Batı, Neden Allah Resûlü’ne Saldırıyor?

 

Allah’ın adıyla.

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

Tüm kardeşlerim için yüce Allah’tan afv ve afiyet talep ediyorum. Rabbim sizleri maddi manevi tüm bulaşıcı hastalıklardan korusun. Hastalığa yakalanmışlara acil şifa ihsan etsin.

Yüce Allah’a hamdolsun, ben iyiyim. Sizlerin salih duaları ve Rabbimin icabetiyle her daim iyi olmayı ümit ediyorum. Müsaadenizle bu yazıda, birçok soruyu tek soru hâline getirerek yazıya başlamak istiyorum: Batı, Allah Resûlü’ne (sav) neden saldırıyor?

Bu sorunun cevabına geçmeden önce şunu belirtmek istiyorum: İslam ümmetiyle Haçlılar arasında birçok savaş yaşandı. Bu savaşlarda Allah’ın takdiri gereği bazen onlar kazandı, bazen biz kazandık. Kur’ân’ın ifadesiyle Allah (cc), günleri insanların arasında döndürdü.[1] Ancak Ehl-i Salib, Allah Resûlü’ne (sav) hakaret ettiği her savaşta, mutlaka yenildi. Öyle ki; İslam âlimleri Allah Resûlü’ne hakaret cümleleri duyduklarında, İslam ordularını zaferle müjdelerdi. Hâliyle; bugün Haçlılar, Allah Resûlü’ne (sav) söverek yaklaşan sonlarını haber vermiş oldular. Hatırlayacağınız üzere ilk Charlie Hebdo densizliğinden sonra, Fransa ekonomik ve sosyal kriz yaşamıştı. İçeride sarı yelekliler, dışarıda Afrika sömürgeleri kazan kaldırmaya başlamıştı.

Siyaset bilimciler, Fransız Devrimi’nden bu yana Fransa’nın yaşadığı en büyük krizin bu olduğunu söylüyor. Her ne kadar onlar, bu krizi Allah Resûlü’ne hakaretle ilişkilendirmese de biz, krizin ona (sav) hakaretle ilişkili olduğunu biliyoruz. İkinci Charlie Hebdo ve Macron densizliğinin daha yıkıcı olacağına inanıyoruz. Zira biliyoruz ki; biz Müslimler Allah’ın (cc) yardımını hak etmiyor olabiliriz. Günahlarımız, itikadi ve ahlaki sapkınlıklarımız bizi İlahi yardımdan mahrum edebilir. Ancak Allah Resûlü (sav), bizim değil, Rabbinin koruması altındadır ve Rabbi, her durumda ona yardım edeceğine söz vermiştir:

“Kim de Allah’ın, ona (Nebi’ye) dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğine inanıyorsa göğe bir araç uzatsın, sonra da (gökten ona gelen yardımı) kessin. (Sonra da) baksın (bakalım), bulduğu bu çare (İslam’a ve Peygamber’e) karşı öfkesini gidermiş mi?”[2]

Fransa, Allah Resûlü’ne hakaret ederek gökyüzüne mızrak/ok fırlatan Ye’cuc ve Me’cuc durumuna düşmüştür. O mızrak, fırlatıldığı yerden kana bulanmış olarak dönecek ve fırlatanı can evinden vuracaktır.[3]

Biz bu yazıda Fransa’nın akıbetinden ziyade, Allah Resûlü’ne (sav) yapılan saldırının ardındaki gerçeğe, saldırının perde arkasına bakmak istiyoruz. Öncelikle bu saldırının ardında bir değil, birçok sebep olduğuna inanıyoruz. Batı dünyası; İslam’a ve Resûl’e saldırganlıkta birlik olsa da saldırma nedenleri farklılık gösterebiliyor. İşte bu nedenlerden bazıları:

Batı Toplumunda Arayış ve İslam

Batı dünyasında bir anlam krizi yaşanıyor. İnsanlar yaşamın, ölümün, varlığın… anlamını sorguluyor; ama bir neticeye ulaşamıyor. Zira sorularına cevap bulacakları bir zeminden mahrumlar; din yok, felsefe yok, gelenek yok, kültür yok… Özgürlük, insan hakları, eşitlik… gibi kavramlar kulağa hoş gelse de insanın anlam arayışına cevap vermiyor. Kaldı ki, arayan insanın karşılaştığı ilk hakikat; Batı’nın bu konudaki ikiyüzlülüğü oluyor. Bu değerleri dünyada en fazla çiğneyenin yine Batılı devletler olduğunu görüyor. Yine Batı’nın kendine mâl ettiği bu değerlerin, aslında başka toplumlara ait olduğunu; Batı’nın, toplumların yer altı ve yer üstü kaynaklarını çaldığı gibi değer/kültür hırsızlığı yaptığını da fark ediyor. Hangi gerekçeyle yola çıkarsa çıksın; arayan her Batılı, kendi toplumundan tiksiniyor, Batılı değerlerden (!) uzaklaşıyor…

Batı dünyası bu arayışın farkında ve bundan rahatsız. Dahası, arayış içinde olanların çoğunlukla İslam’la buluştuğunun da farkında. Kendi yaptırdığı araştırmalar genel olarak dünyada, özel olarak Batı’da en hızlı yayılan dinin İslam olduğunu gösteriyor. Topraklarını işgal ettiği, tüm kaynaklarını sömürdüğü, elindeki tüm imkânlarla kötü gösterdiği İslam; kendi evinde, kendi insanını kalbinden yakalıyor. İşte bu durum Batı dünyasını histerik bir ruh hâline sokuyor; onlar da Allah Resûlü’ne ve İslam’a saldırıyorlar.

Batı ve Öteki

Bireyin bir karakteri olduğu gibi toplumların/medeniyetlerin de bir karakteri, genetik özellikleri vardır. Bununla birlikte her toplumun “öteki” olarak gördüğü topluluklar ve onlarla kurduğu bir ilişki vardır. Örneğin İslam dini için “öteki”, İslam inancını kabul etmeyen herkestir. İnsanları diline, ırkına, coğrafyasına bakmaksızın inanan ve inanmayan olarak ayırır. Sonra inanmayanları İslam’a davet eder. İslam’ı kabul etmeyeni, vatandaş olmaya davet eder. Bu iki seçeneği kabul etmeyenleri ise iki kısma ayırır: İslam toplumuyla barış içinde yaşayan komşularıyla sulh ilişkisi kurar. Düşmanca tavır takınanlarla savaşır…

Batı için “öteki”, ırk anlamında Batılı olmayan herkestir. Öteki, yalnızca Batı’ya hizmet etmekle memurdur. Öteki, düşmandır ve düşman ancak köle olursa kontrol altında tutulabilir. Bu sebeple ötekinin ya imha edilmesi ya da Batı hizmetinde çalıştırılması gerekir. Batılıların Amerika, Afrika ve Hindistan yerlilerine yaptıklarına baktığımızda bu anlayışı net olarak görürüz. Şiarları bellidir: Köleleştir veya imha et!

Batılılar için “öteki”, barbardır. Tüm Batı tarihi, barbarları bekleme tarihidir. İç bütünlüğü sağlamak için, toplumu, barbar olan ötekiyle korkuturlar. Bu korku, Batı toplumunu bir arada tutar, meşhur şair Kavafis bu durumu ironik bir üslupla şiirleştirmiştir:

Ve ne olacağız şimdi barbarların yokluğunda?

O insanlar ki, bir çeşit çözümdüler.

Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı’na kadar Batı için öteki, Osmanlı, yani İslam’dı. Ekim Devrimi’yle beraber Batı için “öteki” değişti. Yeni öteki, Sovyetler, yani komünizmdi. Asırlarca halklarını Osmanlı’yla, son bir asırdır da komünistlerle korkuttular. Sovyetlerin dağılmasıyla beraber, Batı için, halkını kendisiyle korkutacağı yeni bir öteki lazımdı. Düşmanlık/Öteki listesini güncellediler ve İslam’ı ikinci sıradan tekrar liste başına aldılar. O günden beri İslam’la savaşta olduklarını hiç gizlemediler:

“Medeniyetler çatışması tezinin mucidi Samuel Huntington ‘Voice of America’ (Amerika’nın Sesi) programına yaptığı açıklamada şöyle demiştir:

‘Batı medeniyetinin önündeki en büyük tehdit; İslam fundamentalizmi değildir. Bizatihi İslam’ın kendisidir. İslam’ı doğrudan düşman ilan etmek Müslümanları asırlık uykusundan uyandırır. İslam fundamentalizmi ve İslami terör maskesi altında saf dışı ve imha edilmek istenen İslamiyet’tir.’

11 Eylül hadisesinden sonra İslam âlemine yönelik başlatılan ve Bush’un ağzından ‘Haçlı Seferi’ olduğu itiraf edilen işgal, genişleyerek devam ediyor.”[4]

Bugün Batı için “öteki”, İslam’dır ve Batı İslam’la savaş hâlindedir. Kendi iç bütünlüğünü sağlamak için sürekli bu korkuyu canlı tutmalıdır. İslam’a ve Resûlullah’a (sav) hakaretin arka planındaki sebeplerden biri de budur.

Nüfus Yaşlanması ve Batı

Batı dünyasında bir anlam krizi ve bu krizin tetiklediği bir arayış olduğuna değinmiştik. Aslında her insanın derinden duyduğu “Niçin varım/yaratıldım ve öldükten sonra ne olacak?” sorusuna yönelik bir arayıştır bu. Zira insanın tüm eylemleri varlık sebebiyle anlam kazanır, öldükten sonra ne olacağının cevabı da bu anlama değer ve derinlik katar. Bu iki soruya aklı ve kalbi tatmin, ruh ve bedeni teskin edici cevabı yalnızca İslam verir. Batı, bu nedenle insanları bu arayıştan alıkoymak için onları suni gündemlerle oyalamaya çalıştı. Amacı; bireyin kendi iç dünyasına doğru derinleşmesine engel olmaktı. Evet, başardı ve toplumu oyaladı, ancak daha büyük sorunlarla karşılaştı. Örneğin geçen yüzyıl boyunca Batı toplumunu bireysellik ve cinsiyet tartışmalarıyla oyaladılar, istediklerini elde ettiler, ne ki, çok daha büyük bir sorunla karşılaştılar. Bireysellik ve cinsiyet inkârı, toplumun varlık ve devam şartı olan aile kurumunu çökertti. Evlilik oranları düştü, boşanma oranları arttı. Aile kurumu angarya olarak görüldü. Üremeyen, çoğalmayan ve hızla yaşlanan bir Batı dünyasıyla karşılaştılar.

Buna mukabil evlenen, çoğalan ve genç olan “Müslüman” bir nüfus var. Batılı kuruluşlar farklı tarihler verse de, hesaplamalar bir noktada ittifak hâlinde: Yakın gelecekte Müslüman nüfus yerli nüfusla dengelenecek, sonra da hızla artışa geçecek. Bu durum Batı için bir kâbus. Ne yapacaklarını, bu sorunu nasıl çözeceklerini bilmiyorlar. İçlerindeki korku ve nefret, dillerine hakaret olarak yansıyor.[5]

Batı ve Tahakkümcülük

Batı medeniyeti tahakkümcüdür, kontrolcüdür. Herhangi bir varlığı kontrol edebiliyor ve onun üzerinde egemenlik kuruyorsa, onunla geçinebilir. Tahakküm kuramadığı her varlık onun için düşmandır, yok edilmelidir. Her şeyin üstüne çıkıp kontrol altına alma, Kur’ân’ın ifadesiyle ‘uluvv’ ahlakı, beraberinde mutlaka fesadı/bozgunculuğu getirir. Ve bu ahlak; Allah (cc) ile karşılaşmayı ummayan, ahireti istemeyen, tek dünyalı kimselerin özelliğidir:

“İşte (bu) ahiret yurdudur. Biz, onu yeryüzünde üstünlük taslamayan ve bozgunculuk istemeyenlere veririz. (Güzel) akıbet muttakilerindir.”[6]

Batı medeniyeti tahakkümde o denli aşırı gitmiştir ki; varlığın genine, yaratılış kodlarına müdahale etmeye başlamıştır. Yeryüzünde bugün var olan fiziki ve ruhsal hastalıkların birçoğu geniyle oynanmış gıdalar ve insan eliyle zehirlenmiş içme sularıyla ilgilidir. Geçmiş medeniyetlerin tümü, dönemlerindeki teknik/bilimsel gelişmeleri, varlığı anlamak ve anlamlandırmak için kullanmışlardır. Oysa Batılılar, bilim ve teknik kendi uhdelerine geçtiğinden beri bilimi bir tahakküm aracı olarak kullandılar. Nükleer ve konvansiyonel silahlar, gıda ve giyim sektörüne karışan kimyasal zehirler, iki büyük dünya (paylaşım) savaşı, sömürge ve köleleştirme; bilimin, Batı elinde ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Buradan konumuza dönecek olursak şunu söyleyebiliriz:

Batı için İslam büyük bir sorundur. Zira İslam’a müntesip toplumlar, şeriat sahibidir; helal haram bilincine sahiptir. Sizin dayattığınız dünya onların helal haram anlayışına uymuyorsa reddediyorlar. Nefsine yenik düşenler dahi, yaptıklarının yanlış olduğunu kabul ediyor, bir gün pişman olup Batılı değerleri terk etme potansiyeli taşıyorlar. İşte Batı’nın İslam’a ve Resûlullah’a (sav) saldırma nedenlerinden biri de budur: Bir türlü İslam ehli üzerinde mutlak tahakküm kuramamış olmak! Batılıların özellikle sünnet üzerine akademik (!) çalışmalar yapmasının nedeni de budur. Sünnet şeriattır. Sünnet detaydır. Sünnet hayatın her alanını düzenleyen yasa, tüzük, genelge, talimatnamedir. Sünnetsiz, yani şeriatsız bir toplum; her yöne çekilebilecek ve yaşamlarının detayları başkaları tarafından çizilebilecek, tahakküme açık bir toplumdur.

Allah Resûlü’ne (sav) hakaret densizliğinde mezkûr özelliğe işaret eden ilginç açıklamalar oldu. Fransa Sağlık Bakanı, bir giyim markası olan Decathlon’un tesettüre uygun koşu kıyafeti üretmesini kınadı. Yine İçişleri Bakanı, marketlerde satılan helal yiyeceklerin, ayrılıkçı/radikal görüşleri beslediğini söyledi. Bir İtalyan gazetesi, “Müslümanlar kantinleri dahi kontrol ediyor!” diyerek, kantinlerde satılan helal yiyeceklerden rahatsızlığını faş etti. Bu açıklamalar dikkatle okunduğunda her birinde derin bir rahatsızlık olduğu görülür. Bu rahatsızlığın nedeni; İslam’a müntesip toplumların kontrol altına alınamıyor olması ve buna sebep olan helal haram hassasiyeti, yani şeriattır. Şeriatın detaylarını Allah Resûlü’nün sünneti belirlediğine göre, ona (sav) olan düşmanlığı anlamak da zor değildir.

Batı, Bir Aşırılık Medeniyetidir

Aşırılık, Batı medeniyetinin karakteristik özelliklerindendir. Batı tarihinde normallik geçici, aşırılık kalıcıdır. Örneğin uzun yüzyıllar temizlikten kaçan ve pislik içinde yaşayan Batı, şimdi hayatın her alanını steril hâle getirmiş, aşırı bir temizlik tutkusuna kapılmıştır. Uzun yüzyıllar cinselliği bir tabu olarak kabul eden ve buna bağlı olarak ruhsal sorunlar yaşayan Batı, son bir yüzyıldır, sapkınlığa varan bir cinsel hürriyeti savunmaya başlamıştır.[7] Uzun yüzyıllar kilisenin onay vermediği her düşünceyi ölüme mahkûm eden Batı, son yüzyıllarda her türlü düşünceye özgürlük noktasına savrulmuştur…

Görüldüğü gibi Batı tarihi, bir aşırılıklar tarihidir. Batı, sevgisinde de nefretinde de aşırı bir medeniyettir. Şu an İslam’a ve Peygamber’ine gösterdiği reaksiyon, aşırılığının bir tezahürüdür. Koronavirüs’ün çıktığı ilk dönemlerde bilbordlara onun (sav) hadislerini asan Batı, bir yıl sonra ona hakaret eden karikatürleri kamu binalarına yansıtarak bu aşırı tabiatını bir kez daha sergilemiştir. Bu, normaldir! Zira vahiyle desteklenmeyen insan tabiatı, uçlarda yaşamaya mahkûmdur. Vahiyden yoksun insan, kâh aklın kâh duyguların savurmasına maruz kalır. Denge ancak vahiyle, Kitap ve açıklaması olan sünnetle mümkündür.

Batı ve Değerlere Saygı

Üzülerek belirtmeliyim ki; kendini Muhammed’in (sav) ümmetinden gören bazıları, Batı’yı insani ve dinî değerlere saygıya davet ediyorlar. Bu davet sorunlu; zira, normal şartlarda Batı’nın insani ve dinî değerlere saygılı olduğu, bu meselede kendi değerlerini çiğnediği ön kabulünden neşet ediyor. Böyle bir davet, ancak Batı’yı tanımayan, Batı propagandasına maruz kalmış zihinlerin daveti olabilir. Batı’yı, söylemlerinden değil de eylemlerinden tanıyan biri, böyle bir davet yapmaz; yapılmasını da gülünç bulur. İnsanlık tarihinden az çok haberdar olan her insan, tarihin şahitlik ettiği en barbar, ahlaksız ve yalancı topluluğun, mevcut Batı dünyası olduğunu bilir.

Sorun şu: Batı’yla ilgili algı ile olgu, söylem ile vaka arasında yerle gök arasındaki kadar fark vardır. Batı dünyası, insanlık tarihine “kültür işgali” kavramını kazandırmıştır. Bu; sizin nasıl düşüneceğinize, olayları nasıl algılayacağınıza ve nasıl tepki vereceğinize kültürel araçlarla yön veren bir düzendir. Şöyle bir düşünün: ABD, Vietnam’ı işgal etti. Tarihin gördüğü en barbar işgallerden birini gerçekleştirdi ve yenildi. Bugün dünyada kaç kişi ABD’nin işgalci olduğundan ve yenildiğinden haberdar? Bir taraftan Vietnam’ı işgal ederken diğer yandan Rambo serisiyle, işgali nasıl algılayacağımıza dair sinemayı kullandı ve milyarları zehirledi… Dünyanın gözlerinin içine bakarak, Irak’ta kimyasal silah olduğunu iddia etti ve etkileri bugün de devam eden Irak işgalini gerçekleştirdi; bugün de işgale ve yalana devam ediyor… Karşımızda böylesine ahlaksız, ikiyüzlü ve yalancı bir topluluk var.

George Floyd olayı sonrasında yaşanan ABD ve AB merkezli sokak olaylarında dünya şunu gördü: Milyonlarca insanı katleden ve yüzbinleri köleleştiren savaş baronlarının heykelleri meydanları süslüyor (!) Şayet Batı, iddia ettiği gibi köleleştirme tarihinden utanıyorsa, bu vahşi insanların heykellerini nasıl ve neden en ünlü meydanlara dikebiliyor?

Örneğin Hitler; Yahudi ve Romenleri/Çingeneleri toplama kamplarında zehirleyerek ve fırınlarda yakarak katletti… Tüm dünya Yahudilerin yaşadığı soykırımı konuşuyor. Peki, Romenler insan değil mi? Daha birkaç yıl önce Fransa’da Romenleri Romanya’ya geri gönderme konusu konuşuluyordu. Bugün bir Yahudi’yle ilgili böyle bir konuşma yapılabilir mi?

Salman Rüşdi, Allah Resûlü’ne (sav) hakaret eden paçavrayı yayınladığında bu kitabı basmak için yayınevleri sıraya girdi Batı’da. Roman aynı anda birçok dile çevrildi. İngiltere’de Ziyauddin Serdar ve arkadaşları ise bu kitaba karşı ilmî bir reddiye kaleme aldı. Ne oldu dersiniz? Hiçbir yayınevi bu kitabı basmayı kabul etmedi! Düşünün; Ziyauddin Serdar tüm Batılı değerleri özümsemiş, Liberal Demokrat bir Batızede… Humeyni’nin Salman Rüşdi hakkında verdiği ölüm fetvasını ilk eleştirenlerden ve fikre karşı fikirle karşılık verme taraftarlarından… Daha önce Ziyauddin Serdar’ın kitaplarını basan yayınevi dâhil, hiçbir yayınevi bu kitabı basmadı. Öyleyse buradan ne anlamalıyız? Salman Rüşdi Allah Resûlü’ne (sav) hakaret edebilir, çünkü ifade özgürlüğü var. Ama birileri bu kitaba reddiye yazıp Allah Resûlü’nü savunmak isterse, derin bir sessizlik!

Bugün Allah Resûlü’ne (sav) hakaret eden Charlie Hebdo paçavrası, bu yaptığını ifade özgürlüğü olarak tanımlıyor. Ancak aynı paçavra, Yahudileri mizah konusu yapan bir yazarını 2016’da işten kovabiliyor!

Siz Charlie Hebdo’yu mahkemeye şikâyet ettiğinizde -ki; kim, hangi akılla böyle bir şeye başvurur, o da ayrı bir konu- dava dahi açılmıyor. Talebiniz “ifade özgürlüğü” gerekçesiyle reddediliyor. Ancak gay, lezbiyen veya Yahudileri ima yoluyla dahi eleştirdiğiniz anda hakkınızda dava açılıyor. Gerekçe; özgürlüklere müdahale, antisemitizm ve benzeri şeyler… Bir lezbiyeni incittiğiniz için davalık oluyorsunuz. Allah Resûlü’ne (sav) hakaret edip milyarlarca insanı incittiğinizde ise özgürlük havarisi oluyorsunuz. Acaba tarih, böylesine ölçüsüz bir terazi görmüş müdür?

Evet, Batı ahlaksızdır, ikiyüzlüdür, ölçüsüzdür. Batı’dan; şirke, sapkınlığa ve siyonizme saygı bekleyebilirsiniz. Ancak Batı’dan, Allah Resûlü’ne (sav) saygılı olmasını istemek, kişinin yalnızca Batı’nın kültür işgaliyle yaralı bir Batızede olduğunu gösterir. Batı; dine, enbiyaya, güzel olana saygı göstermez.

Batı Dökülüyor

Batı’yı İslam’a karşı histerik bir ruh hâline sokan bir diğer neden; son dönemde yaşanan bazı hadiselerdir. Zira bu hadiseler Batı’nın kitle iletişim araçlarıyla oluşturduğu makyajı akıtmış, boyanın altındaki gerçekliği ortaya çıkarmıştır. Yukarıda zikretmiştik, bir daha tekrarlayalım: Batı’ya dair var olan “algı” ile “olgu” arasında ciddi farklılıklar vardır. Örneğin dünya halkları Batı’yı sosyal, siyasal ve ekonomik yönden hiç aksamadan işleyen bir mekanizma olarak görüyor. Batı kendini böyle tanıtıyor ve izleyici konumundaki dünya, gördüğüne inanıyor. Koronavirüs’le birlikte, aslında sistemin hiç de oturmadığı, Batılı değerler (!) denen safsatanın içinin boş olduğu ve sistemin ne kadar dayanıksız olduğu anlaşıldı. O çok medeni (!) Batılı devletlerin nasıl da birbirlerinin sağlık malzemelerine el koyduğu, yine o medeni Batılı halkların market reyonlarını yağmalarkenki barbarlığı, hiç de filmlerde gördüğümüz asil Batılı profiliyle uyuşmuyordu.

Yunanistan sınırında mültecilere reva görülen muameleyi dünya canlı canlı izledi. Kampları, içindekilerle birlikte ateşe veren; insanların malına el koyup çıplak olarak geri gönderen; mültecileri zehirlemeye çalışan; uzaktan ateş ederek öldüren veya sakatlayan bir Batı’yla karşılaştı dünya. Bundan yirmi yıl önce olsa, mezkûr manzaraları göremeyecektik muhtemelen. Kitle iletişim mafyası Batı, ne yapıp edip gerçekleri gizleyecekti. Ancak bugün, insanlar bazı şeyleri kendileri çekiyor ve sosyal medyada yayıyor…

Şu an Batı; makyajsız yakalanmış yaşlı bir ünlü, peruğu çekilip alınmış bir kel… gibi öfkeli. Gerçek yüzü açığa çıktıkça öfkeleniyor; saldırıyor, saldırıyor, saldırıyor. Zira en fakir İslam ülkeleri dahi, mülteciler karşısında onun sergilediği barbarlığı sergilemiyor. Batı’nın çaldığından arta kalanı mültecilerle paylaşıyor. Batı’ya göre geri kalmış, evrimini tamamlayamamış Doğulular, muharref/geleneksel İslam’la dahi insani olarak Batı’nın bu denli ilerisindeyken, Batı öfkelenmesin de ne yapsın? Tahrif edilmiş İslam buysa, sahih İslam karşısında Batı nasıl direnecek?

Batı ve Yükselen Irkçılık

Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı’ndan sonra yüce Allah, Batı dünyasını ırkçılıkla cezalandırdı. Avrupalıların bugün dahi utanma numarası yaptıkları Hitler ve Mussolini bu dönemde ortaya çıktı.[8] Yüce Allah bu liderlerin eliyle Avrupa’yı yıktı, yerle bir etti. Avrupa, İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşı’ndan sonra toparlandı, ama geçmişten ders almadı. Yine o kibre, sömürgeciliğe ve zulme geri döndü. Şimdi yüce Allah, onları yine ırkçılıkla cezalandırıyor. Tüm Avrupa ülkelerinde ırkçı partiler her seçimde oylarını arttırıyor, Avrupa siyasetinde daha görünür oluyorlar…

Şu an Batılı liderler artan sağ oyları almak ve seçimleri kazanmak istiyorlar. Bunun için popülist davranıp sağcıları memnun edecek bir dil kullanıyorlar. Bu sebeple de İslam’a ve Müslimlere saldırıyorlar. Aslında ırkçılığı besleyecek söylemlerle, Avrupa’nın çöküş zeminini hazırlıyorlar. Unutmamak gerekir ki; tarih tekerrürden ibarettir ve insan unutkandır. Yarım yüzyıl önce ırkçılığın Batı’ya neler ettiğini unutmuş (veya unutturulmuş) olabilirler, ancak biz unutmadık.

Batı ve İslam’ı Terörize Etmek

Batılılar, İslam’ı ve Müslimleri terörize etmek istiyor. Bu nedenle sürekli Müslimlerin sinir uçlarına dokunuyor; Kur’ân yakıyor, Nebi’ye (sav) hakaret ediyor ve Müslimleri aşağılıyor… İslami toplulukları kışkırtmak için elinden geleni yapıyor. Bunun özel bir nedeni var: Batı dünyasının yaşadığı manevi krize ve arayışa daha önce temas etmiştik. Batılı insan bu krizden ya uyuşturucuya sığınarak ya dijital bağımlılıkla ya da arayışla/sorgulamayla çıkış arıyor. Arayanların büyük çoğunluğunun yolu İslam’la kesişiyor. Zira Batı, insanı materyalistleştiriyor; İslam ise ruh ve mana dini. Batı, insanları yalnızlaştırıyor; İslam ise cemaat dini. Batı, insanları katılaştırıyor; İslam ise merhamet dini… Tüm bu nedenlerle Batı, İslam’ı şiddetle özdeşleştirip, fırtınadan kaçan insanlara İslam’ın sığınılacak bir liman olmadığını göstermek istiyor. Bir ırkçının eyleminde dahi tüm medyasıyla Batı; “Tekbir getirerek saldırdı.” diye yayın yapabiliyor. Kısa bir zaman sonra gerçek ortaya çıkıyor, ama durum Allah Resûlü’nün (sav) dediği gibi: “Utanmıyorsan dilediğini yap.”

Daha üzücü olanı ise İslam dünyasında Batı’nın bu isteğine icabet eden/edecek yığınla insanın olması. Çoğu samimi, ama şeriat bilgisinden ve Nebevi hikmetten yoksunlar. Yaptıkları yanlış işler sebebiyle haklıyken haksız duruma düşüyorlar. Ayrıca Allah Resûlü’ne (sav) hakaret eden ve bu ateşi körükleyenler keyif sürerken, hakaretin faturasını sokaktaki insana kesiyorlar. Konuyla hiçbir şekilde ilgisi olmayan, belki bu çirkefliği lanetleyen insanları katlediyorlar. Üstelik Batı’nın istediği tam da bu! İslam’ı ve Müslimleri dengesiz göstermek.

Evet, Batı bir plan yaptı ve tuzak kurdu. Bakalım Allah (cc) bu planı nasıl boşa çıkaracak!

“(Hatırlayın!) Hani kâfirler seni hapsetmek, öldürmek ya da (yurdundan) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar, Allah da (tuzaklarını boşa çıkaracak ve onlara zarar verecek şekilde karşı) tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”[9]

Hatırlatma!

Ne yazık ki bu olay vesilesiyle şöyle bir tablo çıktı ortaya: Birçok insan, bu olayı vesile ederek Avrupa’nın ne kadar kötü, bizlerin de ne kadar iyi olduğunu anlatmaya başladı. Onlar yıkılayazmış, biz de uçayazmışız… Ortaya çıkan ilginç tabloya binaen derim ki:

Bu yazıda amacımız; Allah Resûlü’ne (sav) yapılan saldırılar özelinde bir Batı tahlili yapmaktı. Diğer bir amacımız da Batı’nın ahlaksız, ilkesiz ve şişirilmiş imajına ve işlediği insanlık suçlarına işaret etmekti. Hiçbir şekilde Batı dünyasıyla İslam’a müntesip Doğu dünyasını karşılaştırmak ve Doğu’yu Batı’ya tercih etmek gibi amacımız yoktu. Bu konudaki düşüncemiz şudur: Biz Doğu cahiliyesiyiz, onlar Batı cahiliyesi. Onlar İslami değerlere açıktan hakaret ediyorsa, Doğu cahiliyesi dolaylı hakaret ediyor. İslami değerleri gündelik siyasete alet etmek, aziz İslam’a bir hakaret değil midir? Sonra Charlie Hebdo paçavralarını, bu topraklara ait bir gazetenin yayımlamaya kalktığını nasıl unuturuz? Hâlâ gösterimde olan Yeşilçam müsveddelerinin İslami değerlere hakaretle dolu olduğunu bilmeyen mi var? 28 Şubat’ta kutsallarımızı aşağılayanlar, bugün ülkenin en itibarlı insanları değil mi? Allah’ın (cc) ayetleriyle dalga geçen siyasetçiler, diplomatik atamalarla taltif edilmiyor mu? Cahiliyenin her türünden, Doğulusundan ve Batılısından beriyiz… Cahiliye cahiliyedir, İslam’a hakaret de hakarettir. Bunun Doğulusu Batılısı, direkti dolaylısı yoktur. İki cahiliyeyi kıyaslamak ve birini diğerine tercih etmek anlamsız olsa gerektir.

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.

 


[1] .”Şayet size bir yara dokunduysa hiç şüphesiz (düşman) topluluğuna da yara dokundu. (Mutlak ve daimi galip Allah’tır. İnsanlara gelince) biz bu günleri insanlar arasında döndürür dururuz. Allah, iman edenleri açığa çıkarmak ve sizden şahitler/şehitler edinmek (için böyle yapar). Allah, zalimleri sevmez.” (3/Âl-i İmran, 140)

[2] .22/Hac, 15

[3] .bk.Tirmizi, 3153; İbni Mace, 4079

[4] .İslam Ümmetine Açılmış Haçlı Savaşının Kodları, Halis Bayancuk, Tevhid Dergisi, S 49, s. 18

[5] .Bu, böyledir! Beşerî sistemler, çözüm üretir. İlmi ve tecrübesi nakıs insanın çözümü, daha büyük sorunlara sebep olur. Şu anda Batı, geçen yüzyıl ürettiği çözümlerin hasat mevsimini yaşıyor. Toplumu Allah’a (cc) kulluktan alıkoymak için altı çizilen bireysellik; yalnız yaşayan ve hiçbir değer tanımayan nihilist tipler meydana getirdi. Bu kişiler o kadar çok ki bazı Batı ülkeleri yalnızlık bakanlığı kurmak durumunda kaldı. Hiç şüphesiz, bugün ürettikleri çözümler de yarın daha büyük sorunlara sebebiyet verecek.

[6] .28/Kasas, 83

[7] .Örneğin Freud’un insanı hazza, hazzı da cinselliğe indirgeyen yaklaşımı; insanı tarif etmez. Cinselliği tabulaştıran ve buna bağlı olarak psikolojik rahatsızlıklar yaşayan Batı toplumunu tarif eder. Yaşadığı dönemi anlamaya çalışan, kendisi de o dönemin insanı olan ve benzer sorunlar yaşayan Freud, tüm insanlığı Batılılar gibi aşırı, hasta ruhlu zannetmiştir. Batılıyı tarif etmek yerine insanı tarif etmeye kalkışmıştır. Körün fil tarifine benzeyen ve insanın yalnızca bir yönünü anlatan bir inanışa sahip olmuştur.

[8] .Utanma numarası dememin bazı nedenleri vardır: İlki; Almanlar Yahudilere yaptıklarının fazlasını daha önce sömürge bölgelerindeki yerlilere yapmıştı. Yahudilere yönelik soykırımdan utanmalarının nedeni Avrupalıların insanlaşmış olmasından değil, sermayeyi elinde tutan Yahudilerin baskısındandır. Şayet bu insan olmaktan kaynaklanan bir utanma olsaydı sömürge bölgelerindeki yerlilere  yaptıklarından utanır, özür dilerlerdi. İkincisi; Almanlar bunu bir fırsat olarak kullandı. Âdeta “Bu kadar akıllı Almanlar nasıl oldu da Hitler’le birlikte canavarlaştı? Demek ki kitle psikolojisi, Almanlar gibi disiplinli bir milleti dahi yoldan çıkarıyor.” dedirttiler. Ne var ki sosyal psikoloji alanında çalışan, kapitalist sistemin beyin işçileri de bu ezberi tekrarlayıp duruyor. Oysa Almanların Hitler’den önce, sömürge bölgelerinde işledikleri vahşet; Hitler’in Almanları değil, Almanların Hitler’i yoldan çıkardığını ve Hitler’in, benzeri Alman liderlerden bir farkının olmadığını gösteriyor. Üçüncüsü; bazı Batılı düşünürlerin de itiraf ettiği gibi Hitler, Avrupalıları/Beyazları değil de Doğuluları katletseydi Napolyon gibi bir kahraman olacaktı. Onun kusuru, beyazları katletmesiydi… Avrupalıların nasıl barbar bir topluluk olduğunu anlamak isteyenler, Hitler’den çok daha vahşi Belçika Kralı II. Leopold’un yaptıklarını okuyabilir. Sömürge bölgelerinde on milyona yakın insanı katleden bu barbar, heykelleri dikilerek ödüllendirilmiş bir liderdir. Bu nedenlerle onların utandığına değil, utanma numarası yaptıklarına inanıyorum.

[9] .8/Enfâl, 30

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver