Rahman’ın Arşının Altında Gölgelenenler – 1

Kullarına rahmetli olan Allah’a hamd, öz kelamıyla dini tebliğ ve tebyin eden Rasûlullah’a salât, sahabeyi kirama ve ihsan ilkesi ile hareket edenlere selam olsun.

Kardeşim!

Rabbime hamd olsun ki nimet içerisindesin. Biraz vakit ayırıp, kainatı tefekkür etsen, sana verilen nimeti göreceksin.

Düşün ki, üzerinde duran gökyüzü masmavidir. Gönlüne ferahlık vermekte. Yağmuru, rüzgarı, güneşi ve yıldızları ile sana bereket kapılarını açmış, hizmet etmektedir. Hele ki; yeryüzünü düşün, dağları, ovaları, ormanı, bitkisi, toprağı, hayvanı, böceği ve her türlü güzelliği ile sana boyun eğmiştir. Kaderinde yazılmış binbir çeşit yiyecek ve sosyal yaşam sana sunulmuştur. Allah subhanehu ve teâlâ sana şükredeceğin ne kadar da çok nimet vermiştir.

Sen de bilmektesin ki insan gafildir. Hatırlatıcı olmadıkça unutkandır. Nimetler ile yaşam ne güzel ilerliyor. Bu güzel yaşamın bozulmasını istemediğimiz gibi, bu yokoluşun hayalini bile kurmayız. Unutma, bir gün Sur’a, sur sahibi İsrafil üfleyecek, kainatın hepsi yok olacaktır. Yaşamın hızlılığı ve gafil oluşumuz sana bu vakti unutturuyor belki de. Ama hakikatler, zamanı geldi mi vuku bulacaktır.

“İnsanların hesap verme vakti yaklaştı. Ama onlar hala koyu bir gaflet içinde haktan yüz çevirmekteler. Rabblerinden gelen her yeni uyarıyı, alaya alıp kalpleri eğlenceye dalarak dinlerler.” (21/Enbiya, 1-2)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:

“Sur sahibi sur’u eline almış üflemek için beklerken nasıl olurda rahat ederim.”

Zaman hepimizi dehşeti ile tanınan büyük kıyamete doğru sürüklemektedir. Dünya için tayin edilmiş süre bir gün bitecek, kıyamet kopacaktır. Bilmelisin ki kıyamet koptuğunda dünya ölmüştür. Ölüm ona da haktır. Cansız bedenin işlevi bittiği gibi, işte o gün dünyanın da işlevi bitecek, kullanılamaz bir hal alacaktır.

Kardeşim!

Ne kadar da sevmiştin dünyayı. Onun için yaptığın yatırımların ve uygulayacağın projelerin vardı. Herkesle istikbali konuşuyordun. İçinde dünyaya bitmek bilmeyen azim oluşmuştu. Fakat birgün beklenmedik an gelir.Sura üflenir ve kıyamet kopar. Dünya işte o zaman ölür, tüm güzelliğini kaybeder. Ve bütün çirkinlikleri ortaya çıkar.

“Artık sura bir defa üflendiği, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman, işte o gün olacak olur (kıyamet kopar). Gök yarılır ve artık o gün o çökmeye yüz tutar.” (69/Hakka, 13-16)

Kıyamet koptuğunda ne yapabilirsin ki kardeşim! Pişman olmaktan başka neyin var elinde? İnsanın ‘Ne oluyor bana?’ dediği vakit bu vakittir işte. El-Kadir olan Rabbin’in kudretinin karşısında boyun eğer, içten içe kendine kızar, ellerini sıkarsın. Ama bu vakit son vakittir. Vaktin ömrü de bitmiş, o da ölmüştür artık. Pişmanlık hiçbir işe yaramaz.

“Yerküre kendine has sarsıntıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı ve insanın ‘Ne oluyor buna!’ dediği vakit, işte o gün yer Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır. O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için darmadağanık geri dönüp gelirler. Kim zerre miktarı hayır yapmış ise onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (99/Zilzal, 1-8)

Kıyamet nedir bilir misin kardeşim? O günün dehşetinin nasıl olduğunu? O günde, Ademoğlu ile kainatın durumunun nasıl olacağını?

Soma’daki yaşanan duruma, yakın zamanda şahit olduk hepimiz. 301 kişi maden ocağında vefat etti. Facianın yaşandığı bölgeyi haber muhabirleri mahşer meydanı, küçük kıyamet olarak isimlendiriyordu. Böyle bir şey mi kıyamet? Kalplere bıraktığı korku, insanlığın ölümü bununla mı sınırlıdır o gün? Yardımcı, eş, dost yanımızda olacak mı?

Kıyameti ve yaşanacak durumları ancak Rabbimizden, O’nun Kur’an’ından ve Rasûl’ün sünnetinden bilebiliriz.

“Sana kıyamet hakkında onun ne zaman demir atacağını sorarlar. Sen nerede, ona dair bilgi vermek nerede? Ona dair nihai bilgi ancak Rabbine aittir.” (79/Nazi’at, 42-44)

Kardeşim!

Kıyamet, dehşetinden gözlerin yerinden fırladığı, kalp atışlarının hızlandığı, yüreklerin/kallerin ağızlara kadar geldiği bir gündür. O gün gözler kör, kulaklar sağır, uzuvlar işlevsiz kalır. O günün vahameti duyu organlarının hepsini donmuş vaziyette kılar.

“Yaklaşan gün konusunda onları uyar! Çünkü o anda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatcisi vardır.” (40/Mü’min,18)

“Sen, o zalimlerin işlediklerinden, sakın Rabbinin habersiz olduğunu zannetme! O, sadece onları dehşetinden gözlerinin donup kalacağı bir güne ertelemektedir. O gün onlar başlarını dikmiş, gözleri donup kalmış, kalpleri bomboş koşup dururlar.” (14/İbrahim, 42-43)

“Kıyamet gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun haşrederiz. Onların varacağı ve kalacağı yer cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça onun alevini artırırız.” (17/İsra, 97)

Kıyamet, cansız dağların canlanıp harekete geçtiği, dünyanın sütunlarını yıktığı, dağların kendi aralarında çarpışıp dehşet saçtığı gündür. O gün yeryüzünde iniş ve yokuşa dair hiçbir engebelik kalmaz. Her taraf dümdüz olur. Dünya, bakanın bir ucundan diğer ucunu göreceği hale gelir.

“Bir de o gün sana dağların durumunu sorarlar. De ki: Rabbim onları darmadağan edecek, ufalanıp savrulacak, yerlerini dümdüz, boş vaziyette bırakacak. Orada artık ne iniş, ne yokuş göreceksin.” (20/Taha, 105-107)

“Artık sura bir defa üflendiği, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman, işte o gün olacaklar olur (kıyamet kopar). Gök yarılır ve artık o gün o çökmeye yüz tutar.” (69/Hakka, 13-16)

“Sura üfürülecek o gün siz de hemen kısım kısım geleceksiniz. Gök açılıp kapı kapı olacak. Dağlar yürütülür, serap haline getirilir.” (78/Nebe’, 20)

Vay sana ve Ademoğlunun haline kardeşim! Yaşamımız o dağların ve ovaların üstündedir. Ne yapabilirsin ki bu durum karşısında? Dünyanın kendi başına yıkıldığına mı üzülesin? Kıyametin ansızın gelip dehşeti ile korku salan ölümüne mi? Yoksa gafil yaşayışına, ahirete hazırlık yapmayışına mı pişmanlık duyasın? ‘Ne yaptım, ne yapmalıyım?’ nidalarıyla çaresizsin bugün. Gücün kaybolmuş, takatin bitmiştir artık.

Kıyamet, gökyüzünün yarıldığı, maviliğini terkedip, lav ateşinin üzerinde kızartılmış yağın kırmızı rengini aldığı azabın günüdür. O gün gökyüzü bütün güzelliklerini gizler. Güneşini dürmüş, ışığını kaybetmiştir. Her tarafı zifiri karanlık bürür. Gecenin albenisi o yıldızlar paramparça parçalanır, yeryüzüne dökülür. Herbiri ateş topudur.Düştüğü yeri yakıp kavurur.

“Artık gök yarılıp kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu zaman. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?” (55/Rahman, 38)

“(Düşün o) günü ki, yazılı kağıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. Bu üzerimize aldığımız bir vaad oldu. Biz vadettiğimizi yaparız.” (21/Enbiya, 104)

“Güneş tortop edilip dürüldüğü (ışığı söndürüldüğü) zaman, yıldızlar ardarda döküldüğü zaman, dağlar yürütüldüğü zaman… Artık başka söze gerek yok! And ederim geri dönüp gelenlere.” (81/Tekvir, 1-15)

Kardeşim! Şimdi anlıyorsundur semanın nimet oluşunu, güneşin ve yıldızın onda asılı kalmasındaki güzelliği ve hikmeti! Kıyamet günü artık güneş yok, karanlıklar içinde ne yaparsın? Amellerin dışında yanında altarnatif bir ışık o gün bulunmaz. Vay sana ve insanoğluna! Çaresizdir, pişmandır o gün.

Kıyamet, koptuğunda denizleri ve bütün pınarları kaynatan, her dalgası/damlası ölümü andıran ecel misali olan gündür. Nuh Peygamberin aleyhisselam zamanında gerçekleşen helak ile bu günün dehşetini anlatmak mümkün değildir. O gün zor bir gündür. Nuh’un aleyhisselam gemisi olsa bile hiçbir fayda vermez. O gün Mümin olanların dışındakilere kurtuluş yoktur.

“Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı, denizler ateşlendirildiği/kaynatıldığı zaman… Artık başka söze gerek yok! And ederim geri dönüp gelenlere.” (81/Tekvir, 5-6, 15)

Kıyamet, insanın o vahametin içinde tek başına kaldığı zor gündür. O gün akrabalık bağları kopar. Anne-baba, eş, dost adına kimse etrafında kalmaz. Hepsi seni tek başına bırakır.

O gün herkesi birbirinden kaçar halde görürsün. Anne-baba, dünyada iken kendisi için öldüğü evlatlarından, çocuklar da her ikisinden kaçar. ‘Anne-baba, arkadaş’ nidaları boştur o gün. Kimse cevap vermez, seninle ilgilenmez. ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ atasözünün yakinen yaşandığı yerdir orası.

Ne kötü bir gündür, o gün hamile kadınlar çocuğunu düşürür, çocuğundan bihaberdir. Ne acı bir gündür ki o gün Ademoğlu sarhoş haldedir. Kendini kurtarmak için çaresiz halde sağa-sola koşturur. İnsanın bu sarhoşluğu içki gibi aklı uyuşturan şeylerden dolayı olmaz. O gün kendini kurtarmaya çalışan insan haram işler mi hiç? Asla. Bu sarhoşluk, çaresizliğin, korkunun, dehşetin vermiş olduğu sarhoşluk ve yorgunluktur.

O gün her yer can pazarıdır. Azapların şiddeti tarif edilemez. Her can o gün kendini kurtarmak için oğlunu fidye vermek ister. Evladını, kurtulmak için fidye vermek! Ne acıdır. Kişinin Uhud dağı kadar altını olsa, kurtulmak için onu öne sürer. Dünyada vermeye kıyamadığı, yaşamını kendisine bağladığı altın, o gün değersizdir.

“Sura üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar.” (23/Mü’minun, 101)

“Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı çok dehşetlidir.” (22/Hac, 1-2)

“O kulakları patlatan kıyamet gürültüsü geldiği zaman, işte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar. O gün onlardan her birinin başından aşkın derdi ve tasası vardır.” (80/Abese, 33-37)

“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı, ne evladın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden kaçının. Bilin ki, Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (31/Lokman, 33)

“Öyle bir günden korkun ki, o gün de hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz, onlara asla yardım da yapılmaz.” (2/Bakara, 48)

“Kafirliğinizde devam ederseniz, dehşetinden çocukları birden ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabilirsiniz? O günün dehşetinden gök bile çatlar. Allah’ın vadi mutlaka gerçekleşir.” (73/Müzzemmil, 17-18)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Kıyamet günü kâfir getirilir ve ona: ‘Ne dersin? Yeryüzü dolusu altının olsa onu verip kurtulmak ister misin?’ diye sorulur. O da: ‘Evet’ cevabını verir. Bunun üzerine ona: ‘Ben, senden bundan daha basitini istemiştim…’ denir.” (Buhari)

“Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın. Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki, o cehennem alevlenen bir ateştir.” (70/Mearic, 11-15)

Değerli kardeşim! Unuttuğumuz, basite altığımız kıyamet böyle dehşetli bir gündür. O günün korkunçluğunu anlatmaya ne sayfalar ne de mürekkepler yeter. Kıyamet günü böyle ise mahşer meydanı nasıldır acaba? Terazilerin kurulduğu, hesap vakti geldiği zaman insanlık ne haldedir?

İnsanlar kıyametten sonra dirildiklerinde uzunca bir bekleyiş olacaktır. Güneş bir mızrak boyu yakınlaştırılacak, kimisi diz kapağına kadar, kimisi göbeğine kadar, kimisi de ağzına kadar terleyecektir. Bu uzun bekleyiş bu haliyle devam eder. İnsanlar bekleyişin uzunluğundan şikâyet ederler. Fakat bekleyiş bitmez. En son rablerine nida ederler ‘Ey Rabbim bu uzun bekleyiştense cehenneme girmeye razı olduk…’

Kardeşim! Bu manzarayı düşündüğünde hem korkuya kapılır hem de bu durumdan kurtulmanın yollarını ararsın. Acaba yaşanacak bu ızdıraptan kurtulacak olan var mı? Bir kenara çekilmiş güzellik, esenlik içinde bu durumu seyreden olacak mı?

Ebu Hureyre’den radıyallahu anh rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Yedi sınıf insan var ki Allah, onları hiçbir gölgenin olmadığı günde (mahşer meydanında) kendi gölgesinde gölgelendirecektir. Adaletli imam/yönetici, Allah’a ibadet ile yetişen genç, kalbi mescidlere bağlı olan adam, birbirlerini Allah için seven, O’nun (rızası) için biraraya gelip O’nun için ayrılan iki adam, soylu ve güzel bir kadın kendisini (zinaya) davet ettiğinde, ‘Ben, Allah’tan korkarım’ diyerek (onu reddeden) adam, sağ elinin verdiğinden sol elinin haberi olmayacak kadar gizlice sadaka veren kişi, bir de yalnız başına Allah’ı zikredip de gözleri yaşla dolan kimse.” (Buhari, Müslim)

Hiçbir gölgenin olmadığı o zorlu günde bu yedi sınıf insan er-Rahman’ın arşınının altında gölgelenecekler, esenlik içersinde olacaklardır. Umuyorum ki sen de onlardan olmayı arzuluyorsundur. Rabbim seni ve bütün Müslümanları bu şerefe nail olanlardan eylesin.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbine hamd etmektir. Bir sonraki yazıda görüşme ümidi ile…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver