliği Rabblerini tanımak ve O’nu tanımanın semeresi olarak O’na dayanmak olmalıdır.
Peygamber Metodu
İşkenceye uğramaktan korkan insanlara tevekkülün emredilmesi, bir peygamber metodudur. Onlar tağutlardan korkan insanlara inançlarını gizlemelerini, takiyye yapmalarını veya tağutlar karşısında tavizkâr davranmalarını emretmemişlerdir. Aksine insanları tehdit eden tağutlar karşısında Allah’a (cc) olan iman ve teslimiyetlerinin gereği olarak tevekkülü emretmişlerdir.
Bugünün tağutları aynı yolu izliyor, tabiatları gereği tevhid davetine gönül veren yiğitleri baskı altına alıyorlar. Ancak Mûsâ’nın (as) izinde olduğunu iddia eden çoğu öncü, Mûsâ (as) gibi davranmıyor. Gençlere korkaklığı, taviz fıkhını ve olmadığı gibi görünmeyi öğütlüyor; kendi yaşamlarıyla da kötü örneklik sergiliyorlar. Tağutların gençlerde oluşturduğu korkuyu tevekkülle aşmak yerine taviz ve korkaklıkla iyice büyütüyor, gençleri korkuyla zehirliyorlar.
Dava Bilinci ve Hassasiyeti
“Rabbimiz! Bizi zalimler topluluğuna fitne kılma!”
Gençlerin yaptığı bu dua selef imamları tarafından iki şekilde tefsir edilmiştir:[18]
Onların bize üstün gelmesine fırsat verme. Zira bize üstünlük sağlarlarsa hak yol üzere olduklarını zanneder, küfürde ısrar ederler. Bizim zayıflığımız onlar için fitne olur.
Bize üstün gelirlerse bize baskı yapar, dinimizden dönelim diye uğraşırlar. Böylece bizim için fitne teşkil ederler.
Gençlerin duası her iki anlama gelmeye de müsaittir. Birinci anlam, onların dindeki bilinç ve hassasiyetlerini gösterir. Onlar, iman etmekle birlikte bu dini temsil ettiklerinin farkındalardır. Şayet kâfirler onlara üstün gelecek olursa müminlerin zayıflığını onların haksız oluşuna, kendi üstünlüklerini ise haklı oluşlarına delil alacaklar ve müminlerin zayıflığı da İslam’a zarar verecek. Bundan sakınmak için Allah’a (cc) niyaz ediyor, bu durumdan O’na (cc) sığınıyorlar. İkinci anlam ise onların İslam üzere yaşayıp İslam üzere ölme konusundaki hassasiyetlerini gösterir. Onların en büyük korkusu, herhangi bir sebeple dinlerinde fitneye düşmek ve ayaklarının kaymasıdır. Akıbet endişesi, Allah’ı (cc) hakkıyla tanıyan kalplerin endişesidir:
“Rabbimiz! Hidayet ettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize kendi katından bir rahmet ver. Şüphesiz ki sen, (karşılıksız olarak kullarına hibe eden) El-Vehhâb’sın.”[19]
“(Hatırlayın!) Hani İbrâhîm şöyle demişti: ‘Rabbim! Bu beldeyi güvenli kıl. Beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan uzak tut.’ ”[20]
Mustazaflığı Kader Görmemek
“Ve bizleri rahmetinle kâfirler topluluğundan kurtar.”
Müslimler bazı zamanlarda zayıf kalabilir, Kur’ân’ın ifadesiyle mustazaf olabilirler. Ancak onlar bunu değişmez bir kader olarak görmez, Allah’ın bir kaderinden başka bir kaderine kaçarlar. Onlar kâfir toplumdan kurtulmak ister, içinde bulundukları durumu kabullenmezler. Zira küfrün hâkim olduğu yerlerde insanlar ile İslam arasında sistem engeli vardır. Sistem insanların tevhid davetini duymaması için sürekli baskı yapar; dahası, tevhid davetçileri toplum tarafından yanlış tanınsın diye karalama kampanyalarına başvururlar. Sistemin karalama ve baskı politikasına rağmen İslam’la tanışanlar ise sürgün, hapis ve katledilme baskısı altında yaşarlar.
Allah’tan kurtuluş talebi yalnızca sözde kalan bir dua değildir. Verilen mücadelenin, yani fiilî duanın sözlü duayla desteklenmesidir. Zira onlar öncelikle Mûsâ’nın (as) yanında yer alıp onun Firavun’a karşı verdiği tevhid davetine ve İsrailoğullarının sömürüden kurtulma mücadelesine destek verdiler. Fiilî mücadelenin yanında Allah’a dua ettiler. Böylece duâu’l ibade ile duâu’l mes’eleyi, yani söz ile ameli bir araya getirdiler. Allah Resûlü’nün (sav) bir yandan Mekke şirk toplumuyla mücadele edip diğer yandan Allah’tan (cc) güç ve kuvvet istemesi gibi:
“De ki: ‘Rabbim! Gireceğim yere doğrulukla girmemi, çıkacağım yerden doğrulukla çıkmamı sağla. Kendi katından bana (İslam’ı zafere taşıyacak) yardımcı bir kuvvet ihsan eyle.’ ”[21]
Onların dualarında şöyle bir incelik fark ederiz: Kâfirlerden kurtuluşun Allah’ın (cc) rahmetiyle olacağının farkındalardır. Allah (cc) rahmet etmese insanoğlu maddi ve manevi olarak hüsran içinde yaşar. Onlar Kur’ân’daki şu temel ilkeyi kavramışlardır: “Allah’ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.”[22]
Okuduğumuz ayetlerde iki dua görüyoruz. İlkinde kâfirlere fitne olmamak, ikincisinde ise kâfirlerden kurtulmak istiyorlar. Onların bu dualarıyla dinin maslahatını (kâfirlere fitne olmamak), bireysel maslahatlarına (kâfirlerden kurtulmak) tercih ettiklerine şahit oluyoruz.[23] Bu, nübüvvet medresesinde yetişen tüm öğrencilerin ortak özelliğidir. Onlar için önce dinin/İslam toplumunun maslahatları, sonra kendi bireysel maslahatları gelir.
İslam Toplumunda Mescidlerin Rolü
“Biz Mûsâ’ya ve kardeşine şöyle vahyetmiştik: ‘Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın. Evlerinizi (içinde namaz kılınan) kıblegâh hâline getirin. Namazı dosdoğru kılın. Müminleri de müjdele.’ ”
Allah (cc) Mûsâ (as) ve Hârun’a (as) evlerini mescid olarak inşa etmesini emrediyor.[24] Bazı kaynaklarımız durumu şöyle izah ediyor: “İsrailoğulları, ancak kendi mescid ve mabedlerinde namaz kılarlardı. Mescidleri de açıkça ortalıkta görülüyordu. Mûsâ (as) peygamber olarak gönderilince Firavun emir verdi ve İsrailoğullarının bütün mescidleri tahrip edilerek namaz kılmaları yasaklandı. Yüce Allah da Mûsâ ve Hârun’a (as), İsrailoğullarına Mısır’da birtakım evler, yani mescidler seçip edinin diye emir verdi. Yoksa bununla mesken olarak kullandıkları evler kastedilmemektedir.”[25]
Mescid, isminden de anlaşılacağı üzere secde edilen yer, yani kulluğun merkezde olduğu bir mabeddir. Mescid, İslam toplumunun kurucu ögelerindendir. Zira İslam toplumunun şiarı Kelime-i Tevhid, Kelime-i Tevhid’in anlamı da kulluk edilecek tek mabudun Allah olduğudur. Yani İslam toplumunun özü, kulluktur. Mescidler de kulluğun en belirgin olduğu yerlerdir ve bu da mescidleri İslam toplumunun merkezi kılmaktadır.
Aslolan mescidlerin görünür olması, tüm müminleri bir araya toplamasıdır. Şayet arızi bir durum yaşanır da müminler mescidlerini görünür kılamazlarsa o zaman evler birer mescide dönüşmeli, onları bir araya toplayan gizli mabedleri olmalıdır. Firavun Mısır’ında bunun karşılığı kıblegâh evler, Mekke toplumunda ise Dâru’l Erkam’dır.
Mescidler Allah’ı (cc) zikretmek, ilim öğrenmek, namaz kılmak, bir araya gelmek, arınmak… gibi hikmetler için vardır.[26] Ancak Allah (cc) bu ayette mescidleri var eden hikmetlerden birine, namaz kılmaya işaret etti. Demek ki Müslimlerin hayatında en önemli ibadet namaz, daha açık bir ifadeyle cemaatle kılınan namazdır.
Zor Zamanlarda Müjde
“Müminleri de müjdele.”
Yüce Allah mustazaf olan müminlere karşı Mûsâ’ya (as) bir sorumluluk yükler, müjdeleme sorumluluğu… Demek ki zor zamanlarda insanların ihtiyaç duyduğu destek; İlahi müjdeleri tekrar tekrar duymak ve tağutların oluşturduğu korku iklimini İlahi müjdeyle aşmaktır. Bugün durum tersine dönmüş, ne yazık ki mızmızlanma kültürü mustazaflara egemen olmuştur. Neredeyse her mecliste müstekbirlerin ne denli güçlü, mustazafların ne denli zayıf olduğu vurgulanmaktadır. Bu, insanın kendi diliyle kalbini zehirlemesidir. Bize düşen müjde ehli olmak, müjdelemektir.
Bu zamanın Firavunlarına karşı bu zamanın Mûsâlarının yanında olma ümidiyle…
[1] 10/Yûnus, 83-87
[2] 10/Yûnus, 79-83
[3] 6/En’âm, 25
[4] 15/Hicr, 14-15
[5] Ayetin bu kısmı “Firavun’un kavminden yalnızca bir grup genç (veya azınlık) Mûsâ’ya iman etti.” şeklinde tefsir edilmiştir. (bk. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 11/123-125) Bu tefsirin temel dayanağı şudur: İsrailoğullarının tamamı Mûsâ’ya (as) iman ediyordu. Hâliyle ayette zikredilen azınlık Mûsâ’nın kavmi olamaz. Olsa olsa bunlar Firavun kavminden iman eden azınlık müminlerdi. Allah (cc) en doğrusunu bilir, mezkûr tefsir iki açıdan isabetsizdir:
– Arapça dil kuralları dikkate alındığında zamirler kendilerinden önce zikredilen en yakın isme dönerler. “Min kavmihi” ifadesindeki zamirden önce en yakın isim, Mûsâ’nın (as) ismidir. Hâliyle en doğru tercüme, “Mûsâ’nın kavminden Mûsâ’ya bir grup genç dışında kimse iman etmedi.” şeklinde olacaktır.
– İsrailoğullarının tamamının Mûsâ’ya iman ettiği ön kabulü doğru değildir, Kur’ân bu düşünceyi onaylamaz:
“(Hatırlayın!) Hani demiştiniz ki: ‘Ey Mûsâ! Apaçık bir şekilde Allah’ı görmeden sana iman etmeyeceğiz.’ (Bunun üzerine) öylece bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.” (2/Bakara, 55)
“Onların çoğunda söze bağlılık (ahlakı) görmedik. Ama onların çoğunun gerçekten fasıklar olduğunu gördük.” (7/A’râf, 102)
“İsrailoğullarını denizden geçirdik. Kendilerine ait putları olan ve sürekli o (putlara) tapan bir kavme geldiler. ‘Ey Mûsâ! Onların ilahları olduğu gibi sen de bize bir ilah yap.’ demişlerdi. ‘Şüphesiz sizler, cahillik eden bir topluluksunuz.’ demişti.” (7/A’râf, 138)
“Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı mukaddes topraklara girin, (kaçmak için) arkanızı dönmeyin. (O hâlde) hüsrana uğrayanlar olarak geri dönersiniz.’ Dediler ki: ‘Ey Mûsâ! Orada çok güçlü bir topluluk vardır. Onlar çıkmadan biz oraya girmeyeceğiz. Şayet çıkarlarsa elbette biz gireriz.’… Dediler ki: ‘Ey Mûsâ! (O güçlü topluluk) orada olduğu müddetçe ebediyen oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidip savaşın. Biz burada bekliyor olacağız.’ ” (5/Mâide, 21-24)
İsrailoğulları Allah’a verdikleri sözü bozan, iman etmek için nebilerine şart koşan, putperest ve Allah’ın (cc) vaadine inanmayan bir toplumdur. Onlar iman ettiklerini iddia etmiş, ancak Allah (cc) onların iman iddiasında yalancı olduklarını defaatle tekrar etmiştir.
[6] bk. Tefsîru’s Sa’dî, 2/437
[7] “Demişlerdi ki: ‘İlahlarımıza kim yaptı bunu? Şüphesiz ki o, zalimlerdendir. Bir genç işittik onları diline dolayan! Onun adı İbrahim.’ demişlerdi.” (21/Enbiyâ, 59-60)
[8] “Allah’ın kendisine mülk vermesi sebebiyle Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim demişti ki: ‘Benim Rabbim diriltir ve öldürür.’ Demişti ki: ‘Ben de diriltip öldürürüm.’ (Bu cevap üzerine) İbrahim demişti ki: ‘Allah Güneş’i doğudan getirir; sen de batıdan getir (bakalım).’ (Bu hüccet karşısında) kâfir afalladı. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (2/Bakara, 258)
[9] “Biz sana, onların kıssalarını hak olarak/gerçek hâliyle anlatıyoruz. Şüphesiz ki onlar, Rablerine iman etmiş bir grup gençti ve biz de onların hidayetlerini arttırmıştık.” (18/Kehf, 13)
[10] Suheyb’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“…Genç, ‘Allah, onlara karşı bana yardım etti. Benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin.’ dedi.
Kral, ‘O nedir?’ diye sordu.
Genç, ‘İnsanları geniş bir düzlükte topla, beni bir kütüğe as ve sadağımdan bir ok al. Sonra oku, yayın ortasına yerleştir ve ‘Gencin Rabbinin adıyla!’ de. Sonra oku bana at. İşte, eğer bunu yaparsan beni öldürürsün.’ dedi.
Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte topladı. Genci bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi. Sonra, ‘Gencin Rabbinin adıyla!’ dedi ve oku fırlattı. Ok, gencin şakağına isabet etti. Genç, elini şakağına, okun isabet ettiği yere koydu ve Allah’ın rahmetine kavuşup öldü.
Halk, ‘Gencin Rabbine iman ettik!’ dedi ve bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra adamları Krala, ‘Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk, gencin Rabbine iman etti!’ dedi. Kral hemen yolların başına hendekler kazılmasını emretti. Hemen hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı. Kral, ‘Kim dininden dönmezse onu buraya atın!’ diye emir verdi. İstenen derhâl yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın oraya düşmekten çekinmişti. Çocuk, ‘Anneciğim sabret. Zira sen hak üzeresin!’ diye dile geldi.” (Müslim, 3005)
[11] İlk iman eden sahabilerin özellikleri için bk. https://www.youtube.com/watch?v=oEk6eHozHXw
[12] “(Hatırlayın!) Hani kâfirler seni hapsetmek, öldürmek ya da (yurdundan) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı…” (8/Enfâl, 30)
[13] bk. Et-Tahrîr ve’t Tenvîr, 11/260
[14] 73/Muzzemmil, 9
[15] 14/İbrâhîm, 12
[16] 11/Hûd, 55-56
[17] bk. El-Esmau’l Husna, 2/932-936
[18] bk. Tefsîru’t Taberî, Muessesetu’r Risâle, 15/168 vd.
[19] 3/Âl-i İmrân, 8
[20] 14/İbrâhîm, 35
[21] 17/İsrâ, 80
[22] bk. 2/Bakara, 64
[23] Tefsîru’r Râzî, 17/290
[24] Ayetin bu kısmı üç farklı şekilde tefsir edilmiştir (bk. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 11/131 vd.)
İlki, ayete verdiğimiz meali destekleyen cumhurun tefsiridir. “Evlerinizi kıble edinin.” ifadesi evlerin birer namazgâha dönüştürülüp mescid olarak kullanılmasıdır. Cümlenin devamında zikredilen “Namazı kılın.” emri, bu tefsiri desteklemektedir.
İkincisi, evlerin kıbleye bakacak şekilde inşa edilmesidir.
Üçüncüsü, evlerin birbirine bakacak şekilde inşa edilmesidir.
Tefsirlerimiz bu üç tefsiri, üç farklı açıklama olarak aktarırlar. Allah (cc) en doğrusunu bilir, benim kanaatim şudur: Yüce Allah, insan zihninde üç ayrı anlam çağrıştıracak tek bir kelime kullanmış, böylece az sözle çok anlam kastetmiştir. Buna göre firavun baskısı altında yaşayan azınlık durumdaki mustazaflar; evlerini mabede dönüştürmeli, ibadetlerini birlikte ifa etmeli, baskılar onların bedenlerini birbirinden uzaklaştırmamalıdır. Yine bu evler aynı yöne bakmalı, aynı hedefe yönelmeli, inanç ve eylem birlikteliği kazandırmalıdır. Yine bu evler birbirine bakmalı, birbirini görmeli ve içerisinde yaşayanlar birbirlerini örnek almalı, başkalarına benzememelidir.
Bu tercihimizin iki nedeni vardır: İlki, zikredilen anlamlar arasında tercihi zorunlu kılan bir zıtlık olmamasıdır.Hher üç anlam da şer’i esaslarla uyumludur. İkincisi, Yahudilerin tarihidir. İsrailoğulları baskılar nedeniyle inançlarını gizlediklerinde, bölündüklerinde ve başka milletlere benzediklerinde dinlerini tahrif etmiş, İlahi gazaba uğramışlardır. Ayet, bir kelimeyle onların tüm tarihî sorunlarına ışık tutmuştur. Allah (cc) en doğrusunu bilir.
[25] bk. Tefsîru’l Kurtubî, Dâru’l Kutubi’l Mısriyye, 8/371 vd.
[26] “(O nur) Allah’ın yüceltilmesine ve içerisinde Allah’ın adının anılmasına izin verdiği evlerde (mescidlerdedir). Orada, gece ve gündüz O’nu tesbih ederler.” (24/Nûr, 36)
Enes ibni Mâlik’ten (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Bu mescidler ancak Allah-u Teâlâ’yı zikretmek, (namaz kılmak) ve Kur’ân okumak içindir.” (Müslim, 285)
İlk Yorumu Sen Yap