Ticaret Ehli Müslümanlara Nasihatler – 3

 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Değerli tacir kardeşim, bir önceki yazılarımızda ticaretle alakalı önemli gördüğümüz bazı başlıklara değinmiş ve bunlarla nasihat serimize bir nevi ‘mukaddime’ yapmıştık. Bu yazımızda ise, önemli gördüğümüz şeyleri siz tacir kardeşlerimizle paylaşmak adına, ticaret noktasında Müslümanların dikkat etmesi gereken şeyleri maddeler hâlinde zikretmeye çalışacağız.

Rabbimizden, bu önemli hususları hakkıyla kaleme alabilmeyi ve onlarla gereğince amel etmeyi nasip etmesini niyaz ediyoruz.

◆◆◆

1. İnsanlara Muhtaç Olmamayı Prensip Edin

İnsanlara muhtaç bir hâlde yaşamak, onların sırtından geçinmek ve bedavacı bir zihniyetle hayat sürdürmek, İslam gibi temeli izzet ve dik duruşa dayanan bir dinin müntesibi olanlar için kelimenin tam anlamıyla bir ‘zillet’tir. Bir Müslümana böylesi bir hayat tarzı yakışmadığı gibi, yaraşmaz da! Çünkü Müslüman onurludur, izzetlidir, haysiyetlidir, şeref sahibidir… Alarak bir hayat sürdürmek yerine, vererek geçen bir yaşam tarzını tercih eder. Rasûlullah’ın dilinden dökülerek tüm insanlığa onurlu bir hayatın ipuçlarını gösteren ‘Veren el, alan elden daha üstündür’[1] düsturu, onun hayatının temel felsefesidir. Bu nedenle bu ilkeye layık bir yaşam sürdürmeye çalışır ve izzetli duruşuna halel getirecek düşük davranışlardan son derece uzak durur.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanın insanlara muhtaç olmamasıyla alakalı olarak bizlere birçok nasihatte bulunmuştur. Kitaplarımızda bu türden nasihatler bir hayli çoktur. Şu zikredeceklerimiz, bunlardan en çok göze çarpanlardandır:

“Müslümanın şerefi, gece kıyamındadır. İzzeti/onuru ise, insanlara muhtaç olmamasındadır.” [2]

“Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizden birinizin eline ip alıp sırtında odun taşıması, birisine varıp el açmasından daha hayırlıdır.” [3]

“Kim iffetli davranırsa, Allah onu iffetli kılar. Kim insanlara muhtaç olmamak isterse, Allah onu müstağni kılar. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah ona sabır verir.” [4]

Ebu Zer radıyallahu anh şöyle demiştir: Dostum Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bana şu yedi şeyi tavsiye etti:

‘1. Miskinleri sevip onlara yakın olmamı,

2. Hâli vakti benden iyi olanlara değil, durumu daha kötü olanlara bakmamı,

3. Bana cefa verse de akrabayı ziyaret etmemi,

4. ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ zikrini çokça yapmamı,

5. Acı dahi olsa her daim hakkı söylememi,

6. Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamamı,

7. Asla insanlardan bir şeyler istemememi.’ [5]

Bir Müslüman, Peygamberinin bu tavsiyelerine kulak vererek insanlara muhtaç olmadan hayat sürmeyi kendisine ilke edinmelidir. Bunun da en ideal yolu bir şeylerle meşgul olmak veya ticaretle uğraşmaktır. Bir Müslüman ticaretle uğraşarak muhtaç olmadan hayat sürdürmenin birinci adımını atmış olur. Diğer adımlarında ise Rabbi olan Allah’tan korkarak hareket etmelidir.

Müslüman, hayatının her alanında olduğu gibi, ticaret konusunda da Selefi’ni örnek almalıdır. Onların bu konudaki sözlerine ve davranışlarına kulak vererek, ticaret anlayışını bu perspektifte şekillendirmelidir. Bizden önce yaşamış salih insanlar; ilimle uğraşmalarına, hayatlarını ibadete adamalarına ve kulluğun en üst seviyelerine erişmelerine rağmen, asla insanlara muhtaç olarak yaşamaya razı olmamışlar, çalışıp kendi kazandıklarıyla geçinmeyi diğer şeylere tercih etmişlerdir. İşte Ebu Hanifeler! İşte Muhammed İbni Sirinler! İşte Abdullah İbni Mübârekler! İşte ticarethanelerimizin başköşesine isimlerini altın harflerle nakşedeceğimiz diğer önder şahsiyetler! Allah kendilerinden razı olsun, onlar, insanlar arasında ilim ve zühd ile tebellür ettikleri hâlde hiçbir zaman onlara muhtaç olmayı yeğlememişler; aksine hayatlarını kendi el emekleriyle idame ettirerek şu fâni âlemde büyük bir gönül genişliği içerisinde yaşayıp gitmişlerdir.

Müslüman tacir işte bu hayır sahibi insanları kendisine örnek almayı bilmeli ve ilimle ticareti, ibadetle kazancı bir araya getirmiş o insanların yolunda gitmeyi kendisine hedef edinmelidir.

Şimdi gelin, o kutlu neslin insanlarının konumuza ilişkin bazı hikmetli sözlerinden istifade ederek yolumuza ışık tutmaya çalışalım.

• Süfyan es-Sevri rahimehullah şöyle der: ‘Ardımda kendisinden hesaba çekileceğim on bin dirhem bırakmam, benim için insanlara muhtaç olmamdan daha sevimlidir.’ [6]

• Yine onun arkadaşlarından birisine şöyle dediği nakledilmiştir: ‘Sen yiğitlerin işine sarıl! Onların işi; helalden kazanmak ve fakirlere harcamada bulunmaktır.’ [7]

• Bir arkadaşı, Damre bin Hubeyb rahimehullah için şöyle demiştir: ‘O, namaza kalktığında ben kendi kendime: ‘İnsanların en zâhidi herhalde bu zattır’ derdim. Dünya için koşuşturduğunda da: ‘İnsanlar içerisinde dünyaya en çok gönül bağlayan herhalde bu adamdır’ derdim.’ [8]

• Hammâd bin Zeyd, Eyyûb es-Sahtiyâni’nin rahimehullah kendisine şöyle dediğini söyler: ‘Pazarına/işine sıkıca sarıl; çünkü kendilerine muhtaç olmadığın sürece arkadaşlarının katında değerli olursun.’ [9]

• Ebu Vâil rahimehullah şöyle demiştir: ‘Ticaretten elde edeceğim bir dirhem, bana hediye edilecek on dirhemden daha sevimlidir.’ [10]

• Adamın birisi, Habeş diyarında, ticaretle uğraştığı bir esnada Hasan bin Yahya rahimehullah ile karşılaşır ve bir nevi bunu ona yakıştıramadığı için kendisini kınayan bir üslupla:

— Seni buralara getiren şey nedir? Bütün bunlar dünyayı elde etmek ve ona hırs göstermek için midir, der.

Bunun üzerine Hasan bin Yahya rahimehullah:

— Ey adam! Beni bu işe sevk eden şey, senin gibilerine muhtaç olma korkusudur, diyerek adama karşılık verir.[11]

• Bir gün Ömer radıyallahu anh Medine caddelerinde yürüyordu. O esnada Yemen’den gelen bazı insanları gördü. Bunlar, Medine’nin sokaklarında bomboş oturuyor ve hiçbir çalışma sergilemeden geçinmeye çalışıyor, insanlara yük oluyorlardı. Aynı zamanda bu insanlar yanlış bir anlayışla kendilerini mütevekkil (Allah’a tevekkül edenler) olarak isimlendiriyorlardı. Ömer radıyallahu anh, onlarla karşı karşıya geldi ve kendilerine:

— Siz kimsiniz? diye sordu.

Onlar:

— Biz, mütevekkil (Allah’a tevekkül eden ve bu nedenle çalışmayan) insanlarız, diye karşılık verdiler.

Bu cevabı alan Ömer radıyallahu anh onlara:

— Hayır! Siz mütevekkil değil, müteekkilsiniz (hazır yiyicilersiniz). Oysa Allah’a tevekkül eden, tohumu toprağa atandır,[12] buyurdu ve bu şekilde onların yanlış tevekkül anlayışını bertaraf ederek İslam’da hazır yiyiciliğin olmadığını bir kere daha bizlere göstermiş oldu.

Bizden önce yaşamış salih insanlar işte böyleydiler… Asla muhtaç olmaya rıza göstermezler ve çalışmayı en hayırlı amellerden sayarlardı. Onları örnek aldığını iddia eden biz Müslümanların da, insanlara muhtaç bir vaziyette değil, aksine onlara yardımcı olacak kadar iş çevirebilen bir pozisyonda olması gerekmektedir. Tıpkı o neslin insanları gibi… Böyle olduğunda hem Allah katında, hem de insanlar katında değerimizin artacağından şüphemiz olmamalıdır.

2. Ticaretinde Güzel Bir Niyet Taşı

İslam’da en önemli amelin ‘niyet’ olduğu, bu din hakkında azıcık araştırma yapan herkesin rahatlıkla bilebileceği bir husustur. Kişi, salih ve güzel bir niyet taşımadan yaptığı amelin karşılığını Allah katında bulamayacaktır. Eğer ortaya koyduğu amelin ahirette karşılığını bulmak istiyorsa, yapacağı ilk iş, o ameli Allah’ın razı olacağı güzel bir niyetle yapmasıdır.

Âlimlerimiz niyetin en önemli amel olmasını, onun âdetler ve normal işler ile ibadetleri birbirinden ayırt etmesine bağlamışlardır. Aynı ameli yapan iki kimsenin yaptığı iş, ancak niyet ile birbirinden ayırt edilir. Aynı safta namaz kılan iki insan düşünün… Birisi ‘Rabbim razı olsun’ diye namaz kılarken, diğeri ‘Falanca namaz kılmıyor’ demesinler diye safta duruyor. Görünüşte aynı hareketleri yapıyorlar; ama birisi cennet kazanma yolunda ilerlerken, diğeri kendi eliyle kendisini cehennemin odunu yapıyor. İşte bu iki insanı −yaptıkları eylem görünüş ve şekil itibariyle aynı olduğu hâlde− birbirinden ayırt eden şey, kalplerinde taşımış oldukları niyetleridir.

Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız ki, bizim hayatımızın her alanı ve her ânı ibadet kapsamındadır. Çünkü ibadet −Şeyhu’l İslam İbni Teymiyye’nin de ifade ettiği üzere−[13] Allah’ın sevip razı olduğu bütün söz ve amellerdir. O, birilerinin anladığı gibi sadece namazdan, oruçtan veya hacdan ibaret değildir. Aksine oturmak, kalkmak, ziyaretleşmek, tebessüm etmek ve hatta uyumak, Allah için yapıldığı ve başka amaçlar güdülmediği sürece ibadet olur, sahibine Allah katında ecir kazandırır.

Ticaret de bu söylediğimizin dışında değildir. Yani o da −Allah emrettiği ve usulünce yapıldığında razı olacağı bir amel olduğu için− ibadet dâhilindedir. Bu nedenle sen ticaret yaptığında bil ki Allah’ın razı olacağı bir amel yapıyorsun ve bu iş −niyetin salih olduğu sürece− sana Allah’ın hoşnutluğunu ve cennetini kazandıracaktır. Herkes ticaret yapıyor, herkes çalışıyor, herkes rızık temin ediyor; bu nedenle ben de çalışmalıyım mantığıyla âdet gereği ticaretle uğraşma! Bırak insanlar ne niyetle ticaret yaparlarsa yapsınlar. Sen Müslümansın. Sen onların ne amaçla ticaret yaptığına bakmamalısın; aksine sen ‘Rabbim ticareti kulluğun bir parçası saydı, ben de bu nedenle çalışmalıyım’ mantığıyla ticaret ortaya koymalısın. Sen bu kıvamı yakaladığında, işte o zaman kazançlı çıkanlardan olacaksın. Hem para kazanacak hem de Allah’ın rızasını kazanacaksın. Bu sayede −tabiri caiz ise− bir taşla iki kuş vurmuş olacaksın.

Sen ticaretle uğraşırken örnek olarak zikrettiğimiz şu tarz niyetler taşıyarak üstte vurguladığımız kulluğu gerçekleştirebilirsin:

• Dinim bana insanlara el açmayı yasakladı; bu nedenle ben el açan birisi olmamak için çalışmalıyım.

• Tüm Peygamberler el emeklerini yer, insanlara muhtaç olmazlardı; ben de onları kendime örnek almak için çalışmalıyım.

• Dinim bana çoluk-çocuğumu, eşimi ve bakımını üstlendiğim kimseleri zayi etmemi yasakladı; bu nedenle onların ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmalıyım.

• Dinim bana insanlara faydalı olmayı emretti; bu nedenle onlara yardımcı olmak ve infak edebilmek için çalışmalıyım.

İşte bu tür güzel niyetlerle bir yandan para kazanırken, diğer yandan da Rabbinin rızasını kazanabilirsin.

İmam Gazalî rahimehullah, ‘İhyâ’ adlı kıymetli eserinde bu söylediklerimizi şu özlü ifadeleriyle dile getirmiştir:

‘Tacir bir kimse, malı ile cihad edenlerden olabilmek için, ticarete başlarken güzel niyet ve güzel inanç ile istemeye karşı iffetli davranmaya, insanlardan bir şeyler beklememeye, helal ile onlardan müstağni olmaya, kazandıklarıyla dine yardım etmeye ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamaya niyet etmelidir. Ve yine Müslümanlara nasihat etmeye, kendi nefsi için sevdiğini başka insanlar için de sevmeye, alışverişinde adâlet ve ihsan yoluna tâbi olmaya ve pazarda gördüğü her işte emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker yapmaya niyet etmelidir. Tacir kimse bu niyet ve inançları kalbinde taşıdığında, ahiret yolunda amel eden bir kimse olur. Eğer bu çalışma neticesinde mal elde ederse, bu, kâr üstüne kâr olur. Şayet dünyada zarara uğrasa ahirette kazanır.’ [14]

Bu noktada, sürekli zihninde canlı tutman gerektiğine inandığımız önemli bir kaideyi zikrederek bu başlığı sonlandırmak istiyoruz: Unutma ki mümin, ameli ile kazanamadığını niyeti ile kazanır. Biraz önce zikrettiğimiz şeyleri her ne kadar pratik olarak uygulayamasan da, sen bunları yapmaya sadece niyet et. O zaman sırf bu niyetin sayesinde Rabbin sana onları yapmış gibi ecir verecektir inşâallah.

3. Evinden Çıkarken Dur ve Düşün…

İnsanlar evlerinden dışarı çıktıklarında, mutlaka ama mutlaka ya hayırlı işlere ya da şerli işlere doğru yol alırlar. Bunun bir üçüncü şıkkı yoktur. Sen de Müslüman bir tacir olarak evinin kapısına geldiğinde mutlaka bu iki guruptan birisindensin. Ya hayırlara koşturanlardan ya da şerle meşgul olacaklardan… Bu nedenle evinden ayrılacağında zikrettiğimiz gerçeği göz önüne alarak bir iç muhasebe yapmalı ve hangi amaçlar uğruna dışarıya çıktığının adını koymalısın.

Bu bağlamda sana, tam evinin kapısına geldiğinde kulağına küpe edeceğin iki hadis aktarmak istiyoruz. Sen bu iki hadisi kapıyı açacağında birkaç saniyeliğine bile olsa tefekkür eder ve gereğince amel etmek üzere kendine söz verirsen, o gün mutlaka hayırlarla karşılaşacağını ve şerden korunacağını sana temin edebiliriz.

Birinci Küpe: Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Her insan sabahleyin (pazara doğru) evinden ayrılır ve nefsini satılığa çıkarır. Ya onu (ateşten) azad eder, ya da helak eder.” [15]

Evinden ayrılmak için kapıya geldiğinde önce bu hadisi aklına getir ve kendi kendine: ‘Ben şimdi evimden ayrılacağım. Dışarı çıkıp dükkanıma vardığımda ya Allah’ın emir ve yasaklarına riayet edip nefsini cehennemden kurtaran bahtiyar kullardan olacağım; ya da Allah’ın emir ve yasaklarını çiğneyip nefsini helake düçar eden bedbaht kimselerden olacağım. Ben bedbahtlardan ve kendisine karşı gelen kullarından olmayacağıma dair Rabbim sana söz verdim; bu nedenle benim şerle işim olmamalı. Ben hayra ve senin rızana koşmalıyım’ de ve bundan sonra dışarı adımını at. Sen bu gerçeğin muhasebesini yaptıktan ve iç âleminde bir süreliğine de olsa Rabbinle konuştuktan sonra dışarı çıktığında −üstte de dediğimiz gibi− Allah’ın yardım ve inayetini yanında bulacak, günün bereketini görecek ve şerden uzak tutulduğuna şahit olacaksın. Lakin bu duygu ve düşüncelerden uzak, Allah’ı gündem etmeyen sıradan kullar gibi boş bir kalple evinden ayrılırsan, güne bir sıfır yenik başlayacak ve kendi aleyhinde nefsine ve şeytanına yardım etmiş olacaksın.

İkinci Küpe: Evinden çıkarken kulağına takacağın ikinci küpe Peygamber Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisidir.

“Evinden ayrılan bir kimse yok ki, onun kapısında birisi meleğin, diğeri de şeytanın elinde olan iki bayrak olmasın. Eğer bu kişi Allah’ın sevdiği bir iş için evinden çıkarsa, melek onun peşine takılır ve evine dönünceye dek o meleğin bayrağı altında bulunur. Şayet Allah’ı kızdıracak bir iş için evinden çıkarsa, bu sefer şeytan onun peşine takılır ve evine dönünceye dek o şeytanın bayrağı altında olmaya devam eder.” [16]

Sen evinin kapısına her geldiğinde mutlaka bu iki hadisi tefekkür et ve bir iç muhasebe yaparak dışarı adımını öyle at.

Bu arada, evden dışarı çıkarken yapılacak Nebevî duaları yapmayı da ihmal etme! Biz sana iki duayı nakletmek istiyoruz:

1. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Her kim evinden çıkarken:

بِسْمِ اللَّهِ تَوَكَّلْتُ عَلَى اللَّهِ ، وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللَّهِ

— Bismillâh, tevekkeltu ‘alallâh, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh/Allah’ın adıyla çıkıyorum. Ben Allah’a tevekkül ettim. Bütün güç ve kuvvet ancak Allah’ın yardımıyladır, derse kendisine:

— Doğruya iletildin, ihtiyaçların karşılandı, düşmanlarından korundun, diye cevap verilir. Ve şeytan kendisinden uzaklaşır.” [17]

Ebu Davud’un rivayetinde şu ilave vardır:

“Şeytan, diğer şeytana der ki: Hidayet edilmiş, ihtiyaçları karşılanmış ve korunmuş kişiye sen ne yapabilirsin ki?” [18]

2. Ümmü Seleme annemiz radıyallahu anha der ki:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem evinden çıkacağı zaman şöyle dua ederdi:

بِسْم اللَّهِ، تَوَكَّلْتُ عَلَى اللَّهِ، اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَضِلَّ أَوْ أُضَلَّ، أَوْ أَزِلَّ أوْ أُزلَّ ، أَوْ أَظلِمَ أَوْ أُظلَم ، أَوْ أَجْهَلَ أَوْ يُجْهَلَ عَلَيَّ

“Allah’ın adıyla çıkıyorum. Ben Allah’a tevekkül ettim. Allah’ım dalalete düşmekten ve düşürülmekten, (günahlara) kaymaktan ve kaydırılmaktan, haksızlık yapmaktan ve haksızlığa uğramaktan, cahilce davranmaktan ve cahillerin davranışlarına muhatap olmaktan sana sığınırım.” [19]

4. Çarşı-Pazarların Günahın En Çok İşlenen Yerler Olduğunu Aklından Çıkarma!

Bugün ticaret yapabilmek için yaşadığımız ortam gereği çarşı-pazarlara çıkmak ve iyisiyle-kötüsüyle her türlü insanın yoğun bir şekilde geldiği alışveriş merkezlerinde bulunmak durumundayız. Bazı kardeşlerimiz bundan müstesna olsa da, genelimizin durumu bu şekilde seyretmektedir. Ticaret ehli bir Müslüman, daha işine koyulmadan bu yerlerin Allah’ın haramlarının en çok işlenen mekânlardan birisi olduğunu bilerek işe başladığında, bu, onu daha temkinli davranmaya, buralarda ne gibi günahların işleneceğini öğrenmeye ve kendisini bunlardan evvelemirde alıkoymaya sevk edecektir. Bu da yoldaki felaketlerden daha etkin bir şekilde korunmasını sağlayacaktır.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, çarşı-pazarların yeryüzündeki mekânlar içerisinde Allah’a en menfur yerler olduğunu bildirmiş ve biz Müslümanların buralara girip-çıkarken temkinli davranması gerektiğini öğütlemiştir. O, bir hadisinde şöyle buyurur:

“Bir beldede Allah’ın en sevdiği yerler oranın mescitleri, bir beldede en sevmediği yerler de oranın çarşı-pazarlarıdır.” [20]

Tabiin neslinin büyüklerinden Malik bin Dinar’ın rahimehullah bu konuda şöyle dediği nakledilmiştir:

‘Çarşılar malı artırma, dini kaybetme yerleridir.’ [21]

Dolayısıyla, ticaretle uğraşan bir Müslüman, iş yerine geldiğinde bu yerlerin günah işlemeye müsait yerler olduğunu hatırında tutmalı ve orada kaldığı süre zarfında günaha düşmemek için sürekli kendisini murakabe etmelidir.

Laf buraya geldiğinde şu soruyu sormaktan kendimizi alamıyoruz: Acaba çarşı-pazarlar neden Allah’ın sevmediği yerlerdir?

Bunun elbette birçok nedeni vardır; ama buna sebep olan şeyleri kısaca şu şekilde maddeleyebiliriz:

1. Çarşı-pazarlar, öncelikle insanlara hep dünyayı hatırlatan ve onlara şu fâni âlemin çekici süslerini hoş gösteren yerlerdir. İnsanı alabildiğine dünyaya bağlayan her şey Allah katında menfur olduğu için Allah bu yerleri sevmez.

2. Bu yerler, insana Allah’ı ve ahireti unutturur. İnsana Rabbini unutturan her şey Allah katında sevimsizdir; bu nedenle Allah bu yerleri sevmez.

3. İnsanlar, buralarda çıkar ve menfaatleri uğrunda her türlü yalanı rahatlıkla söylerler. Yani bu yerler yalanın çokça konuşulduğu yerlerdir. Allah da yalanı ve yalancıyı sevmediği için, dolaylı olarak yalanın ve yalancının cirit attığı bu yerlerden de nefret eder.

4. Yine insanlar, Allah’tan korkmadan bu yerlerde birbirlerini aldatmaya çalışırlar. Kimi zaman mallarının kusurlarını gizleyerek, kimi zaman da iyi malları öne çıkarıp kötülerini arkada saklayarak müşterileri kandırmaya çalışırlar. Yani bu yerler kelimenin tam anlamıyla ‘aldatma’ yerleridir. Allah da aldatma ve kandırmayı sevmediği için, dolaylı olarak aldatma ve kandırmanın kol gezdiği bu yerlerden de nefret eder.

5. Bu yerlerde malların daha çok satılması için yemine başvurulur. İnsanlar, kimi zaman çokça yemine, kimi zaman da yalan yere yemine sarılırlar. Allah, meşru bile olsa bir işte çokça yemin edilmesini veya yalan yere yemine başvurulmasını sevmez ve bu nedenle bu işlemin çokça gerçekleştiği yerler olan çarşı-pazarlardan nefret eder.

6. Bu yerlerde harama bakmak oldukça fazladır. Özellikle erkekler, bayan müşterileriyle ilgilenirken veya etraflarından kadınlar geçerken gözlerine kolay kolay sahip olamaz ve bu nedenle kendilerine haram olan kadınlara bakarlar. Benzeri durum tabii ki kadınlar için de geçerlidir. İşte bu yerlerde karşı cinse bakmak veya onlarla meşru olmayan çerçevede diyalog kurmak gibi şeyler çokça vuku bulduğu için Allah bu yerlerden nefret eder.

7. Ve yine bu yerler, birçok ahlaksızlığın fazlaca vuku bulduğu yerlerdir. Allah ahlaksızlığı ve ahlaksızları sevmediği için bu yerlerden nefret eder.

Allah’ın çarşı-pazarları sevmemesinin, bu saydıklarımızın haricinde de elbette birçok nedeni vardır. Bunlar bir çırpıda zikredebileceğimiz nedenlerdir.

İşte sen bu yerlere geldiğinde saydığımız ve sayamadığımız nedenlerden dolayı Rabbinin buralara iyi bir gözle bakmadığını bil ve ona göre tedbirini alarak hareket et. Bu sayede en azından kendini kötülükten daha iyi korumuş olursun.

5. Çarşı-Pazara İlk Giren ve Son Çıkan Sen Olma!

Çarşı-pazarlar, şeytanların insanları kandırmak ve günaha düşürmek için fırsat kolladıkları yerlerdir. Hatta Selman-ı Farisi’nin radıyallahu anh ifadesine göre buralar, şeytanların insanoğluna galebe çalmaya çalıştıkları ‘savaş meydanları’dır. Onlar, insanlarla buralarda büyük bir savaşa tutuşurlar ve onları yalana, yalan yere yemin etmeye, aldatmaya ve daha zikredemeyeceğimiz birçok günaha düşürmeye çalışır, onların ayaklarını kaydırmak için bu harp meydanlarında büyük bir mücadele verirler.

İmam Müslim’in Sahihi’nde geçtiği üzere Selman-ı Farisi radıyallahu anh şöyle demiştir:

“Şayet gücün yetiyorsa, çarşı-pazara ilk giren ve oradan en son çıkan kimse sen olma! Çünkü orası şeytanın savaş alanı olup bayrağını oraya diker.”

Selman’ın radıyallahu anh kavlinde yer alan “şayet gücün yetiyorsa…” ifadesi, gerçekten de çok latîf ve çok yerinde söylenmiş bir sözdür. Zira bazı zamanlar vardır ki, Müslüman önemli bir işi gereği çarşıya ilk girmeye veya oradan en son çıkan olmaya mecbur kalabilir. Bu durumda çarşı veya pazarında en büyük düşmanının olduğunu bilerek hareket etmeli ve düşmanına karşı ‘zikir’ ve ‘dua’ kalkanına sarılarak tedbirini almalıdır.

Çarşı-pazara girerken nasıl bir kalkana sarılacağımızı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizlere göstermiştir. Buna göre bir Müslüman, çarşı-pazara girerken şöyle diyerek şeytana karşı tedbirini almalıdır:

لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ كُلُّهُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Bu duanın Türkçe okunuşu şöyledir:

“Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehu’l-mulku ve lehu’l-hamdu yuhyî ve yümîtu ve huve hayyun lâ yemûtu bi yedihi’l-hayru kulluhu ve huve ‘alâ külli şey’in kadîr.”

Anlamı ise şu şekildedir:

“Allah’tan başka (hak) ilah yoktur, O tekdir, O’nun hiçbir ortağı yoktur, hakimiyet ve hamd yalnızca O’na aittir. Hayatı O verir, ölümü de O verir. O Hayy olandır/diridir, ölümsüzdür. Hayırların tümü O’nun elindedir. O her şeye kâdirdir.” [22]

Selman’ın radıyallahu anh üstte geçen sözünün bir benzeri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den de nakledilmiştir. O, şöyle buyurmuştur:

“Çarşı-pazara ilk giren ve oradan en son çıkan sen olma! (Çünkü) Şeytan orada yumurtlar ve orada yavru çıkarır.” [23]

Şeytanın oraya yumurtlamasından ve oraya yavru bırakmasından kasıt; orayı mesken edinmesi ve insanları yoldan çıkarmak için kendi çocukları olan avânesini/askerlerini oraya konuşlandırmasıdır. Demek ki, çarşı-pazarlarda tek bir şeytan değil, şeytanlar ordusu cirit atmaktadır ve bu bizim daha tedbirli olmamızı gerekli kılmaktadır.

Bu başlıkla alakalı sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Çarşı-pazara ilk giren ve oradan en son çıkan olmamak, âlimlerimizin zikrettiğine göre ticaretle meşgul olan her Müslümanın dikkat etmesi gereken ticaret âdabındandır. İşinden bereket uman bir Müslümanın mutlaka bu âdaba riayet etmesi gerekir. Ayrıca bu, şeytanın en büyük tuzaklarına düşmekten Müslümanı koruyan bir husustur. Unutmamak gerekir ki, düş-man en büyük ve en öldürücü darbelerini ilk safta karşısına çıkanlara indirir!

◆◆◆

Değerli tacir kardeşim, bu sayıdaki yazımızda izah edeceğimiz başlıklar bunlar. Bu son başlıkla yazımızı noktalıyor ve kalan nasihatlerimizi diğer yazımıza bırakarak sana veda ediyoruz. Rabbim izin verirse bir sonraki yazımızda Müslüman bir tacir olarak dikkat etmen gereken diğer şeyleri yine maddeler hâlinde sana hatırlatmaya devam edeceğiz. Yüce Allah, yazdıklarımızdan önce bizleri, sonra da sen değerli kardeşimizi müstefîd kılsın.

Bir sonraki yazımızda buluşmak dileğiyle, fî emânillâh…

 

[1]      .   Müslim

 

[2]      .   Beyhaki, Hakim.

 

[3]      .   Buhari

 

[4]      .   Buhari, Müslim.

 

[5]      .   Ahmed bin Hanbel

 

[6]      .   Hilyetu’l Evliyâ, 6/380

 

[7]      .   Hilyetu’l Evliyâ, 6/381.

 

[8]      .   Hilyetu’l Evliyâ, 6/103

 

[9]      .   Tehzîbu’l Hilye, 1/434

 

[10]     .   Mevsûatu İbni Ebi’d Dünya, 7/454

 

[11]     .   Mevsûatu İbni Ebi’d Dünya, 7/456

 

[12]     .   İbni Ebi’d Dünya, et Tevekkül, 10

 

[13]     .   Bkz. ‘el-Ubudiyye’ sf. 1

 

[14]     .   İhyâu Ulûmi’d Din, 2/84

 

[15]     .   Müslim

 

[16]     .   İmam Ahmed ve Taberani

 

[17]     .   Tirmizi, Nesai

 

[18]     .   Ebu Davud

 

[19]     .   Ebu Davud

 

[20]     .   Müslim

 

[21]     .   Hilyetu’l Evliya, 2/385

 

[22]     .   İbni Mace

 

[23]     .   Taberani

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver