Masiyetiyle Cennete, Taatiyle Cehenneme Gidenler

Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan, din gününün sahibi, sadece zatına ibadet edip, zatından yardım dilediğimiz Allah’a mahsustur.

Salât ve selam, şahit, müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderilen Nebi’ye, pak ailesine ve değerli ashabının üzerine olsun.

Bizleri bu ay da buluşturan Allah’a hamd olsun. Bu ay gündemin yorucu ve bunaltıcı havasından sıyrılıp, her birimizin her anında ihtiyaç duyduğu bir konu üzerinde durmayı uygun gördük. Bir bölümünü başlık olarak yazdığımız, tamamı tabiin büyüklerinden Said bin Cübeyr’e ait olan rivayeti bu ayın nasihati olarak kabul ettik.

“Kimi insan günah işler onunla cennete gider. Kimisi taat işler onunla cehenneme gider. Bunun nasıl olduğu sorulduğunda şöyle cevap verir: ‘Mümin günahını gözünün önüne koyar ve sürekli ondan istiğfar edip, Allah’a yönelir. Günahın sebebiyet verdiği tevbe, istiğfar ve Allah’a yöneliş onu cennete götürür. Facir ise yaptığı iyilik ve taati gözünün önüne koyar. Amelini beğenir ve ameli gözünde büyür. Taatinin sebebiyet verdiği kibir, ucub (nefsi beğenme) ve Allah’ın fazlını unutma onu cehenneme götürür.’ “

Müslüman için iman ettikten sonra en önemli mesele ‘salih amel’dir. Çünkü imanı muhafaza eden, onu arttıran, son nefese kadar imanla yaşamayı sağlayan ve imanın semeresi olan, cennet ve Allah rızasını kazandıran şey salih ameldir.

‘Salih amel’ kalıbındaki ‘salih’ amelin sıfatıdır. Allah’ın subhanehu ve teâlâ nasıl bir amel istediğini belirtmek için kullanılmıştır. Allah, müminden amel/eylem/hareketlilik istemez sadece. Bu eylemlerin ‘salih’ olarak Allah’a takdim edilmesini ister. O’nun subhanehu ve teâlâ katında insandan sadır olan eylemler iki kısma ayrılır. Makbul olan, karşılığı alınan ve imanın semeresi olup cennetle taçlanan ameller… Reddedilen, yok sayılan ve sahibini ateşe sürükleyen ameller…

Kur’an-ı Kerim’de ahiret sahnelerinin anlatıldığı birçok pasajda bu iki amel türüne dikkat çekilir:

“(Ey Muhammed!) Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.” (5/Maide, 27)

“… Ve şöyle çağrıldılar; bu cennetlere yaptığınız ameller karşılığında vâris kılındınız…”

“Onların yaptıkları bütün amellerine yöneldik ve onları dağılmış zerreciklere çevirdik.” (5/Maide, 27)

“Dehşeti her şeyi kaplayan felaketin haberi sana geldi mi? O gün birtakım yüzler vardır ki zillete bürünmüşlerdir. Çalışmış, (boşa) yorulmuşlardır. Kızgın ateşe girerler.” (88/Ğaşiye, 1-4)

Buradan anlıyoruz ki, mesele amel yapmak değil, salih ve makbul ameller yapabilmektir. Hususiyle hayatını İslami hizmete vakfetmiş ve her anıyla salih amel yapma bahtiyarlığına erişmiş hizmet ehlinin bu konuya titizlikle eğilmesi gerekmektedir. İşin sonunda bütün bir ömrün heba olması, geriye yorgunluk ve pişmanlık dışında bir şey kalmama tehlikesi vardır.

Yukarıda naklettiğimiz Said bin Cübeyr’e ait rivayet konumuzun bir başlığına işaret etmektedir. Asıl konumuz ise; salih amellerin afetlerinin olduğu ve bu afetlerden sakınılmadığı takdirde yapılan amellerin Allah katında reddedileceği, sahibini cennet arzularken, cehenneme sürükleyeceği, kimi yerdeyse ateşi onunla tutuşturacağıdır. Allah’a sığınırız.

Salih Amelin Afetleri

1. Riya

Allah subhanehu ve teâlâ müminlerden sadece onun rızası içim amel yapmalarını ister. Kendi rızasının dışında, insanların beğenisi, övmesi, makam elde etme arzusu gibi bir gaye amele bulaştı mı o ameli yok sayar.

“Onlar sadece dini Allah’a halis kılarak ona ibadet etme, namazı kılma, zekatı verme ve hanifler olmayla emrolundular. Dosdoğru din de budur.” (98/Beyyine, 5)

Evet, Müslümanın kendisiyle emrolunduğu en önemli ve ilk şey dini Allah’a halis kılmak, yani dine O’nun rızası dışında hiçbir şey karıştırmadan, katışıksız bir kullukla ona kulluk etmektir.

Riya ise kulluğun safiyetini bozmak, Allah’a verilen söze ihanet etmektir.

Bu denli ağır bir cürmün cezası da bu oranda büyüktür. Amele en fazla ihtiyaç duyulan ahiret yurdunda, amellerin heba olması ve geriye pişmanlık kalması…

“Kıyamet gününde hakkında ilk hüküm verilecek kişi şehittir. Allah’ın huzuruna getirilir, Allah subhanehu ve teâlâ ona nimetini hatırlatır, o da ikrar eder. Der ki: ‘Bu nimetlerle ne amel yaptın?’ ‘Senin uğruna savaştım ve şehit oldum.’ der. ‘Yalan söyledin, sana cesur/kahraman denmesi için savaştın ve dendi de.’ Denilir ve sonra emredilir ve yüzü üstüne sürüklenerek cehenneme götürülür. Sonra ilim öğrenen, öğreten ve Kur’an okuyan bir adam getirildi. Allah ona nimetlerini hatırlattı, o da kabul etti. Dedi: ‘Bu nimetlerle ne amel yaptın?’ Der: ‘İlim öğrenip insanlara öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum.’ Allah subhanehu ve teâlâ der: ‘Yalan söyledin. İlmi, sana alim densin diye öğrendin. Kur’an’ı da sana kari densin diye okudun.’ Sonra emredildi ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme götürüldü. Bundan sonra Allah’ın mal konusunda genişlik verdiği ve malın her sınıfından kendisine verdiği zengin getirildi. Allah subhanehu ve teâlâ ona nimetlerini hatırlattı, o da ikrar etti Allah dedi ki: ‘Ne amel yaptın bu mallarla?’ Dedi: ‘Senin sevdiğin hiçbir yol bırakmadım, mutlaka o yolda infak ettim.’ Allah: ‘Yalan söyledin. Sana cömert densin diye infak ettin ve denildi de’ buyurdu. Sonra bu adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme götürüldü.” (Müslim)

İslam toplumunda en önde olan ve insanların gıpta ettiği insanlar; şehidler, alimler ve zenginlerdir. Biri canını, biri ilmini, biri de malını Allah’ın yolunda seferber etmiştir. Ateşin zinakarlar, faiz yiyenler, katiller ve hırsızlarla tutuşturulmasını beklerken, dünyada gıpta edilen bu insanlarla tutuşturulduğunu görüyoruz.

Kendisi de bu sınıflardan birine dahil olan ve bu hadisi rivayet eden Ebu Hureyre radıyallahu anh hadisi rivayet ederken üç kere düşüp bayılmıştır. (Tirmizi) İslam için çalışan ya da Allah’a subhanehu ve teâlâ kulluk eden her insanın da bu sahneden ürpermesi ve Allah’a sığınması gerekmektedir. Kişinin böylesi bir korkuyu yaşamıyor olması dahi başlı başına bir problemdir. Hasan-ı Basri rahimehullah nifakı anlatırken; “Vallahi ondan ancak mümin korkar, ancak münafık emin olur.’ (Buhari) demiştir.

Salih amellerle Allah’a yaklaşan ve onun rızasını umanlar şu günün dehşeti yaşanmadan amellerini kontrol etmeli ve Allah’tan içtenlikle ihlas dilenmelidirler.

“Kıyamet Günü Allah şöyle nida eder: ‘Ben şirke ihtiyacı olmayanım. Kim bir amel yapmış ve bir başkasını onda ortak etmişse, onu da amelini de terk ederim.’ ” (Müslim)

“… Yaptığı amele benden başkasını ortak eden ecrini/mükafatını onun yanında arasın.” (Tirmizi, İbni Mace)

Takdir edilmek ve beğenilmek her insanın fıtratında vardır. Bu duyguyu Rabbine yönlendiren ‘Acaba Rabbim amelimi beğendi mi?’, ‘Semada beni anıp takdir ediyor mu?’ sorularıyla kalbi meşgul olanlar, fıtratlarıyla Allah’a yakınlaşan bahtiyarlardır.

Bu duyguyu Allah’a subhanehu ve teâlâ yönlendirmeden kendi hâline terk edenler ise, tabiat boşluk kabul etmediğinden, insanların beğenisine kul olan, onların takdirini karşılamak için amellerini onlara gösteren bedbahtlardır.

Bunun tedavisi, kıyamet sahnelerini hatırlamak, hadislerde varid olan insanların yerine kendi nefsini koymaktır. Ayrıca bizleri hizmetlerimizde riyaya sevk eden sebebin, umduğumuzu elde etmenin değil, ondan mahrum olma nedeni olduğunu bilmektir. Bizi sevmelerini ve takdir etmelerini umduğumuz insanlar, Allah’ın mülkü olan ve kalpleri O’nun subhanehu ve teâlâ tasarrufunda olan insanlardır. Allah subhanehu ve teâlâ El-Vedud olandır. Tüm sevgi ve beğenilerin hazinesi O’nun katındadır. O subhanehu ve teâlâ müsaade etmeden bir kalbin bir şeyi sevmesi ve onu takdir etmesi mümkün değildir. Sevgi yerde başlayıp semaya yükselmez. Semada başlar, meleklere ilka edilir sonra müminlerin kalbine yerleşir. Riya, Allah’ın sevgisini elde etme yollarından olmadığı için, müminlerin sevgisini de kazandırmaz. Riyayla sadece Allah’ın subhanehu ve teâlâ buğzu kazanılır. Allah’ın buğz ettikleriyse iki cihanda da mahrum olan insanlardır.

“Allah bir kulu sevdi mi Cibril’i çağırır. ‘Ey Cibril! Ben falancayı seviyorum, sen de onu sev’ der. Cibril onu sever. Cibril meleklere nida eder: ‘Allah falanca kulu seviyor siz de onu sevin.’ der. Melekler onu sever. Sonra o kul için yeryüzüne kabul (Kalplere sevgisi ve beğenisi) konulur. Allah bir kula buğz etti mi Cibril’i çağırır. ‘Ben falancaya buğz ediyorum sen de ona buğz et’ der. Cibril ona buğz eder. Sonra meleklere: ‘Allah falancaya buğz ediyor, siz de edin’ der. Melekler ona buğz eder. Ve yeryüzünde o kul için buğz kılınır. (Kalplere nefret ve sevgisizlik konulur.)” (Müslim)

Yine bilinmelidir ki; dünyada riyasıyla insanları aldatanlar, kıyamet gününde insanlara ifşa edileceklerdir. Herkes onların hakikatini öğrenecek ve ona göre muamele göreceklerdir.

“Kim riya yaparsa; Allah onun gerçek hâlini insanlara gösterecektir. Kim de amellerini insanlara işittirirse, Allah onun gerçek hâlini kıyamet gününde insanlara işittirecektir.” (Muttefekun aleyh) (Amellerinde riyakar olmanın alametleri:

a) İnsanların yanında canlıyken, yalnız kaldığında amellerde isteksizlik.

b) İnsanların yanında yaptığı amelleri, yalnız olduğunda terk etmek.

c) Hizmetiyle ilgili bir eleştiri aldığında ameli terk ya da eleştiri öncesinde hissettiği heyecanı kaybetmek.

d) Yaptıklarını görünür kılmak için çabalamak, görünmediği yerlerde insanlara anlatarak duyurmak.

e) Salih amellerini kalabalık toplulukların önünde icra ettiğini ve onların beğenisini kazandığını hayal etmek.

f) Yaptığı amelleri veya hizmetini hesap verdiği merciye eksik ya da fazla olarak aktarmak. Kınanma korkusu ve endişesiyle işin uyarıya açık kısımlarını ört pas etmek.

g) İnsanların onun hakkında ne düşündüğünü merak etmek ve bunun insanın kalbini sürekli meşgul etmesi.

h) Kendi nefsini ve amellerini sürekli küçümserken, başkaları tarafından aynısı yapıldığında öfkelenmek ve hazımsızlık…)

2. Minnet ve Eziyet

Taati bozan ve sahibini taatiyle cehenneme götürenlerden biri de amelini başa kalkmak/minnet etmek, sözlü ve ameli olarak iyilik yaptığı insanlara eziyet etmektir.

“Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rabb’leri katında mükafatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir). Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (2/Bakara, 262-264)

Bu ayetler her ne kadar sadaka hakkında inse de, tüm salih ameller için geçerlidir. Yaptığı salih amelleri insanların başına kakan, hizmetlerinin karşılığını bekleyen ve hizmetleri nedeniyle değer görmek isteyen herkes taatiyle ateşi elde edenler sınıfındandır.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Üç sınıf insan vardır ki; Allah onlarla konuşmayacak, onları temizlemeyecek ve onlara elim verici bir azap vardır: Verdiklerini başa kakan/minnet eden, elbisesini (kibirle) uzatan, yalan yeminlerle malını satandır.” (Müslim)

“Anne-babasına asi olan, içki bağımlısı, minnet eden ve kaderi yalanlayan cennete giremez.” (Müsned)

Allah’ın dinini hizmet eden ve salih amele muvaffak olan Müslüman ameliyle insanlara eziyet etmez. O bilir ki, onun bu hizmetleri Rabbi’nin lütfu ve onu muvaffak kılmasıyla mümkün olmuştur. Onu İslam’a hidayet eden, elinden ve perçeminden rıfk ile tutup hayır yollarına ileten onun Rabbi’dir. O, bu minnetin ve fazlın altında ezilir. Minnet, fazilet ve kerem Allah’a aittir der  dili ve hâl lisanı. Bilir ki; yaptığı ameli hatırlatmak, insanların karşılık vermesini beklemek, onları hizmetleriyle ezmek önce Rabbine karşı nankörlük, sonra kardeşlerine eziyettir.

Hizmetleriyle beklenti içerisine giren ve insanlara eziyet eden; diliyle ikrar etmese de, lisan-ı hâliyle amelleri kendinden bilmiş, Rabbi’nin lütuf ve keremini inkar etmiştir.

Minnet iki türlüdür. Bazen dil ile açıktan yapılır; bazen dile yansımaz, kalp beklentisi olarak hislerde yaşanır. Birincisi amelleri boşa çıkarma ve sahibini ateşe sürükleme cihetiyle tehlikeli olsa da, ikincinin tehlikesi çok daha büyüktür. İlki açığa çıktığından sahibinin fark etmesi ya da kendisine nasihat edenlerin öğüdüyle fark edip ıslaha yönelmesi ve Rabbine iltica etmesi muhtemeldir. İkincisi ise, içte yaşanan ve çoğu zaman sahibinin dahi fark edemediği bir marazdır. Tespiti ve farkındalığı zor olduğundan, ıslahı ve arındırılması da zordur. Gizli minnet ve başa kalkmanın alameti bilinmelidir. Nefisler ve his dünyasındaki beklentiler bu alametlere arz edilmeli, muhasebe yapılmalıdır.

Gizli minnetin alameti; insanın yaptığı hizmetlerle içinde bulunduğu konumu bağdaştırmaması, daha iyi yerlerde olması gerektiğine inanmasıdır. Bunun bir ileri merhalesi minnete, kıskançlık ve kinin eklenmesi ve bazı kardeşlerinin kayırıldığını düşünerek onlara ve onları kayırdığına inandığı insanlara karşı kin beslemesidir.

Her birimizin içinde bulunduğu konum, Allah’ın subhanehu ve teâlâ takdiri ve O’nun subhanehu ve teâlâ dilemesiyledir. O kimseye zulmedip amelini zayi etmeyeceği gibi kimseyi hak etmediği bir durumda kılıp hikmetsizlik edecek de değildir hâşâ. Her insan kendisi için en hayırlı ve en uygun olanı yaşıyordur. Rızıkları belirleyip, hikmetle insanlar arasında taksim eden Allah olduğu gibi, dereceleri, mertebeleri ve konumları takdir edip dağıtan da yine O’dur subhanehu ve teâlâ. Dilediğini yücelten Er-Rafi’i dilediğini alçaltan El-Hafid, dilediğini izzetli kılan El-Aziz, dilediğini zelil kılan yine O’dur subhanehu ve teâlâ.

Bizler hizmetlerimizi ve salih amellerimizi Allah için yaptığımız gibi, dünyevi karşılık olarak takdir edilmenin de O’nun dilemesiyle olduğunu bilmeliyiz. Her sabah ve akşam Allah’a ‘Rabb olarak Allah’tan razı oldum’ diyerek verdiğimiz sözümüze sadık olmalıyız. O’nun subhanehu ve teâlâ Rabbliğine rıza, O’nun şer’i ve kaderi hüküm ve takdirlerine rızadır.

Kurtuluşun Yolu

Acziyetimizi, O’na subhanehu ve teâlâ olan ihtiyacımızı hissederek, içtenlikle Allah’a yönelmek, O’na sığınmaktır. O’nun sayısız nimetlerini hatırlamak ve nefse ikrar ettirmek, bunun yanında eksiklik ve nankörlüklerimizi göz önünde tutup dilimizi ve kalbimizi tevbe/istiğfarla canlı ve ıslak tutmaktır.

Said bin Cübeyr’in nasihatinde bu mana vardır. Mümin sürekli günahını göz önünde bulundurmalı ve o günahlardan bağışlanma dilemelidir.

Kurtuluş/felah, taatleri ve hizmetleri değil, ondaki eksikliği görmekte gizlidir. İnsanın yaptığı tüm salih ameller Allah’ın muvaffak kılmasıyla olduğundan insanın onda payı yoktur. Allah’ın rahmet ettiği azınlık bir zümre müstesna, insanların geneli muvaffak oldukları hayırları da hakkıyla yerine getirmez, Rabblerinin hoşnut olmadığı şeylerle amellerini kirletirler. Bundan ötürü her salih amelin peşinden bağışlanma dilemeyi emreder Rabbimiz.

Hac vazifesini tamamlayan Müslümanlara “Allah’tan bağışlanma/istiğfar dileyin.” (2/Bakara, 199)

Gece namazı gibi seçkin insanların muvaffak olduğu bir amelin akabinde Allah istiğfar edilmesini talep eder…

“Onlar gecenin çok azında uyurlardı. Seherlerde ise istiğfar ederlerdi.” (51/Zariyat, 17-18)

Gecesini ihya eden ehlullah, sabah oldu mu hamd edip, amellerini görmek yerine, istiğfarla eksiklerini Allah’a arz ederler.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem namazını bitirince üç defa ‘Estağfirullah’ (Müslim) derdi.

Kurtuluşun yolu amellerimizi ve hizmetlerimizi gözümüzde büyütüp nefsi beğenmek, kendini insanlardan üstün görmek ya da beklenti içerisine girmek de değildir. Kurtuluş; amellerimizdeki eksik yönleri ve günahlarımızı göz önünde bulundurup, ihtiyaç, acziyet ve kulluğumuzu hissederek Allah’tan istiğfar dilemektedir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver