Ulumu’l Kur’an’a Has Olan Bazı Meseleler – 3

Kur’an’ın Arapça Olmasına Taalluk Eden Hükümler

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Rasûlullah’a, ailesine, sahabesine ve onlara ihsan üzere tâbi olanlara salât ve selam olsun.

Bir önceki yazımızda Ulumu’l Kur’an’a has olan meselelerden ayet ve ona taalluk eden konuları incelemiştik. Bu bölümde de –Allah’ın izni ile- Ulumu’l Kur’an’a has olan iki mesele üzerinde durmaya çalışacağız;

• Arapça’dan başka bir dil ile Kur’an kıraati yapmak caiz midir?

• Kur’an’ın terceme edilmesi caiz midir?

Bu konular Kur’an’ın Arapça olması ile direkt alakalı konular olmasından dolayı Kur’an’ın Arapça olmasının hikmetlerinden bahsetmek faydalı olacaktır. Başarı Allah’tandır.

Kur’an’ın Arapça Olarak İndirilmesinin Hikmeti

Allah Kur’an’ın on bir farklı yerinde kitabın dilinin Arapça olduğuna vurgu yapmıştır. Yüzlerce dil arasından Arapça’nın seçilmiş olması bu dilin diğerlerinden farklı bir yere sahip olduğunu gösterir. Allah şöyle buyurur:

وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ وَيَخْتَارُ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

“Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.” [1]

Peki, Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesinin hikmeti nedir? Bu soruyu Kur’an’a sorduğumuzda şu cevapları alırız:

a. Kur’an’ın Arapça Olarak İnmesinin Sebebi İnsanların Akıl Edip Düşünmeleri İçindir;

اِنَّا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰنًا عَرَبِیًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

“Gerçekten biz, akıl erdirirsiniz diye, onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” [2]

اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْاٰنًا عَرَبِیًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

“Muhakkak Biz onu Arapça Kur’an kıldık. Umulur ki, siz akıl erdirirsiniz.” [3]

b) Kur’an İnsanları Uyarmak İçin Arapça Bir Kitap Olarak Tafsilatlandırılmıştır;

كِتَابٌ فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُ قُرْاٰنًا عَرَبِیًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ *بَشٖيرًا وَنَذٖيرًا فَاَعْرَضَ اَكْثَرُهُمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ

“Bu, bilen bir toplum için Arapça bir Kur’an olarak ayetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır. Müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirmiştir. Artık onlar işitmezler.” [4]

وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ قُرْاٰنًا عَرَبِیًّا لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فٖيهِ فَرٖيقٌ فِى الْجَنَّةِ وَفَرٖيقٌ فِى السَّعٖيرِ

“Böylece biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir.” [5]

c) İnsanlar Allah’a Karşı Gelmekten Sakınsın ve Takva Sahibi Olsun Diye Kur’an Arapça İndirilmiştir;

وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰنًا عَرَبِیًّا وَصَرَّفْنَا فٖيهِ مِنَ الْوَعٖيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا

“İşte böylece biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar yahut onlara bir uyarı versin diye onda tehditleri teker teker sıraladık.” [6]

قُرْاٰنًا عَرَبِیًّا غَيْرَ ذٖى عِوَجٍ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

“Biz onu, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye hiçbir eğriliği bulunmayan Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” [7]

d) Allah Mesajını Apaçık Olarak İnsanlara Ulaştırmak İçin Arapçayı Seçmiştir;

وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّهُمْ يَقُولُونَ اِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِسَانُ الَّذٖى يُلْحِدُونَ اِلَيْهِ اَعْجَمِىٌّ وَهٰذَا لِسَانٌ عَرَبِیٌّ مُبٖينٌ

“Andolsun ki biz onların, ‘Kur’an’ı ona bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur’an ise gayet açık bir Arapça’dır.” [8]

وَاِنَّهُ لَتَنْزٖيلُ رَبِّ الْعَالَمٖينَ* نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَمٖينُ * عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِرٖينَ * بِلِسَانٍ عَرَبِیٍّ مُبٖينٍ *

“Şüphesiz bu Kur’an, âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.” [9]

◆◆◆

Aktardığımız ayetlerde zikredilen hikmetler Kur’an’ın Arapça olmasına bağlanmıştır. Buna binaen Arap lugati hakkında bazı bilgiler vermemiz yerinde olacaktır.

Allah’ın Arap dilini, kitabı için seçmesi, ayrıcalıklı bir dil olduğuna en büyük delil olarak kabul edilebilir. Çünkü Arapça kendisini diğer dillerden ayıran üstün özelliklere sahiptir. Kelime zenginliği, nutkedilmesinin tatlılığı, güzel üslubu, ses ve anlam olarak derinliği bakımından diğer dillerden farklıdır.

■ Arap lugati, Arapların sade yaşantısına rağmen zengin kelime hazinesine sahiptir. Son dönemde yapılan araştırmalarda Arapçada 1.500.000 (bir buçuk milyon) kelime bulunduğu söylenmektedir. On beş veya yirmi cilt olarak basılan ibni Manzur’un Lisanu’l Arab isimli eserinde 80.000 (seksen bin) kelime zikrettiği tespit edilmiştir. Bunlardan 9273’ü kök kelimeler olup, geri kalanlar bu köklerden türetilmiştir.[10] Arap lugatinde aslan için 500; taş ve köpek için 70; kılıç için 50 isim zikreden dilciler olmuştur. Bu, Arap lugatinin ne kadar zengin olduğunu gösterir. Kelime hazinesi bu kadar geniş olan bir dil ile kast edilen anlamlar daha isabetli bir şekilde aktarılır. Bu husus ile Kur’an beraberce tefekkür edildiğinde Kur’an’ın Arapça olmasının büyük hikmetler içerdiği açığa çıkar.

■ Arap lugatinde kullanılan lafızlar içinde yer alan harflerin uyum içinde dizilişi o kelimenin manası ile ahenklik arz edebilir. Buna binaen lafzın ne anlama geldiğini bilmeyen bir insan bile bu kelimeden neyin kast edilebileceğine dair ipuçları elde edebilir. Mesela; Allah şöyle buyurur:

قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَاَلْقُوهُ فٖى غَيَابَتِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِلٖينَ

“Onlardan bir sözcü, ‘Yusuf’u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın ki geçen kervanlardan biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın’ dedi.” [11]

Ayette geçen (الْجُبِّ) kelimesi kuyu anlamına gelmektedir. Arap lugatinde kuyu için yaygın olarak kullanılan kelime (بِئْرٌ) kelimesidir. Burada yaygın olanın değil de, farklı bir kelimenin kullanılması Arap lugatinin zenginliğindendir. Aynı zamanda (الْجُبِّ) kelimesi taşın suya atılmasıyla çıkan sesi çağrıştırıyor. Bu da kuyuya verilen bu ismin ilk duyanlarda bir yakınlık oluşturmasına sebep oluyor. Binaenaleyh, bunu okuyan okurlarımızın kuyu kelimesinin Arapça karşılığını unutmayacağını düşünüyoruz.

Mesela; Araplar sevgi için (حبٌ) kelimesini kullanırlar. İlk harf olan (ح) harfi, mahreci derinlerden olan bir harftir. Son harf olan (ب) harfi ise, dudakların birbirine sert olarak bitişmesi ile çıkar. (حبٌ) kelimesinin bu yapısı sevgiye dair bazı ipuçları veriyor.[12]

Bunun faidesi olarak diyebiliriz ki; Arapçayı hiç bilmeyen insanlar dahi Kur’an’ı duyduğunda, bu kitabın kalbin derinliklerine seslendiğini sözlerinin ve mesajının temiz ve değerli olduğunu anlar.

■ Arap lugatinde kelimedeki bir harfin noktasının veya harekesinin değişmesi manayı değiştirir ve bambaşka bir mana ifade edebilir. Bu, Arap lugatinin ne kadar zengin ve titiz bir dil olduğunu gösterir. Bu özellik Kur’an ile birleştiğinde bir lafızla birden fazla şeyin anlatılması ortaya çıkar. Bu da belagatin en önemli özeliklerindendir.[13] Allah şöyle buyurur:

اِرْجِعُوا اِلٰى اَبٖيكُمْ فَقُولُوا يَا اَبَانَا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَ

“Siz babanıza dönün ve deyin ki: “Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti.” [14]

Bu ayet iki kıraat ile nakledilmiştir;

■ Kisai bu ayeti (إِنَّ ابْنَكَ سَرَقَ) şeklinde okumuştur. Bu şekilde okunduğunda Yakub’un oğlunun hırsızlık yaptığı anlamına gelir.

■ İbni Abbas ve Dehhak bu ayeti (إِنَّ ابْنَكَ سَرِّقَ) şeklinde okumuştur. Bu şeklide olduğun da ‘Senin oğluna hırsızlık suçu atıldı.’ anlamına gelir.

Yani bir kıraate göre Yakub’un oğlunun suçlu olduğu Yakub’a bildiriliyor. Bir diğer kıraate göre ise, kesin bir suç nispet edilmiyor. Ancak kelimeye baktığımızda her iki kıraatte de (سرق) şeklindedir ve sadece harekeleri değişmiştir.[15]

Bu ve benzeri birçok özellik Arap lugatinin Kur’an’a en uygun lugat olduğunu gösterir. Yukarıda zikrettiğimiz önemli sebeplerin gerçekleşmesi için diğer kelamlardan farklı bir kelamın oluşturulması gerekir. Allah bu sebeplerin tahakkuk etmesi için belagat ve fesahate en uygun olan bu dili seçmiş ve insanları kıyamete kadar aciz bırakacak kitabını bu dil ile göndermiştir.

Bir Şüphe ve Cevabı

Bazı insanlar derler ki; ‘Peygamber Araptı ve Arap olan insanlar ile muhataptı. Doğal olarak Allah’ın başka bir dil ile Kur’an’ı indirmesi abes bir durum olurdu. Arap bir Peygamber, Arap bir toplum ancak acem bir lugat! Bu mümkün değildi. Rasûlullah başka milletlere gelse idi başka dillerde vahiy gelirdi. Kur’an için Arap lugatinin seçilmesinin hiçbir ehemmiyeti yoktur.’

Cevap

Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesinde Peygamberimizin Arap olması ve Arap Yarımadasında risaletle görevlendirilmesi doğru bir sebeptir. Ancak Kur’an’ın Arapça olmasının Arap olmayanları ilgilendirmeyeceği, bunun bir şey ifade etmediği iddiası yanlıştır. Çünkü;

1. Allah şöyle buyurur:

قُلْ يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

“De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin mülkünü kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği Peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Rasûlü’ne, o ümmi Peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” [16]

Bu ayette dikkatimizi çeken bazı noktalar vardır:

• Allah Paygamberimize bütün insanlara gönderildiğini haber vermesini emrediyor. Bütün insanlara gönderilen Rasûl Arapça bir kitap ile gelmiştir. Kur’an’ın Arapça olmasında Peygamberimizin vakıası etkilidir. Ancak Arapça bir kitap ile farklı lugatlere sahip bütün insanlara gönderilmesi, Allah’ın bu lugati diğer diller arasından seçtiğini ve vahyi için özel kıldığını gösterir.

• Ayette yerin ve göklerin maliki olan, kendisinden başka ilah olmayan ve hayat verip öldüren Allah’ın gönderdiği bir Rasûle iman etmenin gerekli olduğundan bahsediliyor. Allah mülkün sahibidir. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Dilediğini yaratır ve yarattıklarından dilediğini seçer.

2. Daha önceden de belirttiğimiz üzere Arap lugati başka dillerde bulunmayan hayret verici özeliklere sahiptir. Gerek Arap, gerek Acem[17] olan araştırmacılar, Kur’an’ın kendisine özel üslubunun etkileyici olduğundan bahsetmiştir. Kur’an diğer milletleri de etkisi altında bırakmıştır. Bu hayret verici, hayran bırakıcı üslup Allah’ın Arap lugati ile vahiy indirmesinin sonucudur.

Ibni Aşur der ki;

‘Allah gözleri kamaştıran hikmeti ile bu kitabı Arapça bir kitap kılmıştır. Çünkü en değerli ve birden fazla manaya delalet etme bakımından en geniş dil Arapçadır. Allah Kur’an’ı bu lugatin ehli arasına indirdi. Çünkü onlar onun inceliklerini en iyi anlayacak insanlardı. Allah, Rasûlü’nü bu lugatin ehli arasından seçmiştir. Ta ki delillerin ve anlayışın vesileleri açığa çıksın ve onlar Allah’ın istediğini diğer ümmetlere ulaştırsınlar. Kur’an’ın bu mesabede olduğu belli olduktan sonra, Kur’an’dan ancak batılda aşırıya giden, insaf ve rüştten uzak olan kişiler yüz çevirir.’ [18]

İmam Maverdi der ki;

‘Ebu Ubeyd anlattı; Bir bedevi bir adamın (فَاصْدَعْ بِمَاتُؤْمَرُ) ‘Ey Muhammed! Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy.’ [19] ayetini okuduğunu duydu. Hemen secdeye kapandı. Kendisine ‘Neden secdeye kapanıyorsun?’ denildiği zaman ‘Ben bu kelamın fasahatından dolayı secde ediyorum.’ dedi. Bir başkası bir adamı (فَلَمَّا اسْتَيْأَسُواْ مِنْهُ خَلَصُواْ نَجِيًّا) ‘Ondan ümitlerini kesince, kendi aralarında konuşmak üzere bir kenara çekildiler.’ [20] ayetini okuduğunu duyunca dedi ki; ‘Ben şahidlik ederim ki, hiçbir mahlûk bu kelamı söylemeye güç yetiremez.’ ‘ [21]

Kur’ân’ı İngilizceye çeviren Rodwil diyor ki:

‘Kur’ân’ı okudukça, O’nun bizi etkilediğini ve hayrete düşürdüğünü, nihayet bizi üstünlüğüne teslim ettirdiğini ve önünde secdeye kapandırdığını görürüz. Kur’ân, temas ettiği konular ve güttüğü maksatlar itibariyle üslûbu temiz, yüksek ve haşyet vericidir. Belâgat bakımından ise en yüksek şahikadadır.’

Alman filozoflardan Johan Jacob Reisig diyor ki:

‘Biraz Arapça öğrenen bazı kimseler, Kur’an ile istihzaya kalkışıyor. Fakat bunlar Kur’an’ın te’sirli, fasih ve inananları elektrikleyen okunuşunu dinlemiş olsalar, Peygamberin ashabına Kur’an anlatırken kullandığı, akıllara hayret verici lisanı duysalar, Allah’ın huzurunda secdeye kapanırlardı.’

Kur’an’ın Arapça Olması ile Alakalı Bazı Hükümler

Zemzemi der ki;

١٥ بِغَيْرِ لَفْظِ العَرَبِيِّ تَحْرُمُ … قِراءَةٌ وأَنْ بِهِ يُتَرْجَمُ

 ١٦ كذاكَ بالمَعْنَى ، وأَنْ يُفَسَّرا …بالرأَيِ لا تَأْوِيْلَهُ فَحَرِّرَا

’15. Arapça lafzın dışında bir lafız ile haramdır…

…Kıraat yapmak. Ve onun terceme edilmesi (de haramdır)

16. (Başka bir lafız ile) mana vermekte (bunun gibi haramdır) ve tefsir edilmesi…

…Rey ile. Onu te’vil etmek haram değildir. Bunu birbirinden ayır.’

Şerh

Müellif bu beyitlerde Kur’an’ın Arapça olmasına taaluk eden bazı meselelere değinmiştir:

1. Mesele; Başka bir dil ile Kur’an kıraatinin hükmü.

2. Mesele; Kur’an’ın terceme edilmesinin hükmü.

3. Mesele; Rey tefsirinin ve Kur’an’ı tevil etmenin hükmü.

Bu bölümde bu meselelerden birinci ve ikinci maddeyi ele almaya çalışacağız. Bir sonraki yazımızda da Rey Tefsiri ve Kur’an’ın te’vili konularını işleyeceğiz. Başarı Allah’tandır.

1. Mesele; Başka Bir Dil ile Kur’an Kıraatinin Hükmü Nedir?[22]

Zemzemi dedi ki: (بِغَيْرِ لَفْظِ العَرَبِيِّ تَحْرُمُ … قِراءَةٌ)

‘Arapça lafzının dışında bir lafız ile kıraat yapmak haramdır.’

İslam âlimlerinin cumhuru başka bir dil ile Kur’an kıraatinin haram olduğunu, namazda farz olan kıraati bu şekilde yapan kimsenin namazının batıl olduğunu söylemişlerdir.

Şafii âlimlerinden İmam Nevevi der ki;

‘Bizim bu konudaki mezhebimiz şudur; Arapça okumaya güç yetirsin veya güç yetirmesin, namazda olsun veya başka yerde olsun, Arap lisanının dışında başka bir lisan ile Kur’an kıraati yapmak caiz değildir. Kur’an’ın tercemesini Arapçasının yerine namazda okursa onun namazı batıl olur. Sesinin güzel olması veya olmaması bunu değiştirmez. Âlimlerin cumhuru da böyle söylemiştir. İmam Malik, İmam Ahmed ve İmam Ebu Davud bu âlimlerden bazılarıdır.’ [23]

Bu konu hakkında İmam Ebu Hanife’den namazda Farsça Kur’an okunmasının cevazına dair bir nakil gelmiştir. Hanefi mezhebine mensup olan bazı ilim adamları bu fetvaya dayanarak Kur’an’ın Türkçe vb. dillerde okunabileceğini söylemişlerdir. Hâlihazırda Türkçe ibadet fikrini savunanlar bu fetvalara dayanır. Bu konudaki delilleri şudur:

أَنَّ الْفُرْسَ كَتَبُوا إلَى سَلْمَانَ – رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ – أَنْ يَكْتُبَ لَهُمْ الْفَاتِحَةَ بِالْفَارِسِيَّةِ فَكَانُوا يَقْرَءُونَ ذَلِكَ فِي الصَّلَاةِ حَتَّى لَانَتْ أَلْسِنَتُهُمْ لِلْعَرَبِيَّةِ

‘Farslılar Selman el-Farisi’ye namazda okumak için Fatiha suresini Farsça yazmasını ve kendilerine göndermesini istediler. Selman onlara bunu yazdı. Onlar da dilleri Arapçaya alışıncaya kadar namazda bu şekilde okumaya devam ettiler.’ [24]

Bu görüşe iki cevap verebiliriz:

• Bu haber meçhul bir haberdir. Çünkü senedi bilinmiyor. Meçhul bir habere hüküm bina edilmez. Aynı zamanda başka lafızlarında bunu namazda okumadıkları geçiyor.

• İmam Ebu Hanife bu görüşünden dönmüştür. Gerek eski, gerek muasır Hanefi âlimleri, İmam Ebu Hanife’nin bu görüşünden döndüğünü söylemişlerdir. Ebu Hanife’nin talebelerinden Nuh bin Meryem; Ebu Hanife’nin Talebesi olan Ebu Yusuf’un öğrencilerinden Ali bin Ca’d; dördüncü asrın Hanefi âlimlerinden Ebu Bekir er-Razi bu âlimlerden bazılarıdır. Son dönem Hanefi âlimlerinin bu konudaki fetvaları da böyle bir namazın batıl olması yönündedir.

Zurkani der ki;

‘Şayet bir müctehid bir konudaki görüşünden dönmüş ise, kendisinden dönmüş olduğu görüş artık kendisine ait bir görüş olarak sayılmaz. Çünkü o, aldığı görüşün yanlış olduğu kendisine belli olduktan sonra görüşünden dönmüştür.’ [25]

Bu gerçeğe rağmen, Ebu Hanife’yi birçok konuda istismar eden modernistler, bu konuda da İmam’a zulmetmişlerdir.

2. Mesele; Kur’an’ın Terceme Edilmesinin Hükmü[26]

Zemzemi dedi ki; (وأَنْ بِهِ يُتَرْجَمُ كذاكَ بالمَعْنَى)

‘Onun terceme edilmesi de haramdır. Mana ile tercemesinin hükmü de bunun gibidir.’

Kur’an’ın terceme edilmesinin hükmü eski dönemlerden beri tartışılan bir meseledir. Bazı âlimler hiçbir ayrıma gitmeden bunun haram olduğunu söylemişlerdir. Bazı âlimler ise belli şartlar çerçevesinde tercemenin caiz olduğunu savunmuşlardır. Zemzemi Kur’an’ın terceme edilmesinin caiz olmadığını söylüyor. Günümüzde bu konu hakkında kitaplar ve makaleler yazılmaya devam edilmektedir. Özellikle Osmanlı’nın yıkılması ile beraber bu tartışma tekrar gündeme gelmiştir. O dönemin âlimleri Kur’an’ın terceme edilmesinin caiz olduğuna, hatta gerekli olduğuna dair kitaplar yazmışlardır. Ezher Üniversitesinin eski Hocası Muhammed Mustafa el-Meraği’nin ‘Bahsun Fi Tercemeti’l Kur’ani’l Kerim ve Ahkamuha’ risalesi ve Muhammed Ferid Vecdi’nin ‘El-Edilletu’l İlmiyye ala Cevazi Tercemeti Meani’l Kur’ani’l Kerim İle’l Lugati’l Ecnebiyye’ isimli risalesi buna örnek verilebilir.Osmanlı’nın son Şeyhu’l İslam’ı Mustafa Sabri Efendi, Kemalist hükümetten kaçıp Mısır’a gittikten sonra bu konu hakkında ‘Mes’eletu Tercemeti’l Kur’an’ isimli bir eser yazmıştır.[27] Bu eserinde Kur’an’ın terceme edilmesinin yanlış ve zararlı olduğu tezini ilmi bir üslup ile sorgulamış, Kur’an’ın tercemesinin Kur’an’ın yerine geçeceğine dair fetva verenlere reddiye vermiştir. Dünyada ilim merkezi olarak kabul edilen kurumlar yayınladıkları dergilerde on veya daha fazla sayıda bu meseleyi tartışmışlardır. Örneğin, Ezher Üniversitesi resmi dergisinde ondan fazla sayıda bu meseleyi incelemiştir.

Terceme Nedir?

Arap lugatinde terceme dört manada kullanılır:

• Bir şeyi mutlak olarak karşı tarafa ulaştırmak. Ulaştırılan şeyin kendi lugati ile olması veya başka bir lugat ile olması arasında bir fark yoktur.

• Bir sözü kendi lugatiyle tefsir etmek. İbni Abbas hakkında ‘O Tercümanu’l Kur’an’dır.’ denmesi bu anlamdadır. Çünkü ibni Abbas Kur’an’ı Arapça olarak tefsir ederdi.

• Bir sözü kendi lugatinin dışında bir lugat ile terceme etmek anlamına gelir. İbni Manzur der ki; ‘Kişi başka bir dil ile bir kelamı tefsir ettiği zaman (قد ترجم كلامه) denir.’ [28]

• Bir sözü bir lugatten başka bir lugate nakletmek anlamındadır. Araplar (ترجم الكتاب) ‘Kitabı terceme etti.’ dediklerinde ‘Kitabı kendi lugatinden başka bir lugate nakletti.’ anlamında kullanırlar.

Dördüncü madde tercemenin ıstılah anlamı olarak kabul edilmiş ve cevazı konusunda âlimler arasında ihtilaf yaşanmıştır.

Tercemenin Kısımları ve Hükümleri

Tercüme üç kısma ayrılmaktadır:

1. Kısım; Tercemetu’l Harfiyye

Kur’an’ı kelime düzenini ve sırasını bozmayarak başka bir dile çevirmektir. Örneğin; Allah şöyle buyurur:

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

“Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” [29]

Bu ayetin Harfi Tercemesi şöyle olur; ‘Hamd aittir Allah Rabb âlemler.’

Bu tercemenin mümkün olmadığı ve caiz olmadığında konusunda âlimlerin çoğu görüş birliği içindedir. Çünkü;

• Kur’an bütün özellikleri ile kâmil ve muciz bir kitaptır. Kur’an’ın harfiyen başka bir dilde karşılığının olması mümkün değildir.

• Kur’an’ı bu şekilde terceme etmek Kur’an’ın nakıs bir kitap olduğunu vehmettirir. Çünkü hiçbir lugat Arapçayı karşılayacak yapıda değildir. Buna rağmen böyle bir şeyin yapılması verdiğimiz örnekte olduğu gibi ilginç bir sonuç ortaya çıkarır.

• Bu, Allah’ın meydan okumasına karşılık vermek anlamına gelir. Çünkü Allah birçok ayette ‘Onun mislini getirin.’ demiştir. Allah’ın bu meydan okumasına ‘Ben Türkçe Kur’an getirdim.’ gibi bir anlam ortaya çıkar.

2. Kısım; Tercemetu’t Tefsiriyye

Bir sözü kendi dilinde açıklamak, tafsilatlandırmaktır. Örneğin;

 اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

“Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” [30]

Bu ayetin Tefsiri Tercemesi şöyle olur; ‘Hamd yani, kulun Allah’a karşı kendisini zelil hissederek, onun verdiği nimetler karşısında ona her zaman kalpten inanarak onu överek, dil, beden ve kalp ile yaptığı kulluk âlemleri terbiye eden, mülkünü elinde bulunduran ve ona hükmeden Allah’a aittir, hastır bunu sadece Allah hak eder.’

Âlimlerin çoğu bu şekilde tefsir etmenin caiz olduğunu söylemişlerdir. Çünkü;

• Allah şöyle buyurur:

وَاَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

“İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.” [31]

Peygamber Kur’an’ı insanlara açıklamıştır. Bu, Peygamberin tefsiri olarak terceme yapmasıdır.

• Peygamber bu konuda derinleşmeleri için ashabına dua etmiştir. İbni Abbas anlatıyor:

كُنْتُ فِي بَيْتِ مَيْمُونَةَ بِنْتِ الْحَارِثِ، فَوَضَعْتُ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَضُوءًا، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ وَضَعَ هَذَا؟ فَقَالَتْ مَيْمُونَةُ: وَضَعَهُ عَبْدُ اللهِ، فَقَالَ: اللهُمَّ عَلِّمْهُ التَّأْوِيلَ، وَفَقِّهْهُ فِي الدِّينِ

“Ben Meymune binti Haris’in[32] evinde idim. Peygamber’in abdest alması için su hazırladım. Peygamber ‘Bu suyu buraya kim koydu?’ dedi. Meymune ‘Onu Abdullah koydu.’ dedi. Peygamber dedi ki: ‘Allah’ım ona tevili (tefsiri) öğret ve onu dinde fakih (anlayışlı) kıl.’ ” [33]

• Peygamberden sonra sahabe ve tabiin Kur’an’ı tefsiri olarak terceme etmiştir.

Tabiin imamlarlarından Ata anlatıyor;

مَا رَأَيْتُ مَجْلِسًا أَكْرَمَ مِنْ مَجْلِسِ ابْنِ عَبَّاسٍ كَانُوا يَجِيئُونَ أَصْحَابُ الْقُرْآنِ فَيَسْأَلُونَهُ، ثُمَّ يَجِيءُ أَهْلُ الْعِلْمِ فَيَسْأَلُونَهُ، ثُمَّ يَجِيءُ أَصْحَابُ الشِّعْرِ فَيَسْأَلُونَهُ

“Ben ibni Abbas’ın ilim meclislerinden daha güzel ve değerli olan başka bir meclis görmedim. Kur’an ashabı gelir ona soru sorardı. Sonra ilim ehli gelir ona soru sorardı. Sonra da şiir ashabı gelir ona soru sorardı.” [34]

İbni Abbas’ın öğrencisi ünlü müfessir Mücahid anlatıyor:

عَرَضْتُ الْقُرْآنَ عَلَى ابْنِ عَبَّاسٍ ثَلَاثَ عَرَضَاتٍ، أَقِفُهُ عَلَى كُلِّ آيَةٍ أَسْأَلُهُ فِيمَا نَزَلَتْ وَكَيْفَ كَانَتْ؟

“Ben Kur’an’ı (baştan sona) üç defa ibni Abbas’a arz ettim. Her bir ayette durup, o ayetin nerede ve nasıl indiğini sorardım.” [35]

Ebu Cemre anlatıyor:

كُنْتُ أُتَرْجِمُ بَيْنَ ابْنِ عَبَّاسٍ وَبَيْنَ النَّاسِ

“Ben Abdullah bin Abbas ile (Arapça bilmeyen) insanlar arasında tercümanlık yapardım.” [36]

Bu delillere binaen Arapça olarak ya da Arapçadan başka bir dile aktararak, kalem veya dil ile Tefsiri Terceme yapmak caizdir.

3. Kısım; Tercemetu’l Ma’neviyye

Bir lafzın anlamının başka bir lugate mana olarak aktarılmasıdır. Yani, lafzın sırasına göre değil, lafzın anlamına göre terceme yapmaktır. Bu tercemeye Kur’an meali denmektedir. Örneğin;

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

Fatiha suresinden olan bu ayetin Ma’nevi olarak tercemesi şu şekildedir;

“Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” [37]

Geçmişten günümüze âlimlerin kendisinde ihtilaf ettikleri terceme, Tercemetu’l Ma’neviyye’dir. Bu konuda genel olarak iki görüş vardır:

1. Görüş; Bunu Caiz Görmeyenler

Bazı âlimler aşağıda zikredeceğimiz sebeplere dayanarak Kur’an’ın Manevi olarak terceme edilmesinin caiz olmadığını savunmuşlardır.

a. Sebep; Kur’an Bütün Manalarını Kapsayacak Şekilde Terceme Edilemez.

Kur’an’ın iki anlamı vardır; Asli anlamlar ve Tabii anlamlar.

• Asli Anlam; Bütün insanların okudukları zaman anlama konusunda eşit oldukları basit anlamlardır. Bu kısma lafzı okuyan herkesin aklına gelen manaları içerdiğinden dolayı ‘Evveli anlamlar’ da denmiştir.

• Tabii Anlam; Lugatteki üslupların etkisi ile kelam içerisindeki alt manaların ortaya çıkmasıdır. Bu manaları herkes kavrayamaz. Arap lugatinin üslubunu bilen kimseler bilebilirler. Bunlar yan anlamlar olduğu için buna bazı âlimler ‘Sanevi anlam’ da demişlerdir. Kur’an’ın İ’caz sıfatı bu kısım ile gerçekleşmiştir.[38]

İmam Şatibi el-Muvafakat isimli eserinde bu taksimat hakkında der ki;

“Birinci kısım; Kendisinde bütün dillerin ortak olmuş olduğu, konuşan kimselerin maksatlarına ulaştıkları ve hiçbir dilin başka bir dile göre özelliğinin bulunmadığı kısımdır. Örneğin, Zeyd için ayağa kalkma fiili meydana geldiğinde ve farklı dillere sahip olan insanlar Zeyd’in ayağa kalktığını haber vermek istediğinde, onlar hiçbir zorlanma olmaksızın istediklerini ifade etmeyi gerçekleştirebilirler.[39] Bu cihet ile Arap lugatini kullanarak Arap lugatine sahip olmayan insanların haberlerini ve konuşmalarını aktarmak mümkündür. Acem lugatine sahip olan kimseler de Arapların sözlerini ve haberlerini kendi dillerinde aktarabilirler. Bunda bir kapalılık yoktur.

İkinci kısma gelince; Bu, bir durumu anlatmada ve haber vermede sadece Arap lugatine has olan anlamları içeren kısımdır. Bu cihet ile Tabii anlamlar hâlde ve siyakta haber, haberi veren kimse, kendisinden haber verilen kimse, haberin bizzat kendisi gibi ve izah, ihfa, icaz, itnab[40] ve bunun dışında üslup çeşitleri ile bu haber verme eylemine hizmet eden anlamlar içerir.

Mesela, sen haber vermenin ilk aşamasında kendisinden haber verilenden (yani, Zeyd’den) her hangi bir kastın veya vurgun olmamış ancak, habere vurgun olmuşsa, (قَامَ زَيْدٌ) (Zeyd kalktı) dersin. Şayet sen kendisinden haber verilene (Yani, Zeyd’e) vurgu yapmak istiyorsan (زَيْدٌ قَامَ) dersin. Sorunun veya buna benzer bir şeyin cevabı için (إِنَّ زَيْدًا قَامَ) dersin. Zeyd’in ayakta olduğunu inkâr eden kimseye (وَاللَّهِ إِنَّ زَيْدًا قَامَ) dersin. Zeyd’in kalkmasını veya bunun kendisine haber verilmesini bekleyen kimseye (قَدْ قَامَ زَيْدٌ) veya (زَيْدٌ قَدْ قَامَ) dersin. Zeyd’in kalkmasını inkâr edene nükte ile bunu ifade etmek için (إِنَّمَا قَامَ زَيْدٌ) dersin.

Sonra kendisinden haber verilen (Zeyd) hakkında onu yüceltmek, hakir görmek; ondan kinaye etmek veya ondan açıkça bahsetmek; ondan haber vermenin akışından kast edilen, onun hâlinin gerektiricisinin verdiği anlam ve bunun gibi hasretmenin mümkün olmadığı şeyler ile lafızlar çeşitlilik arz eder.

Yerine göre kelamın manasının değiştiği bu tasarruflardan Asli anlamlar kast edilmez. Ancak bu tasarruflar kelamın tamamlayıcısı olan şeylerdir. Şayet kelamda kötü bir şey geçmiyorsa bu kısımdaki kuvvet ile kelamın akışı güzelleşir.” [41]

Buna binaen Kur’an’ın Mana olarak tercemesini kabul etmeyen âlimler Kur’an’ın Asli veya Tabii tercemesinin eksik olacağını, Kur’an’ın içerdiği manaları tam olarak ifade etmeyeceğini Arap lugatiyle ortaya çıkan fesahat ve belağatı hiçbir dilin karşılayamayacığını söyleyerek bunun caiz olmadığına kanaat etmişlerdir. Birçok dil bilen ve Kur’an üzerinde araştırmalar yapan âlimler ve bilginler Kur’an’daki bu inceliğin hiçbir dilde ifade edilemeyeceğini belirtmişlerdir. Türkçe de Kur’an’ın manalarını karşılayacak bir dil değildir.

‘Cenevre Üniversitesi profesörü ve fahri Rektörü Edouard Montet, yaptığı Fransızca Kur’an tercemesinin mukaddimesinde, bu hususu gayet açık bir şekilde ifade etmektedir: ‘Sureler hakkında ileri sürdüğümüz birçok meseleler hususunda ne hüküm verilirse verilsin, Arapça olarak Kur’an’ı bilenlerin hepsi, bu dinî kitabın güzelliğini, üslubunun son derecedeki mükemmeliyetini tescil etmekte müttefik olacaklardır. Avrupa dillerindeki bütün tercemeler, bunu hissettirip ifade etmek imkânından mahrumdurlar.’

‘Yine Kur’an-ı Kerim mütercimlerinden olan İngiliz müsteşriki Marmaduke Pickthall, eserine yazdığı mukaddimesinde ‘Kur’an terceme edilemez, en eski İslam âlimleri bu kanaatte idiler, ben de bu kanaatteyim. Onun için Kur’an’ı tercemeye muvaffak olduğumu iddia etmiyorum. Yalnız Kur’an’ın manalarını nakle çalıştım. Buna muvaffak olduysam kendimi bahtiyar sayarım. Fakat bu eser, bu terceme hiçbir vakit asıl Kur’an yerini tutmaz ve hiçbir vakit bu maksadı istihdaf etmemiştir.’ sözleriyle aczini itiraf etmiştir.’ ‘ [42]

b. Sebep; Kur’an’a Yapılan Muamelenin Kur’an Meallerine Yapılması

Kur’an tercemesini elinde bulunduran insanlar zamanla Kur’an’a yapmış oldukları muameleyi ellerinde bulunan tercemelere yapmaya başladılar. Kur’an mealleri veya tercemeleri Kur’an değildir. Sadece mütercimin Kur’an’dan anladıklarıdır. Çünkü;

• Mütercim Kur’an’dan anladıklarını aktarır. İsabet etme veya hata etme ihtimali vardır. Kur’an’ın Arapçasında böyle bir şey yoktur.

• Kur’an’ın Arapçası ile İ’caz hâsıl olur. Ancak tercemesi ile İ’caz hâsıl olmaz.

Günümüzdeki insanların bu hataya düştüklerini ve ‘Abdestsiz Kur’an meali okunur mu?’ ‘Kur’an mealinden okuduğumuz her bir harf karşılığında on ecir var mı?’ diye sorular sorduklarına şahitlik ediyoruz. Kimileri ise, daha ileri giderek Kur’an mealini eline alıp namazda bunu okumaktadır. Hiçbir şey Kur’an’ın alternatifi ve bedeli olamaz. Günümüzde Kur’an meallerinin varlığı bu afeti doğurduğu için Kur’an’ı terceme etmek caiz değildir.

c. Sebep; İnsanların Kur’an’ın Arapçasından Uzaklaşıp Sadece Kur’an Mealleri ile Yetinmeleri

Terceme faaliyetlerinin olmadığı veya yaygınlaşmadığı dönemlerde insanlar Kur’an’ı anlayabilmek için Arapça ve şer’i ilimleri öğrenirlerdi. Ancak Kur’an tercemelerinin yaygınlaşması ve ilmi kitapların birçoğunun da terceme edilmesi ile beraber insanlar şer’i ilimden uzaklaşmaya başladılar ve ilmi, bu kitaplardan almakla yetindiler.

Özellikle Türkiye, ilmi kitapların tercemesi konusunda en önde gelen ülkelerdendir. Birçok kaynak eser Türkçeye terceme edilmiş durumdadır. Bu, insanları kolaylığa alıştırıyor ve şer’i ilimden uzak kalmalarına sebep oluyor.

Kur’an mealleri de böyledir. Her Müslümanın Kur’an’ı anlamak için çaba sarf etmesi gerekir. Bunun için imkân dâhilinde Arapça öğrenmesi ve Kur’an’ı bizzat kendisinin anlaması gerekir. Ancak Kur’an mealleri yaygınlaşınca insanlar bunun ile yetiniyorlar. Bundan dolayı terceme faaliyetleri doğru değildir ve bunun durdurulması gerekir.

d. Sebep; Kur’an’ı Terceme Etmek Kâfirlerin İslam’a Karşı Kurdukları Bir Tuzaktır.[43]

Kur’an’ı terceme etme hareketi İslam ümmetinin öncülük etmiş olduğu bir şey değildir. Kur’an terceme etme hareketi İslam’a reddiye vermek, insanları İslam’dan uzaklaştırmak ve Müslümanları inançlarında şüpheye düşürmek için kâfirlerin öncülük ettiği bir harekettir.

Miladi 1143 yılında Petrus Venerabilis’in emri ile İslam’ı çürütmek için Kur’an Latinceye terceme edilmeye başlanır. Misyoner Zwemer de bu amaçla Kur’an’ın terceme edildiğini ve bu tercemeye Hristiyanlık esaslarına göre bazı reddiyeler eklendiğini tekid eder.

Alman Müsteşrik Johann Fück diyor ki;

‘Misyonerlik hareketi, Kilisenin Kur’an’ı terceme etme çalışmalarının arkasında yer alarak (İslam’a karşı) hakiki bir müdafaa içerisindedir.’

Hidayet Abdullatif Meşhur, Fransızca Kur’an tercemeleri üzerinde yapmış olduğu araştırmalar sonucunda şöyle der;

‘Ben yirmi beş Fransızca Kur’an tercemesini gözden geçirdim. Hepsini tahrif edilmiş bir şekilde buldum. Bu tercemelerde herhangi bir belirtme olmaksızın Kur’an’ın ayetlerinin yerine Tevrat’tan ayetler konulduğunu gördüm.’

Özellikle bu terceme faaliyetlerinin Osmanlı’nın yıkılış sürecinde daha yaygın hâle gelmesi dikkat çekicidir. Kur’an; ırkı, dili ve örfü farklı olan İslam ümmetinin bireylerini tek çatı altında toplar. Kâfirler Müslümanların arasındaki bu unsuru yok etmek, onların arasında ihtilaf çıkarmak ve birbirlerine karşı kışkırtmak için Kur’an’ı başka dillere terceme etmeye önem vermişlerdir.

Kur’an tercemelerinin günümüzde ulaşmış olduğu nokta hayret vericidir. Şu anda 65 ayrı dilde 2600 küsur bilinen Kur’an tercemesi vardır. Sadece Cumhuriyet tarihinde yani 90 küsur sene içerisinde Türkiye’de 200’ye yakın bilinen meal çalışması yapılmıştır. Bunlardan 35 veya 40 tanesi basılmış ve insanlar arasında yayılmıştır.

Kur’an’ın en büyük özelliği kendisinde çelişkinin olmamasıdır. Allah şöyle buyurur:

قُرْاٰنًا عَرَبِیًّا غَيْرَ ذٖى عِوَجٍ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

“Biz onu, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye hiçbir eğriliği bulunmayan Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” [44]

اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا فٖيهِ اخْتِلَافًا كَثٖيرًا

“Hâlâ Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.” [45]

Binaenaleyh; kâfirlerin Kur’an meallerini yaygınlaştırmak ile arzulamış oldukları hedef gerçekleşmiştir. Günümüzde Kur’an mealleri arasında ciddi bir tenakuz vardır. Herkes Kur’an’ı kendi fikirlerine göre terceme ediyor. İsim ve sıfat ile alakalı ayetler tahrif ediliyor. Kur’an’daki en açık mesele olan Tevhid ve Şirk kalemşör muharrifler tarafından gizleniyor. Şer’i hakikatler hikmet ve tahkik adı altında işlevsiz bırakılıyor. Her insan bir meali muteber kabul edip, ona göre yaşıyor. Bu ise insanlarda Kur’an’da çelişki olduğuna dair fikirler canlanmasına sebep olmaktadır.[46] Bundan dolayı terceme faaliyetleri tehlikelidir ve caiz değildir.

e. Sebep; Önceki Kitaplar Terceme İle Tahrif Olmuştur.

Tevrat ve İncil’in tahrif olmasının sebebi tercemedir. Tevrat ve İncil’in başka dillerdeki tercemeleri insanlar arasında ciddi bir şekilde yayılmaya başladı. İnsanlar sadece tercemeler ile yetinip, Tevrat ve İncil’i aslından okumamaya başladılar ve zamanla Tevrat ve İncil’in aslı kayboldu. Tevrat ve İncil’in tercemesi üzerinden başka tercemeler yapılmaya başlandı. Bu da tahrifin önünü açtı. Allah Kur’an’ı lafız olarak koruma altına almıştır. Ancak Kur’an tercemelerinin yaygınlaşması ile Kur’an’ın manası üzerinde tahrif yapılmaktadır. Buna binaen Kur’an tercemesi caiz olmaz.

f. Sebep; Kur’an’a Yönelik Protestanca Bakış Tercemeyi Sakıncalı Kılmaktadır.

Buraya kadar zikrettiğimiz sebepler eski âlimlerin zikretmiş olduğu sebeplerdir. Altıncı olarak zikrettiğimiz bu sebep ise, muasır âlimlerin dayandığı bir sebeptir.

Bu konuyu anlayabilmek için öncelikle Protestanlık mezhebi üzerinde durmaya çalışalım.[47]

Protestanlık, 16. Yüzyılda Martin Luther liderliğinde ortaya çıkmış ve gelişmiş olan bir Hristiyan mezhebidir.

Bu dönemlerde Katolik[48] kiliseleri Avrupa’da egemendi. Kilise İncil üzerinde bazı tasarruflarda bulunuyor, papazlar kendi hevalarına göre İncili yorumluyor ve insanlara İncil adı altında zülüm yapılıyordu. Din adamları günahsız olarak kabul ediliyor ve onların yaptığı tasarruflara hiç kimse karşı çıkamıyordu. İnsanlar din adamlarının anlattığını kabul ediyor ve araştırma yoluna gidemiyordu. Bilimin ve sanatın ilerlemesi ile Kilisenin fikrî anlamdaki bağlayıcılığı ve üstünlüğü insanlarda zayıflamaya başladı. Kilise bilimin ve sanatın ilerlemesi ile kendi egemen güçlerinin zayıflamasını önlemek için yine din adı altında insanlara zulmetmeye başladı. Kilisenin fikirlerine aykırı olan bilimsel gerçeklere karşı çok sert davrandılar ve bilim adamlarını öldürmeye başladılar.

Böyle bir vakıada Protestan fikri ortaya çıkmıştır. Protestanlığın temel fikri, Kilisenin İncil adına yapmış olduğu zulme engel olmak için, İncil dışındaki başka fikirleri geçersiz kılmak ve herkesin İncil’i anlayabileceğini savunmaktır. Günümüzde bazı insanların ‘Kur’an bize yeter.’ sözünde olduğu gibi onlar da ‘İncil bize yeter’ dediler ve İncil’i yalın bir şekilde terceme ettiler. Böylece kilisenin zulmünden ve geri kalmışlığından kurtulmayı hedeflediler. Bunlar İncil’in kendilerine yeteceğine ve başka yorumların geçersizliğine inandıkları için ‘İncilci’ diye de isimlendirilmişlerdir. Onlara göre herkes İncil’i kendi başına anlayabileceği için, kendi aralarında da birçok fırkaya bölündüler. Yalnızca ABD’de 1982 yılı istatistiklerine göre 2000 Protestan fırkanın olduğu tespit edilmiştir.

Martin Luther’in bu nazariyesini İslam Ümmeti’nde canlandırmaya çalışan İslamcı Protestanlar Kur’an hakkında diyorlar ki;

‘İslam Ümmetinin geri kalması İslam’dan kaynaklanan bir şey değildir. Kur’an’ı tefsir eden din adamlarımız kendi örflerini ve düşüncelerini Kur’an’a yansıttılar. Bundan dolayı da Kur’an bir toplumu inşa eden bir kitap olmasına rağmen insanları geride bırakır bir kitap hâline geldi. Allah bizi âlimlerin düşünceleri ve Arapların örfleri ile değil, Kur’an’ın kendisi ile sorumlu tutmuştur. Sünnette sahih olan, zayıf olan, uydurma olan var. Sahih olanların da gerçekten Peygamber’e aidiyetini bilmiyoruz. Sünnet bozulduğu için biz Kur’an’ın dışında var olan her şeyi bir kenara bırakalım ve sadece Kur’an ile yetinelim.’

Daha sonra bu insanlar Kur’an’ın tercemesini yapmaya başladılar. Fikirleri zahiren çok samimi temellere dayanır gibi görünse de, Sünneti inkâr ettikleri için Kur’ani kavramların içini kendileri doldurdular. Kur’an tercemesi üzerinden Kur’an’ı tahrife cüret ettiler. Kur’an’ı yalın bir şekilde anlayalım derken, kendi fikirlerini Kur’an’ın önüne geçirdiler. Bazı örnekler verecek olursak;

• Allah Kur’an’da miras dağıtılırken kadına bir, erkeğe ise iki pay verilmesini emretmiştir. Buna binaen mirasın buna göre dağıtılması gerekir. Allah miras ile alakalı şöyle buyurur:

يُوصٖيكُمُ اللّٰهُ فٖى اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ

“Allah, çocuklarınız hakkında, bir erkeğe iki kadının payı kadar tavsiye eder.” [49]

Onlar diyorlar ki; ‘O dönemde kadınlar savaşa çıkmıyordu, çalışmıyordu ve bütün yük erkeğin üzerindeydi. Erkek hem kendi ihtiyaçlarını hem de kadının ihtiyaçlarını karşılıyordu. Bundan dolayı şeriat aradaki dengeyi kurmak için erkeğe daha fazla pay verdi. Ama günümüzde öyle değil. Kadınlar çalışıp, kazanıyorlar, savaşa çıkıyorlar. Bundan dolayı erkeğe ne veriliyorsa, kadına da onun verilmesi gerekir.’

• Allah anlaşamayan eşlerin ayrılması için üç talak ile boşanmayı meşru kılmıştır. Bu talak hakkı ise, erkeğin elindedir.

اَلطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْرٖيحٌ بِاِحْسَانٍ

“Boşama iki defadır. Ondan sonra kadınla iyilikle geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır.” [50]

Onlar diyorlar ki; ‘Ancak o dönemde kadına zulmediliyordu. Kadın bir eşya gibi muamele görüyordu. Mirastan mahrum bırakılır hatta bir eşyaymış gibi miras kalırdı. İslam bu duruma müdahele ettiğinde ancak bu kadar islah edebildi. Günümüzde ise, buna gerek kalmadı. Çünkü günümüzde kadın erkekle anlaşamadığı zaman istediğinde kocasını boşayabilir ve ondan ayrılabilir.’

Şu noktaları gözden kaçırmayalım;

• Bu insanlar Kur’an’ı gelenekçilerin yorumlarından kurtarmak için yola koyuldular. Kur’an’ı yalın bir şekilde anlamak gerektiğini ve bunun yeterli olacağını söylediler. Ancak Kur’an’ın insanlara yetmesine izin vermediler. Örneklerde olduğu gibi kendi yorumlarını Kur’an’a kattılar.

• Bu insanlar özellikle ‘Kur’an’ı hayat kitabı kılacağız.’ sloganı ile bu işe başladılar. Ancak yorumları, açıklamaları ve ileri düzeydeki zekâları ile Kur’an’ın hayata müdahil olmasına izin vermediler. Yaptıkları her yorum Kur’an’ın bir hükmünün hayata yansımasını ortadan kaldırdı.

• Bu insanlar Kur’an’ı yorumlardan arındırıp, safi bir şekilde anlaşılmasını ve Kur’an’ın herkese yeterli olan bir kitap olduğunu savunan, ancak yüzlerce tefsir dersi yapmayı da ihmal etmeyen insanlardır.

Kur’an’ın tercemesini caiz görmeyen âlimler, bu insanların Kur’an tercemesini kullanarak başlattıkları ifsat hareketinden dolayı Kur’an tercemelerinin caiz olmadığını söylemişlerdir.

◆◆◆

2. Görüş; Kur’an Manevi Olarak Terceme Etmenin Bazı Şartlar ile Caiz Olduğunu Söyleyenler

Bazı âlimler ise, Kur’an’ın Manevi olarak terceme edilmesinin caiz olduğunu hatta yapılması gerektiğini söylemişlerdir. Bu âlimler ise şu sebeplere dayanmışlardır;

a. Sebep; Davet Farizasını Yerine Getirmek İçin Terceme Yapılmalıdır.

Allah mutlak olarak insanlara Arapça öğrenmelerini farz kılmamıştır. Ama kitabını bütün insanlara göndermiştir. Bu ise, Kur’an’ı insanların dilini göz önünde bulundurarak davet yapmayı gerektirmektedir. İslam’a davet yerine getirilmesi gereken bir farziyettir. Allah şöyle buyurur:

اُدْعُ اِلٰى سَبٖيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır.” [51]

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

بَلِّغُوا عَنِّي وَلَوْ آيَةً

“Bir ayet bile olsa, benden insanlara ulaştırınız.” [52]

Davet farizasının yerine gelebilmesi için Kur’an’ı terceme etmek gereklidir. ‘Vacibin kendisi ile tamamlanmış olduğu şey de vaciptir.’ kaidesi gereği terceme de vaciptir.

b. Sebep; Kur’an Tercemesinin Yapılmamasının da Zararları Vardır.

Kur’an’ın tercemesini caiz gören âlimler, caiz görmeyen âlimlerin dayandıkları sebepler hakkında demişlerdir ki;

‘Zikredilen sebepler nas olmayıp, terceme yapıldıktan sonra ortaya çıkması ihtimalli olan şeylerdir. Aynı şekilde terceme yapılmadığı zaman da ortaya çıkacak zararlar vardır;

■ İnsanların Kur’an’dan cahil kalması.

■ Kur’an’ı tahrif edenlerin insanları aldatması.

■ Kur’an’ı anlamayan insanların fıtri ve manevi olarak ihtiyaçlarını başka yerlerde araması…’

Günümüzde Yahudi ve Hristiyanlar üniversitede okuyan öğrencilerin İslam hakkında araştırma yapabilmeleri için Kur’an’ı terceme ediyorlar. Buna hem din hem de dil olarak ehliyetli kişiler olmadıkları için Kur’an’ı tahrif ediyorlar. Böylece insanlar İslam’ı yanlış tanıyor ve yanlış tanıtıyor.

Aynı zamanda 11 Eylül olaylarından sonra insanlarda Kur’an’a yönelik çok ciddi bir yöneliş başladı. Kur’an mealleri ABD ve Amerika’da ‘en çok satanlar’ listesine girdi. Yayınevleri Avrupa ve ABD ülkelerine tırlarca Kur’an baskısı gönderse de yoğun talebe tam anlamı ile cevap veremediler. Milyonlarca insan İslam’ı araştırmaya ve İslam’a girmeye başladı.

Böyle bir vakıada ehil olmayan insanların yaptığı tercemelerin yaygın olması İslam’a zarar verir. Ehil Müslümanların Kur’an meali çalışmaları bu zararları ortadan kaldırır.

Kur’an Tercemesinde Bulunması Gereken Şartlar

Kur’an’ın terceme edilmesini caiz gören âlimler bunun mutlak olmadığını ve bazı şartlara bağlı olduğunu söylemişlerdir. Bu şartlardan en yaygın olanlar şunlardır:

1. Meal asla Kur’an’ın bedeli ve alternatifi gibi olmayacak. İnsanların böyle bir şeye düşmemeleri için çalışmalar yapılacak. Mütercim yapmış olduğu çalışmanın Kur’an’ın alternatifi olmadığını, sadece Kur’an’dan anladığı şeyleri aktardığını sıkça hatırlatacak.

2. Mütercimin iyi bir meal çalışması ortaya koyması için hem kendi dilini hem de Arap lugatini iyi bilmesi gerekir. Mücahid der ki;

لَا يَحِلُّ لِأَحَدٍ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ أَنْ يَتَكَلَّمَ فِي كِتَابِ اللَّهِ إِذَا لَمْ يَكُنْ عَالِمًا بِلُغَاتِ الْعَرَبِ

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kimsenin Arap lugatini bilmiyorsa Allah’ın kitabı hakkında konuşması helal olmaz.” [53]

3. Mütercimin ilim talebesi olması, şeriatı ve şeriatın maksadlarını bilen bir kimse olması gerekir.

4. Mütercimin adaletine zarar verecek bir vasfı kendisinde barındırmaması gerekir. Şirk, küfür, bidat ve fısk gibi…

Bunun ile beraber el-Ezher Üniversitesinin Kur’an tercemesi ile ortaya çıkan sakıncaları izale etmek için belirlemiş olduğu bazı şartlar vardır. Zurkani bu şartları Menahilu’l İrfan eserinde aktarıyor:

‘1. Tefsirin (yani tercemenin) sade olması gerekir. Ancak ilmi ıstılah ve konuların ayetin anlaşılmasına katkısı olması hâli bunun dışındadır.

2. Bilimsel görüşlerin tercemede yer almaması gerekir. Yıldırım ve şimşek ile alakalı ayetler hakkındaki bilimsel görüşler gibi. Aynı şekilde sema ve yıldızlar ile alakalı ayetlerde astrologların bunlar hakkında söylediklerini içermemesi gerekir. Ayet ancak Arapça lafzının delalet etmiş olduğu şey ile tefsir edilir ve ayetteki ibret ve yol göstericilik eklenir.

3. Bazı meselelerin tahkiki hakkında genişliğe gidilmesi ihtiyacı hissedilirse, heyet bunu tercemenin haşiyesine ekler.

4. Heyetin ancak ayetin delalet ettiği anlama boyun eğmesi gerekir. Heyetin Fıkhi, Kelami veya başka mezheblerin görüşleri ile ayetleri kayıtlamaması gerekir.

5. Kur’an’ın Hafs Kıraatine göre tefsir edilmesi gerekir. Diğer kıraatlere göre yapılan tefsir ihtiyaç olması dışında eklenmez.

6. Ayetlerin ve surelerin aralarındaki bağlantıyı kurarken zorlama yorumlardan kaçınmak.

7. Konu bitiminde nüzul sebeplerinden sahih olanlarını zikretmek ve ayetin anlaşılmasına yardımcı olmak.

8. Terceme yapılırken ayetin veya aynı konudan bahsediliyorsa ayetlerin tamamı tam bir şekilde zikredilir. Sonra ayetteki kelimelerin manası ince bir tetkik ile incelenir. Nüzul sebebi, ayetin bağlamı ve konusuna uygun olarak ayetten alınması gereken notlar zikredilir.

9. Ayetler arasında cem edememe özrü olmadıkça herhangi bir neshe gitmemek.

10. Her surenin baş kısımlarına heyetin sure hakkında belirttiği bilgilerin eklenmesi gerekir. Sure Mekki midir yoksa Medeni midir? Ayetler içerisinde hangisi Mekki veya hangisi Medeni’dir? bilgileri verilmelidir.

11. Kur’an mealinin baş kısmına bir mukaddime konulmalıdır. Bu mukaddime; Kur’an’ın tarifini, davet, şer’i hükümler, kıssalar ve tartışma metoduna dair Kur’an’ın izlediği yolu içermelidir. Heyetin terceme metodu da belirtilmelidir.’ [54]

Sonuç;

Günümüzde Kur’an meallerine büyük ihtiyaç vardır. Kur’an meallerinin olmasının tehlikeleri olduğu gibi, Kur’an meallerinin olmamasının da tehlikeleri vardır. Hem Kur’an meallerine olan ihtiyacımızı karşılamak hem de bunun zararlarını bertaraf etmek için açıklamalı Kur’an meali çalışmaları yapmak gerekir. Bu çalışmaların faydaları şunlardır:

• Meal arasındaki kısa açıklamalar okuyucuda mealin Kur’an olmadığı ve mütercimin Kur’an’dan anladıkları olduğu bilincini oluşturur.

• Türkiye’deki Kur’an mealleri, Kur’an’ın insanlara ulaştırdığı neticeleri insanlara ulaştırmıyor. Özellikle Kur’an’ın indirilmesinin temel gayesi olan tevhid ve şirk meselesi bunun başında gelmektedir. Allah şöyle buyurur:

الر كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكٖيمٍ خَبٖيرٍ *اَلَّا تَعْبُدُوا اِلَّا اللّٰهَ اِنَّنٖى لَكُمْ مِنْهُ نَذٖيرٌ وَبَشٖيرٌ

“Elif, Lam, Ra. (Bu,) Ayetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından birer birer açıklanmış bir Kitap’tır. Ta ki, Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Gerçekten ben, sizi O’nun tarafından uyaran ve müjdeleyenim.” [55]

Ibni Abbas der ki;

كَلُّ مَا وَرَدَ فِي الْقُرْآنِ من العبادة فمعناهالتَّوْحِيدُ

“Kur’an’da (Allah’a) ibadeti emreden bütün ayetlerin manası Tevhid’tir.” [56]

Tevhid ve Şirk, sadece Allah’a ibadet, sadece Allah’a dua, ilah, Rabb, tağut, şirk, küfür, kafir, müşrik gibi kavramlar ile anlaşılabilir. Ancak günümüz mealleri bu hakikatleri karşılayacak nitelikte değildir. Allah’a ibadet, putlara ibadet, velilere ibadet, ‘tapmak’ şeklinde terceme edilmekte ve Kur’an’ı okuyan insanlarda farklı anlamlar çağrıştırmaktadır. Tağut kelimesi ya açıklanmıyor ya da sadece ‘Şeytan’ anlamına geldiği yazılıyor. Kur’an’da ‘Kâfirler, Müşrikler’ ibarelerinin yerine ‘inkâr edenler, Allah’a ortak koşanlar’ ibareleri konuluyor.

Açıklamalı meallerin yapılması bu problemi ortadan kaldırabilecek çözüm yollarındadır.

Burada belirtilmesi gereken başka bir konu ise; her Müslümana Kur’an’ı anlayabileceği çalışmalar yapması ve Arapça öğrenmesinin gerekli olduğudur.

İmam Şafii der ki;

‘Her Müslümana gücünün ulaştığı ölçüde Arap lugatini öğrenmesi gereklidir. Ta ki, Kelime’i Şehadeteyn’e şahitlik etsin, Arapça dili ile Kur’an’ı tilavet etsin, kendisine farz kılınan tekbirden, kendisine emredilen tesbihten, teşehhüd dualarından ve bunun dışındaki zikirlerden okuyabilsin, nutketsin. Allah’ın kendisi ile nübüvveti sonlandırdığı Peygamberin ve son kitabın dili kıldığı Arapçayı öğrenmesi kişi için büyük bir hayırdır.’ [57]

Bir sonraki yazımızda Rey ile Tefsir yapmak ve Kur’anı tevil etmek meselelerini incelemekle Ulumu’l Kur’an’a has olan meseleleri anlatmaya devam edeceğiz.

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun…

 

 

[1]         .     28/Kasas, 68

 

[2]         .     12/Yusuf, 2

 

[3]         .     43/Zuhruf, 3

 

[4]         .     41/Fussilet, 3-4

 

[5]         .     42/Şura, 7

 

[6]         .     20/Taha, 113

 

[7]         .     39/Zümer, 28

 

[8]         .     16/Nahl, 103

 

[9]         .     26/Şuara, 192-195

 

[10]        .     DİA, 27/195.

 

[11]        .     12/Yusuf, 10

 

[12]        .     Bk. Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi, s. 31.

 

[13]        .     Kıraatler ile alakalı bölümde bu konuya daha tafsilatlı değineceğiz. İnşallah.

 

[14]        .     12/Yusuf, 81

 

[15]        .     Bk. Tefsiru’l Kurtubi, 9/244.

 

[16]        .     7/Araf, 158

 

[17]        .     Arap olmayan.

 

[18]        .     Et-Tahrir ve ve’t Tenvir, 25/161, Daru’t Tunusiyye baskısı

 

[19]        .     15/Hicr, 94

 

[20]        .     12/Yusuf, 80

 

[21]        .     En-Nuket ve’l Uyun, 1/30, Daru’l Kutubi’l İlmiyye baskısı

 

[22]        .     Bu konu ile alakalı şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz; Menahilu’l İrfan,2/126; Mebahis fi Ulumi’l Kur’an, 311. (Menna’ Halil); Ahkamu’l Kur’an, 4/382 (Ibni Arabi El-Maliki, Daru’l Kutubi’l İlmiyye). El-Muğni, 1/350 (674. Mesele) (İbni Kudame el-Makdisi el-Hanbeli, Mektebetu’l Kahire baskısı)

 

[23]        .     El-Mecmu’ Şerhu’l Mühezzeb, 3/379, Daru’l Fikr baskısı

 

[24]        .     Bu konu ile alakalı şu kaynağa müracaat edebilirsiniz; el-Mebsut 1/37 (İmam Serahsi, Daru’l Marife)

 

[25]        .     Menahilu’l İrfan, 2/128.

 

[26]        .     Bu konu hakkında şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz; Menahilu’l İrfan, 2/88; Dirasat fi Ulumi’l Kur’an s. 618; Mebahis fi Ulumi’l Kur’an (Menna’ Halil) s. 323; Şerhu Manzumeti’t Tefsir, (Şeyh Hazimi) 4. Ders. Fethu’l Bari 13/585 (7541. Hadisin şerhi) (İbni Hacer, Daru’l Hadis baskısı)

 

[27]        .     Bu eser ilk olarak 1931 yılında Arapça olarak Kahire’de Selefiyye matbaasında basılmıştır. Bilinen son Arapça baskısı 2015 yılında Mektebetu’s Sekafeti’d Diniyye baskısıdır. Bu Eser 1993 senesinde Bedir yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.

 

[28]        .     Lisanu’l Arab, 12/229.

 

[29]        .     1/Fatiha, 2

 

[30]        .     1/Fatiha, 2

 

[31]        .     16/Nahl, 44

 

[32]        .     İbni Abbas.

 

[33]        .     Ahmed, 2397; Taberani, Mu’cemu’l Kebir, 10587.

 

[34]        .     Fedail es-Sahabe, 1929.

 

[35]        .     Hakim, Müstedrek, 3105; Ibni Ebi Şeybe, Musannef.

 

[36]        .     Buhari, 7149; Müslim, 17.

 

[37]        .     1/Fatiha, 2

 

[38]        .     Bu taksimatın asli ve tabii olarak isimlendirilmesi Şatibi’ye aittir. Zurkani bu isimlere yer vermekle beraber Evveli ve Sanevi isimlerini de kullanmıştır.

 

[39]        .     Yani Arapça olan (قام زيد) cümlesi, Türkçe, ‘Zeyd kalktı’ Kürtçe ‘Zeyd rabû ser xwe’ Almanca ‘Zeyd ist aufgestanden’ şeklinde başka bir dile aktarılabilir.

 

[40]        .     İhfa, gizlemek; İcaz, sözü kısaltmak; itnab, sözü uzatmak anlamındadır.

 

[41]        .     El-Muvafakat, 2/105 (Daru ibni Affan baskısı) Bk. El-Muvafakat, 2/63 (İz yay.)

 

[42]        .     Tefsir Tarihi, s. 28 (İsmail Cerrahoğlu, Fecr yay.)

 

[43]        .     Bu konu hakkında geniş bilgi için bknz. el-Ğarretu’t Tensiriyye ala Esaleti’l Kur’ani’l Kerim s. 45 (D. Abdurradi Muhammed Abdulmuhsin, Mecmeu el-Melik Fehd baskısı)

 

[44]        .     39/Zumer, 28

 

[45]        .     4/Nisa, 82

 

[46]        .     Örneğin günümüzde bir kesim sadece Prof. Suat Yıldırım’ın hazırlamış olduğu meal çalışmasını okur. Bazı kesimler Mustafa İslamoğlu’nun hazırladığı meali elinden düşürmez ve bunun kendilerine yettiğini iddia ederler. Bazı kesimler ise, Ruhu’l Furkan, Feyzu’l Furkan gibi meallere tutunur.

 

[47]        .     Tafsilatlı bilgi için bknz. Çağdaş İnançlar ve Düşünceler, 2/57, 75 (Heyet, Beka yay.)

 

[48]        .     Hristiyan mezheplerinden biridir.

 

[49]        .     4/Nisa, 11

 

[50]        .     2/Bakara, 229

 

[51]        .     16/Nahl, 125

 

[52]        .     Buhari, 3461; Tirmizi, 2669. Abdullah bin Amr’dan.

 

[53]        .     el-Burhan, 1/292.

 

[54]        .     Menahilu’l İrfan, 2/133.

 

[55]        .     11/Hud, 1

 

[56]        .     Tefsiru’l Beğavi, 1/93 (Daru İhya et-Turas el-Arabi baskısı)

 

[57]        .     er-Risale, 1/47. (İmam Şafii, Mektebetu’l Halebî)

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver