Muhacir ve Ensar Arasındaki Kardeşlik

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam O’nun Resûlü’ne olsun.

Allah Resûlü ve ashabının Medine’ye hicreti tamamlandıktan sonra ilk olarak mescid inşa edildi. Akabinde Allah Resûlü 

(sav)

 bir dizi yeni uygulamayı Medine’de hayata geçirmeye başladı. Bunların kimisi sadece Müslimleri kimisi diğer toplulukları kimisini toplumun her kesimide ilgilendiren icraatlardı.

Allah Resûlü hicretin hemen akabinde tarihte eşi benzeri görülmemiş bir uygulamaya imza attı ve Muhacir ile Ensar’ı kardeş kıldı. Aslında bu bir nevi zorunluluktu. Muhacirler her türlü maddi güçten yoksun bir hâlde Medine’ye gelmişlerdi. Doğal olarak İslam Cemaati’nin omuzlarına çok ağır bir yük yüklenmişti. Allah Resûlü, kardeşlik müessesesi ile bu sıkıntıyı kısmen hafifletmeyi amaçladı. Bu uygulama öyle boyutlara ulaştı ki hiç bir akrabalık bağı olmasa dahi bu kişiler birbirlerine mirasçı sayıldı.

Öncelikle kardeşliğin sınırlarının hangi boyutlarda olduğunu anlamak için bir kaç rivayete göz atalım daha sonrasında da bu rivayetlerden çıkarttığımız birkaç noktaya değinelim:

“Her bir Muhacir aileyi, Medineli bir aile yanına aldı. Böylece aralarında kardeşlik ahdi gerçekleştirilen sahabiler birlikte çalışacaklar, elde ettikleri kazancı paylaşacaklardı. Ensar, fazla arazilerini Allah Resûlü’ne bağışladı ve Peygamberimiz de bunları Muhacirler arasında taksim etti. Ensar, bu kadarla da kalmayarak şu cömert teklifte bulundu:

__

 Ey Allah’ın Resûlü! Hurmalıklarımızı da Muhacir kardeşlerimizle aramızda paylaştır! Peygamberimiz:

__

 Hayır, öyle olmaz! buyurarak kabul etmeyince Ensar, Muhacirlere:

__

 Öyle ise ağaçların bakım ve sulama işini siz üzerinize alınız da mahsulde ortak olalım! teklifinde bulundular. Peygamberimiz’in de muvafakatiyle her iki taraf da bu teklifi kabul ettiler.” 

[1]

İbni Abbas 

(ra)

 bu mevzu ile alakalı olarak şöyle der:

“Allah Resûlü’nün aralarında tesis ettiği kardeşlik sebebiyle bir Muhacir, Ensari kardeşine, aralarında kan bağı bulunan akrabalarından önce varis olurdu. Ancak ‘Ana, baba ve akrabaların bıraktıkları her şey için bir mirasçı tayin ettik…’ 

[2]

 ayetiyle bu muamele hükümden kaldırıldı. Ayetin devamında geçen ‘… Yemin akdiyle mirasçı kıldıklarınızın paylarını da verin…’ ifadesiyle Ensar ve Muhacir arasındaki kardeşlik hukuku; yardım, destek ve nasihata münhasır hâle getirildi. Böylece hukuki olan tevarüs kaldırıldı, ancak kişi ihtiyari olarak vasiyette bulunabiliyordu.” 

[3]

“Peygamber’in kardeş ilan ettiklerin arasındaki iki kişi de Mekkeli Abdurrahman bin Avf ile Medineli Sa’d bin Rebi’ idi. Sa’d, Abdurrahman’a şöyle diyordu:

__

 Kardeşim, ben Medine’nin en zenginiyim. İşte malımın yarısı, al. İki tane de hanımım var; bak, hangisi hoşuna gidiyorsa boşayayım, onunla evlen!

Abdurrahman’ın cevabı ise şöyle oldu:

__

 Kardeşim Sa’d! Allah malını da, aileni de sana bağışlasın. Siz bana çarşının yolunu gösterin.

Abdurrahman’a çarşının yolunu gösterdiler. Doğruca çarşıya gitti, epey bir miktar kazanç elde ederek döndü. Daha sonra Peygamber’in mal çokluğu için duasına da mazhar olan Abdurrahman, çok geçmeden öylesine zengin oldu ki bir defada 700 deveyi yükleriyle birlikte Allah yolunda bağışlayacak dereceye geldi. Kendisi der ki: ‘Elime taş alsam, altın ve gümüş olduğunu gördüm!’ ” 

[4]

Kurulan kardeşlik müessesesinden ve zikrettiğimiz bu rivayetlerden çıkarabilecek bazı noktalar üzerinde durmak istiyoruz:

Allah Resûlü Medine’ye geldikten hemen sonra hem Müslimlerin iç ilişkileriyle ilgili hem de dış ilişkiler konusunda bazı adımlar attı. Ancak önceliğini iç ilişkilere verdi. Zaten İslam toplumunun kendi iç sorunlarını çözmeden, tam manası ile kenetlenmeden dışarıya yönelik adımlar atması anlamsız olacaktı.

İç ilişkilerdeki birinci basamak, herkesin neye inandığı ve nasıl hareket edeceği konularında fikir ve eylem birliğine sahip olmalarıydı. Yani itikad ve menhec ortaklığı. Bu ikisinin oturması ile o ana kadar var olan tüm ilişkiler tekrardan inşa edilmeye mahkûm oldu.

“Nuh, Rabbine seslendi: ‘Rabbim muhakkak oğlum da benim ailemdendir. Ve hiç şüphesiz senin vaadin haktır. Ve sen (en doğru ve en sağlam hüküm veren) Ahkemu’l Hâkimîn’sin.’ Dedi ki: ‘Ey Nuh! Şüphesiz ki o, senin ehlinden değildir. O, salih olmayan bir ameldir. Hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme! Cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.’ ” 

[5]

İtikad ve menhec birlikteliğini uzun soluklu hâle getiren ve zaman içerisinde ortaya çıkan yıpratıcı unsurlardan koruyan şey ise sevgidir. Sevgi bir tutkal vazifesi görür. Kişi sevdiği için her türlü fedakârlığı göze alır.

Ensar’ın, Muhacir kardeşleri ile arasındaki bu kardeşlik müessesesi, Allah Resûlü’ne itaatlerinin en açık göstergesidir. Ancak burada birbirlerine olan sevgilerinde asla göz ardı edilmemesi gereken bazı etkenler olduğu da açıktır.

Bu sevgiyi ortaya çıkartan temel etken, 

“Allah’ın kalpler üzerinde dilediği şekilde tasarruf ettiği”

 gerçeğidir:

“Şayet seni aldatmak isterlerse hiç şüphesiz Allah sana yeter. Seni, yardımıyla ve müminlerle destekleyen O’dur. (Allah,) onların kalplerini birbirine ısındırdı. Sen yeryüzündekilerin tamamını harcasaydın yine de onların kalplerini birbirine ısındıramazdın. Ama Allah onların arasını ısındırdı. (Çünkü) O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.” 

[6]

Öyleyse böyle bir kardeşliği isteyenlerin yapacakları ilk amel âlemlerin Rabbi olan Allah’ın kapısını ısrarla çalmaktır. Bir türlü ısınamadığımız kardeşlerimizi isimleriyle beraber zikrederek Rabbimize yalvarmaktır. Bu mevzu kesinlikle hafife alınmamalıdır. İslam toplumunu güçlü kılan şey; hiç bir zaman maddi gücü, kalabalığı, eriştiği dünyevi imkanlar olmamıştır. Takvalı ve birbirini çıkar gözetmeksizin seven bir İslam toplumu, asıl gücü elde etmiştir.

“Allah Resûlü ‘Mümin mümine karşı, parçaları birbirini bağlayıp tahkim eden bina gibidir.’ buyurdu ve (bu bağlılığı göstermek için) parmaklarını birbirinin arasına geçirip kenetledi.” 

[7]

Sevgiyi ortaya çıkartan ve artıran başka bir etken ise söz ile yetinmeyip ortaya amel koymaktır. Sahabe ile sonraki nesiller arasındaki bariz farklardan birisi de sahabenin az konuşup çok amel yapmaları ve sözleri ile değil yaşamları ile örnek olmaları idi. Maalesef asırlar geçti ve ağzı laf yapanların sayılsı çoğaldı ama pratikte ortaya bir şey koyulmadı.

Kardeşine karşı sevgi besleyemediğini ve muhatabından sürekli olumsuz tepkiler aldığını farkeden bir kimse Allah’a dua ettikten sonra kardeşine karşı güzel amellerini ortaya koymalıdır. Kendisini, onun derdiyle dertlenmeye zorlamalıdır. O zaman görecektir ki kardeşine karşı kalbinde tarifsiz bir sevgi oluşacak:

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel şekilde sav. (Bir de bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık olan kimse, sıcak/samimi bir dost oluvermiş.” 

[8]

Günümüzde olan ise Müslimlerin, zaten iyi anlaştıkları kişilerle İslam’ın kardeşlik için tavsiye ettiği amelleri yapmaları, geri kalan Müslimler ile selamdan öteye bir ilişkilerinin olmamasıdır.

Kardeşlik duygularını kamçılayan üçüncü bir etken ise bu amel neticesinde elde edilecek güzel akıbeti bilmektir. Bununla alakalı nasları hatırdan çıkarmamaktır.

Ebu Hureyre’den 

(ra)

 rivayet edildiğine göre Peygamber 

(sav)

 şöyle buyurdu:

“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:

… Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan…” 

[9]

Allah Resûlü’nün kurduğu bu kardeşlik müessesesinin hedeflerinden birisi de ırkçılık putunu bir daha kalkmamak üzere yere sermektir. İslam güneşi, cahiliye üzerine doğduğu andan itibaren zaten erimeye başlayan ırkçılık, Ensar ve Muhacir arasındaki kardeşlik ile iyiden iyiye darbe almış oldu. Bugün rahat bir şekilde okuduğumuz bu tarihî hakikatin, o günün şartlarını hesaba kattığımızda ne kadar muazzam bir adım olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır. Bırakalım iki ayrı şehirde, birbirlerinden farklı kavimlere mensup olanlar arasında kardeşlik oluşturmayı, Medine’de Ensar’ı oluşturan Evs ve Hazrec kabileleri arasında dahi bu birlikteliğin oluşması mümkün görünmüyordu. Allah Resûlü’nün davetinin oraya ulaşmasında hemen öncesine kadar, uzun yıllardır süren savaşların hatıraları hâlen taptazeydi. O yüzden bu müessesenin önemini bu yönüyle de değerlendirmek gerekir.

Ensar ve Muhacir arasında oluşturulan kardeşlik ile ilgili rivayetleri incelediğimizde başka bir şey daha dikkatimizi çekiyor. Muhacirlerin bu kardeşliğe zahiren katkı sağlayan herhangi bir yönleri yok. Onlar şu şekilde düşünebilirlerdi: 

“Bizler herşeyimizi feda edip 13 sene boyunca her türlü zorluğa katlanıp buraya geldik. Elbette böyle bir muameleyi hakettik.”

 Ancak tam tersi Muhacirlerin, bu kardeşlik uygulamasının sonuçları altında ezildiklerini ve güçleri nispetince Ensar kardeşlerine yardımcı olmaya çalıştıklarını görüyoruz. Onlar asla bu durumu kullanma yoluna gitmediler. Bunun en güzel örneğini Abdurrahman bin Avf’ın, kardeşinin üzerindeki yükü hafifletmek için gösterdiği çabada görüyoruz. Bu amelinin neticesinde Allah da 

(cc)

 ona rızık kapılarını sonuna kadar açmıştı. Bu sadece Abdurrahman’a has bir durum değildir. Geri kalan Muhacirler de hem kendi çabalarıyla hem de seriyelerde elde edilen ganimetler ile bir süre sonra ayakları üzerinde durmaya başladılar.

Muhacirlerin endişe ettikleri tek nokta kardeşlerine maddi olarak yük olmaları değildi. Kardeşlerinin ne kadar büyük bir ecir kazandığını bildikleri için bunun eksikliğini de hissediyor ve dillendiriyorlardı:

“Peygamberimiz, Medine’ye geldiğinde Muhacirler şöyle dediler:

__

 Ey Allah’ın Resûlü! Kendilerine hicret ettiğimiz şu kavim kadar cömert ve hayırsever kimseler görmedik. Malı çok olan bol bol veriyor, az olan da fedakârlık yapıyor, yardımda bulunuyor. Bütün geçim derdimizi giderdiler ve bizi mallarına ortak ettiler. Korkuyoruz, bütün ecir ve sevabı alıp götürecekler.

Allah Resûlü şöyle buyurdu:

__

 Hayır, onlar için Allah’a dua ettiğiniz ve yaptıklarından dolayı kendilerini övdüğünüz müddetçe siz de (sevaba nail olursunuz).” 

[10]

Allah Resûlü’nün 

(sav)

 oluşturduğu kardeşlik müessesesinde asıl yük Ensar’ın üzerindeydi. Onlar Muhacirler gibi 13 sene boyunca zorluklara göğüs germediler. Ancak kısa zamanda yaptıkları büyük işler ile Muhacirler ile aynı seviyeye gelmeyi başardılar ve şu övgü dolu naslara muhatap oldular:

“Kendilerinden önce (Medine) yurdunu hazırlayan ve iman ehli olan (Ensar), onlara hicret edenleri severler ve (Muhacirlere) verilenlerden dolayı içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Şiddetle ihtiyaç duymalarına rağmen (kardeşlerini) kendilerine tercih ederler. Kim de nefsinin bencilliğinden korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” 

[11]

“Muhacir ve Ensar’dan öncüler, ilkler ve onlara ihsan üzere tabi olanlar (var ya)! Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlar için altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. En büyük kurtuluş budur işte.” 

[12]

“Eğer hicret olmasaydı ben Ensar’dan biri olurdum.” 

[13]

“Onları ancak müminler sever ve onlardan ancak münafık olanlar nefret eder. Ensar’ı seveni Allah da sever, onlara buğz edene Allah da buğz eder.” 

[14]

“Sizlere Ensar’a iyi muamele etmenizi tavsiye ederim. Onlar benim cemaatim, sırdaşlarım ve eminlerimdir. Üzerlerine düşen vazifeleri hakkıyla yapmışlardır. Hizmetlerinin karşılığı ise henüz tam olarak ödenmemiştir. (Ahirette fazlasıyla ödenecektir.) Bu sebeple onların iyilerine iyilikle muamele edin, kötülük yapanlarını da affedin.” 

[15]

Allah 

(cc)

 Muhacir ve Ensardan razı olsun, bizleri cennette onlara komşu kılsın.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

[1]

       .   Buhari, Hars, 5.

 

[2]

       .   4/Nîsa, 33

 

[3]

       .   Buhari, Tefsir, 4/7.

 

[4]

       .   Müsned, 1/91.

 

[5]

       .   11/Hûd, 45-46

 

[6]

       .   8/Enfâl, 62-63

 

[7]

       .   Buhari, Müslim.

 

[8]

       .   41/Fussilet, 34

 

[9]

       .   Buhari, Ezan, 36, Zekât 16, Rikak, 24, Hudüd, 19; Müslim, Zekât, 91. Ayrıca bk. Tirmizi, Zühd 53; Nesaî, Kudat, 2.

 

[10]

      .   Tirmizi, Kıyamet, 44/2487.

 

[11]

      .   59/Haşr, 9

 

[12]

      .   9/Tevbe, 100

 

[13]

      .   Buhari, Menakıbu’l-Ensar, 2.

 

[14]

      .   Tirmizi, Menakıb, 25/3900.

 

[15]

      .   Buhari, Menakıbu’l-Ensar, 11.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver