Murabıtlar Devleti

Senhace kabilesi, Berberi kabilelerinin bir kolu olup, çok güçlü ve aynı zamanda en şiddetlileri olarak tanınır, bilinirlerdi. Bu kabile, sahranın da verdiği iklimle, baskıcılara karşı boyun eğmeyen bir topluluk olarak tanınmıştı. Bu kabile, oldukça kalabalık bir nüfusa sahipti. Sanki Kuzeybatı Afrika’yı doldurmuş gibilerdi. Bu kabilelerin en meşhur olanları; Lemtune, Cedale, Lumta ve Mesufe’dir. Sünni Murabıtlar Devleti’ni kuranlar, bu kabilelerden oluşmaktadır.

‘Mülessimin’ Olarak İsimlendirilmelerinin Sebebi

Senhace kabileleri, tarihte Murabıtlar ismini almadan önce ‘Mülessimin’ ismiyle tanınmıştır. Bu kabileler, yüzlerini peçe ile örttükleri için Mülessimin yani peçe(Lisam) ismini almışlardır.

Mülessimin’in Vatanı

Mülessimin, Büyük Sahra’da yaşamıştır. Sınırları, doğuda Gadames’ten batıda Atlas Okyanusu’na kadar; kuzeyde Dern Dağları’ndan Güney’de Sahra’nın içlerine kadar uzanmaktadır. Murabıtlar, Sudanlı ve Ganalı putperest düşmanlarıyla sürekli savaş hâlinde oldukları için, savaş aletlerinin yapımında ve kullanımında oldukça ileri bir seviyedeydiler. Örgü ve at eğitimi konusuna da önem veriyorlardı. Emir Muhammed, Mülessimin’i tekrar birleştirmişti. Ondan sonra idarecilik görevini Emir Yahya bin İbrahim El-Cüdali üstlendi.(Ali Muhammed Sallabi)

Mülessimin’in Dinî ve Ahlaki Durumu

Mülessimin toplumunda, İslam’ın ilkeleri ortadan kalkmış, tevhid bozulmuş, şirk ve cahilî âdetler hüküm sürmekte idi. Bu çirkin âdetlerin başında, dörtten fazla kadınla evlilik yapılması vardı. Zina; toplumda normalleşmişti, eşlerin bilmelerine rağmen, evli kadınlarla erkekler arasında gayrimeşru ilişki devam ederdi. Doğru İslam inancı ortadan kalkmıştı. Bu durum, Emir Yahya bin İbrahim’i çok rahatsız ediyordu. Bu toplum tekrar İslam inancına nasıl döner diye bir araştırmaya girdi ve sonunda, o günün öncü âlimlerinden olan Ebu Ömeran El-Fasi ile tanışıp bu konuda kendisine yardım etmesini istedi.

Ebu Ömeran El-Fasi’nin, Emir Yahya bin İbrahim’le birlikte Mağrib’de dinî esaslar üzere Sünni bir devlet kurulmasında ilk adımı atan ve bu anlamda plan program yapan kişi olduğu belirtilir. Bu plan ve program çerçevesinde Emir Yahya bin İbrahim; beraberinde rabbani insan, Malikî fakih, sabırlı eğitimci, Selef akidesine sahip, plan ve program (teşkilat) bilen, liderlik vasfı olan, dinî önder Abdullah bin Yasin bulunduğu halde kavmine döndü.

Sünnetullah Vuku Buluyor

Tarih tekerrürden ibarettir, Abdullah bin Yasin 1038 yılında Emir Yahya bin İbrahim’le , önceden belirlenen çalışmalara başlamak üzere Mülessimin kabilesinden olan Cüdale kabilesinin yaşadıkları bölgeye gitti. Abdullah bin Yasin; yapılan program gereği, tebliğ ve teşkilat faaliyetlerine başladı. Abdullah bin Yasin’in verdiği tevhid ve tebliğ çalışmaları, toplumu karanlıklardan aydınlığa çıkarma mücadelesi akabinde, sünnetullah gereği her Peygamber ve takipçilerinin başına gelen onun da başına geldi. Tevhid ve tebliğ çalışması, bölgedeki aşiret reisleri, yöneticiler ve önde gelenlerin menfaatleriyle çatışmaya başlamıştı. Abdullah bin Yasin’e karşı harekete geçtiler. Onu öldürmek için plan kurdular ve neredeyse Abdullah bin Yasin’i öldüreceklerdi. Böyle olunca da Abdullah bin Yasin, Cüdale kabilesini terk ederek Lemtune kabilesine gitti. Bu durum, onu davasından vazgeçirmeyip, bilakis davasına daha sımsıkı bağlamıştı. Böylece Senegal nehrinin döküldüğü yerde meşhur ribatını başlatacağı yeri seçmiş oldu.

Abdullah bin Yasin’in, Murabıtlar Devleti’ni kurmadan önce takip ettiği metod, üç aşamadan oluşuyordu: Tanıtma, oluşturma ve uygulama. Abdullah bin Yasin, tebliğini kabul edenlerle birlikte 1040 senesinde Senegal bölgesinin yakınlarındaki adaya gitti. Abdullah bin Yasin, ribatına gelen insanları, şer’i bir eğitimden geçirdikten sonra, onlara Allah’ın hükmünü uygulama konusunda ciddiyet ve azimli olmayı şart koşuyordu. Mülessimin’den çok sayıda insan, onun grubuna katılmıştı.

Tebliğinden Sonra Cihada Başlıyor

Abdullah bin Yasin, tevhid ve davet çalışmaları için bölgedeki farklı kabilelere gitti. Bu çalışmalarına bir müddet devam etti, sonra anladı ki bu çalışmalar, kötü niyetli insanların fasıklıklarını arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. Böyle olunca Abdullah bin Yasin, bu inkârcı kabilelere karşı cihad ilan etti. Murabıtlar, çok kısa bir sürede Cüdale, Lemtune ve Mesufe gibi kabileleri mağlup etti. Geri kalan diğer kabileler de kendi istekleriyle Murabıtlar’a bağlandı.

Miladi 1056 yılında Emir Yahya bin Ömer El-Lemtuni öldü. Bunun üzerine Abdullah bin Yasin, Emir Yahya bin Ömer’in kardeşi olan Ebu Bekir bin Ömer’i onun yerine idareci (siyasi) olarak görevlendirdi. Cihad hiç durmadan devam etti, Murabıtlar’la Burguvata halkı arasında şiddetli savaşlar oldu. Bu savaşlar sırasında büyük âlim, Murabıtlar’ın fakihi Abdullah bin Yasin yaralandı ve daha sonra şehit oldu.

Hem Siyasi Hem de Dini Liderlik Birleştiriliyor

Murabıtlar’ın şura heyeti, Abdullah bin Yasin’in yerine dinî lider olarak Ebu Bekir bin Ömer’in getirilmesi yönünde karar verdiler. Murabıtlar’ın önde gelenleri, Ebu Bekir bin Ömer’e biat ettiler. Böylelikle Ebu Bekir bin Ömer, hem siyasi hem de dinî liderlik görevlerini birlikte yürütmüş oldu.

Ebu Bekir bin Ömer, takvalı olarak bilinen büyük komutanlardandı. Dinine bağlılığıyla beraber Allah yolunda şehit olmayı çok istiyordu. Mağrib’de birliğin sağlanması bakımından büyük pay sahibiydi. Sahra’nın farklı bölgelerinde Senegal’de ve Nijerya’da İslam’ı yaymıştı. Putperest kabilelerle mücadele etti. Onların İslam’a ve Müslümanlara boyun eğmelerini sağladı. Ebu Bekir bin Ömer, yeni bir başkent seçmeyi düşündü ve oldukça sakin bir bölge olan Merakeş’i başkent olarak belirledi. Ebu Bekir bin Ömer, Mağrib’de fetih çalışmalarını sürdürürken, ordusunun yarısını amcasının oğlu Yusuf bin Taşfin’e bırakıp, geri kalan askerlerle birlikte güneye yöneldi. Davet, cihad ve ıslah çalışmalarını sürdürdü. Şehit olana kadar fetihlerine devam etti. Ondan sonra siyasi ve dinî önderlik vazifesini Yusuf bin Taşfin üstlenmiş oldu. O da mücadele aşamasını bitirip gelişme dönemini başlattı.(Ali Muhammed Sallabi)

Yusuf bin Taşfin, İslam sancağının hakkını vermiş; hicri 460 yılında Rif bölgesinden Tanca’ya, bütün Kuzeybatı Mağrib’i fethetmiş oldu. Yusuf bin Taşfin, miladi 1081 yılında başkent Merakeş’e döndü. Bu şekilde otuz yıl devam eden cihad çalışmaları, meyvesini vermiş, Mağrib’de birlik sağlanmıştı.

Yusuf bin Taşfin ve Endülüs

Hristiyanlar, iç çekişmelerini bir kenara bırakıp, bir bütünlük oluşturdular. Büyük bir ordu kurup, Alfonso liderliğinde Tuleytıla’yı Müslümanların ellerinden almayı başardılar. Alfonso, Tuleytıla’yı ele geçirdikten sonra Müslümanların diğer beldelerini de alabileceğini düşünmeye başladı. Bu durum, Müslümanları korkutup çareler bulmaya itti. Nihayetinde Endülüs’ün dinî ve siyasi liderleri, şehirlerini korumak için nelerin yapılması gerektiği konusunda istişare etmek üzere bir araya geldiler. Yapılan istişarenin ardından Murabıtlar’dan yardım istenmesi konusunda görüş birliğine vardılar.

Hicri 479 yılının Cemaziye’l evvel ayında Yusuf bin Taşfin’den bir mektupla yardım istendi. Yusuf bin Taşfin, istişare grubunda durum değerlendirmesi yaptıktan sonra, istişareden din kardeşlerine yardım kararı çıktı. Sevabını Allah’tan umarak cihad hazırlıklarına başladı.

Yusuf bin Taşfin, ordusuyla İşbiliye’ye ulaştı. Murabıtlar ordusuyla birlikte yol boyunca halkın yoğun bir sevgisiyle karşılandı. Kendisini yardıma çağıran, El-Mutemid bin Abbad’ın yaşadığı yere ulaştı. Orada üç gün istirahat ettiler. Sonra Yusuf bin Taşfin, El-Mutemid bin Abbad’a şöyle dedi: ‘Hangi tarafta olursa olsun, düşmanla cihad etmek niyetiyle buralara geldim.’

Murabıtlar’ın, Endülüs Siyasetlerinin Üç Merhalesi

a. Cihad ve Müslümanları Hristiyan Haçlı kuvvetlerinden kurtarmak ve korumak için bölgeye giriş aşaması: Bu aşama, Murabıtlar’ın, Hıristiyan Haçlı kuvvetleri karşısında Allah’ın da subhanehu ve teâlâ yardımıyla açık bir zafer kazanmasıyla sonuçlanmıştır.

b. Beyliklerin uyarılması aşaması: Bu merhalede, beylikler arasında birlik olmadığı gibi nefret, haset, güçlünün zayıfı yok etmesi ve hatta Hristiyanlarla bir olup Müslüman beylikleri ortadan kaldırmak gibi kötü davranışlar ve menfaate dayalı birliktelikler mevcuttu.

c. Endülüs’ün Murabıtlar’a bağlanma aşaması: Bu aşamada beylik yöneticileri, önde gelenler, fakihler ya zorla ya da kendi rızalarıyla yola getirilmiş, bölgenin tamamı Murabıtlar’ı devlet olarak kabul etmiş, hükmü altına girmişlerdir. Bölgede huzur ve güven sağlanmıştır. Endülüs’te otuz üç kabile yöneticisi, Yusuf bin Taşfin’e ‘Müslümanların Emiri’ lakabıyla biat etmişlerdir. ‘Müslümanların Emiri’ lakabını ilk kullanan kişi, Yusuf bin Taşfin’dir.

Murabıtlar Devleti’nin Çöküşü ve Sebepleri

Yusuf bin Taşfin, istişare heyetini toplayıp oğlu Ebu’l Hasan’a idareyi vermeyi düşündüğünü açıkladı. Onların da uygun görmesi ile oğlunu veliaht olarak seçti ve Mağrib’e döndü. Ölümünden önceki son hastalığına yakalanmıştı. Yusuf bin Taşfin, hicretin 500. Yılında(Miladi 1106) Rabbine kavuştu.

Murabıtlar Devleti’nin çökme sebebine gelince; önde gelenlerin birçoğu şehit olmuş, diğer kısmı da vakti gelmiş ve doğal olarak ölmüşlerdir. Ancak kendilerinden sonra gelen nesiller, Abdullah bin Yasin gibi bir eğitimcinin terbiyesinden geçmemiş, maneviyatına ve mukaddesata önem vermeyen emirleri yönetime geçirmişlerdir. Bu da bir toplumun sonunu getiren sebeplerdendir. Bu, önceki tecrübelerden, çeşitli deneyimlerden istifade etmenin ne kadar önemli olduğunu anlamak bakımından İslami hareketlerin çıkarması gereken önemli bir derstir.

Âlimlerin ifsada uğraması, toplumların da ifsada uğramasıdır. Murabıtlar Devleti’nin fesada uğramasının bir sebebi de, fakihlerin; halkı bilinçlendirme, toplumu karanlıklardan aydınlığa çıkarma çabası ve idareyi hata yaptıklarında uyarma yerine, otoritelerini; mal varlıklarını artırmak, şatafatlı evler yapmak ve bol miktarda araziler elde etmek için kullanmış olmalarıdır. O dönemde, toplumun yaşam standartlarının çok üstünde lüks ve israf içerisinde yaşamışlardır. Bu durum, Murabıtlar toplumunda şiddetli isyan hareketlerini doğurmuştur. Âlimlerin bu İslam dışı yaşantıları, doğal olarak, toplumda hem akidevi hem de ahlaki bozulmalara sebebiyet vemiş; cihad ruhu ortadan kalkmış; insanlar isyan etmeye, büyük günahları işleme ve birbirlerine zulmetmeye başlamışlardı.

Murabıtlar Devleti’nin yıkılışının önemli sebeplerinden bir diğeri de Allah’ın subhanehu ve teâlâ, bu toplumdan yardımını kesmesi, Mağrib ve Endülüs’e uzun süre yağmuru yağdırmaması sebebi ile ağır kuraklığın ortaya çıkması ve böylece Murabıtlar Devleti’nin ekonomik krize düşmesidir.

Hicri 537’de(1143) ölen Ali b. Yusuf’un yerine tahta çıkan oğlu Taşfin, iki yıl kadar süren hükümdarlık dönemini Muvahhidler’le savaşarak geçirdi. Bu savaşlarda Hristiyan birliklerinin kumandanı Reverter’den büyük yardım gördü. Ancak bu kumandanın gayretleri, devleti yıkılmaktan kurtarmaya yetmedi. Muvahhid kuvvetleri; Fas, Miknâse, Selâ şehirlerini ve nihayet Merakeş’i ele geçirerek İshak b. Ali ve İbrahim b. Taşfin’i öldürüp Murabıtlar’ı ortadan kaldırdılar.( 18 Şevval 541/23 Mart 1147) Muvahhidler, Merakeş’i aldıktan sonra Endülüs’e yöneldiler. Murabıt hâkimiyetini tekrar kurmaya çalışan Beni Ganiye’den Endülüs Valisi Yahya b. Ali El-Messufi’nin 543’te(1148) Gırnata’da ölümüyle Endülüs’teki Murabıt hâkimiyeti de sona ermiş oldu. Murabıtlar Devleti’nin çöküşü, yirmi beş yıl gibi çok kısa bir süre içinde gerçekleşmiş ve 1121’de başlayan süreç, 1147’de tamamlanmıştır. Bununla beraber Beni Ganiye, Murabıtlar adına Balear adaları ve İfrikiye’de hicri VII. Yüzyıla(M. XIII.) kadar hüküm sürmeye devam etmiştir.( İsmail Yiğit)

Kişilerin sınırlı ömürleri olduğu gibi, devletlerin de belirli ömürleri vardır. Devletin eceli geldiğinde ne bir saniye ileri alınır, ne de geri…(Prof. Ali Muhammed Sallabi)

Bir sonraki yazımızda günümüz İslami hareketlerin tarihten çıkaracağı dersleri maddeler hâlinde işlemeye çalışacağız inşallah.

Kaynakça

İslam Tarihi, İsmail Yiğit

İslam Tarihi, Mahmud Şakir

Murabıtlar Devleti, Ali Muhammed Sallabi

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver