Yusuf-i Medreseye Hazırlık

 

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla…

Hamd, imtihanlar ile necis ve temizi birbirinden ayıran Allah’a aittir. Salât ve selam imtihanlar karşısında sabırla, dimdik, yıkılmadan ayakta duran Rasûlullah’ın ve sahabesinin üzerine olsun.

Esir kardeşim! Yusuf’un kıssası Kur’an’da “Kıssaların en güzeli” [1] olarak nitelendirilmektedir. Hepimiz Yusuf’u aleyhisselam örnek aldık. Onun yolunun takipçisiyiz. İbretlerle dolu kıssası bizim yol haritamız, gelecek neslin mirasıdır. Bu mirası bütün müminler paylaşmıştır. Zindanda, dört duvar arasında yıllarca kalmak, zindan arkadaşları edinmek… Hepimizin kaderi Yusuf’un kaderi gibidir. Bu mekanlar İslam yolunda duraklama mekanlarıdır. Hiç kimse bu mekanları ziyaret etmeden yoluna devam etmez. Oranın nemli havasını solumadan, soğuk duvarlarına yaslanmadan, daracık, parmaklıklarla donanmış pencerelerin ardında yıllar çürütülmeden davaya sahip çıkmayı mı düşünüyoruz? Tağuta kinimizi-düşmanlığımızı artırmayı mı düşünüyoruz? Bu, selefimizin geçmişine aykırıdır.

Bu yol, çocukların saçlarını ağartan yoldur. Bu yolda yiğitler damardaki kanlarını akıtır, kendisine biçilmiş zamanı feda ederler. Bu yol uzun ve meşakkatlidir. Omuzladığımız bu dava ne kağıtlar üzerinde çizerek, ne zihinlerde kurulmuş hayallerle, ne de bol keseden vaadlerle yaşanır. Yolun sonu belli; ya kılıçların sıcaklığı ya da adaletin serinliğidir. İkisi de bedel/fedakarlık ister.

Yoluna tabi olduğun Allah’ın elçilerini düşün. Atamız İbrahim, Nuh, Yunus, Yusuf aleyhimusselam, Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve daha nice Peygamberler… Bir de bu yolun aydın şahsiyetlerini, ‘İmam Ahmed’i, ‘İmam Azam’ı, ‘Şeyh Muhammed b. Abdulvahhab’ı, ‘Seyyid Kutub’ gibi dava adamlarını düşün. Hepsinin tarihine göz atsan sabrettikleri o meşakkatleri okurken gözlerin yorulur. Kalbini bir ürperti kaplar. Kendi imanından şüphe edersin. İslam’ı yeryüzüne hakim kılmak için mücadele verirken karşılaştıkları imtihanlara fedakarlıkla, sabırla karşılık vererek tarihe isimlerini yazdırmışlardır. Bugün senin ve senin gibi düşünen Müslümanların zindanlarda oluşu, selefimizin yoluna tabi olduğumuzun alameti ve inancımızın bir gereğidir.

Evet, Yusuf kardeşim! Ben henüz zindanlarda kalmadım. Ama zindan da kalmış olan ağabeylerimden o mekanları dinledim. Esaretten Allah’a sığınırım. Rabbimden cezaevine girmek gibi bir temennide bulunmadım. Fakat biliyorum ki; bu yerler tapusuzdur. Bu yolda yürüyen herkes oraya uğrayacaktır. Ve yine biliyorum ki; bu mekanlar rotası cennet olanların canını, malını, vaktini harcayarak medreseye çevirdikleri mekanlardır. Buraları kendine yurt edinmiş aydınlar, bu mekanlardan gerektiği gibi istifade etmişlerdir. Geçmişte ve günümüzde ümmete yön veren nice komutanlar, ümmeti bu mekanlardan kontrol etmiş ve eğitmişlerdir. Selefimizin bu mekanlardan istifade ettikleri gibi senin ve bütün Müslümanların istifade etmesini Rabbimizden istiyoruz.

Esir kardeşim! Cezaevini güzel bir şekilde değerlendirip hem geçmişin günahlarından arınmak hem de gelecekte yapılacak hizmetlere azık hazırlayabilmek için bazı noktalara dikkat etmemiz ve bazı konularda da şuurlanmamız gerekiyor.

Birçoğumuzun cezaevlerine bakış açısı şöyledir: Günlük yaşantıda değiştiremediğimiz ahlakı, Rabbimize olan kulluğu, zikre, ilme, kitaplara ayıramadığımız vakti, cezaevlerinde ayırabileceğimize, içerisinin insanı bu yönden değiştirdiğine inanarak kendimizi tatmin ediyoruz. Oysa insanoğlu günlük yaşantıda, ev ortamında nasıl ise, hapishane ortamında da öyledir. Arasında bir farkın olmadığını oraya girip çıkanlar bilirler. Dört duvar, demir parmaklıklar ne kişiyi Allah’ın kendisinden hayâ ettiği ahlaka bürüyor ne de Peygamberler gibi abid bir kul yapıyor. Cezaevleri sihirli mekanlar değildir, insanı bir çırpıda değiştirsin.

Hayâ, kulluk, zikir, ilimle meşgul olma gibi birçok ahlaki erdem, cezaevlerinde kazanılan durumlar değildir. Bunu öğrenmenin yeri dışarısıdır. Müslümanın hapishaneye düştüğünde hem kardeşine yük olmaması hem de kendi nefsine eziyet etmemesi için; dışarıdayken iken kendisine güzel ahlakı gündem etmesi gerekir. Bunun için bulunmaz fırsat ev ortamlarımızdır.

Cezaevlerinde kişilerin birbirleriyle anlaşabilmesi, birbirlerine zarar vermemeleri için güzel ahlak önemlidir. Sen de biliyorsun ki; Müslümanların hapse düştükleri zaman birbirleri ile sıkıntı yaşadıkları yer, genel olarak ahlaki konulardır.

Asıl şaşılacak durum ise; dışarda kardeşleriyle iyi anlaşan bir Müslümanın, cezaevine girdiğinde problem yaşamasıdır. Bunun sebebi şudur: Dışarıda iken Müslümanlar birbirlerini haftada bir-iki kere, üç-dört saatlik zaman dilimlerinde görüyorlar. Bu süre zarfında kişinin hem ahlaki noktalara dikkat etmesi hem de kardeşinin kahrına, çilesine sabırla muamele etmesi kolaydır. Çünkü bu hâl, üç-dört saat sonra bitecektir. Fakat cezaevi ortamı böyle değildir. Ev ortamı gibi, yaşanan olaylar, fıtri ahlaklar ve zindan arkadaşlığımız süreklidir. Artık kişinin sabrı zorlanmaya başlar.

Bu nedenle hassaten aile içinde güzel ahlakı yerleştirmeyi öğrenmemiz gerekir. Kişi hanımına, çocuğuna, anne-babasına veya akrabalarına nasıl muamele ediyorsa, hakeza içeride de aynı davranışı Müslüman kardeşine uygulayacaktır. ‘Kadınla, çocukla, anne-baba ile muamelede İslam’ın bizden istediği ahlak nedir?’ sorusuna aldığımız cevapları dert edinir ve kendi evlerimizde hayata geçirirsek; Allah’ın izni ile cezaevlerine yönelik hazırlığımızı yapmış oluruz.

Fakat bizler genel olarak bu hazırlığı dışarıda yapmayıp ahlaki konuları içeride düzeltmeye, öğrenmeye yelteniyoruz. Bu uygulama hapishane ortamına aykırıdır. Zaten insan içeride birçok fıtri ihtiyaçlarından mahrum vaziyettedir. Böyle olunca kendi nefsi ile cedelleşmektedir. Bir başkasına tahammül etme, sabretme gücünü kendinde bulamamaktadır. Kişinin bu sorunlardan kurtulması için sabır, edep gibi birçok konuyu aile ortamında düzeltmiş olması lazımdır.

Bu konuda biz Müslümanların hâli irdelendiğinde, durumun tam tersi olduğu görülecektir. Genelde ‘Aile ortamında rahat olmalıyız’, ‘Aile içinde rahat etmeyeceğiz de nerede rahat edeceğiz?’ diye düşünülüyor. Oysa kaçırdığımız nokta; ev ortamındaki bu rahatlığımızın, kardeşlerimizle yaşadığımız umumi ortama yansıyor olmasıdır. Karşımızdakiler de hanımımız, çocuğumuz olmadığı için kahrımızı da kimse çekmiyor. Böylelikle cezaevinde ikinci cezaevi ortamını yaşamış ve yaşatmış oluyoruz. Bu problemleri aza indirgemenin tek yolu; aile ortamında İslam ahlakını geliştirmektir.

Esir kardeşim! Cezaevi ile ilgili söylemek istediğim başka bir nokta da şudur: Biz bu yola tek başımıza çıkmadık. Ümmet olarak, bütün kardeşlerimizle beraber yola koyulduk. Yolda sevinçli durum yaşadığımızda beraber sevineceğimiz gibi, sıkıntı yaşadığımızda da beraber bu yükü üstleneceğiz. Cezaevine girmek, topluca yaşadığımız sıkıntılardan biridir. Koğuşlar Müslüman kardeşlerimizle doludur. Günün birinde buralarda bir araya geleceğiz belki de. Rabbim hakkımızda hayırlı olan ne ise onu yazsın.

İnsanın olduğu yerde, sıkıntılar çoktur. Hele ki birden fazla insan olduğu yerlerde bu durum daha barizdir. Kalabalık olan yerlerde sorunların aza indirgenebilmesi için ise; cemaat ve emir yani tek komutla hareket etme anlayışı oldukça önemlidir.

İslam, bir dindir. Cezaevinde veya dışarıda İslam dinini yaşamanın zemini cemaattir. Cemaatle ve tek komutla hareket etmek nerede olursa olsun istikrarın ve refahın olması için elzemdir. Her kafadan sesin çıktığı, bir meselede herkesin fikir sahibi olduğu yerlerde Müslümanın tartışmadan, ihtilafa düşmeden yaşaması mümkün değildir. Bu nedenledir ki; Peygamber bu ihtilafın önüne geçmek için: “Yolculuğa çıktığınız zaman üç kişi de olsanız birini emir olarak tayin edin.” buyurmaktadır.

Cezaevleri yolculuktan daha uzun süreli ve meşakkatlidir. Yolculukta emire tabi olmak, tek komutla hareket etmek gerekli ise; hayatın uzun süreli hapsedildiği mekanlarda evleviyetle gereklidir. Velev bu konuda naslar olmasaydı bile toplu kalınan mekanlarda bir emirin olması bilinen hakikat ve tecrübedir.

Üç kişilik bir koğuş düşünelim. Burada biri gündüz uyumayı, gece kitap okuyup ders çalışmayı düşünüyor; diğeri gece uyuyup gündüz ders çalışmayı düşünüyor; bir diğeri ise gece spor yapmayı düşünüyor. Bu şekilde herkes istediğini yapsa koğuşun hâli ve kardeşlerin hâli ne olur düşünebiliyor musun?

Aynı dava uğruna içeri girenler birbirine düşman kesilir. Bunun hem şahsımıza hem de ümmete zararı vardır. Bundan Allah’a sığınırız. Herkesin kabul ettiği, son sözü söyleyen bir emir olsa, oda kurallarını, oda düzenini belirlese ve herkes bu kurallara uysa istikrar ve refaha ulaşılır. O zaman içerdekiler cezaevinde sıkıntı yaşamazlar ve birçok konuda kendini geliştirebilirler. Aksi ise birbirleriyle uğraşmaktan ne kendini geliştirebilirler ne de o vakit dilimini Allah’ın istediği şekilde geçirebilirler.

Emirin gerekliliği ile ilgili özellikle şu örneği vermek istiyorum: Tağut, Müslümanları içeriye alıyor. Sonra Müslümanları hastaneye veya adliyeye götürüyor. Bu arada kameranın karşısında kardeşlerin kimisi ayet okuyor, kimisi tekbir getiriyor, kimisi ‘yıldıramazsınız’ şeklinde sloganlar atıyor. Tağuta bu şekilde mesaj vermeye çalışıyorlar. Bu, çok yanlış bir usüldür. Böyle olan gruplara ne halk ne de tağut itibar eder. Fakat Müslümanlar kendi aralarında sözcü olarak birini seçseler ve sadece o konuşsa o zaman herkes saygı gösterir ve verilmek istenen mesaj ulaştırılmış olur.

Bu örneklerden sonra, Müslümanlar umumen her yerde, hususen de cezaevlerine girmeden cemaat mefhumunu çok güzel oturtmalılar ve içeri girdikleri zaman mutlaka koğuşlarında ve hapishanede genel bir emir seçmeliler. Bu menheci prensip edinen herkes için cezaevi süreci bir nimettir inşallah.

Esir kardeşim! Cezaevine girişlerde dikkat edilmesi geren bir noktaya dikkatini çekmek isterim; Aklı selim olan Müslümanlar, ‘İçimizde problemli olan, ahlaki zaafiyete sahip olan kardeşlerimiz kimlerdir? Problemli olmayan, ahlakı düzgün olan, bir koğuşu yönetebilecek kapasiteye ve sabra sahip olan kardeşlerimiz kimlerdir?’ diye oturum yapmaları gerekir. Bunlar tespit edildikten sonra, sıkıntılı olan kişilerin, sıkıntısı olmayan, onları idare edebilecek ve kötü zaaflarını eritebilecek Müslümanların yanına verilmesi gerekir.

Fakat genelde bunun tam tersi yapılıyor. Bu yanlıştır. Herkes anlaştığı kardeşi ile kalsa sıkıntılı olan kardeşlerimizin hâli ne olur o zaman? Mühim olan onların sıkıntılarını da eritmek, izale etmektir.

 Cezaevlerinde İmam Şafii’nin rahimehullah şu sözüne yer verilmelidir: ‘Vakit kılıç gibidir. Ya sen onu kesersin ya da o seni keser.’ Başka bir sözünde şunları söyler: ‘Sen kendini hak ile meşgul etmezsen, batıl seni meşgul eder.’

Cezaevlerinin en büyük problemi programsızlıktır. Biri öğle on ikiye kadar yatıyor, biri sabaha kadar yatmıyor, biri boş işlerle uğraşıyor, diğeri oturmuş sabaha kadar muhabbet ediyor. Bu insanların bir arada kalması, birbirleri ile anlaşması mümkün değildir. Fakat ortak bir program geliştirilirse, problemlerin çoğu kendiliğinden çözülecektir. Böylece boş kalan kişiler kardeşi ile uğraşmaktan vazgeçecektir.

Program yaptıktan sonra gerçekten nefsi pis olan, kendi nefsi çıkarları ve arzuları için Müslümanların huzurunu bozan insanlar olabilir. Bunları ıslah etmek için belli bir dönem uğraşmalıyız. Uğraştıktan sonra ıslah olmayanları, kangren olmuş bir organ gibi kesip atmamız gerekiyor. Biz bu kişileri düzeltemeyince bu sefer onlar bizi ifsat etmeye başlıyor.

Rabbimden isteğim, esir olan bütün hocalarımızı ve kardeşlerimizi esaretten kurtarması ve onların üzerine yardımını ve rahmeti indirmesidir. Bir sonraki yazıda buluşma ümidi ile…

Davamızın sonu âlemlerin Rabbine hamd etmektir.

 

 

[1]       .   12/Yusuf, 3

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver