Hangi hatasına ağlasın Mehlika, hangi günahına yansın? Tüm hataları bir dağ olmuş üstüne kaldırılmış. Her an altında kalacakmış korkusuyla başını ellerinin arasına aldı. Bir müddet öylece kaldı. Taki omuzunda onu hafifçe dürten eli fark edinceye kadar.
Mehlika bir yandan eliyle gözyaşlarını silmeye çalışırken, bir yandan da kendine seslenen adama bakmaya çalışıyordu. Şefkatin her tonunu barındıran bir sesti…
__ Evladım son durak. Sen nerede inecektin?
Mehlika ineceği yeri çoktan geçmiş, hatta son durağa kadar gelmişti. Hava iyice kararmıştı. biraz ürktü.
__ Ben dalmışım, fark edememişim ineceğim durağı.
__ Telaşlanma diğer otobüs şimdi hareket edecek duraktan. Onunla gidersin.
__ Yok ben yürürüm amca. Teşekkür ederim. İyi akşamlar.
__ Sana da evladım.
Çantasını alıp otobüsten indi Mehlika. Eve doğru yürümeye başladı. Üşüdüğünü hissetti. Montunun içinde büzüldü kaldı. Kendini sıkıyor, bu şekilde ısınmaya çalışıyordu. Saçlarını toplayarak montunun kapüşonunu başına geçirdi. Adımlarını hızlandırdı. Geçmişine yaptığı yolculuk onu oldukça yormuştu. Çok halsizdi. İçindeki neşe, heyecan pılı pırtısını toplayıp kaçıp gitmişti sanki. Bezgin, üzgün, yorgundu. Anneannesi geldi aklına. Merak etmiştir şimdi beni diye düşündü. Fakat şaşırmadan da edemedi. Merak etseydi defalarca araması gerekirdi. Çantasından telefonun çıkardı. Şarjı bitmişti.
Offf… Anneannem çılgına dönmüştür diyerek daha da hızlandı. Ancak zihninde daha hızlı yayılan, içini burkan geçmişin penceresi yine açılmıştı… Annesini meraktan deliye çevirdiği, keyfince gezip tozduğu, habersiz sağa sola gittiği, uygunsuz yerlerde uygunsuz hallerde saati hiç önemsemeden gezdiği günler geldi aklına.
Annesine haber dahi vermeden evden bir hırsız gibi çıkıp gidiyordu arkadaşları ile gezmeye. Ya da kurstan hafta sonu için eve geleceği zaman önce çantasını bir yere emanet edip, geç saatlere kadar geziyor, öyle dönüyordu eve. Arkadaşları ile buluşmadan önce umumi bir wc buluyor, başındaki örtüyü bir güzel çıkarıp çantasına koyuyor, makyaj yapıp öyle gidiyordu onların yanına. Akşamdan düzleştiriyordu saçlarını. Ya da iri iri bukleler yapıyordu saç şekillendiriciyle. Ama her defasında önce bir sinirleniyordu. Örtüsü nedeniyle saçları ister istemez basılıyordu. Havalı durmuyordu. Onu eski haline getirene kadar da epey bir uğraşması gerekiyordu.
Arkadaşları kimler miydi? Nasıl mı tanışmıştı? Biri mahalleden komşuları idi. Çok gözü açık, fettan bir kızdı. Mehlika gibi kapanmasa da onun da başına tutturduğu bir örtü vardı. O da bu bez parçasını takmaktan hiç haz etmiyordu. Mehlika eve gelip giderken mahallede karşılaşmış tanışmışlardı. Aynı frekansta olduklarını fark edince de iyi bir arkadaş olmuşlardı. Bu baş açma fikri de ondan gelmişti zaten. Mehlika’yı da ayartmıştı.
İlk tecrübe onu çok rahatsız etmişti. Bayağı tereddüt etmiş, yapamamıştı. Sadece yüzünü açmakla yetinmişti. Fakat gezerken, eğlenirken siyah feracesiyle çok dikkat çekiyordu. Ne oturulan mekanlara, ne oynanan oyunlara ne de gidilen konserlere yakışıyordu kıyafeti. Açmak daha mantıklı geldi. Açmışken tadını da çıkarmalı, işi raconuna uydurmalıydı. Komşu kızının elbiselerinden giyiniyordu. Çünkü anneannesinin aldıklarından başka açık saçık kıyafeti yoktu. Arkadaşı giydiği kıyafetlerin yakıştığını söyleyerek onu daha da cesaretlendiriyordu. Bazen daha dikkat çekici olmanın püf noktalarını ona öğretiyordu. Gerçi anneannesinin aldığı telefon ve internet sayesinde modadan bihaber de sayılmazdı. Ancak bunu pratikte uygulamak daha bir başkaydı.
Açık saçık gezilir de yabancı ve istismar eden bakışlara, taciz edici sözlere maruz kalmamak mümkün müydü hiç? Her nereye gitseler dikkat çekmelerinden ötürü bir ton laf duyuyorlardı. Önceden olsa yabancı bir erkeğin attığı laftan korkar, utanır hatta ağlardı. Şimdi ise bu lafları iltifat olarak algılıyordu. Beğenilmekten hep hoşlanmıştı zaten… Şimdi de karşı cinsler tarafından beğenilmenin hazzını yaşıyordu. Açıldıkça daha da güzelleştiğini, daha çok beğenileceğini umup her defasında biraz daha abartıyordu…
Mehlika durakladı. Nasıl giyiyordum o kıyafetleri hiç utanmadan? Yabancı erkeklerin şehvetini kabartmaktan başka hiçbir işe yaramayan, bedenime örtü olamayan o kıyafetleri nasıl giyiyordum? Saçımın telini dahi göstermekten imtina ederken, daha çok küçücükken Müslüman amcaların yanına çıkmaktan haya ederken ve bununla izzet elde etmişken nasıl zillete düştüm? İffetimi nasıl ayaklar altına aldım? Meryemler diyorlardı bize kursta. İffet abidesi Meryem… Gençliğine rağmen nefsine hakim olabilen Meryem… Nasıl bir hakimiyetti onunkisi Allah’ım, nasıl bir irade idi ki ona cennet nimetleri ikram ettiren? Kendine İsa’yı müjdelemek için gelen insan suretindeki meleklerden nasıl da ürkmüştü. Bana zarar vermeyin diyerek nasıl da hicab perdesine yapışmıştı. Ben… Ben ise tam aksine, görünebilmek için hicabımı yırttım… Tıpkı kozasını yırtıp çıkan kelebek gibi. Daha rahat uçabilmek özgürleşebilmek için…
Bir hadis düştü aklına… Kursta ezberlediği bir hadisti. Rasûl bu hadiste insanları ateşe uçuşan kelebeklere, kendini de onlara engel olmaya çalışan bir kişiye benzetiyordu… Ahhhhhh Mehlika hanım, diye hayıflandı kendi kendine… Özgürleşmek ve daha rahat uçmak için yırttın ipekten kozanı öyle mi? Hem de nereye uçtuğunu dahi göremeden…
Eve gelmişti. Apartman girişinde öylece kalakaldı. İçeri girmek istemiyordu. Ani bir hareketle sitenin girişindeki çardağa yöneldi. Islak banka oturdu. Keşke oturmasaydı. Hayalinden kaçtığı, yüreğinin ve ruhunun derinliklerinde kalan son haya parçasını da silip götüren o hadise geldi yine aklına…
İlk Yorumu Sen Yap