MÜNAZARA VE SONRAKİ SÜRECİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Öze Dönüş Yolculuğu

Tevhid davetinin Türkiye gündemine girmesi, Halis Hoca’nın “Bizim Dünyamız” adlı YouTube kanalındaki bir takipçi sorusuna verdiği cevapla başladı. Minik izleyicilerimizden gelen soruların ele alındığı “Çocukça Sorular” serisinin üçüncü bölümünde bir takipçinin, “Allah nerede? Allah’ın bir evi var mı?” sorusuna Halis Hoca, selef inancında malum olduğu üzere, “Allah (cc) göktedir.” cevabını verdi. Bu kısa kesit, Ebû Bekir Sifil’in aynı soruya verdiği farklı bir cevapla birleştirilerek sosyal medyada yayıldı ve kısa sürede tartışma yarattı.

İsmailağa Cemaati hocalarından Ömer Faruk Korkmaz, bu paylaşıma tepki gösterdi. Bu inancın “haşevi” inancı olduğunu ve İslam coğrafyası için tehlike arz ettiğini söyledi. Halis Hoca ise bu tür meselelerin sosyal medyada tartışılmasının uygun olmadığını vurguladı. Tartışmanın sağlıklı bir zeminde ve ilim talebesi seviyesinde bir münazara şeklinde gerçekleşmesinin daha faydalı olacağını belirtti ve Ömer Faruk Hoca’yı iddialarını çürütmeye veya hakka teslim olmaya davet etti. Ömer Faruk Hoca’nın da bu daveti kabul etmesiyle 26 Ekim Cumartesi günü gerçekleşen münazara, tarafsız bir ortamda ve canlı yayına kapalı şekilde yapıldı. Video kaydı ise 27 Ekim Pazar günü her iki tarafın sosyal medya hesaplarından yayımlandı.

Giriş: Münazaranın Önemi ve Bağlamı

Halis Hoca, münazaraya başlamadan önce Gazze gibi önemli bir gündemin olduğu böyle bir dönemde bu tartışmanın yapılmasının eleştirilmesine değinerek bunun doğru bir yaklaşım olmadığını açıkladı. İslami çalışmalar gibi ilmî münazaraların da devam etmesinin olağan olduğunu ifade etti. Gazze konusunda her iki tarafın da hassasiyetlerini ve yardım çabalarını belirtti. Peygamberimizin (sav) Uhud Savaşı gibi kritik bir dönemde dahi ticaret ve faiz hükümleriyle ilgili vahiy aldığına dikkat çekerek ilmî meselelerin tarihin her döneminde gündemde tutulduğunu vurguladı. Ömer Faruk Korkmaz Hoca da bu açıklamaları onaylar nitelikte konuşarak tartışmanın İslam ümmeti için faydalı olabileceğine işaret etti.

Münazaraya başlarken Halis Hoca söz aldı ve münazaraya bir zemin oluşturmak ve tartışmanın doğru sorular üzerinde ilerlemesini sağlayabilmek için Allah’ın (cc) bir mekânda olamayacağı, bir mekânın Allah’ı kuşatamayacağı, Allah’ın cihetlerden münezzeh olduğu, yarattığı hiçbir şeyin Allah’ı ihata edemeyeceği konularında Ömer Faruk Hoca ile hemfikir olduğunu, tartışmanın bu noktada olmayacağını belirtti. Anlaşmazlıkların daha çok hangi nasların muhkem veya müteşabih olduğu, teşbih kavramının nasıl anlaşılacağı ve kapsamı gibi usule yönelik bir ayrışma üzerine olduğu vurgulandı.

Muhkem ve Müteşabih Nas Üzerine

Bu bağlamda Halis Hoca, öncelikle muhkem ve müteşabih kavramlarının tanımlanmasının zorunlu olduğunu söyledi. Âl-i İmrân Suresi’nin 7. ayetine dayanarak muhkem ayetlerin “Kitabın Anası/Ummu’l Kitab” olduğuna işaret etti. Halîl ibni Ahmed (H 170) gibi erken dönem dilcilerden yola çıkarak “umm” kelimesinin “en geniş ve en büyük” anlamına geldiğini, bu yüzden muhkem ayetlerin konuya delalet yönünden en açık olan ayetler olduğunu vurguladı. Müteşabih ayetlerin ise delalet yönünden açık olmayan, birden fazla yoruma açık ifadeler olduğunu belirtti.

Allah (cc) Semadadır İtikadımızın Delilleri

Bu izahın ardından Halis Hoca, Allah’ın yüceliğini ve semanın üzerinde oluşunu ifade eden ayetlerin muhkem olarak değerlendirilmesi gerektiğini savundu. Bu ayetlerin temel çerçeve olduğunu ve diğer ayetlerin bu bağlamda ele alınmasının doğru olacağını ifade etti. Daha sonra Allah’ın (cc) semada oluşuna ilişkin Zehebî’nin El-Uluvv isimli eserini merkeze alarak delillerini serdetti. Allah’ın (cc) Kur’ân’da Arş’a istiva ettiğini zikrettiği, “Gökte olan (Allah)’ın sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz?”[1] ayetini, işleri gökten yere idare ettiğini, güzel sözlerin kendisine yükseldiğini ve Îsâ’nın (as) Allah (cc) katına yükseltildiğini ifade eden ayetleri okuyarak tüm bunların apaçık şekilde Allah’ın (cc) semada olduğuna delalet ettiğini anlattı. Sünnetin konuya yaklaşımının da yukarıda zikrettiğimiz ayetlere paralel olduğunu söyleyerek meşhur câriye hadisi ve daha fazlasının aynı hakikate işaret ettiğini hatırlattı.[2]

Selefin Yaklaşımı ve Anlayışı

Halis Hoca, nasları sıraladıktan sonra selef âlimlerinin bu ayetleri nasıl anladığını örneklerle açıkladı. İbni Abbas’ın, “Nerede olursanız O, sizinle beraberdir.”[3] ayetini “Allah’ın ilmiyle beraber olması” şeklinde yorumladığını ifade etti. İmam Taberî’nin, “Allah Arş’ının üzerindedir, ancak ilmiyle sizinle beraberdir.” ifadesine, İmam Mâlik’in ise “Allah semadadır, ancak ilmi her yerdedir.” görüşüne atıfta bulundu. Selef âlimlerinin bu tür nasları bağlama uygun olarak anladığını ve mekân isnadından uzak olduklarını vurguladı.

“Gök” değil “Sema”

Ömer Faruk Hoca söz aldığında, “fi’s semâ” ve “fevk” gibi ifadelerin Türkçeye çevrilmesi sırasında oluşabilecek anlam kaymalarına değinerek Allah’ın yüceliğinin/yücelerde oluşunun halk arasında yanlış anlaşılmasına yol açabileceğini söyledi. “Fevk” kelimesinin “üzerinde” olarak çevrilmesinin maddi bir mekân algısı oluşturabileceğini vurguladı. Allah’ın Arş’ının üzerinde olduğunu ifade eden ayet ve hadisleri kabul ettiğini, ancak bu ifadelerin teşbih ve mekânsallık anlamında yorumlanmasının selef anlayışına aykırı olduğunu belirtti.

Seleften Allah’ın (cc) semanın fevkinde oluşu yönünde nakillerde bulunan Ömer Faruk Hoca, bu lafızların çevrilmeden, olduğu gibi kullanılması gerektiğini anlattı. “Allah göktedir.” yerine “Allah semanın fevkinde, mekândan münezzehtir.” denmesi gerektiğini belirtti. Allah’ın (cc) semanın üzerinde olduğuna ilişkin zikredilen “yes’adu” fiilinin yükselmek değil yücelmek, “zi’l meâric” ifadesinin ise yükseklikler değil yücelikler sahibi olarak anlaşılması gerektiğini söyledi.

Halis Hoca, Ömer Faruk Hoca’nın söylediklerinden konuya ilişkin tartışmanın itikadi bir mesele değil tercüme ve dil farklılıklarından kaynaklanan bir anlaşmazlık olduğunun anlaşıldığını belirtti. Dil farklılığına dayanıyorsa bunun edebî bir mesele olduğunu ve dil dersleriyle çözülebileceğini ifade etti. (Ömer Faruk Hoca bunun dilsel bir konudan daha ötesi olduğunu söyledi.)

Halis Hoca, “fi’s semâ” gibi ifadelerin Kur’ân ve hadislerde geçtiğini ve şeriatta varid olduğunu belirterek bu ifadelerin Allah’ı (cc) mekânsal bir varlık olarak tasvir etmediğini, “Allah (cc) semadadır/semanın üzerindedir.” dendiğinde kastın Allah’ın (cc), şanına yakışır bir şekilde Arş’ının üzerinde olduğunu, bununla birlikte kesinlikle Allah’a (cc) bir mekân isnat etmek olmadığını ve böyle bir anlamın da oluşmaması gerektiğini anlattı. Bir kimsenin şeriatta varid olan ifadeleri kullanması nedeniyle ortaya çıkan yanlış anlayışlardan sorumlu tutulamayacağını savundu. Tenzih için söylenen “Allah zamandan ve mekândan münezzehtir.” gibi kullanımların da maksadını yerine getiremediğini, tam tersine zamanla Allah’ın “her yerde olduğu” şeklinde bir inancın oluşmasına sebep olduğunu beyan etti. Ayrıca “Lâzimu’l mezheb leyse bi mezheb.” (Bir görüşten çıkarılan sonuç, o görüşün sahibi için bağlayıcı değildir.) prensibini hatırlatarak, kullanılan ifadelerin asıl bağlamında değerlendirilmesinin zaruretini açıkladı.

Ömer Faruk Hoca ise bu tartışmanın yalnızca bir dil meselesi olmadığını, bazı ilmî yanlışları içerdiğini savundu. Ayrıca Allah’ın zamandan ve mekândan münezzeh olduğuna dair bir itikad öğretilirken bu konuda doğrudan bir ayet veya hadis bulunmadığını, ancak bu hükmün nasların genel bağlamından çıkarıldığını ifade etti.

Selefin, “yedullah (Allah’ın eli)” gibi ifadeleri zahirî anlamıyla değil, bağlamına uygun olarak anladığını vurgulayan Ömer Faruk Hoca, bu tür ifadelerin yanlış anlamların önüne geçmek için yorumlanması gerektiğini savundu. Ayrıca bu yaklaşımla, Cehmiyye gibi sıfatları inkâr etmeden, doğru bağlamda anlamaya çalıştıklarını belirtti. Ancak, “Allah Arş’ın üzerindedir.” gibi ifadelerin yanlış bir itikada yol açabileceği uyarısında bulundu.

Allah’a ait olan sıfatlar nasıl anlaşılmalıdır?

Halis Hoca, Allah’ın sıfatlarının anlaşılmasında Kur’ân ve Sünnetin zahirî anlamlarına bağlı kalmanın önemine dikkat çekti. Allah’a (cc) dair sıfatların, O’nun şanına uygun bir şekilde anlaşılması gerektiğini belirten Halis Hoca, bu sıfatların keyfiyeti üzerinde tartışmanın yanlış olduğunu vurguladı. Örneğin, “Allah’ın eli” gibi ifadelerin, Allah’a organ gibi bir tasavvurla atfedilmemesi gerektiğini, ancak bu ifadelerin zahirî anlamlarına bağlı kalınarak kabul edilmesi gerektiğini savundu. İbnu Abdilberr’den şu alıntıyı yaparak görüşünü destekledi: “Allah bir mekânda olsa, mekân O’nu ihata etmiş olur ve böylece mahlûkata benzemez mi?” Bu soruya, “Böyle bir şey gerekmez.” cevabı verilmiştir, çünkü “Hiçbir şey Allah’a benzemez.”

Şeriatta varid olan ifadelerin yanlış anlaşılmasının sorumluluğunun, bu ifadeleri kullanan kişiye yüklenemeyeceğini ifade eden Halis Hoca, yanlış anlamaların, konuşan kişiden ziyade dinleyen kişinin problemi olduğunu söyledi. Şu ifadeleri kullandı:

“Nasıl ki teşbihten sakınmak adına kullanılan tenzih dili toplumun %70’ini ‘Allah her yerdedir.’ inancına götürüyor ve bu sizi ilgilendirmiyorsa ben de şeriatta varid olan bir lafzı kullandığımda birilerinin cehaletinden ya da avamlığından sorumlu olmam.”

Haberî ve Zahirî Sıfatlar Üzerine Görüşler

Halis Hoca, Semî’ (işitme) ve Basîr (görme) gibi sıfatların selef tarafından zahirî anlamda kabul edildiğini ve Allah’a yakışır bir şekilde anlaşıldığını ifade etti. Bu sıfatlarla ilgili tarih boyunca herhangi bir ihtilaf yaşanmadığını belirten Halis Hoca, aynı yöntemin diğer haberî sıfatlar için de uygulanması gerektiğini söyledi. “Allah göktedir.” ifadesinin, Arapçada yücelik anlamına geldiğini ve mekân isnadı yapılmadığını belirtti. İmam Mâlik’in, “istiva” sorulduğunda titremesiyle ilgili rivayeti ise bu tepkinin istivanın keyfiyetine dair sorulardan kaynaklandığını ve bu tür soruların edepsizlik olarak görüldüğünü ifade etti.

Kelamcıların Yaklaşımı ve Teşbih Endişesi

Kelamcıların, nasların zahirî anlamlarını “zan ifade eder” şeklinde değerlendirmelerini eleştiren Halis Hoca, bu yaklaşımın selefin metoduyla çeliştiğini belirtti. Bazı kelamcıların, “Nasların zahirini almak küfrün usulündendir.” demelerinin itikadi bir sorun olduğunu vurguladı. Çünkü nasların zahirî anlamları, kat’i anlam ifade eder.

Kelamcıların nasların zahirî anlamlarını tevil etmelerinin, teşbih ve tecsim tehlikesini engellemek amacıyla yapıldığını belirten Ömer Faruk Hoca, bu yöntemin, Allah’ın sıfatlarını beşerî anlamlarla karıştırmamak için geliştirildiğini söyledi. Râzî ve diğer kelamcıların bu yaklaşımı benimsemelerini, Kur’ân’daki muhkem ve müteşabih ayetler arasında bir denge kurma çabası olarak açıkladı. Ancak, tarih boyunca haberî sıfatlar konusunda zaman zaman teşbih ve tecsime kayıldığını, bunun da yanlış anlamalara yol açtığını belirtti. Örneğin, Osman ibni Dârimî’nin, “Dağdaki kişi Allah’a daha yakındır.” gibi ifadelerinin Allah’a (cc) mekân ve yön isnadı yapılmasına sebep olduğunu söyledi.

Mi’râc ve Mekânsallık Üzerine

Ömer Faruk Hoca, Mi’râc hadisesine ilişkin değerlendirmesinde, bu olayın Allah’a mekân isnadı yapılması için bir delil teşkil etmediğini ifade etti. Mi’râc rivayetlerinin, Allah’ın gökte olduğu anlamına gelmediğini, bunun daha çok Peygamberimizin göklerin tabakalarını ziyaret ettiği bir olay olarak anlaşılması gerektiğini savundu. “En güzel kelimeler kendisine yükselir.” ifadesinin “uluv” anlamını tam yansıtmadığını, mekânsallık ifade ettiğini ve tercüme hatalarının teşbih ve tecsimi arttırabileceğini belirtti.

Halis Hoca, Ömer Faruk Hoca’ya hitaben, sıfatların cisimsiz düşünülemeyeceğine dair kelamcıların kendi içindeki kabulüne işaret etti. Teşbih diye sürekli sakındırdıkları kavramın içini kendi istedikleri şekilde doldurduklarına işaret etti.

Câriye Hadisi ve Selefin Yaklaşımı

Halis Hoca, Ömer Faruk Hoca’nın ulemadan kimisinin tevil yaptığına dair nakillerini şöyle izah etti: Allah’ın sıfatlarını kabul edenler, bu sıfatların tecellilerini de kabul ederler ve selef arasında bu konuda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Örneğin, zor durumdaki bir çocuğun kurtarılmasını, “Allah’ın rahmeti budur.” diyerek ifade etmek, Allah’ın rahmetini tevil etmek veya inkâr anlamına gelmez. Bu, Allah’ın (cc) rahmetinin bir tecellisi olarak anlaşılır. Allah’ın Zu’r Rahme olduğunu kabul eden biri, rahmetin bu şekilde somutlaşmasını da inkâr etmez. Selef, Allah’ın zatını ve sıfatlarını Kur’ân ve Sünnette bildirildiği şekilde kabul eder. Örneğin, Uluvv sıfatını kabul ettikten sonra, Allah’ın mülkün tek sahibi ve her şeyin O’nun kabzasında olduğu gibi ifadeleri de tasdik ederler. Bu yaklaşımlar hem aklen hem de şer‘î delillerle sabittir. Şer‘î naslar, sıfatların aslını ve onların tecellilerini bir bütün olarak kabul etmeyi gerektirir.

Halis Hoca, selefin, Allah’ın sıfatlarını Kur’ân ve Sünnette bildirildiği şekilde kabul ettiğini vurguladı. Bu bağlamda, Semî’ ve Basîr sıfatlarıyla ilgili Peygamberimizin (sav) bir rivayette parmağını gözüne ve kulağına götürdüğünü belirtti. Ebû Dâvud’un bu rivayeti, Cehmiyye’ye karşı bir reddiye olarak gördüğünü aktaran Halis Hoca, sahabe ve selef âlimlerinin bu durumu rahatsız edici bulmadığını ifade etti. “Peygamberimiz, Semî’ ve Basîr sıfatlarını anlatırken elini kulağına ve gözüne götürmüş, bu durumdan ne sahabe ne de selef âlimleri rahatsızlık duymamıştır.” dedi ve “Peki, siz bundan neden rahatsız oluyorsunuz?” diye sordu.

Ömer Faruk Hoca, Arapların zihinlerinde teşbih anlamının o dönemde oluşmadığını, ancak günümüzde böyle bir tehlike olduğunu söyledi. Ayrıca câriye hadisinin, “Allah göktedir.” ifadesi üzerinden bir itikad oluşturulmaya çalışıldığını, ancak bunun teşbih, tecsim ve mekânsallık gibi yanlış anlamalara yol açtığını belirtti. Hadisin rivayetlerindeki farklılıkları göz ardı etmenin yanlış olduğunu söyledi.

Halis Hoca’nın Câriye Hadisi Eleştirisine Cevabı

Halis Hoca, câriye hadisine yönelik eleştirileri değerlendirirken, selef âlimlerinin bu hadisi ve diğer nasların zahirî anlamlarını delil olarak kabul ettiğini ve tevil yoluna gitmediğini ifade etti. İlk üç neslin bu hadisin farklı lafızlarını da rivayet ettiğini, özellikle Uluvv meselesinde bu rivayetle istidlalde bulunduğunu belirtti. Örneğin, İmâm Nesâî’nin Es-Sunenu’l Kubrâ’sında istiva ayetini câriye hadisiyle açıkladığını, İmam Buhârî’nin ise Halku Ef’âli’l İbâd, Muhammed ibni İsmâîl El-Buhârî, Dâru’l Meârif adlı eserinde Allah’ın uluvvunu delillendirmek için bu rivayeti kullandığını hatırlattı ve soruyu yöneltti:

“Neden bugün ‘ümmetin tabakası’ dediğinizde bu ilk üç nesli dışarıda bırakıyorsunuz?”

İmam Ebû Hanîfe ve Tevil Yaklaşımı

Ömer Faruk Hoca, İmam Ebû Hanîfe’nin “Fıkhu’l Ekber” adlı eserinde yer alan “Allah’ın yed’i kudretidir, denmez.” ifadesinin, nasların zahirî anlamlarına sadık kalmayı desteklediğini söyledi. Ancak selefin yaşamadığı bir dönemde müşebbihe ve mücessime anlayışlarına karşı, bazı âlimlerin Allah’ın sıfatlarına dair yanlış anlamaları önlemek için tevil yöntemine başvurduğunu savundu.

Halis Hoca ise teşbih ve tecsim meselelerinin selef döneminde de yaşandığını, buna rağmen selef âlimlerinin tevil yoluna gitmediğini belirtti. Nasların lafızlarının olduğu gibi kabul edilmesi gerektiğini vurgulayarak şunları sordu:

“Allah hakkında bu söylediklerinizin tahrif olmayacağı ve Allah hakkında bilgisizce söz söyleme olmayacağının garantisini kim verebilir?”

İstiva ve İstila Tartışması

Ömer Faruk Hoca, istiva kavramının istila anlamına geldiğini ve Taberî gibi ilk dönem âlimlerinin bunu mülk ve saltanat anlamında yücelik olarak tevil ettiklerini öne sürdü. Ayrıca İbni Ebî Zeyd’in kullandığı “bizatihi” ifadesine yapılan itirazlara dikkat çekti.

Halis Hoca ise, dilin zamanla değişen bir organizma olduğunu belirtti. Kur’ân’ın indiği dönemdeki Arapça ile üç dört asır sonraki Arapça arasında ciddi anlam farklılıkları bulunduğunu ifade etti. “İstila” anlamının, Kur’ân’ın nazil olduğu dönemde Arapçada mevcut olmadığını, bunun daha sonra ortaya çıkan bir kullanım olduğunu söyledi. Eski lugatlar incelendiğinde bu anlamın o dönemin Arapçasında zikredilmediğini vurguladı.

Teşbih ve Tecsime Karşı Duyarlılık

Halis Hoca, Ömer Faruk Hoca’nın teşbih ve tecsim konusundaki hassasiyetinin kelamcıların etkisiyle oluştuğunu, ancak bunun selef metodunda bir karşılık bulmadığını söyledi. Selef menhecini benimseyen birinin Allah’ı asla cisim gibi görmeyeceğini ifade etti. Bu duyarlılığın ilkeli olmadığını savunarak şunları ekledi:

“Eğer bu konuda gerçekten hassassanız kendi çevrenizde kullanılan şu gibi ifadelere neden tepki göstermiyorsunuz?

‘Ete kemiğe büründüm, Mahmud diye göründüm.’

‘Cebrail Allah’tan vahiy alırken, perdeyi kaldırmış ve Muhammed’in suretinde olduğunu görmüş.’

‘Muhammed eşittir Allah!’ ”

Bu tür ifadelerin teşbih ve tecsim anlamına gelebilecek en yanlış tasavvurlar olduğunu belirtti.

Ömer Faruk Hoca’nın Açıklaması

Ömer Faruk Hoca, “Muhammed eşittir Allah.” gibi ifadelerin anlık bir cezbe hâliyle dile getirildiğini ve söyleyen kişinin bunu reddettiğini belirtti. “Ete kemiğe büründüm, Mahmud diye göründüm.” ifadesinin bir rüya anlatımı olduğunu ve söyleyen kişinin bunu ekran karşısında ifade ettiğini açıkladı. Tasavvuf kitaplarında yer alan bu tür benzetme ve ifadelerin tartışmalı olduğunu kabul etmekle birlikte, bunların toplumda yeniden gündem edilmesinin sakıncalı olabileceğini söyledi.

Münazara Sonlanırken Tarafların Son Konuşmaları

Ömer Faruk Hoca’nın Son Konuşması

Ömer Faruk Hoca, tartışılan meselelerin asırlardır ele alınan, üzerine pek çok eser yazılan, rivayetlerin münakaşa edildiği ve senet kritiklerinin yapıldığı konular olduğunu ifade etti. Kendi kimliğini, aidiyetini ve dayandığı temelleri şöyle açıkladı:

“Kur’ân, Sünnet ve Selef-i Salihin esaslarına dayanmaktayım. Bu, sadece düşündüğüm bir şey değil, inandığım bir hakikattir. Bu bağlamda yazıyor, konuşuyor, reddiyeler ve tenkitler yapıyorum ve yapmaya devam edeceğim.”

Bu tür meselelerin iki üç saatlik bir oturumda tartışılarak ümmetin gündeminden çıkarılmasının mümkün olmadığını belirtti. Bu konuların ilmî tartışmalarla devam edeceğini vurgulayan Ömer Faruk Hoca şunları ekledi:

“İlmî mücadelemi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da delillerimle, aidiyetimle ve birikimimle sürdüreceğim. Mâturîdîliğin bu topraklarda yeniden canlanması ve sahih itikadımızın gençlere berrak bir şekilde aktarılması için çalışmalarımı sürdüreceğim. Cenab-ı Hak’tan muvaffakiyet dileyerek, ‘Minallâhi tevfik’ diyerek bu konuyu kapatıyorum.”

Ömer Faruk Hoca, son söz olarak, yanlış gördüğü inançlarla mücadele etmeye devam edeceğini ve böyle derin bir konunun tek bir oturumda konuşulup sonuca bağlanmasının mümkün olmadığını ifade etti.

Halis Hoca’nın Son Konuşması

Halis Hoca, Ömer Faruk Hoca’yı istisna tutarak tasavvuf camiasından yana bir şikayetini dile getirdi. Tasavvufi çevrelerin kendilerini sürekli adliyeye veya kolluğa şikayet ettiğini belirterek, şu ifadeleri kullandı:

“Camia olarak tasavvufi çevrelerin bizi sürekli ‘tehlikeli adamlar,’ ‘silahlanıyorlar,’ ‘örgütleniyorlar’ gibi ithamlarla medyaya ve devlete şikayet ettiklerini görüyoruz. Medyanın gücünü ve devletin sağladığı imkânları kullanarak bizi toplumda tehdit olarak göstermeye çalışıyorlar.”

Bu nedenle bugüne kadar kimseyi münazaraya çağırmadığını veya çağrılara katılmadığını söyleyen Halis Hoca, cezaevindeyken kendisine iftira atan Cübbeli Ahmet Hoca’ya yaptığı şu çağrıyı hatırlattı:

“Bir iddian varsa bunu halkın ve toplumun önünde konuşmalısın.” diyerek münazara teklif ettim.

Halis Hoca, bundan sonra da şu yolu izleyeceklerini belirtti:

“Eğer tasavvuf camiasından biri ilmî bir meseleyle gelirse buna her zaman açık olacağız. Ancak ilmî olmayan konuları gündem etme, bizleri topluma tehlike arz ettiğimiz yönünde paylaşımlarda bulunarak devlete şikâyet etme gibi durumlar söz konusu olduğunda kendilerinden kamuoyu önünde iddialarını ispat etmelerini talep edeceğiz.”

Son olarak, tartışılan inançların son birkaç yüzyılın meselesi gibi değerlendirilemeyeceğini söyledi. Selefin tevil yapmadan sıfatları kabul ettiğini ve bu anlayışın 1400 yıllık bir inanç olduğunu vurguladı.

Münazara Sonrası Yaşanan Gelişmeler: İhsan Şenocak’ın Sürece Dâhil Olması

Halis Hoca ile Ömer Faruk Hoca arasındaki münazara yayımlandıktan sonra farklı kesimlerden değerlendirmeler yapıldı. İhsan Şenocak da bu tartışmalara katılarak izlemediğini belirttiği münazarayı değerlendirdiği videosunu paylaştı. Yaklaşık yirmi dört dakika süren videoda pek çok asılsız ve mesnedsiz iddiada bulunduğu görüldü. Videonun başında, Âl-i İmrân Suresi’nin 7. ayetini açıklarken istiva ayetinin müteşabih kapsamına girdiğini ve selefin bu nedenle manayı tefviz (tafvid) ettiğini ifade etti.

İslam coğrafyasının genişlemesiyle birlikte müşebbihe ve mücessime akımlarının ortaya çıktığını belirten İhsan Hoca, bu akımlara karşı durmak ve Allah’ı insanlara benzetenlerden tenzih etmek amacıyla halef âlimlerinin tevil yöntemini benimsediklerini söyledi. Ayrıca, Mâturîdî ve Eş’ârîlerin yaptığı tevillerin ümmet tarafından kabul gördüğünü, yüzyıllar sonra İbni Teymiyye’nin itirazlarına kadar bu konuda herhangi bir eleştirinin olmadığını iddia etti. İbni Teymiyye’nin itirazlarının daha sonra âlimlerce çürütüldüğünü ve Muhammed ibni Abdulvehhâb’a kadar bu tür bir inancın destek görmediğini ekledi. Özetle, Allah’ın gökte olduğu inancının köksüz ve temelsiz olduğunu savundu.

İhsan Hoca, Selefî ve Vehhabî olarak nitelendirdiği insanların bin tane ayet okunsa da fikirlerini değiştirmeyeceklerini iddia etti ve Arapların “Uçsa da keçidir!” anlamındaki bir deyimini kullanarak bu kişilerin inatçılığını vurgulamaya çalıştı.[4] En’âm Suresi’nin 3. ayetinin ve benzer ayetlerin zorunlu olarak tevile götürdüğü yönündeki görüşünü görüşünü Nesefî’den yaptığı nakillerle desteklemeye çalıştı. Ayrıca, İbrâhim Peygamber’in “Ben Rabbime gidiyorum” ifadesini ele alarak, “Nereye gitti İbrâhim? Filistin’e gitti. Allahu Teâlâ Filistin’e mi yerleşti?” şeklinde ifadeler kullandı.

İspata Muhtaç İthamlar ve Manipülatif Yaklaşımlar

Buradan sonra konu başka bir mecraya çekildi ve İhsan Hoca, “Allah göktedir” inancı bağlamındaki münazarayı yorumlama iddiasındayken hakikatten uzak ve konuyla alakasız bazı ithamlarda bulundu:

“Bunlar tevhid diye tekfire meyletmişler, kendilerinden başka Müslüman kabul etmiyorlar.”

“Zındıklar, kâfirler bu ayetleri alıp Müslümanların akidelerini parçalamasın diye tevil yapıldı. Ama senin hayatın, ehl-i imana küfür isnadıyla geçerse, o zaman nerede bir Müslüman var?”

“Şimdi böyle birisi, ben kardeşlerime diyorum, evvela tövbe edecekler, ondan sonra sizinle oturup konuşacaklar. Sen, en büyük Müslümanlara utanmadan küfür isnad ediyorsun, ondan sonra, kardeş diyorsun. Ya siz değil misiniz, bu ümmetin yüzde doksanına küfür isnad edenler?

“Bunlar değil miydi DAEŞ’e adam gönderenler? Ne yaptı DAEŞ? Rakka’da Özgür Ordu mensuplarının kadınlarını câriye yaptı. Yeryüzü böyle bir zulüm, böyle bir ihanet görmedi.”

“İmam Mâturîdî, İmam Eş’ârî, baktılar ki, yani bu adamlar, bu mevzuyu, teşbihe taşıyorlar, tecsime taşıyorlar, milletin akidesi perişan oluyor, tevil edelim dediler.”

İhsan Hoca, bu ifadelerle konuyu çarpıtarak farklı noktalara yönlendirdi. Mâturîdî ve Eş’ârîlerin, teşbih ve tecsim tehlikesine karşı ümmetin akidesini koruma adına tevil yöntemini geliştirdiğini söyledi. Ayrıca, münazara konusunu Gazze ve Doğu Türkistan’daki Müslümanların durumuyla ilişkilendirerek şöyle dedi:

“Gazze’de Müslümanlar perişan, Doğu Türkistan’da camiler yıkılmış, ama gelin bunu tartışalım diyorlar.”

İhsan Hoca, münazara hakkında şu şaşırtıcı ifadeleri kullandı:

“Hani, cevap noktasında çıkan kardeşimi takdir ediyorum. Kendim dinleyemedim, vaktim olmadı. Ama dinleyen kardeşim, maşallah güzel cevap verdi, dediler.”

Bununla da yetinmeyip yeni iddialar ekledi:

“İngilizler devletlerini kurdular, devletler kurdurdular. Sonra o devletin sermayesiyle dünyaya bu anlayışı yaydılar.”

“Eğer Kur’ân’a bir bütün olarak bakmaz, İbni Teymiyye’nin zaviyesinden bakarsan, ‘Allah bir kitap gönderdi ama İbni Teymiyye’ye gelene kadar kimse anlayamadı.’ dersin.”

İhsan Şenocak’a Verilen İlk Reddiye

İhsan Şenocak’ın bir değerlendirmeden öte mesnedsiz iddialar ve iftiralar içeren videosuna karşılık Halis Hoca da bu iddiaları ve iftiraları ispata davet eden bir reddiye videosu hazırladı.

Dinlemeden Konuşmak

Halis Hoca, İhsan Şenocak’ın münazarayı dinlemeden yaptığı açıklamalara dikkat çekerek, bunun adil şahitlik ilkesine aykırı olduğunu vurguladı. İslam’ın düşmanlar karşısında bile adaleti emrettiğini hatırlatan Halis Hoca, özellikle ilim ehlinin adaleti koruma gibi bir sorumluluğu olduğunu belirtti. Münazara kaydını dinlemeden değerlendirme(!) yapan İhsan Şenocak’ın bu nedenle videoda birçok asılsız iddia ve iftiraya yer verdiğini ifade etti.

Muhkem, Müteşabih ve Tevil Meselesi

Halis Hoca, İhsan Şenocak’ın münazarayı dinlemediği için muhkem ve müteşabih konularında verilen detaylardan habersiz bir şekilde konuştuğunu ifade etti. Münazarada bu kavramların detaylıca açıklandığını belirtti. Ayrıca, tevilin her türlüsünü reddetmediğini, sahih ve fasid olmak üzere ikiye ayrıldığını vurguladı. İlmî temele dayanmayan ve delilsiz yapılan tevillerin fasid olduğunu ve bu tür tevillerin ilmî değerden yoksun olduğunu söyledi.

İstiva konusunda selefin Allah’ın semada oluşunu temel bir kabul olarak gördüğünü ve diğer nasları buna göre anladığını açıklayan Halis Hoca, bu yaklaşımın münazarada detaylı şekilde işlendiğini ifade etti. Daha sonra ortaya çıkan tevil anlayışının ise Cehmiyye ve Mutezileden kaynaklandığını belirtti. Bu tür tevillerin sahabe, tabiîn, dört mezhep imamı ve Kutubu’s Sitte’yi derleyen ve Peygamberimizin (sav) sünnetini bize aktaran büyük hadis âlimlerinin yoluna aykırı olduğunu, onlara muhalefet ettiklerini dile getirdi. Nasların zahiriyle ilgili kelamcıların, “Allah hakkında bir inanç ya da tasavvur oluşturulamaz.” şeklindeki yorumlarının da sahih bir tevil sayılamayacağını ekledi.

İhsan Hoca, istiva konusunu ulemanın geçmişte konuşup kapattıklarını ve tevil ile tafviz konusunda ümmetin hemfikir olduğu yönünde bir beyanda bulununca Halis Hoca anlattıklarının hakikat olmadığını, ilk dönemlerden itibaren Allah’ın (cc) sıfatları tevil ve tafviz edilmeden kabul edildiğini anlattı. Halis Hoca bunun için bazı nakillerde bulundu. Birini örnek verelim: Tirmizî hadis kitabının Zekât bölümünde Allah’ın “el”inden bahseden hadisi aktarırken selef âlimlerinin bu ifadeyi olduğu gibi kabul edip keyfiyetini sorgulamadıklarını belirtmiştir. Ancak sonradan gelen Cehmiyye mensuplarının, bu ifadeyi “kudret” veya “nimet” şeklinde yorumladıklarını ifade etmiştir.

Gazze Bu Hâldeyken!

Halis Hoca, İhsan Şenocak’ın, Gazze ve Doğu Türkistan gibi yerlerdeki İslam dünyasının zor durumda olduğu bir dönemde bu konuların tartışılmasını eleştirmesini samimiyetsiz bulduğunu ifade etti. Eğer bu eleştiri doğru bir gerekçeyse, geçmişte Abdulaziz Bayındır ile yaptığı münazaralar sırasında da ümmetin durumu pek farklı değildi. Bu durumun Mutaffifîn Suresi’nde belirtilen ölçüsüzlük ve çifte standart anlamına geldiğini vurgulayan Halis Hoca, “Kendisi için münazara yapmayı uygun görüp başkalarını aynı gerekçeyle eleştirmek tutarsız bir yaklaşımdır.” dedi.

Tevbe Şartı!

İhsan Şenocak’ın, “Evvela tevbe etmeleri gerekiyor, ancak o zaman konuşabiliriz.” şeklindeki ifadesine karşılık olarak Halis Hoca bu sözlerin kendi sözleriyle çeliştiğini belirtti. Abdulaziz Bayındır ile münazara yaptığında Bayındır’ın tevbe etmesini beklemediğini hatırlatan Halis Hoca, şu soruyu yöneltti: “Tevbe edildikten sonra neyin münazarası yapılacak?”

Mezhepsizler!

Halis Hoca, mezhepsizler ithamının, kendisini selefe nispet eden, insanları tevhide davet eden hiçbir hoca için kabul edilebilir olmadığını söyledi ve bu iddianın tamamen asılsız olduğunu belirtti. Kendisinin bir Hanbelî metni olan Zâdu’l Mustakni üzerinden ders verdiğini ve diğer Selefî hocaların da belirli bir fıkıh mezhebini takip ettiğini, öğrencilerine bu mezhepler ışığında dersler verdiklerini söyledi. “Mezhepsizlik ithamı, tevhid davetçisi olan tüm hocalara yapılmış büyük bir iftiradır.” dedi.

İlimden Nasibi Olmayanlar

İhsan Hoca’nın şaşılası bir iddiası da Halis Hoca ve tevhid ehli için ilimden nasibi olmamak ve İbni Teymiye’nin ufkundan çıkamamak ithamıdır. Halis Hoca, bu sözlerin tamamen manipülatif bir söylem olduğunu ve yalan olduğunu açıkladı. Bir insanın ilimden nasibinin olduğunun ölçüsü nedir diye soran Halis Hoca, ölçü icazet veya diploma ise -adlarını andığı- her bir tevhid davetçisinin icazetli yahut icazet ve diplomanın ikisine de sahip hocalar olduğunu belirttikten sonra ekledi: “İlimden nasipten kastınız eğer mukaddesatçı olmak, Osmanlıcı olmak, gelenekçi olmak, mevcut hükümetleri desteklemekse biz bunları kabul etmiyoruz, size mübarek olsun.”

İngilizlerle İşbirliği İddiası

İhsan Şenocak’ın Selefîlerin İngilizler tarafından desteklendiği iddiasını eleştiren Halis Hoca, bu ithamın gerçekle bağdaşmadığını ifade etti. Selefî akidesinin Suud menşeili bir düşünce olmadığını, ilk üç neslin inancı olduğunu vurguladı. Buna karşılık İhsan Şenocak’ın dost olduğu kişilerin televizyonlarda CIA’nin kendilerine destek teklif ettiğini açıkladıklarını ve 2003 Rand Raporunda Selef ekolüne mensup olanların radikal olarak isimlendirildiklerini ve İhsan Hoca’nın da içinde olduğu gelenekçilerin, demokrasiyle sorunu olmayanların öne çıkarılması gerektiğinin ifade edildiğini hatırlattı. Ayrıca, İngiltere veya başka bir güç üzerinden bu tür suçlamaların tarihî ve ahlaki olmadığını söyleyen Halis Hoca hasmı da olsa İhsan Hoca’ya yapılacak böyle bir yakıştırmayı da asla kabul etmeyeceğini açıkladı.

Ümmetin Tekfiri İddiası

İhsan Hoca’nın yine konu dışı iddialarından biri olan “Tevhid diye tekfire meylediyorlar, kendilerinden başkalarını Müslüman kabul etmiyorlar!” ithamına cevap veren Halis Hoca, Allah’ı tevhid ile birleyenlerin tekfir edilemeyeceğini anlattı. Ancak içinde bulunduğumuz toplumun bir cahiliye toplumu olduğunu, bu gerçeğin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurguladı. Peygamber Efendimizin (sav), ümmetinden bir kısmının müşriklere ilhak olacağını ve putlara tapacağını bildirdiğini hatırlattı. Buna ek olarak Osmanlı’nın son Şeyhu’l İslam’ı Mustafa Sabri Efendi’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin hilafeti ilga etmesi ve din ile devleti birbirinden ayırması nedeniyle İslam halkasını boynundan çıkardığını söylediği de bilinmektedir.

DAEŞ’e Adam Göndermek

Mesnedsiz sözler zincirine yeni bir halka daha ekleyen İhsan Şenocak’ın, Halis Hoca’yı DAEŞ’e adam göndermekle suçlamasını sert bir şekilde eleştiren Halis Hoca, bunun apaçık bir iftira olduğunu ve bu iftira nedeniyle kendisini mübaheleye davet ettiğini, kendisinden bu mübahele çağrısına cevap beklediğini bildirdi.

IŞİD’in (DAEŞ) henüz hilafet ilan etmediği, Suriye’de diktatör rejime karşı savaşan El-Nusra, ÖSO, HTŞ gibi gruplardan bir grup olduğu süreçte diğer grupların onlara haince saldırısına karşı çıktığını belirten Halis Hoca, daha sonra yanlış yollara saptıklarını ve bu konuyu Tevhid Dergisinin 30. sayısındaki “Suriye’de Yaşananların Değerlendirilmesi” başlıklı yazısında da uzunca işlediğini anlattı.

Halis Hoca hocaların imtihanının kürsülerde anlattıklarıyla hayat içerisinde karşılaştıklarında doğru tavır sergilemeleri olduğunu, fakat görünen o ki İhsan Hoca’nın, kürsüsünün hakkını veremediğini, anlattıklarına riayet etmediğini; araştırmadan, emin olmadan, hasım gördüğü insanlar hakkında bilgisizce konuştuğunu ifade etti.

Tasavvuf Eleştirisi

Halis Hoca tasavvuf büyüklerini tekfir ettiklerine dair söyleminin de bir iftira olduğunu söyledi. İbni Teymiye’nin Kâdiri tarikatına mensup olduğunu ve İbni Kayyım’ın tasavvuf içerikli eserler yazdığını hatırlattı. Ancak, tasavvuf adı altında yapılan bidat, şirk ve masiyetlere karşı olduklarını ifade etti. Tecsim ve teşbihe düşmüş, Peygamberimizi (sav) Allah (cc) ile eşitleyen, bir şeyhe bakmanın 150 yıl ihlasla ibadet etmekten daha hayırlı olduğuna inanan; insanları kullara, tağutlara gönüllü marabalar hâline getiren tasavvufa karşı olduğumuzu ikrar etti.

İbni Teymiyye’nin Ufkunda Kalmak

Halis Hoca, İbni Teymiye’ye aşırı bağlılık iddialarının da asılsız olduğunu belirtti. “Şer’î bir delil olmadan İbni Teymiye’nin görüşlerini kabul etmiyoruz.” diyen Halis Hoca, “İhtilaflı konularda Vahye mi İbni Teymiye’ye mi Dönelim?” başlıklı bir yazı kaleme aldığını ve tüm âlimlerin Kur’ân ve Sünnete uygunluk ölçüsünde değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.

Son olarak Halis Hoca, İhsan Şenocak’ın münazara konusunda dinlemeden yaptığı yorumların ve ortaya attığı iftiraların ilmî kimliğe yakışmadığını belirtti. “Biz hakkımızı helal etmiyoruz, Kıyamet Günü Allah’ın huzurunda hesaplaşacağız!” diyerek sözlerini tamamladı.

İhsan Şenocak’ın “Ebû Hanzala’nın İddialarına Cevap” İsimli Videosu

Giriş

İhsan Şenocak, Halis Hoca’nın “Münazarayı dinlemeden nasıl değerlendirme yapıyorsunuz?” eleştirisine, talebelerinin münazarayı dinlediğini belirterek yanıt verdi. Talebelerinin meziyetlerini vurgulayarak onların yaptığı değerlendirmeleri yeterli gördüğünü söyleyen Şenocak, “Desteklemem mi gerekiyordu?” diyerek eleştirileri reddetti. Ayrıca konuşmasında münazara dışındaki konulara geçerek genel anlamda Selefîleri eleştirdiğini, ancak Halis Hoca’nın bu eleştirileri üzerine almasının gereksiz olduğunu ifade etti. Şenocak, “Selefîler sadece Halis Hoca’dan ibaret değil!” diyerek sözlerine devam etti.

İstiva Meselesi

İhsan Şenocak, Halis Hoca’nın münazara sırasında Mucâhid’e atfedilen “istekarra” lafzıyla ilgili bir nakli yanlış aktardığını iddia etti. Bu iddiayı “Münazarada dönüyorsunuz, nakilden mi yoksa fikirlerinizden mi döndünüz? Bunu kendiniz belirleyin.” şeklinde bir eleştiriyle gündeme getirdi. Ancak bu eleştiriyi, basit bir meseleyi derin bir ilmî tartışma gibi sunarak abarttığı görüldü.

Şenocak, Arş ve Kursî’ye dair çeşitli tefsirlerden alıntılar yaparak, istivanın müteşabih olduğunu ve Halis Hoca’nın “muhkem” yorumu ile yeni bir usul geliştirdiğini öne sürdü. Zerkeşî ve Suyûtî gibi âlimlerden nakiller getirerek istivanın mertebe fevkiyeti anlamında olduğunu, Allah’ın (cc) Arş’a zatıyla istiva ettiği inancının Allah’ı cisimleştirmekle eş değer olduğunu iddia etti. Ayrıca, gecenin son üçte birinde Allah’ın dünya semasına inmesine dair hadis üzerinden “Eğer Allah iniyorsa bu bir hareket anlamına gelir, o hâlde Arş boş mu kalıyor?” gibi eleştiriler yöneltti.

Şenocak, Halis Hoca’nın “Allah zamandan ve mekândan münezzehtir.” ifadesini münazara öncesi ve sırasında farklı şekillerde kullandığını iddia ederek bu durumun bir çelişki olduğunu savundu. Ayrıca, Taberî gibi âlimlerden nakiller yaparak selef ulemasının da tevillerde bulunduğunu öne sürdü. İstivanın Arap dilinde birçok anlam taşıdığını belirterek Halis Hoca’yı bu ifadeyi muhkem kabul etmekle “ayeti tahrif ediyor olmakla” suçladı.

Cehmiyye Akidesi

Şenocak, Halis Hoca’nın kelamcıların tevillerine yönelik “Cehmiyye akidesine dayanıyor” sözlerini eleştirerek, bunun Eş’ârîler ve Mâturîdîleri de Cehmiyye ile eşdeğer görmek anlamına geldiğini savundu. Cehmiyyenin ümmet tarafından tekfir edildiğini hatırlatarak, Halis Hoca’nın bu yaklaşımla Eş’ârîler ve Mâturîdîleri de tekfir ettiği izlenimi verdi.

Kelam ilminin ortaya çıkışına dair, “İlk dönemlerde akidenin berrak olduğunu, ancak bidat ve hurafelerin çoğalmasıyla kelam ilmine ihtiyaç duyulduğunu” ifade etti. Ayrıca, İbni Abbas’ın Hâricîlerle münazarasını ve İbni Ömer’in Kaderiyye’ye karşı tutumunu, kelam ilminin ilk örnekleri olarak sundu.

Ebû Hanîfe ve Tevil

Ebû Hanîfe’nin tevilleri tamamen reddetmediğini iddia eden Şenocak, “Allah’ın eli kudret ya da nimet anlamında yorumlanamaz; çünkü bu, sıfatın iptali anlamına gelir.” şeklindeki sözlerine atıfta bulundu. Ancak, Halis Hoca, bu sözlerin bağlamından koparıldığını ve Ebû Hanîfe’nin açıkça sıfatları mecazî anlamlarla yorumlamaya karşı çıktığını belirtmişti. Ayrıca, Şenocak’ın nakil eksikliği ve yorumlama hataları yaptığına dikkat çekti.

İstekarra

İhsan Hoca, “Sizin söylediklerinizi, isitvaya istekarra anlamını İbni Teymiye’ye kadar veren âlim yok.” diyerek “Halis Hoca’nın anlattıkları İbni Teymiye’ye dayanıyor, öncesi yok.” intibaı oluşturmaya gayret etti.

Gazze Gündemi

Gazze’deki durum ilmî meselelerin tartışılmasına engelse kendisinin de bunu yapmamış olması gerektiğini söyleyen Halis Hoca’ya karşılık Şenocak, münazaraya katılmaya mecbur kaldığını söyledi. Teravih meselesinin doğrudan akideyle ilgili olmadığını, bu nedenle tartışılabilir olduğunu ifade etti.

Tekfir Meselesi

Şenocak, Halis Hoca’nın bazı açıklamalarını dinleterek, “Biz ümmeti tekfir etmiyoruz diyorsunuz, ama oy kullananları müşrik ilan ediyorsunuz.” diyerek eleştirilerde bulundu. Türkiye’de Müslümanların büyük çoğunluğunun oy kullandığını ve bu tür ifadelerin çelişkili olduğunu belirtti.

Mezhepsizlik

Selefîlere yönelik mezhepsizlik ithamını yineleyen Şenocak, bir mezhebi takip etmenin zorunluluk olduğunu savundu. Ayrıca, “Sünnet İlmihâli’nin fıkıh mezheplerine göre düzenlenmesi gerektiğini” ifade ederek Selefî metodunu yetersiz bulduğunu dile getirdi.

İbni Teymiye Mantık Okudu mu?

İhsan Hoca İbni Teymiye’nin mantıkçıklara reddiye isimli kitabını yazarken “belki bundan dolayı en küçük bir mantık kitabı okumadığını” söyledi ve ümmetin mantığı Aristo’dan değil, Gazali’den aldığını ve onların da Kur’ân’dan istinbat ettiklerini, mantık ilminin esas müessisinin İbrâhim Peygamber olduğunu anlattı.

Osmanlılı İhsan Hoca (!)

Halis Hoca’nın kendisine Osmanlı dediğini düşünerek bununla iftihar ettiğini anlatan İhsan Hoca, Râşid Hilafet’ten sonra birkaç isim müstesna Osmanlı’nın bazı yanlışları olsa da Fatih ve Yavuz devriyle beraber ikinci sahabi dönemi olduğunu, Osmanlı’nın tam karşısında olup onu yıkanların İngilizler ve Frsansızlar olduğunu ve Suud devletinin İngilizler tarafından kurulduğunu ve ibni Abdulvehhâb’ın içtihatlarını esas alarak Osmanlı’yı yıktıklarını söyledi. Bu devlete karşı olmadığını, bin yıldır atalarının bu topraklarda bedel ödediğini, bu devletin tekrar ayağa kalkıp ümmeti bir sancak altında toparlayacağını söyleyen İhsan Hoca, ben devlete değil, sisteme karşıyım açıklaması yaptı.

Jurnalcilik İddiası

Şenocak, Halis Hoca’nın kendisine yönelik jurnalcilik suçlamasını reddederek, bu tür iddiaların ispat edilmesini istedi. Adını dahi zikretmeden değerlendirme yaptığını ifade eden Şenocak, kelam ve kalemle mücadele etmeye devam edeceğini söyledi.

Mübahele

Şenocak, Halis Hoca’nın mübahele çağrısını reddederek, Müslümanlar arasında lanetleşmenin uygun olmadığını söyledi. Daha önce Fethullah Gülen’in güçlü olduğu dönemde de mübaheleye karşı çıktığını hatırlattı.

Tasavvuf ve İnkişaf

Tasavvuf konusuna değinen Şenocak, İmam Rabbânî gibi büyük zatların eserlerinden örnekler vererek, tasavvufun sünnete uygunluğu ve İslam’a katkılarının göz ardı edilemeyeceğini söyledi. Ayrıca, cezbe hâlinde söylenen bazı ifadelerin küfre delalet etmediğini belirtti ve tasavvufun yanlış anlaşılmaması gerektiğini savundu.

İmam Rabbânî’nin kitaplarını okumasını Halis Hoca’ya salık veren İhsan Hoca, İbni Kayyîm’ın Medâric’inden, İbni Teymiye’nin eserlerinden daha fazla istifade edeceğini; ayrıca Mahmut Sami Efendi, Mehmet Zahid Kotku, Mahmut Efendi gibi şahsiyetlerin devrimleri devirmiş insanlar olduklarını; tekke, medrese ve caminin bir araya gelmesiyle büyük bir inkişafın gerçekleşeceğini ve Halis Hoca’nın da buna hazırlanması gerektiğini söyledi.

Son olarak Şenocak, Halis Hoca’nın bazı konularda fikir değiştirdiğini düşündüğünü ve tekfir söylemleri konusunda net bir duruş sergilemesi gerektiğini ifade etti. Ayrıca, İbni Teymiye gibi “Ehl-i Kıble tekfir edilmez.” ilkesine bağlı olunması gerektiğini vurguladı.

Halis Hoca’mızın İhsan Şenocak’ın İddialarına İkinci Reddiyesi

İhsan Şenocak’ın Münazaraya Yaklaşımı

İhsan Şenocak’ın münazarayı dinlememesine dair söylediği gerekçeyi anlayışla karşılamayan Halis Hoca, İhsan Şenocak’ın “Ne yapmalıydım, desteklemem mi lazımdı?” ifadesine karşı şu tepkiyi verdi:

“Siz bu kadar hurafe, asılsız iddia ve ilkesizlikten sonra beni desteklerseniz, kendimden şüphe ederim.”

Halis Hoca, bir ilke olarak herkese cevap vermediğini, özellikle jurnalleme üslubuyla konuşanlara yanıt verdiğini belirtti. İhsan Şenocak’ın son dönemlerdeki tavırlarının kelamla mücadele değil, açıkça jurnalcilik olduğunu dile getirerek şunları ekledi:

“Jurnalciler bunun hesabını kamera önünde vermelidir.”

İstekarra ve İstiva Tartışmaları

İstekarranın Manası

İhsan Şenocak’ın, “İstivanın istekarra manası ifade ettiğinden mi döndünüz?” sorusuna yanıt veren Halis Hoca, münazara sırasında bu sorunun cevabını verdiğini, sadece bir nakilde düzeltme yaptığını ifade etti. Bu düzeltmeyi anlayamayan kişinin, kendi anlayışında bir problem olduğunu vurguladı. Ayrıca, İbni Teymiye’ye kadar istivaya “istekarra” anlamını veren pek çok âlimin bulunduğunu belirtti ve örnek olarak şu nakli sundu:[5]

İbni Kuteybe (Ö. 276):

“ ‘Rahmân Arş’a istiva etti.’[6] ayetinde (Cehmiyye) dedi ki: Bu ‘istila’ anlamındadır. Ancak dilde böyle bir anlam kimse tarafından bilinmez. Arap lugatında ‘Ben eve istiva ettim.’ dendiğinde, ‘Evin üzerine istila ettim.’ anlamı çıkmaz. Bu ifade, ‘Mekâna istiva etti.’ şeklinde kullanıldığında ‘istekarra’ anlamındadır.”[7]

Cehmiyye İddiası

Halis Hoca, birine “Cehmî” demek ile “Cehmiyyeden bir şube vardır.” demenin farklı şeyler olduğunu izah etti. Eş’ârî ve Mâturîdîlerin Cehmî görülüp tekfir edilmesi gerektiği şeklindeki bir inancı olmadığını özellikle belirtti.

Bizatihi İfadesi ve Selefin Görüşü

İhsan Şenocak, Allah’ın Arş’a istivasını anlatırken “uluv” manasını kabul ettiğini, ancak “bizatihi istiva” ifadesinin seleften nakledilmediğini iddia etti. Buna karşın Halis Hoca, bu konuda nakiller sunarak şu örneği verdi:[8]

Muzenî (İmam Şâfiî’nin öğrencisi) (Ö. 264):

“Allah, zatıyla Arş’ının üzerindedir. Bununla birlikte, O, yaratıklarına ilmiyle yakındır.”

Zehebî ve Bizatihi İfadesi

Zehebî’nin bu ifadeyi inkâr ettiği yönündeki iddiaya karşı Halis Hoca, Zehebî’nin bu ifadelerin anlamını kabul ettiğini, ancak şeriatta varid olmadıkları için kullanılmamasını tercih ettiğini belirtti. Zehebî’nin şu sözünü aktardı:

“Bu ifadenin güzel bir anlamı vardır, ancak buna ihtiyaç yoktur.”

Halis Hoca, “bizatihi” ifadesinin pek çok âlim tarafından benimsendiğini ve İhsan Şenocak’ın bunu bilmiyor olmasının, ifadenin olmadığı anlamına gelmediğini dile getirdi.

İstiva ve İstila Tevili

Abdulkadir El-Ceylânî, El-Ğunye adlı eserinde şöyle der:

“İstiva sıfatı tevil edilmeksizin kullanılması gerekir. Bu istiva, Allah’ın zatıyla Arş’a istivasıdır; ancak oturma ya da temas anlamına gelmez. Bu, Mücessime ve Kerâmiye’nin dediği gibi değildir. Aynı zamanda bu, Eş’ârîlerin söylediği gibi sadece Allah’ın kadir yüceliği ve sıfatlarının ulviliği anlamında da değildir. Ayrıca, Allah’ın Arş’a istivasını ‘istila ve galip gelme’ şeklinde yorumlayan Mutezilenin görüşü de kabul edilemez. Çünkü şeriat bu anlamları bildirmemiştir ve bunlar sahabe, tabiin ve selef-i salihinden hiçbirinden nakledilmemiştir. Onlardan nakledilen, bu sıfatın tevil edilmeksizin olduğu gibi kabul edilmesidir.”

İmam Eş’ârî ve Bakıllânî gibi ilk dönem âlimleri istivanın istila anlamını reddetmişlerdir, fakat bu fikir Cuveynî sonrası Eş’ârîlerin ortak fikri hâline gelmiştir.[9]

Müteşabih Tartışmaları

İhsan Şenocak’ın “Hiçbir şey O’nun benzeri/dengi/misli değildir.”[10] ayetinin müteşabih olduğunu iddia etmesine karşılık, Halis Hoca, bu ayetin hakiki anlamını izah ederek şunları söyledi:

“Teşabüh, hakiki ve izafi olmak üzere iki kısımdır. Ayetin bir kısmını alıp muhkem olduğunu söylemek mümkün değildir. Ayet, devamıyla muhkem olur. Ayrıca, Rahman’ın Arş’a istivasını ifade eden ayetlerin muhkem olduğuna dair görüşlere karşı Zerkeşî ve Suyûtî gibi âlimlerden nakiller yapmak yanıltıcıdır.”

İmam Ahmed’in Görüşü:

“Cehmiyye, ‘Allah’ın bir yüzü görülmez, sesi işitilmez, kokusu alınmaz ve O, gözlerden gizlenmiştir, bir mekânda bulunmaz.’ diyerek iddialarını temellendirmiştir. Bu görüşlerini müteşabih olan şu ayetlere dayandırmışlardır: ‘Hiçbir şey O’nun benzeri/dengi/misli değildir.’[11], ‘Göklerde ve yerde (kulluk edilen) Allah O’dur.’[12], ‘Gözler O’nu idrak edip kuşatamaz, O ise tüm gözleri kuşatmıştır.’[13] Cehmiyye bu ayetleri yanlış yorumlayarak Allah’ın zatıyla ilgili ifadeleri inkâr etmiş, Kur’ân’ı asıl anlamından saptırmış ve Peygamber’in (sav) hadislerini yalanlamışlardır. Ayrıca Allah’ı (cc), Kitab’ında veya Peygamber’in hadislerinde tarif ettiği şekilde tarif eden kişileri kâfir ve müşebbihe olarak görmüşlerdir.”

Haberî Sıfatlar Müteşabih midir?

Halis Hoca, haberî sıfatların müteşabih olup olmadığına dair görüşleri, Taberî’nin naklettiği bilgiler ışığında değerlendirmiştir. İlk üç asırdaki âlimlerin muhkem ve müteşabih kavramlarına dair farklı görüşleri olduğunu belirten Hoca, Taberî’nin bu konudaki beş farklı görüşü tefsirinde detaylandırdığını ifade etti.[14]

Halis Hoca, İbni Abbas, Mucâhid ve diğer ilk dönem âlimlerinin tanımları arasında, “Allah’a dair haberî sıfatlar müteşabih kapsamındadır.” şeklinde bir ifadeye rastlanmadığını belirtti. Haberî sıfatları müteşabih kabul edenlerin genelde Mutezile gibi İslam uleması tarafından makbul sayılmayan gruplar olduğunu ifade etti.

İstiva ve Müteşabihlik Meselesi

Halis Hoca, İhsan Şenocak’ın istivayı müteşabih olarak görmesine yönelik şu eleştirilerde bulundu:

“Madem ki müteşabihin anlamını yalnız Allah (cc) biliyor, o zaman istivayı ‘istila’ kelimesiyle açıklamanız ne anlama geliyor? Selef istivanın manasında derinleşemedi de siz mi derinleştiniz?”

Bu noktada, haberî sıfatları müteşabih kabul edenlerin Allah’ın bütün sıfatlarını bu kapsama dâhil edip etmediklerinin netleştirilmesi gerektiğini söyledi. Eğer bazı sıfatlar bu kapsama dahil değilse, diğerlerinden hangi ölçülere dayanarak ayrıldığının açıklanmasının elzem olduğunu vurguladı. Ayrıca Halis Hoca, “Haberî sıfatlar müteşabih ise bu durumda Kur’ân’ın tedebbür edilmesi nasıl mümkün olacak?” sorusuyla bu yaklaşımın tutarsızlığına işaret etti.

Selefin Görüşleri ve İstikrar Meselesi

Halis Hoca, İhsan Şenocak’ın, Allah’ın Arş’a istivasını “istekarra” yani oturmak ya da yerleşmek anlamıyla değerlendiren açıklamalarını yanlış buldu. Selef ulemasının bu konuda açık bir metin ya da sahih bir delile dayanmayan tevillerden uzak durduğunu ifade etti. Özellikle şu selef âliminin görüşlerine dikkat çekti:

Fudayl ibni İyâd: “Bir Cehmî sana, ‘Ben yerinden kımıldayan bir Rabbe inanmam.’ derse ona de ki: ‘Ben ise dilediğini yapan bir Rabbe iman ederim.’ ”

Bu görüşün, Allah’ın fiillerine dair inkârcı bir yaklaşımı reddeden bir anlayış olduğunu ifade etti.

İhsan Şenocak’ın Paradoksları

Halis Hoca, İhsan Şenocak’ın istiva meselesini açıklarken, “Allah (cc) mekândan münezzehtir” diyerek bir tezat oluşturduğunu söyledi. Hoca, Allah’ın mekândan münezzeh oluşunun, O’nun yedi kat semanın üzerinde olduğuna dair naslarla çelişmediğini vurguladı. Bu noktada, İbni Teymiyye’nin şu görüşünü hatırlattı:

“Allah’ın bir mekâna ihtiyacı olmadığı gibi bir mekânın O’nu kuşatması da mümkün değildir. Ancak O’nun Arş’a istivası naslarla sabittir ve bunun anlamını tahrif etmek doğru değildir.”[15]

Halis Hoca, ayrıca İhsan Şenocak’ın tevil ettiği ayet ve hadislerin anlamlarını tahrif ettiğini söyleyerek şu ifadeleri kullandı:

“Siz selefe “Anlamadınız!” diyerek teviller yapıyorsunuz. Bu durumda selefin anlamadığı bir şeyi siz nasıl anladınız? Bu yaklaşım ilmî değil, spekülatiftir.”

Taberî ve İstivaya Dair Deliller

Halis Hoca, Taberî’nin istivayı tevil ettiği iddiasını da çürüttü. Taberî’nin eserlerinde ‘uluv’ ve ‘irtifa’ anlamlarını kabul ettiğini ve istivayı oturma ya da yerleşme anlamında görmediğini ifade etti. Ayrıca şu açıklamaları yaptı:

Taberî, Hadid Suresi’nin 4. ayetini tefsir ederken Allah’ın mahlukatına ilim ve kudretiyle yakın olduğunu, buna rağmen Arş’ın üzerinde bulunduğunu açıkça beyan etmiştir:

“O, nerede olursanız olun sizinle beraberdir. Bu, O’nun sizi görmesi, hâllerinizi bilmesi anlamındadır. Ancak O, yedi kat semanın üzerinde Arş’ın üzerindedir.”

Allah’ın Arş’a İstivası ve İstila Tevili

Halis Hoca, istivanın “istila” olarak yorumlanmasının da tutarsız olduğunu belirtti. Eğer Allah’ın Arş’a istivası “istila” anlamında kabul edilirse bu durumda şu soruların ortaya çıkacağını ifade etti:

“Allah (cc), bir insanın istila etmesi gibi mi, yoksa kendi şanına yaraşır şekilde mi istila etti? İstivaya dair şüpheler ve soruların aynısı, istilaya da yöneltilebilir.”

Halis Hoca, selefin istiva kavramını nasların zahir anlamına uygun bir şekilde, tahrif etmeden kabul ettiğini vurguladı. Ayrıca bu konuda şunları ekledi:

“İstiva ‘alâ’ ile kullanıldığında başka ayetler, peygamberin söz ve davranışları bir bütün olarak irtifa, alâ, saide ve istikrar anlamlarını desteklemiştir. Allah’ın sıfatlarının kapalı kalması düşünülemez.”

Allah’ın Mekândan Münezzehliği

Halis Hoca, Allah’ın mekândan münezzeh olduğunu ifade ederken, İhsan Şenocak’ın bunu yanlış yorumlayarak çelişki varmış gibi gösterdiğini belirtti. Allah’ın bir mekânda olmadığı, mekânla kayıtlanamayacağı ve mekânların Allah’ı ihata edemeyeceğini vurguladı.

Kelam İlmi Tartışmaları

İhsan Şenocak, kelam ilminin itikadı koruyan bir ilim olduğunu ve zaruret gereği ortaya çıktığını ifade etti. Buna karşılık Halis Hoca şu soruları yöneltti:

Peygamber (sav) döneminde Yahudiler, ahiret ve nübüvvet gibi konularda şüpheler uyandırmaya çalışmadı mı?

Îsâ’nın Allah (cc) ile münasebeti gibi derin meseleler, Necran Hristiyanları tarafından gündeme getirilmedi mi?

Peygamberimiz (sav) bu tür meselelere karşılık inen ayetleri tebliğ etmedi mi?

Halis Hoca, mezhep imamlarının ve selef âlimlerinin kelam ilmine itibar etmediklerini, akideyi yalnızca Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde savunduklarını belirtti. İmam Ahmed’in, İbni Kuteybe’nin ve İmam Buhârî’nin eserlerinde kelama dayalı yaklaşımları benimsemediklerini vurguladı.

Müteşabih ve Muhkem Kavramlarının Önemi

Sonuç olarak, Halis Hoca, müteşabih ve muhkem kavramlarının doğru anlaşılması gerektiğini ifade etti. Selefin bu kavramları doğru yorumladığını, İhsan Şenocak’ın ise bu konuyu istismara açık bir şekilde ele aldığını belirtti. Kur’ân ve Sünneti esas alarak yapılan yorumların her zaman daha tutarlı ve güvenilir olduğunu dile getirdi.

Halis Hoca’nın bu açıklamaları, selef akidesine dayalı bir yaklaşımın önemini vurgularken, bidat ve tahrif içeren tevillere karşı net bir duruş sergiledi.

İmam Ebû Hanîfe tevil yaptı mı?

İhsan Şenocak, İmam Ebû Hanîfe’den yaptığı bir nakli temel alarak, Ebû Hanîfe’nin Kaderiye ve Mutezile’nin tevillerine karşı çıktığını ancak tevili tamamen reddetmediğini iddia etti. Halis Hoca ise bu görüşün hiçbir mantıki dayanağı olmadığını belirtti. Ona göre, Ebû Hanîfe’nin tevili açıkça reddettiği bir yerde, bu iddianın kabul edilmesi mümkün değildir. Ayrıca şu noktayı vurguladı:

“Ebû Hanîfe’nin nefyettiği mecazı, övdüğünüz ve ‘okuyun’ dediğiniz âlimler yapmıştır.”

Bu bağlamda Halis Hoca, örnek olarak şu âlimlerin görüşlerini ele aldı:

Teftâzânî: “İstiva, istiladan bir mecazdır. Allah (cc)’ın azametini temsil ve tasvir etmektedir. El sıfatı ise kudretten bir mecazdır.”

Râzî: Allah’ın el sıfatını “kudret” olarak tevil etmiş ve elin Allah’ın zatıyla kaim bir sıfatı olduğuna inanan Ebu’l Hasen El-Eş’ârî’ye uzun reddiyeler yazmıştır.

Naklin Tam Metni

İhsan Şenocak, Ebû Hanîfe’den yaptığı nakilde, metni kısaltarak kendi yorumunu desteklemeye çalışmıştır. Halis Hoca ise naklin tamamını aktararak konuyu açıklığa kavuşturdu:

İmam Ebû Hanîfe’nin Sözü:

“Kim, ‘Rabbimin gökte mi, yoksa yerde mi olduğunu bilmiyorum.’ derse kâfir olur. Aynı şekilde, ‘O, Arş üzerindedir, ama Arş’ın gökte mi, yoksa yerde mi olduğunu bilmiyorum.’ diyen de kâfir olur. Allahu Teâlâ yukarıdan çağrılır, aşağıdan değil. Çünkü aşağıdan çağrılması rububiyet (rabblik) ve uluhiyet (ilahlık) sıfatlarından hiçbirine uygun değildir.”

Bu ifadenin hemen ardından İmam Ebû Hanîfe, câriye hadisini zikretmektedir. (Kaynak olarak Kevserî’nin yayımladığı nüshaya işaret edilmiştir.)

Halis Hoca’nın Yorumu

Halis Hoca, bu nakilden şu sonuçları çıkardı:

1. Naklin Tamamı Önemlidir: Sonradan gelen âlimlerin bu ifadeyi nasıl yorumladıklarının hiçbir önemi yoktur. Çünkü metnin aslı açıktır.

2. Modernist Yaklaşım: Ebû Hanîfe’nin ifadelerini kısaltarak veya bağlamından kopararak yorumlamak, modernistlerin hadisler üzerindeki tavrına benzemektedir.

3. Sıfatların Tevili: Sıfatları tevil edenlerin yöntemi, Ebû Hanîfe’nin açık ifadeleriyle çelişmektedir. Bu, sıfatları Allah’ın zatından koparmak anlamına gelir ki bu da Ebû Hanîfe’nin kabul etmeyeceği bir tavırdır..

Kelam Sıfatında Algı mı Yapılıyor?

Halis Hoca, Cehmiyye’nin Allah’ın kelam sıfatını inkâr etmesini ve âlimlerin buna verdikleri cevabı örnek göstermişti. Bu bağlamda İhsan Şenocak, “Biz kelam sıfatını inkâr mı ediyoruz?” şeklinde bir itirazda bulundu.

Halis Hoca, bu itiraza yanıt olarak şunları söyledi:

1. Kelam Sıfatını İnkâr Ettiklerini İddia Etmedi: Ancak Cehmiyye’nin kullandığı yöntemle aynı usulleri benimsediklerini ifade etti.

2. Sıfatların Aslı ve Levazımı: Bir sıfatın aslını kabul etmek, onun gerekliliklerini de kabul etmeyi gerektirir. Ancak Cehmiyye ve benzeri ekoller, kelam sıfatının levazımını, yani zorunlu sonuçlarını reddederek sıfatı fiilen inkâr etmiş olmaktadır.

Sonuç

Halis Hoca, İhsan Şenocak’ın eleştirilerini eksik bilgiye dayalı bulduğunu ve bu eleştirilerin delil temelli olmadığını belirtti. Ayrıca, İhsan Şenocak’ın selef akidesine dair yanlış anlamalarını düzelterek, tartışmanın ilmî metodlarla yapılması gerektiğini savundu

Halis Hoca’mızın İhsan Şenocak Hoca’ya Son Reddiyesi: Egemenlik Kayıtsız Şartsız Allah’ındır!

Halis Hoca, İhsan Şenocak Hoca’nın kendisine yönelik iddia ve ithamlarına ‘Egemenlik Kayıtsız Şartsız Allah’ındır’ başlığıyla ikinci bir cevap videosu yayımladı.

Halis Hoca, İhsan Şenocak Hoca’nın kendisine yönelik eleştirilerine ve iddialarına, “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Allah’ındır” başlıklı videosunda kapsamlı yanıtlar verdi. Video, tevhid inancının merkeziliğinden, tasavvuf eleştirilerine ve Osmanlı mirasının değerlendirilmesine kadar birçok tartışmayı derinlemesine ele aldı.

Tevhid İmanı ve “La İlahe İllallah” Sözü

İhsan Şenocak’ın, Halis Hoca’yı Eş’ârî ve Mâturîdîleri Cehmiyye olarak görmekle itham ettiği ve tekfirci bir yaklaşıma sahip olduğunu iddia ettiği konuşmalarına, Halis Hoca şu yanıtı verdi: “Lailaheillallah” sözünün, bağlamdan bağımsız olarak, her durumda İslam’ın alameti kabul edilemeyeceği açıktır. Cehmiyye bu sözü söyledikleri hâlde âlimler tarafından tekfir edilmiştir.”

Bu bağlamda, Allah Resûlü’nün (sav) farklı davet metodlarına ve sahabenin inanç konusundaki titizliğine dikkat çekti. Mustafa Sabri Efendi’nin laik cumhuriyete sessiz kalanlara dair fetvasını da örnek göstererek, “Bugün toplumda yaygın inanç bozuklukları ve sapkınlıklar içinde bu söz, İslam’ın alameti olamaz.” dedi.

Demokrasi ve Oy Kullananların Hükmü

İhsan Şenocak’ın “Ümmetin %90’ını tekfir ediyorlar.” iddiasını çelişkili ve gerçekleri çarpıtan bir itham olarak niteleyen Halis Hoca, demokratik sistemlerde oy kullanılmasının basit bir tercih gibi sunulmasının yanıltıcı olduğunu belirtti ve hâkimiyetin yalnızca Allah’a ait olduğunu tekrar vurguladı.

Demokratik Sistem ve İslami(!) Partiler

Halis Hoca, Müslümanların demokratik sistemlere katılarak bu sistemleri değiştirebileceği fikrine sert bir eleştiride bulundu. Demokratik sistemlerin temeli olan “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık” şartını örnek göstererek, “Bu tür yaklaşımlar İslam’ın hükmüne tamamen aykırıdır. İslami(!) partiler, sistemi değiştirememiş, aksine sistem tarafından dönüştürülerek Kemalizm’i savunur hâle gelmişlerdir.” dedi. Ayrıca Yusuf (as) kıssası ve Firavun’un yanında imanını gizleyen kişi gibi örneklerin, bugünkü durumlarla kıyaslanamayacağını ifade etti. Allah Resûlü’nün (sav) Kureyş’in tekliflerini reddetmesini örnek gösterdi.

Tasavvufun Eleştirisi: Teslimiyet mi, İstismar mı?

İhsan Şenocak’ın tasavvufun ümmetin inkişafına katkıda bulunduğu yönündeki iddialarına karşılık, Halis Hoca, bazı tasavvufi eserlerden çarpıcı örneklerle bu iddiayı çürüttü. İmam Rabbânî’nin, kadın bedenlerinde Allah’ın Ez-Zâhir isminin tecelli ettiğine dair ifadelerini ve Mahmud Ustaosmanoğlu’nun eserlerindeki mutlak teslimiyet anlayışını eleştirerek, bu tür anlayışların ümmeti istismara açık hâle getirdiğini vurguladı.

Osmanlı’nın Mirası ve Saltanat Eleştirisi

İhsan Şenocak’ın, “Osmanlı olmakla iftihar ederim” sözlerine karşılık, Halis Hoca Osmanlı’nın küfür sistemleriyle uzlaşmadığını ancak bugünkü tartışmaların Osmanlı’yı doğru anlamaktan uzak olduğunu belirtti. Ayrıca, Eş’ârî ve Mâturîdîlerin Osmanlı kimliğiyle Cehmiyye olarak nitelendirilmesinin bir haksızlık olduğunu söyledi. “Osmanlı’nın hatalarından ders almak gerekir. Ancak bu, tarihimizdeki iyilikleri görmezden gelmek anlamına gelmemelidir.” dedi.

Saltanat sistemine yönelik eleştirilerinde ise Allah Resûlü’nün (sav), saltanatı nübüvvet yolundan sapma olarak değerlendirdiğini belirtti. Osmanlı, Selçuklu ve Abbâsî gibi devletlerin ümmet tarihindeki yerini inkâr etmemenin, kusurları kabul etmeye engel olmadığını ifade etti.

Osmanlı’yı Kim Yıktı? Selefîler mi Batıcılar mı?

Halis Hoca, İhsan Şenocak’ın “Selefîler Osmanlı’yı yıktı.” iddiasına yanıt olarak, Osmanlı’nın Selefîler değil, Batıcı, seküler öz evlatları tarafından yıkıldığını söyledi. İngilizlerin Suudî ailesiyle işbirliği yapmasının Selefîliği suçlamak için yeterli bir gerekçe olmadığını belirtti. Mezhepleri bireylerin hataları üzerinden suçlamanın adaletsiz bir yaklaşım olduğunu vurguladı.

Rabbânîn, “Muhammed eşittir Allah!” Sözü ve Tasavvuf Tartışması

İmam Rabbânî’nin bu tür ifadelerine dair İhsan Şenocak’ın “Sekr hâlinde söylenmiştir.” savunmasını eleştiren Halis Hoca, bu tür ifadelerin hangi şekilde söylenmiş olursa olsun düzeltilmesi gerektiğini belirtti. Bu söylemlerin, şeriat ve akıl ile bağdaşmadığını vurguladı.

Mezhep Eleştirilerine Yanıt

Halis Hoca, mezhep düşmanlığı iddialarını reddederek, İslam fıkhını mezhepler üzerinden öğrendiğini ve öğrettiğini söyledi. Ayrıca, hadis imamlarının görüş ve usullerine dayalı bir çalışma olan “Fıkhu’l Hadis” eserinin yanlış yorumlandığını ifade etti.

Mantık İlmi: Akıl mı, Bağımlılık mı?

İhsan Şenocak’ın mantık ilmini savunmasına cevap olarak Halis Hoca bu ilmin Yunan felsefesine dayandığını ve İbni Sînâ ve Farâbî’nin de Aristo’yu mantığın kurucusu olarak kabul ettiğini belirtti. Buna karşılık İslam’ın özgün bir akıl sistemine sahip olduğunu belirtti ve “Yabancı kaynakların benimsenmesi, İslam’ı eksik göstermeye ve ümmeti bağımlı hâle getirmeye yol açmıştır.” diyerek İslam’ın kendi akıl sistemine olan güvenin önemine vurgu yaptı.

Eş’ârîliğin Dönüşümü ve Günümüz Tartışmaları

Halis Hoca, Eş’ârîlik mezhebinin zamanla değişime uğradığını belirtti. İmam Ebu’l Hasan El-Eş’arî’nin görüşleriyle bugünkü Eş’ârîlik arasında ciddi farklar bulunduğunu söyledi. Eş’ârîlik ile Cehmiyye arasında bazı kesişmeler olduğunu ancak bunun mezhebi tamamen Cehmiyye ile ilişkilendirmek anlamına gelmediğini vurguladı.

İbni Teymiye Tevbe mi Etti?

Halis Hoca, İhsan Şenocak Hoca’nın İmam Eş’ârî ve İbni Teymiyye’nin “Ehl-i Kıble’den kimseyi tekfir etmiyoruz.” sözleriyle yaptığı eleştiriyi, bu âlimlere haksızlık olarak değerlendirmiştir. Bu ifadelerin, onların önce tekfirci olduğu, sonra bundan döndüğü izlenimi yarattığını belirtti.

Hocam!

Halis Hoca’mız, İhsan Şenocak Hoca’nın “Hocam” hitabını takiye veya rol yapmak olarak değerlendirmesini eleştirerek, saygı ifadesi kullanmanın Kur’ân ve Sünnete muvafakat ettiğini belirtti. Firavun’a bile yumuşak bir üslupla hitap edilmesini emreden ayetlere[16] dikkat çekerek Mûsâ’nın (as) bu tavrının rol değil, Allah’ın emrine uygun bir davranış olduğunu vurguladı. Ayrıca Peygamber Efendimizin (sav) de müşriklere karşı saygılı ve yumuşak bir üslup kullandığını, bire bir davetlerde hikmet ve nezaketle yaklaştığını anlattı.

IŞİD (DAEŞ) İftirası ve Mübahele Çağrısı

İhsan Şenocak’ın, Halis Hoca’yı IŞİD ile ilişkilendirme girişimlerini manipülatif bir söylem olarak nitelendirdi. “İddialarınızı ispat edemiyorsanız, mubahele çağrımı kabul edin” diyerek, bu tür iftiraların bağlamından koparıldığını belirtti.

Jurnalcilik Suçlaması ve Şer’i Çözüm Teklifi

Halis Hoca, İhsan Şenocak’ın “Jurnal yapmıyorum.” savunmasına karşılık, bu iddiaların mahkemelere taşındığını ifade etti. “Siz bize iftiralar atıp sonra da ‘Jurnal yapmıyorum.’ diyorsunuz. Bu ithamlarınız yargıya yansıdı.” dedi ve şer’i muhakeme teklifinde bulundu. “Tarafsız bir âlimin huzurunda bu meseleleri ele alalım. Eğer iddialarım yanlışsa özür dileyip cezama razı olurum. Ancak iftiralar kanıtlanırsa, siz de şeriatın hükmüne razı olun.” diyerek tartışmanın çözümüne dair adil bir çağrıda bulundu.

Halis Hoca’mızın, Muharrem Coşkun’un Kırmızı Masa Programına Katılması

Halis Bayancuk Hoca, Ömer Faruk Korkmaz Hoca ile yaptığı münazara ve İhsan Şenocak Hoca’nın katılımıyla süregelen tartışmaların ardından, 23 Kasım 2024 tarihinde Akit TV’de canlı yayınlanan ve Muharrem Coşkun’un sunduğu “Kırmızı Masa” programına konuk oldu. Bu programda, Selefîlik, tasavvuf, demokrasi gibi konulara dair sorulara cevap verdi.

Program Katılım Süreci

Halis Hoca’nın programa katılım süreci, bir hafta önce aynı programa Cübbeli Ahmet Hoca’nın konuk olmasıyla başladı. Cübbeli Ahmet Hoca’nın programda Halis Hoca’nın adını geçirerek bazı ithamlarda bulunması üzerine söz hakkı doğan Halis Hoca’mız ile gerekli iletişimler sağlandı ve program organize edildi ve 23 Kasım 2024 tarihinde gerçekleştirildi. Program, tevhid davetinin geniş kitlelere ulaşması için önemli bir platform oldu.

Programda Öne Çıkan Konular

Kişisel Hayatı ve Giriş

Halis Hoca, programa kendisini tanıtarak başladı. Nereli olduğunu, nerede ve kaç yılında doğduğunu, babasının mesleğini ve Hizbullah cemaatiyle ilişkisi hakkındaki yanlış bilinen konuları açıkladı. Babasının medya tarafından Gaffar Okkan cinayetiyle ilişkilendirildiğini, ancak yargılandığı dosyada bu suçlamanın yer almadığını belirterek kamuoyunda yanlış bilinen bazı konulara açıklık getirdi.

Eğitim Süreci

Halis Hoca, imam hatip lisesi mezunu olduğunu, ancak Hizbullah Cemaati bünyesinde eğitim aldığını ve lise yıllarında farklı medreselerde ders gördüğünü ifade etti. 2003 yılında eğitim için Mısır’a giderek El-Ezher Üniversitesi’ne kayıt yaptırdığını, ancak resmi derslere katılmak yerine Ezher Camii ve diğer camilerde İslami ilimler üzerine yoğunlaştığını belirtti. Bu süreçte farklı düşüncelerle tanışması ve selefin itikadını öğrenmesinin, onun için bir dönüm noktası olduğuna değindi.

Fikrî Değişim Süreci

Halis Hoca, Mısır’da farklı ekollerden insanlarla karşılaşmasının, fikirlerini sorgulamasına ve kıyaslama yapmasına olanak sağladığını belirtti. Yaklaşık bir buçuk yıl süren bu süreçte selefin itikadını delil ve usul açısından en doğru yol olarak gördüğünü ifade etti. Bu tercihinin, sahih İslam anlayışını benimsemesine vesile olduğunu ifade etti.

Selefîlik ve Öze Dönüş

Halis Hoca, kendisini Selefî olarak tanımlamadığını, ancak Selefîliğin öze dönüş anlamını taşıdığını belirtti. Selefîliğin siyasallaşarak farklı yorumlara dönüştüğünü ifade eden Hocamız, günümüzde selefî anlayışın birbiriyle çelişen yaklaşımlar içerdiğini söyledi. Kendisini Kur’ân ve Sünneti merkeze alan bir Müslim olarak tanımlayan Halis Hoca, ümmetin kurtuluşunun öze dönüşle mümkün olduğunu vurguladı.

Mezhep Anlayışı

Halis Hoca, Şâfiî mezhebine bağlı olduğunu, ancak bir mezhepteki delillerin zayıf olduğu durumlarda, daha güçlü bir delile dayanan görüşü tercih ettiğini ifade etti. Mezhep anlayışının delillere dayanarak şekillenmesi gerektiğini vurguladı.

İtikadda Mezhep

Halis Hoca, Ehl-i Sünnetteki Eş’ârîlik, Mâturîdîlik ve Selefîlik gibi üç ana anlayışı ele alarak, Eş’ârîlik ve Mâturîdîliğin genel olarak doğru bir çizgide olduğunu, ancak kelam ilmiyle uğraşmaları nedeniyle bazı hatalar içerdiğini ifade etti.

Türkiye’ye Dönüş ve Sonrası

Halis Hoca, Türkiye’ye döndükten sonra ilmini paylaşmak için bir mescid açıp sohbetler yaparak ve bir medrese kurarak İslami ilimlerde dersler vermeye başladığını, çalışmalarını Bağcılar’da sürdürdüğünü söyledi. Babasının Hizbullah’ı desteklemesine karşın kendisinin farklı fikirlerle döndüğünü, bu durumun aile içinde fikir ayrılıklarına yol açtığını, ancak çatışmaya dönüştürülmeden karşılıklı saygıyla yönetildiğini belirtti.

İcazetiniz Var mı?

Halis Hoca’mız, Mısır dönüşünde Türkiye’de medrese usulüne uygun bir sınavla Ferit Aydın Hoca’dan icazet aldığını belirtti. Ferit Aydın Hoca’nın eski bir Nakşî şeyhi olduğunu, tasavvufun sorunlarını fark ederek bu yolu terk ettiğini ve ilmî çalışmalara yöneldiğini ifade etti. Ferit Aydın Hoca’nın çok güçlü bir ilmî birikime sahip olduğunu da ekledi.

Hizbullah Devlet Tarafından mı Kuruldu?

Halis Hoca, “Hizbullah devlet tarafından PKK ile mücadele için kuruldu.” iddiasını -kendi bilgisi çerçevesinde- reddettiğini söyleyerek PKK’nin cemaatlere katılım, terk veya ölüm dayattığını, Hizbullah’ın ise saldırılara karşı savunma yaptığını söyledi. 6-8 Ekim olaylarında da PKK’nin benzer şekilde saldırdığını belirtti. Halis Hoca, PKK’yi Marksist-Leninist ve İslam’dan uzaklaştırıcı bir yapı olarak tanımladı, Kürt halkını sekülerleştirme çabasıyla “yeryüzünde bozgunculuk yapan” bir örgüt olarak niteledi. PKK’nin, İslam’a yönelen gençler ve davetçilere, özellikle kendisine, bu yüzden düşmanlık beslediğini; bu nedenle hedef gösterildiğini ve devletin suikast girişimlerine karşı kendisini uyardığını açıkladı.

Tevhid Davetinin Gidişatı

2007 yılında Bağcılar’da küçük bir cemaat ortamında başlayan sohbetlerin zamanla büyük ilgi gördüğünü belirten Halis Hoca, bunun ümmetin 100 yıllık otorite kaybını fark etmesi ve çözüm arayışlarıyla bağlantılı olduğunu ifade etti. Öze dönüş ve bireysel arınma yoluyla ıslah anlayışını savunan Hoca, ilk nesillerin yöntemlerini örnek alarak inanç, ibadet ve siyaseti yeniden inşa etmeyi amaçladığını vurguladı.

Selefîliğin Ehl-i Sünnet İçindeki Konumu

Halis Hoca, Selefîliğin Ehl-i Sünnetin bir parçası olduğunu, hatta “Ehl-i Sünnet-i Hassa” olarak adlandırıldığını, diğer mezhepleri reddetmediğini; bununla birlikte itikadi bidatlere, özellikle kelam ilmindeki sapmalara dikkat çektiğini belirtti. Bazı çevrelerin Selefîliği terörize etme girişimlerinin ise ilmî değil, tamamen siyasi ve ideolojik bir tutum olduğunu dile getirdi.

Selefîliğin Diğer İtikadi Mezheplerden Farkı Nedir?

Halis Hoca, Selefîliğin sisteme muhalif olarak görüldüğünü, çünkü hakkı ve batılı net şekilde ayırarak uzlaşmaz bir duruş sergilediğini ifade etti. Selefîliğin, Kemalizm ve milliyetçilik gibi ideolojileri batıl gördüğü için çoğulcu sistemle bağdaşmadığını anlattı. Türkiye’nin Hanefî, Mâturîdî ve tasavvufi bir gelenekle şekillendiğini, Selefîliğin bu yapı ile uyumsuzluğunun sistem tarafından istenmemesinin temel nedeni olduğunu, ayrıca Selefîliğe yönelik eleştirilerin ilmî değil, siyasi olduğunu söyledi.

Selefîlik ve Suudi Arabistan

Suudi Arabistan’ın Selefîliği siyasi bir araç olarak kullandığını ifade eden Halis Hoca, bu yönetimin İslam kaynaklarını harama harcadığını belirtti. Suudi Arabistan’daki Selefîliğin gerçek Selefîliği temsil etmediğini ifade ederek bu durumu Cumhuriyet Dönemi Kemalizminin, Hanefî-Mâturîdî geleneği toplumsal birliği sağlamak için kullanmasına benzetti.

Selefîlik ve Vehhâbîlik

Halis Hoca, Vehhâbîlik ve Selefîliğin ilişkisinde, Vehhâbîliğin Muhammed ibni Abdulvehhâb’la anıldığını ve siyasetin etkisiyle Selefîliğin “Vehhâbîlik” olarak adlandırıldığını, bunun Selefîliği yeni bir akım gibi göstermek için kasıtlı bir propaganda olduğunu ifade etti.

Halis Hoca, Vehhâbîliğin Selefîliğin bir kolu gibi gösterilmesinin kasıtlı bir propaganda olduğunu belirtti. Muhammed ibni Abdulvehhâb’ın selef ekolünü savunan bir âlim olduğunu, Suudi Arabistan Devleti’nin kuruluşunda etkisi olmakla birlikte Suudi Arabistan’ın zamanla bu ekolü siyasallaştırarak farklı bir anlam yüklediğini belirtti. Bu süreçte Osmanlı ile yaşanan çatışmaların; Selefîliğe yönelik eleştirilerin ve düşmanlıkların artmasına yol açtığını ekledi.

Konuyla ilgili son olarak Osmanlı’nın yıkılmasında Vehhâbîliğin etkili olduğu iddiasını reddeden Halis Hoca, Osmanlı’nın Batıcı ve seküler elitler tarafından yıkıldığını belirtti. Necd bölgesindeki küçük bir devletin Osmanlı’yı yıkmasının mümkün olmadığını, çöküşün asıl sebebinin modernist yaklaşımlar olduğunu vurguladı. Osmanlı’nın çöküşünün, dış güçlerden ziyade kendi içindeki modernist yaklaşımların bir sonucu olduğunu açıkladı.

Selefîlik ve İbni Teymiyye

Hocamız bu konuda şunları söyledi: İbni Teymiye, sahabe, tabiin, dört mezhep imamları ve İmam Ahmed’in yer aldığı ilim zincirinin bir halkasıdır ve öze dönüşü savunan önemli bir âlimdir. Ancak peygamberlerden sonra hiçbir insan bir davayı tam anlamıyla temsil edemez. İbni Teymiye’nin Kur’ân ve Sünnete uygun görüşleri kabul edilir, hataları için ise bağışlanma dilenir. Hanbelî fakihi ve Kâdirîlik tarikatına mensup olan İbni Teymiye, “Selefîler tarikatlara tamamen karşıdır” iddiasını çürütür. Selefîler, tasavvufun Kur’ân ve Sünnete uygun, insanı arındıran ve Allah’a yaklaştıran yönlerini olumlu bulurken, şirk ve yozlaşma içeren sapkın uygulamalara karşı çıkar. Günümüzdeki tasavvufun çoğu, asıl tasavvufu temsil etmemektedir.

Selefîlik ve Tasavvuf

Halis Hoca, Kur’ân ve Sünnete uygun tasavvuf anlayışını olumlu bulduğunu ancak mutlak bağlılık ve sorgusuz itaat gerektiren anlayışları şirke varan sapkınlık olarak nitelendirdi.

Halis Hoca, şeyhini Allah seviyesine çıkaran, mutlak bağlılık ve sorgusuz itaat talep eden tasavvuf anlayışını şirke varan bir sapkınlık olarak nitelendirdi. “Ete kemiğe büründü” gibi söylemleri ve Rabıta adabında yer alan uygulamaları İslam’a tamamen aykırı bulduğunu, bu anlayışın, insanları Allah’a kulluktan uzaklaştırıp kula kulluğa yönlendirdiğini, eleştiriye kapalı bir ortam yaratarak istismara zemin hazırladığını ifade etti. Namaz ve zekât gibi olumlu uygulamaları kabul etmekle birlikte, asıl sorunun sapkın şeyh-mürit ilişkileri olduğunu vurguladı.

Selefîlik ve Yeni Dünya Sorunları

Halis Hoca, Selefîliğin dönem dondurmak değil, bir metod meselesi olduğunu ifade etti. Allah Resûlü’nün (sav) şiiri hak için kullanmasını örnek göstererek Müslimlerin internet gibi araçları benzer şekilde değerlendirebileceğini, Selefî metodla günümüz sorunlarına çözüm bulunabileceğini belirtti.

Halis Hoca, “öze dönüş”ün geçmiş yaşam tarzına değil, sahabe ve tabiîn dönemindeki saf dinî anlayışa dönmek olduğunu, bunun nasları esas alarak günümüz sorunlarına çözüm üretmeye mâni olmadığını açıkladı. Kur’ân’ın sorgulama ve akıl yürütmeyi teşvik ettiğini, Yunan felsefesine gerek olmadığını ifade etti.

İçtihad Kapısı

Halis Hoca, içtihad kapısının hiçbir zaman kapanmaması gerektiğini ifade etti. Günümüzde uzman heyetlerin içtihad yoluyla İslam ümmetinin sorunlarına çözüm üretebileceğini vurguladı.

Cuma Namazı ve Türkiye

Cuma namazının fıkhi bir mesele olduğunu belirten Halis Hoca, Türkiye’de Müslimlerin otorite ve güvenliklerinin olmadığı gerekçesiyle bu namazı kılmadığını ifade etti. Ancak bu konuda farklı düşünenlerin hatalı olmadığını, fıkhi ihtilafların ümmeti bölmemesi gerektiğini vurguladı.

Türkiye Emniyetli Bir Yurt Değil mi?

Halis Hoca’mız, Türkiye’de cuma namazının kılınamayacağı yönündeki görüşünü İslami otorite olmaması ve Müslimlerin güvende olmaması şeklinde açıkladı. Özellikle tağutu inkâr edenlerin sistem tarafından baskılandığını belirterek kendisinin de bu nedenle cezaevine girdiğini hatırlattı. Esas meselenin İslam hukukunun uygulanmaması olduğunu belirten Halis Hoca, Türkiye’nin Kemalist bir zihniyetin egemen olduğu bir ülke olması nedeniyle Dâru’l İslam olmadığını söyledi. İslam’ın hâkim olduğu bir sistemde ise cuma namazının farz olduğunu ve bu farklılıkların o dönemde ortadan kalkacağını ifade etti.

Kandil Geceleri ve Bidat Uygulamaları

Halis Hoca, kandil gecelerine dair İslam’ın temel kaynaklarına dayanan bir delil olmadığını ifade etti. Allah Resûlü Dönemi’nde, sahabe ve tabiin arasında böyle bir uygulamanın olmadığını söyleyen Halis Hoca, bu tür ibadetlerin bidat olduğunu ve İslam’ın saf yapısına zarar verdiğini belirtti. İbadetlerin, Allah Resûlü’nün (sav) sünnetine uygun olarak yapılması gerektiğini vurguladı.

İslam’ın Egemenlik Teorisi ve Demokrasi

Halis Hoca, demokrasiyi, “Egemenlik milletindir!” anlayışına dayandığı için İslam’a aykırı bulduğunu ifade etti. Kur’ân’daki “Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır!”[17] hükmüne dikkat çeken Halis Hoca, egemenlik hakkının Allah’a ait olduğunu ve insanların bu hakkı devretmesinin küfür olduğunu belirtti. Demokrasiye dayalı sistemlerin, çoğunluğun çoğunlukla doğruyu bulamayacağını ortaya koyduğunu söylemiş, Allah Resûlü’nün (sav), “Ümmetim yanlışta ittifak etmez.” hadisinin iman eden topluluğu kastettiğini, demokratik sistemin ise Allah’ın egemenlik hakkını insana devrettiği için kabul edilemez olduğunu vurgulamıştır.

Halis Hoca, İslam’ın yeryüzüne hâkim kılınması için Allah Resûlü’nün (sav) metodunun izlenmesi gerektiğini vurguladı. Gayr-i İslami yönetimlerle uzlaşmayı reddederek, davet ve tebliğ yoluyla insanların İslam’a dönmesinin sağlanması gerektiğini belirtti. Sistem içinde yer almanın bireyleri dönüştürdüğünü, ancak sistemi değiştirmediğini ifade etti. İslam’a hizmetin, sistemi içeriden değil, dışarıdan davet ve tebliğ yoluyla gerçekleşmesi gerektiğini savundu.

Oy Kullanma ve Ehven-i Şer İlkesi

Oy vermeme gerekçesini İslam’ın hükümlerine dayandıran Halis Hoca’mız, “Allah’a (cc) bir kafa tutma biçimi ve O’nun hükümlerini reddetme” olarak tanımladı. Egemenlik hakkını ve hâkimiyet yetkisini Allah’tan başkasına devretmenin Bu nedenle oy kullanmanın mutlak anlamda küfür fiili olduğunu, ancak bireysel durumların fıkhi açıdan detaylı değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Ehven-i şer gerekçesiyle oy verenlere, “İyi niyet, meşru olmayan amelleri meşrulaştırmaz.” diyerek niyetin, İslam’a aykırı bir eylemi helal kılamayacağını vurguladı.

El-Kaide ve IŞİD ile Yargılanma

Halis Hoca, El-Kaide ve IŞİD liderliği ile suçlanmasının tamamen siyasi bir mesele olduğunu ifade etti. Bu yapıları kesin bir şekilde reddettiğini ve ciddi hatalar yaptıklarını söyledi. Yargılama süreçlerinin, tevhid davetinin bazı siyasi çevreler ve tarikatları rahatsız etmesinden kaynaklandığını belirtti. Kendisinin hiçbir zaman şiddeti teşvik etmediğini, mahkeme tutanakları ve belgelerle açıklığa kavuşturduğunu ifade etti.

IŞİD’i Desteklediniz mi?

Halis Hoca, IŞİD’i iki dönemde ele aldı. İlk dönemde Esad rejimi ve Amerikan işgaline karşı direnişin haklı olduğunu ifade etmekle birlikte, masum sivilleri hedef almanın İslam’a aykırı olduğunu söyledi. İkinci dönemde ise IŞİD’in halifelik ilan ederek Müslimlere saldırdığını ve vahşet eylemleriyle İslam’a zarar verdiğini belirtti. IŞİD’e destek verdiği iddialarını kesinlikle reddetti ve bu tür suçlamaların delilsiz olduğunu vurguladı. İddia sahiplerini delil sunmaya veya lanetleşmeye davet etti.

Cihad Kavramı

Cihadın dört boyutu olduğunu belirten Halis Hoca, bu boyutların her birinin İslam’ın bir parçası olduğunu ifade etti. Bu boyutlar; nefisle mücadele, ilim ve davet, mal ile cihad ve fiili savaş olarak açıklanmıştır. Cihadın yalnızca bir yönüne odaklanmanın yanlış bir anlayış olduğunu vurguladı.

Türkiye Bir Savaşa Girerse Selefîlerin Tavrı

Halis Hoca, Selefîlerin devlete karşı savaşacağı iddialarını tamamen reddetti ve Kurtuluş Savaşı’nda ne yapıldıysa aynısını yapacaklarını söyledi. Dine, namusa veya toprağa yönelik bir saldırı durumunda Selefîlerin vatan savunmasında yer alacağını belirtti ve Selefîlerin bu toprakların bir parçası olduğunu ifade ederek propaganda niteliğindeki iddiaların asılsız olduğunu vurguladı.

Çocukların Eğitimi

Halis Hoca, çocuklarını okula göndermediğini ve bunu Kemalist ideolojiye dayalı eğitim sistemine olan itirazına dayandırdığını belirtti. Çocuklarının eğitiminin kendi imkânlarıyla sağlandığını ve resmî belgelerinin de alındığını ifade etti. Eğitim sisteminin ideolojik bir dayatma olmaktan çıkarılması gerektiğini savundu.

Şefaat

Halis Hoca, şefaatin İslam’da hak olduğunu söyledi. Peygamberimiz (sav), salihler ve şehitlerin şefaatinin sünnetle sabit olduğunu belirtti. Ancak şefaatin yalnızca Allah’ın izniyle gerçekleşeceğini ifade etti.

Osmanlı ve Saltanat Tartışması

Halis Hoca, Osmanlı’yı bir İslam devleti olarak tanımladı ancak saltanat sistemini Allah Resûlü’nün (sav) yasakladığı bir uygulama olarak nitelendirdi. Osmanlı’nın ümmete ait bir devlet olduğunu ve hatalarına rağmen ümmetin bir parçası olarak görülmesi gerektiğini ifade etti. Laik sistemlerin ise İslam’ın ruhuna tamamen aykırı olduğunu belirtti.

İran ve Şiî İnancı

İran’daki Rafizilerin sapkın inançlara sahip olduğunu söyleyen Halis Hoca, bu kesimi tekfir ettiğini ifade etti. Ancak aşırılığa kaçmayan Şiîlerin, bidat içinde olsa da küfürle itham edilemeyeceğini belirtti. İran, Suudi Arabistan ve Türkiye’yi İslam devleti olarak görmediğini, çünkü şeriatın tam anlamıyla uygulanmadığını ifade etti.

İran mı İsrail mi?

Halis Hoca, “İsrail mi, İran mı?” sorusuna İsrail’in sadece bir din meselesi olmadığını, Batı sömürgeciliğinin bir aracı olduğunu söyleyerek cevap verdi. İsrail’e karşı direnişi Batı sömürgeciliğine karşı duruş olarak değerlendirdi. Şiî anlayışını benimsememekle birlikte İsrail’e karşı mücadele eden Şiî toplulukların da haklı direnişini desteklediğini belirtti.

Gazze ve Selefîler

Halis Hoca, Filistin’de savaşan gruplar içerisinde Hamas ile birlikte Livâu’t Tevhîd gibi Selefî grupların da olduğunu belirtti. Hamas’ın mücadelesini “şerefli ve onurlu bir mücadele” olarak tanımladı ve destekleyici bir görüş ifade etti.

Sonuç

Bu program, Halis Hoca’nın inancını daha geniş bir kitleye aktarması açısından önemli bir fırsat oldu. İslam’ın temel meselelerine dair açıklamalarının yanı sıra şahsi hayatı ve eğitim sürecine dair paylaşımlarıyla kamuoyunda oluşan pek çok yanlışı düzeltme imkânı buldu.

Şu âna kadar yaşanan süreci özetlemeye ve önemli hususları açıklamaya çalıştık. Rabbimizin izni ve yardımıyla süreç işliyor, tevhid daveti gündemi tutmaya devam ediyor… Rabbimizden, “Öze Dönüş” gayesiyle çıktığımız bu yolculuğu hayırla tamamlandırmasını ve bizleri bu yolda razı olduğu din ve menhec üzere sabit kılmasını niyaz ediyoruz.

Makalede Dolaylı veya Direkt Temas Edilen Kitaplar:

  • El-Arş, Ez-Zehebî, İmâdetu’l Bahsi’l İlmî
  • Ebkâru’l Efkâr fî Usûli’d Dîn, El-Âmidî, Dâru’l Kutub ve’l Vesâiki’l Kavmiyye
  • Ebû Ahmed El-Kerecî Kassâb, Nuketu’l Kur’ân, Dâru İbni’l Kayyim ve Dâru İbni Affân
  • Ed-Dureru’l Mensûr, Es-Suyûtî, Dâru’l Fikr
  • El-Cem’u beyne Re’yi’l Hakîmeyn, Dâru Mektebeti’l Hilâl
  • El-Ğunye, Abdulkâdir El-Ceylânî, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye
  • El-İhtilâfu fi’l Lafzî ve’r Reddu ale’l Cehmiyye ve’l Muşebbihe, İbnu Kuteybe, Dâru’r Riâye
  • El-İstikâme, İbnu Teymiyye, Câmietu’l İmâm Muhammed ibni Suûd
  • El-Mu’cazu’l Evsat fi’l Mantık, İbnu Sînâ
  • Er-Reddu ale’l Cehmiyye ve’z Zenâdike, Ahmed ibni Hanbel, Dâru’s Sebât
  • Er-Risâle, İbnu Ebî Zeyd El-Keyrevânî, Dâru’l Fikr
  • Es-Sunenu’l Kubrâ, Nesâî, Muessesetu’r Risâle
  • Es-Sunne, Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel, Dâru İbni’l Kayyım
  • Eş-Şerîa, El-Âcurrî, Dâru’l Vatan
  • Et-Temhîd, İbnu Abdilberr, Muessesetu’l Furkân
  • El-Uluvv li’l Aliyyi’l Ğaffâr, Şemsuddîn Ez-Zehebî, Mektebetu’l Edvâ’.
  • Fehmu’l Kur’ân, Hâris El-Muhâsibî, Dâru’l Kindî
  • Halku Ef’âli’l İbâd, Muhammed ibni İsmâîl El-Buhârî, Dâru’l Meârif
  • Kitâbu’l Arş, Muhammed ibni Osmân ibni Ebî Şeybe, Mektebetu’r Ruşd
  • Kitâbu’l Ayn, Halîl ibni Ahmed, Dâru Mektebeti’l Hilâl
  • Meâlimu Usûli’d Dîn, Fahruddîn Er-Râzî, Dâru’l Kitâbi’l Arabî
  • Mefâtihu’l Ğayb, Fahruddîn Er-Râzî, Dâru’l Fikr
  • Mekâlâtu’l İslâmiyyîn, Ebu’l Hasen El-Eş’arî, El-Mektebetu’l Asriyye
  • Mektûbat-ı Rabbânî, İmam-ı Rabbânî, Çile Yayınları
  • Mesâilu’l İmâm Ahmed, Ebû Dâvud Es-Sicistânî, Ed-Dâru’r İlmiyye
  • Mevkifu’l Akl ve’l İlm ve’l Âlem, Mustafâ Sabrî, Dâru İhyâi’t Turâs
  • Nihâyetu’l Ukûl fî Dirâyeti’l Usûl, Fahruddîn Er-Râzî, Shamela
  • Risâletu İlâ Ehli’s Sağr, Ebu’l Hasen El-Eş’arî, İmâdetu’l Bahsi’l Alemî
  • Risâletu’s Siczî ilâ Ehli Zebîd, Ebû Nasr Es-Siczî, İmâdetu’l Bahsi’l İlmî
  • Sahîhu’l Buhârî, Muhammed ibni İsmâîl El-Buhârî, Muessesetu’r Risâle
  • Sahîhu Muslim, Muslim ibni Haccâc, Muessesetu’r Risâle
  • Şerhu’s Sunne, El-Muzenî, Mektebetu’l Ğurabâ’
  • Şerhu Usûli İ’tikâdi Ehli’s Sunne, Lâlekâî, Daru’t Taybe
  • Şerhu’l Mekâsid, Teftâzânî, Dâru Meârifi’n Numâniyye
  • Sohbetler, Mahmut Ustaosmanoğlu, Ahıska Yayınevi
  • Sunenu Ebî Dâvud, Ebû Dâvud Es-Sicistânî, Muessesetu’r Risâle
  • Sunenu’t Tirmizî, Muhammed ibni Îsâ Et-Tirmizî, Muessesetu’r Risâle
  • Tehzîbu’l Luğa, Ezherî, Dâru İhyâi’t Turâs Baskısı
  • Tefsîru’l Beğavî, Beğavî, Dâru’t Taybe
  • Tefsîru’t Taberî, Muessesetu’r Risâle ve Dâru’t Terbiyyeti’t Turâs
  • Zeylu Tabakâti’l Henâbile, İbnu Receb El-Hanbelî, Matbaatu’s Sunneti’l Muhammediyye

[1] bk. 67/Mulk, 16

[2] ‘Göktekinin eminiyim’ hadisi (bk. Buhari, 4351; Müslim, 1064)

           Zeyneb Annemiz’in nikahının Semada kıyıldığını söylemesi hadisi (bk. Buhari, 7420)

           Peygamberin Veda Hutbesinde eliyle semayı işaret etmesi hadisi (bk. Müslim, 1218; Ebu Davud, 1905)

           Ve yine mütevatir olan Mi’râc hadisesi (bk. Buhari, 3570; Müslim, 162) gibi hadisler örnek verilebilir.

[3] bk. 57/Hadîd, 4

[4] Bu deyimin aslında İhsan Hoca’nın kendisini ve öğrencilerini anlattığı süreçle beraber iyiden iyiye açığa çıktı.

[5] Halis Hoca ayrıca şu âlimlerden nakillerde bulundu: Yezid ibni Hârûn, Beğavî, İbnu Abdilberr, Ebû Ahmed El-Kerecî El-Kassâb, Ebû Ya’lâ

[6] 20/Tâhâ, 5

[7] El-Mektebetu’l Ezheriyye baskısının 31. sayfasında Kevserî şöyle diyor: “İstivaya istikrar anlamı vermek kabih (çirkin) bir benzetmedir. Bunu Ehl-i Kitab’ın kitaplarından beslenenler söyler.” Sırf Kevserî’nin görüşlerine muhalif bir iddia ortaya attığı için İbni Kuteybe İsrailiyatçı olarak damgalandı!

[8] Hâris El-Muhâsibî, Muhammed ibni Osmân ibni Ebî Şeybe, İbnu Ebî Zeyd El-Keyrevânî, Ebû Nasr Es-Siczî, Ebu’l Hasan El-Kerecî El-Kassâb’dan bizatihi, Ebû İsmâil El-Ensârî’den de binefsihi ifadesi nakledilmiştir.

[9] Bazı kişiler, El-Ğunye kitabının ona aidiyetine güvenmeme eğiliminde olabilirler. Ancak Zehebî, El-Arş adlı eserinde bu ifadeleri açıkça nakleder. İkinci cilt, 471. sayfada Abdulkâdir El-Ceylânî’den şu sözleri aktarır: “Bu, Arş’a zat ile istivadır.”

           Benzer şekilde, İbnu Receb El-Hanbelî, Zeylu Tabakâti’l Henâbile adlı eserinde Abdulkadir Geylânî’nin akidesinin selim olduğunu ifade eder ve onun şu görüşünü nakleder: “Bu, Arş’a zat ile istivadır.”

[10] bk. 42/Şûra, 11

[11] bk. 42/Şûra, 11

[12] bk. 6/En’âm, 3

[13] bk. 6/En’âm, 103

[14] Bu görüşler şöyledir:

           1. Kimileri, Kur’ân’daki muhkem ayetlerin, amel edilen ayetler olduğunu söylemişlerdir. Bunlar nesh edici ayetlerdir veya hükümleri sabit olan ayetlerdir. Müteşabih ayetler ise hükmü geçerli olmayan, neshedilmiş ayetlerdir.”

           2. Başka bir grup, Kur’ân’daki muhkem ayetlerin, helal ve haramın açıkça belirtildiği ayetler olduğunu ifade etmiştir. Müteşabih ayetler ise, bazı anlamlarının birbirine benzediği ayetlerdir.

           3. Başka bir grup, muhkem ayetlerin, yalnızca bir yoruma izin veren, açık ve kesin anlamı olan ayetler olduğunu söylemiştir. Müteşabih ayetler ise, birden fazla yoruma açık olan ayetlerdir.

           4. Bir diğer grup, muhkem ayetlerin, Allah’ın geçmiş milletler ve onlara gönderilen peygamberlerle ilgili ayrıntılı bilgi verdiği ayetler olduğunu ifade etmiştir. Bu ayetlerde, Muhammed’e ve ümmetine yönelik açık bir şekilde anlatılmıştır. Müteşabih ayetler ise, bu kıssaların tekrarlanması sırasında lafızlarının birbirine benzer olduğu, ancak anlamlarının farklı olduğu ya da lafızlarının farklı, ancak anlamlarının aynı olduğu ayetlerdir.

           5. Başka bir grup şöyle demiştir: ‘Kur’ân’daki muhkem ayetler, âlimlerin anlamını bildiği, tefsirini ve yorumunu anladığı ayetlerdir. Müteşabih ayetler ise, Allah’ın ilmine has kıldığı ve kullarından kimsenin bilgisinin ulaşamayacağı ayetlerdir.

[15] El-İstikâme, İbnu Teymiyye, Câmietu’l İmâm Muhammed ibni Suûd

[16] bk. 20/Tâhâ, 44

[17] bk. 3/Âl-i İmrân, 189; 12/Yûsuf, 40

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver