Zulüm ve Zalim

 

İnsanlığın hafızasında yer edinmiş, bilinen ilk zulüm, kendi nefsinin aleyhinde aptalca bir nankörlük, büyüklenme ve yüz çevirmesi sonucu Aziz ve Celil olan Allah’ın emrine isyan eden lanetlenmiş İblis’in aynı zamanda kafir olarak da isimlendirilmesine neden olan yerilmiş, çirkin ve mahkum edilmiş bir fiilidir.

İblis’in bu fiili, zulmün her çeşidini kendi içerisinde barındırmaktadır.

İlk olarak büyüklenmek ve Allah’ın subhanehu ve teâlâ emrine karşı gelmek suretiyle en büyük zulüm olan küfür amelini işlemiştir şeytan.

Sonra, insanlığın ilk ebeveyninin, Adem aleyhisselam ile Havva annemizin, cennetten çıkarılmalarına sebep olan ve ismiyle müsemma ‘şeytanî’ ameliyle yaptığı zulüm gelmektedir.

İnsanlığın atasının, bağışı bol ve Kerim olan Rabbinin, genişliği yerle gökler kadar olan ebedi saadet yurdundan çıkarılması için tuzak kurup, bunda da başarılı olan İblis, bu zulmüyle tıynetini ortaya koyuyor ve böylelikle ilk intikamını da almış oluyordu.

Melaike cinsinden olmadığı halde onlardan sayılacak kadar aralarında bulunan İblis, Allah’ı inkar ettiği için değil, kendi nefsinin aleyhinde zulmederek Allah’ın emrine itaat etmemesi dolayısıyla kafir olmuştur.

İblis’in küfür sebebi yalnızca emre itaat etmemesi de değildir. Yüce Allah’ın emrini beğenmemesi ile büyüklenerek kendi kıyasıyla tenkit/eleştiride bulunmasıdır. O, bu tavrıyla kendi nefsine zulmederken öte yandan bu duruşunda, sesinde, sözünde ve kıyasında müthiş bir ahenk ve haklılık olduğuna inanıyordu.

Bu yaptığı fiil, fikir ve tıynet olarak kendi zihni zürriyetinden olan zulüm ehline de tarih boyunca yol gösterici örnek bir model olmuştur.

Temel ideolojik kıstaslarını, pervasızlıktaki sınırsızlığını ve uygulamadaki örnekliğini şeytanın belirleyip gösterdiği her türlü zulüm, insanlık tarihinin her döneminde ve her şekliyle var olmuştur.

Zulmün Mahiyeti

Zulüm sözcüğünün anlamları tıpkı bir ağacın gövdesinden çıkan dallar gibi farklı şekillerde ifade edilip dile getirilse de, temelde birbirlerine çok yakındır.

Zulüm: Bir şeyi ya eksilterek ya da artırarak veya zamanından ya da mekanından saparak kendine ait olmayan yere koymak demektir.

Zulüm: Allah katında makbul ve meşru olan hudutların ihlal edilmesidir.

Zulüm: Adalete aykırı davranmaktır. Hak edene hakkını vermemektir. Haksızlık ve adaletsizliktir.

Zulüm: Az ya da çok hakka tecavüz etmektir.

Zulüm: Başkasının mülkünde izni ve rızası olmadan tasarruf etmek ve haddi aşmaktır.

Zulüm: İnandığını iddia ettiği halde imanına şirk karıştırmaktır.

Zulüm: Hak’tan kopup batıla intisap etmektir.

Zulüm: Allah’ın mescitlerinde Allah’ın dinine davete engel olmaktır.

Zulüm: Adaletin gereğinin yerine getirilmemesidir.

Zulüm: Hak ile batılı karıştırıp ‘Hak’ diye takdim etmektir.

Zulüm: Adaletle bağdaşmayan her türlü iş ve işlemlerdir.

Zulüm: Hakka baş kaldırmak ve Tevhide muhalefet etmektir.

Zulüm: Sahibini cehennemin gayya kuyularının diplerine doğru hızla sarkıtan ‘kuyu makarasının urganı’dır.

Zulüm: İnsansız hava araçlarıyla gökten ölüm ve yıkım kusan bombalar yağdırmak olduğu gibi; Allah’a isyan ile şeytana itaate çağıran şirk düzeninin sınırsız sayıdaki küfür itikadlarıyla yediden yetmişe insanların kalplerinin ve sonuç itibariyle de ahiretlerinin harap edilmesidir.

Zulüm: Bir lokma ekmek karşılığı veya sosyal bir konum sağlayacak bir kartvizit için tağuti düzenin bir parçası olmayı kabul etmektir.

Zulmün Farklı Tezahürleri

Zulüm, zulümdür. Zulmün rengi, tadı, kokusu, markası veya aroması elbette yoktur. Ancak, zulmün sebebi, kapsamı, niteliği ve zulmedenin süreç içerisinde zulümle ulaşmak istediği hedefler ile elde etmeyi amaçladığı çıkarlardan söz etmek mümkündür.

En önemli ve en büyük zulüm insan ile yüce Allah subhanehu ve teâlâ arasında gerçekleşen ve insanın bizzat eli mahsulü olanıdır.

Evet, en büyük zulüm; küfür, şirk ve nifaktır. Bundan dolayı yüce Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“…Çünkü şirk çok büyük bir zulümdür.” (31/Lokman, 13)

“İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (11/Hud, 18)

“Zalimlere gelince, onlar için elem verici bir azap vardır.” )6/En’am, 93)

Küfür ve şirk şeklinde ortaya çıkan bu çeşit, zulmün faillerinin genetik kodlarında ve karakterlerinde İblis’e ait çok belirgin izler görürüz.

İradeleri, şeytanın ipoteğinde olan bu tür zulüm ehli, şeytanın yoldaşlığında samimi olduklarını kanıtlamak adına her vesile ile ve her platformda küfürlerini ilan ederler.

Küfürlerinde ısrar ile üstün çaba gösterirler. Bunda da herhangi bir sakınca görmezler.

Çünkü ilan edip üzerinde ısrar ettikleri bu inkarları ile beraber sonu rüsvaylık ve ebedi azaba kadar ulaşacak bir cezanın kendilerini yakalamayacağını zan ederler.

Bu kuruntuları onların kalplerine pompalayan ise bu kulvarın seri başı olan Şeytan’dır. En büyük zulmün kulvarında İblis’i yoldaşları ile şirk ve küfürlerinde azgınlaşırlar, Allah’ın ‘El-Halim’ olduğundan gafil olarak.

“Şüphesiz Rabbinin yakalaması çok şiddetlidir.” (85/Buruc, 12)

Zalimlerin, yani müşriklerle kafirlerin, bu cürümlerinden ötürü karşılaşacakları cezanın Kur’an’daki tasviri dahi dehşet verici, ürpertici, iç karartıcı ve korkunç bir manzaradır.

Tekebbürün cezası zelil edici bir azaptır. Büyüklenmenin ve Allah’a karşı yalan uydurmanın cezası bir tarafa, bu cezanın niteliğinin açıklanması bile kalbin ve ruhun her zerresine kadar kara keder bulutlarının yayılmasına sebep olmaktadır.

Allah subhanehu ve teâlâ hakkında yalan uydurup nefislerine zulmederek büyüklenenleri, yoldaşlarından ayrıldıktan sonra çok çetin bir gün beklemektedir.

Tek başına, yanında hiç kimse olmadan ve yapayalnız olarak Allah’ın huzuruna çıkacaklardır.

Müşrikler, kafirler ve münafıklar için, yani kendi nefisleri aleyhine zulmedenler için çok zor bir karşılaşmadır bu.

Sevdiklerinden ve sevenlerinden ayrılmış, atalarından ve önderlerinden uzaklaşmış, eş ve çocuklarıyla tüm bağları kesilmiş, Allah’ın kendilerini sahip kıldığı ve bunlar üzerinde kendilerini muktedir zannettikleri şeylerden de kopmuşlardır.

Başları dara düştüğünde kendileri için aracılık edeceklerine inanarak hayatlarına ve ibadetlerine ortak yaptıkları efendilerinden ve şeyhlerinden uzaklaşmışlardır.

Oysa “Bunlar, Allah katında bizim için şefaatçi olacaklardır.” (10/Yunus, 18) diye büyük ümitlerle ve içten bir bağlılıkla itaat ederlerdi onlara. Hem de ibadet derecesinde bir itaatti bu.

İnanıp güvendikleri her şey ortadan yok olur.

Hayatları, rejimleri, siyasetleri, partileri, cemaatleri, örgütleri, eğitimleri, aileleri, çocukları, ibadetleri, liderleri ve diğer tüm konularda Allah’a ortak kıldıkları her şey bir anda kaybolurlar.

Hesap anı yaklaştıkça o kibirli zulüm ehlinin nasıl ürperip yalnız kaldığını Kur’an anlatıyor bize.

Korkunç bir yalnızlık.

Yalnızlığın verdiği dehşet verici bir korku.

Hani, neredeler? Nerede kaldılar o ortaklar, aracılar, şefaatçiler, cemaatçiler, hocaefendiciler!

“O gün, herkesin kendisine yetip artacak bir derdi vardır.” (80/Abese, 37)

İşte o an en büyük zulmünün, yani şirkinin, küfrünün veya nifakının, yani elleriyle gönderdiklerinin karşılığıyla karşılaştığında ancak şunu söylemeye mecal bulur:

‘Keşke toprak olsaydım!’ ” (78/Nebe, 40)

Zulmün çeşitlerinden ikincisi de kişi ile insanlar arasında cereyan eden zulümdür. Önce bu konu ile alakalı bir kaç ayete bakalım:

“Ancak şunlar aleyhine bir yol vardır ki insanlara zulmederler…” (42/Şura, 42)

“Bir kimse zulmen öldürülürse onun velisine (hakkını alması için) yetki verdik…” (17/İsra, 33)

“Bir suça verilecek ceza işlenecek suç kadardır. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükafatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” (42/Şura, 40)

Hiçbir şekilde zulmün aracısı, destekçisi, yardımcısı ve taraftarı olmayan bir kimse zulme uğradığında Allah subhanehu ve teâlâ katında meşru olan yasal hakkını kullanır. Böylelikle kendisine yönelik zulmü bertaraf eder.

Yeryüzünde böbürlenip azgınlaşarak insanlara zulmedenler sahip oldukları tüm güç ve imkanlarını zulümlerinin devamı için seferber ederler.

Karşılarına dikilip engellenmesi gerekenler de bunlardır.

Bu zalimlerin zulümleri sürdükçe ve insanların tevhid akidesi temelinde ıslah amaçlı direnişleriyle karşılaşıp zulümlerinden vazgeçirilmedikçe, yeryüzü ıslah olmayacaktır.

Toplum için bu azgın zalimler, bir an evvel ameliyatla bünyeden atılması gereken kanserli bir ur hükmündedir. Böyle bir cerrahi müdahale bünyede bir takım acılara ve hasarlara neden olacaktır. Ancak bu sonuç kaçınılmazdır. Çünkü sonuç itibariyle bünye de, olması gerektiği gibi sağlığına kavuşmuş olacaktır.

Zalimler, hiçbir engel ve direnişle karşılaşmadan çok ağır ihlallere, haksızlıklara ve yıkımlara devam ettikleri sürece hiçbir fert için barış, güven ve esenlikten söz edilemez.

‘Gücü eline geçiren diktatörleşir’ şeklindeki genel kabulü doğrularcasına zalimler iktidar sahibi olduklarında yıkımlarının acı bilançosu da daha fazla kabarmaktadır.

Çünkü iktidar, bu zalimler için zulümlerinin icrasının en etkili, yaygın ve elverişli aygıtıdır.

Örgütler ya da devletler gibi organize bir güç olmadan, zalimlerin zulümlerini zayıflatılmış bir toplumun üzerinde icra etme imkanları da olmaz.

Kişilerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkların çözüm yöntemleri dahi temelde şirk düzeninin yargı kurumları aracılığıyla uygulanmaktadır.

Allah subhanehu ve teâlâ sevgisi ve korkusu olmayan ve tevhid akidesinin ne olduğunu bilmeyen bir kimse haddi aşıp da komşusuna, köylüsüne veya herhangi birisine zulmettiğinde bu zulmünün neticesi ona yine ‘şirk’ olarak geri dönüyor. Bu şekilde bir kısır döngü içerisinde hayatlarını sürdürürler. İnanç, söz ve amellerde şirk alıp şirk verme kısır döngüsü…

Birbirlerine zulmederken kendi nefislerine de zulmetmekte olan bu insanların başlarındaki zalimler de Allah subhanehu ve teâlâ hakkındaki şirk ve küfürleri nedeniyle kendi nefisleri aleyhinde en büyük zulmü gerçekleştirmiş olanlardır. Allah subhanehu ve teâlâ hakkında tuğyanları ortadayken bu zalimlerin, kendileri gibi olan insanlara zulmetmede çok daha pervasız ve ölçüsüz olacakları muhakkaktır. Nitekim tarih bu örneklerle doludur.

Son iki yıldır hemen yanı başımızdaki Suriye’de cereyan eden hadiseler ortada. Oradaki zalim tağutun ve yardakçılarının sebep oldukları ölüm ve yıkımın neredeyse istatistikleri dahi tutulamaz olmuştur.

Bu zalim tağuta mezhepdaşlarının sınırsız krediyle sundukları yardım ve destek olmasa, Mısır’daki kartlaşmış tağut amcasından daha dayanıklı çıkması söz konusu bile olamazdı.

Bu yardım ve destekleri, üzerine çöreklendikleri devletin organize yeteneğiyle ölümcül darbeler haline dönüştürüp halkına yöneltmektedir. Adalet ve yardımlaşmada devletin organizasyon kabiliyetiyle nasıl ki halkın/toplumun kılcal damarlarına kadar ulaşabiliyorsa, maalesef Suriye’de görülen o ki bu kabiliyet limitsiz zulüm olarak işlemektedir.

Organize bir güç olmadan zalim tağut, zulmünü değil toplumun kılcal damarlarına, el-Hamra sarayından şehrin sokaklarına açılan kapılarının önündeki caddenin öte tarafına dahi ulaştırabilmesi mümkün değildir.

Uhrevi neticeleri itibariyle düşünüldüğünde, halkına variller dolusu TNT bombalarıyla ölüm ve yıkım yağdıran bir zalim tağut ile neredeyse anne karnındaki ceninlerden başlayarak nesilleri demokrasi gibi küfür itikadlarıyla fesada uğratmada üstün çaba harcayan ‘adil’ tağutlar arasında bir fark olmadığı kuşkusuzdur.

Elbette ki bu tespit uhrevi neticeleri itibariyledir. Dünya hükmünde zulümde yine ortaktırlar. Çünkü henüz başlarda kaydettiğimiz ayette belirtildiği üzere en büyük zulüm şirktir.

Kişi ile insanlar arasında cereyan eden zulümlerde en büyük pay yönetici ve lider konumunda olanlara aittir. Bu liderler ki kalpleri kömür, suretleri ise zifiri karanlıklardan birer parça gibidir.

Zulüm ehli sadece höt-zot eden, vurup-kıran, dövüp-yaralayan ya da başkaca maddi ve bedeni kayıplara neden olanlar değildir elbette.

Tevhid akidesine teorik/sözlü olarak vakıf olduğu halde güçlü zalimlerin zulüm ve cezalandırma tehditlerini Allah’ın azabıyla bir tutarak yüz çeviren, bununla da yetinmeyip muvahhidlere muarız olan zalimleri de unutmamak gerekir. Konuşması ve kalıbı pek hoş olup sizi itidale davet etmekten başka bir işlerinin olmadığını zannedersiniz.

Bu zulüm ehli, Allah’ın huzuruna çıkacakları günü düşünebilseler yaptıklarının karşılığının lanet, gazap ve ateş çukurları olduğunu görebilirlerdi…

Bunu görebilmeleri için elbette ki o çetin günün hesabını yapmaları, düşünüş ve bakışlarının kapsamı içine almaları gerekecektir.

“Zulmedenler azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının ağır olduğunu anlayacaklarını keşke şimdiden bilselerdi.” (2/Bakara, 165)

Zulmün son çeşidi ise kişinin kendisiyle nefsi arasında gerçekleşen zulümdür. Bir kaç ayet ile bu çeşit zulmü tanımaya çalışalım.

“Onlardan kimi nefsine zulmedendir…” (2/Bakara, 165)

“Rabbim, ben gerçekten nefsime zulmetmişim…” (27/Neml, 44)

“Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler…” (4/Nisa, 64)

Tüm zulüm çeşitleri esas itibariyle kişinin kendi nefsi üzerinde caridir. Çünkü zalim, zulme ilk yöneldiğinde başta kendi nefsine zulmetmiş olur. Kendisi dışındaki insanlara yönelik zulüm kapsamındaki her türlü tasarrufundan evvel, o zalim kendi nefsine zulmetmekle işe başlamıştır. Bundan dolayı Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde şöyle buyurmaktadır:

“Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.” (16/Nahl, 33)

Sahabenin büyüklerinden Abdullah b. Mesud’dan radıyallahu anh şöyle rivayet edilmiştir:

“İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm karıştırmayanlar…” (6/En’am, 82) ayeti nazil olunca bu, insanlara ağır geldi ve:

” ‘Ey Allah’ın Rasûlü, hangimiz nefsimize zulmetmiyor ki?’ dediler. Rasûlullah: ‘(Hayır) burada sizin düşündüğünüz (şey) kastedilmemiştir. Salih kulun şu sözünü işitmediniz mi: ”Çünkü şirk çok büyük bir zulümdür.”(6/En’am, 82) burada kastedilen şirktir” buyurdu.” (Buhari, Müslim, Ahmed)

Kişi zulme meyletmekle fesadın fitilini de ateşlemiş olur. Bu öyle bir fesattır ki hem dünya hayatını zindan eder hem de ahiret yurdunda nasipsiz bırakır.

“Eğer yeryüzünde bulunanların tümü ve onun bir misli daha zulmedenlerin olsaydı kıyamet gününde azabın fenalığından (kurtulmak için) elbette bunları feda ederlerdi…” (39/Zümer, 47)

Burada zikredilen zulüm, zulmün üç türünü de kapsamaktadır. Dolayısıyla, dünyada kendisinden herhangi bir zulüm kaynaklanmış olan istisnasız herkes, şayet (kıyamet günü) yeryüzündekilerin tamamına ve hatta bunun bir misline sahip olmuş olsalardı mutlaka onu feda ederlerdi.

“Çünkü onlar daha zalim ve azgın idiler.” (53/Necm, 52)

Allah’a şirk koşmak, başkalarına haksızlık etmek veya daha önce saydığımız diğer hususlarda kendi nefsine zulmeden zalimin göstermeye çalıştığı heybet, kibir ve güç gösterilerine rağmen hiçbir yer onun için güvenli değildir, en yakını da olsa hiç kimse tam güvenilir değildir.

Zulüm kişiyi ne rahat ettirir ne de zulmedene kalıcı bir fayda verir. Bilakis, onu helake götürür.

“Onlar orada (cehennemde): ‘Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım!’ diye feryat ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.” (35/Fatır, 37)

Zalim Kimdir?

Belirttiğimiz gibi zalim; zulmü ilk anda kendi nefsi üzerinde icra edendir. Allah’a şirk koşarak, küfre saparak ya da nifak maskeleriyle varlığını sürdürmeye çalışarak en büyük zulmü kendi aleyhine gerçekleştirmiş olandır.

Zalim: Konunun başında geçen zulüm tanımlarından birini veya bir kısmını ya da hepsini birden yapan veya bu özellikleri kişiliğinde barındırandır.

Zalim: Kendisine Allah’ın ayetleri hatırlatıldığı halde yüz çevirendir.

Zalim: Allah’ın mescidlerine necis ayaklarıyla basıp Allah’tan başka ilah tanımayan tevhid davetçisi muvahhid Müslümanları derdest ederek zindanlarda mahrumiyetlere mahkum etmeye çalıştıkları halde bu ve buna benzer cürümleri işleyip de halen “Müslüman” sıfatını kullanan yerli tağutlardır.

Zalim: Bağlılarınca kutsallık atfedilen cemaat ve liderlerin iddia ettiklerinin aksi istikametteki helak edici mecralarda boy göstererek Tevhid akidesine şahitliği taammüden gizleyendir.

Zalim: Firavun’un sihirbazlarının yapmaya çalıştıkları gibi Tevhid akidesi ile toplum arasına kalın ve yüksek duvarlar örmek maksadıyla bir yandan demokrasinin faziletlerinden(!) ekolojik sistemin korunmasına ve ot-çiçek, börtü-böceğe kadar hemen her konuda farklı görüşler beyan ederken öte yanda yüce Allah’ın ayetlerini, ağızlarını eğip bükerek, göbeklerinin çatlatıp parendeler atmak suretiyle tahrif ve tevil edip değiştiren saray mollalarının ta kendileridir.

Zalim: Yeryüzündeki fesadın müsebbibi, organizatörü, planlayıcısı, uygulayıcısı, yaygınlaştırıcısı ve devam ettiricisi olan küfür önderlerini, onların güdümündeki uluslararası fesat teşkilatlarını ve lanetlenip gazaba uğratılmış kavimleri dost ve müttefik edinen yöneticilerdir.

Zalim: Henüz görmediği ve görüp görmeyeceği meçhul olduğu halde şimdiden çoluk-çocuk, torun-tombalak deyip istikballerini düşünerek neredeyse kendilerini helak edercesine iş, siyaset, spor ve kültürel faaliyetlerinin sürükleyiciliğine kaptıranlardan, Allah’ı unutup tevhid akidesinden de habersiz bir şekilde hayatlarına devam edenlerdir.

Zalim: Omuzları, rütbelerini gösteren apolet tarlası gibi kalabalık ve göğüsleri de envaı nişanlarla donanmış püsküllü üniformalar içerisinde şecaat arz ettikleri halde, hakikatte ödleklerin en önde gidenleri olan tağutlardır.

Zalim: Bulundukları görevi ve ellerindeki yetkiyi başta muvahhidler olmak üzere mazlumların aleyhinde mahrumiyet, eziyet ve baskı aracına dönüştürerek kullanan Tağut’un kullarıdır.

Zalim: Yüce Allah’ın bizler için önder ve örnek kıldığı Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem sünnet-i seniyyesini terk edip bidatleri ihya edenlerdir.

Zalim: İradelerini, Allah’a isyan ettirecek şeylerden korumayanlardır.

Zalim: Meşru Emir’e itaat etmeyip karşı gelen ve böylece İslam cemaatinin hürmetini çiğnemeye cüret edip nefislerine zulmedenlerdir.

Her kim Tevhid akidesine aykırı inançlara yönelmek suretiyle Allah subhanehu ve teâlâ hakkında yalan uydurur ve böylelikle zalimlerden olursa başına toprak saçılsın!

Kendisiyle tevhid arasına aşamayacağı engeller girmeden ve sıratta sûrun arkasından çağrılmadan önce hakka dönüp nefsine zulmetmekten kaçınsın.

Çünkü “Zalimler için hiç yardımcı yoktur.” (2/Bakara, 270)

Hamdımız ve minnetimiz ancak ve yalnız Allah’adır. Allah’ın salat ve selamı Efendimiz ve dostumuz Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem, temiz ehli beytinin ve saygıdeğer ashabının üzerine olsun.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver