Mehlika – 1

Hava çok soğuktu. Yağmur aralıksız yağıyordu. Ders biter bitmez durağa çıkmış, otobüs bekliyordu. Ama nafile… Büyük şehirlerden nefret ediyordu. İnsanı dert, trafiği dert… Anneannesini arayarak gecikeceğini söyledi. Bu trafikte otobüsün bir saatlik gecikme yapacağını varsayarak hareket etse dahi eve en erken hava karardığında varabilirdi. Derin bir of çekti. Telefonunu çıkararak bugünkü dersin ses kaydını dinlemek için tuşlara dokunuyordu ki o da ne? Karşıdan peçeli bir kız grubu geliyordu… Dondu kaldı. Gözlerini onlardan alamıyordu. Ankara gibi bir yerde peçeli insanları ilk kez görüyordu. Adımlarını sayıyordu adeta kızların. Ona yaklaştıkça kalbi daha da hızla atmaya başlamıştı. Kimdi bunlar? Ne işleri vardı burada? Meraktan yerinde duramıyordu. Kızlar durağa doğru yanaştılar ve beklemeye başladılar. Kendi aralarında konuşuyorlardı. Kulak kabarttı. Ankara’nın çok değiştiğinden bahsediyordu biri. Bir diğeri ‘Ankara değişmedi biz değiştik. Önceden hayran olduğumuz bu şehir şimdi bize çirkef geliyor bence’ deyince irkildi Mehlika… Başkası lafa girdi: ‘Çok özledim İstanbul’u… Hele kursu.’ Mehlika’nın başı dönmeye başladı… Cümlelerin arasında geçen tevhid, tağut kelimeleri kızların kim olabileceğini daha da netleştiriyordu. Eğer yanılmıyorsa bu kızlar, bir zamanlar kıymetini idrak edemeyip ayrıldığı medrese gibi tevhid üzere eğitim veren bir kursun öğrencilerindendi. Artık hiçbir şey duymuyordu.

 

İçini çekti derin derin… Kendine dahi itiraf edemediği pişmanlığı yudumladı acı acı; fakat gitmiyordu. Boğazında düğümlü kaldı. Ağlamak istedi. Yine yapamadı. Eski günlerin hayaline çoktan dalmış, otobüsün en arka koltuğunda, başını buğulanmış cama dayayarak çoktan yolculuğu başlamıştı… Bugün asıl yolculuk içine doğruydu… Kendini ve duygularını kaybettiği, hocasının değimiyle kalbini mühürlettiği o günlere doğru…

 

Şirin, müstakil bir evde oturuyorlardı. Annesi, babasız büyütmüştü onu. Babası Afgan cihadında şehit olmuş, onu ve annesini dava arkadaşlarına emanet etmişti. Anneannesi başka bir şehirde oturuyor, ara sıra kendilerini ziyarete geliyor; ancak ne maddi ne de manevi destek oluyordu. Bunun en büyük nedeni, anneannesi eski bir öğretmendi ve kızının yaşam tarzından hiç haz etmiyordu. Her geldiğinde büyük bir kavga çıkıyor ve anneanne tasını tarağını toplayarak bir daha gelmemek üzere memleketine geri dönüyordu. Tabi bu kararı siniri geçene kadar sürüyordu. Yatışınca hemen uçağa atlayıp soluğu tekrar İzmir’de alıyordu. Kızını kurtaramamıştı; hiç değilse torununu bu anlamsız hayat tarzından kurtarmaktı gayesi.

 

Küçüklüğü babasız olsa da güzel geçmişti. Annesi onu gittiği her yere götürüyor, onunla çok güzel ilgileniyor, babasının yokluğunu aratmamaya gayret ediyordu. Çok güzel bir arkadaş çevreleri vardı. Sohbetlere gidiyorlar, Kur’an eğitimi alıyorlardı. Küçük Mehlika, annesini taklit ediyor, eline aldığı rengarenk elif ba cüzü ile ortalıkta dolaşıyordu. Görenler ona hayran oluyordu. Küçücük bedenini saran siyah feracesi ve başörtüsü ile küçük bir hanımefendi görüntüsü vardı. Hele namaza durunca cemaatle saf tutup tekbir alması, ayaklarını yanındakinin ayaklarına birleştirmesi, dudaklarını sure okuyormuşçasına kıpır kıpır kıpırdatması yok muydu?

 

Evde de bundan faklı değildi halleri. Alır minik seccadesini, uzun uzun kıyamda dururdu. Arada göz ucuyla bakıyor mu diye annesini gözetler, selam verir vermez de kucağına otururdu… Belki de namaz kılmayı bu nedenle seviyordu. Sonu anneyle kucaklaşarak bittiği için…

 

Okul yaşı gelince anneannesinin tüm itirazlarına rağmen herkesten farklı bir eğitim almaya başlamıştı. Hem beşeri ilimler alıyor, hem de Kur’an hafızlığı yapıyordu. Harika bir hafızaya sahipti. Sınıf arkadaşları arasında hep en öndeydi. Tüm bunlar olurken karar verme yaşında olmadığı için, annesinin kararlarına uyum sağlıyordu. Her ne kadar çantalarını sırtlarına takıp büyük büyük binalarda ders görmeye giden, okulun bahçesinde istedikleri gibi hoplayıp zıplayan, zilin çalmasıyla eve gitmek için arı gibi yollara dağılan çocukları görünce içi gitse de; kendi okulunu ve öğretmenlerini de çok seviyordu. Hem ayrıca yalnız da değildi. Onun gibi onlarca çocuk vardı. Hep başarılı olduğu için aldığı övgüler, hediyeler de onu motive ediyordu.

 

Nihayet 4 yıllık okul eğitimi bittikten sonra, İslamî ilimlerde ihtisaslaşmak için bir medrese arayışı içine girdiler. Babasının arkadaşları onun için uygun bir yer bulmuşlardı. Fakat bu medreseye gidebilmek için hem annesi hem de o, bir çok fedakarlık yapmalıydı. Çünkü medrese İstanbul’daydı. Evlerini, arkadaşlarını, alışık oldukları her şeyi değiştirmeleri gerekiyordu. Annesi kararlıydı. Onlarla ilgilenen ağabeylerine de bu kararı bildirdiler.

 

Nakliye şirketi tüm eşyaları toplamıştı. Evin önü çok kalabalıktı, tüm tanıdıkları onları uğurlamaya gelmişti. Okul arkadaşlarından ayrılmak bu dramdaki en etkileyici sahneydi.

 

Ve İstanbul… Ağabeyler onlar gelmeden ev tutmuş, temizletmişlerdi bile. Geriye şahsi eşyaları yerleştirmek kalmıştı. Hiç vakit kaybetmeden medrese kaydı da tamamlandı. Eve döndüğünde masanın üzerindeki ambalajı açılmamış kitapları görünce şaşırdı. Okul kitapları, ondan önce eve gelmişti. O zamanlar ne bu ilgiyi, ne de kendine verilen değeri bu örneklerden anlayamadı. Tüm bunları şimdi fark ediyordu…

 

Medrese… Orada ilk günü, oldukça renkli geçmişti. Herkes onu neşe içinde karşılamış, onunla çok ilgilenmişti. Bu durum, çocukluğundan beri ilgiden hoşlanan Mehlika’nın, ortamı sevmesi için en önemli nedenlerden biriydi.

 

Burayı sevmesinin bir başka nedeni ise diğer öğrencilerle çok fazla ortak yanının olmasıydı. Kiminin babası tıpkı kendi babası gibi şehadet şerbetini yudumlamış, kimi cihada gitmiş, kimi İslamî kimliği nedeniyle cezaevine girmiş, kimi de davaya hizmet ettikleri için çocuklarını çok sık göremiyorlardı. Tüm bu ortak noktalar onların arkadaşlıklarını daha da pekiştirmişti.

 

Günler birbirini kovalıyor, medrese dersleri hızla devam ediyordu. Öğrenciler arasında güzel bir muhabbet oluşmuştu. Dersler çok verimli geçiyordu. Herkes halinden memnundu. Ama öyle biri vardı ki aralarında, olanlardan son derece hoşnutsuzdu. Gidişata çomak sokmak, iyiliği kötülüğe, doğruluğu yalana, ibadeti de isyana çevirmek için fırsat kolluyordu. Ufak tefek şüpheler, vesveseler kâr etmiyordu. Daha büyük bir ateş, daha derin bir gedik, daha köklü ve zincirleme bir yanlışın peşindeydi. Kimse onun farkında değildi. O ise herkesi takipteydi.

 

Medresede 2. yılını doldurmuştu. Mehlika artık bir ergendi. Bu dönemin gelişiyle birlikte yaşadığı fiziksel değişikliklerden maalesef duyguları da nasibini almıştı. Sessiz, itaatkar, çalışkan Mehlika gitmiş; yerine bambaşka bir kız gelmişti sanki. Annesi bu durumdan son derece şikayetçi olsa da hocaları bunun bir süreç olduğunu söyleyerek onu frenliyorlardı. Zira biliyorlardı ki baskı Mehlika’yı dinginleştirmeyecek bilakis isyankar yapacaktı.

 

Ne istiyordu ki Mehlika annesini bu kadar kızdıracak? Sadece kendi kararlarını verebilme özgürlüğü idi istediği…

 

Başını tekrar cama dayadı. Otobüs bir durakta durdu. Bir çok yolcu indi. Mehlika sessizce mırıldandı… Kendi kararlarımı verdim de ne oldu! Özgürlüğüm pişmanlığım oldu…

 

Sömestr tatili yaklaşmıştı. Mehlika bu tatilde anneannesine gitmek istiyordu. Annesi gönülsüzdü. Yaşadıkları çatışmayı daha da arttırmak istemiyordu, yalnız gitmesini de… Zira annesine güvenmiyordu. Kızını daha da olumsuz etkileyebileceğini düşünüyordu. Kendi de yoğun ders programı nedeniyle kızına eşlik edemiyordu. Fakat Mehlika’nın ısrarlarına dayanamayarak onu Müslüman bir aile refakatinde Ankara’ya anneannesine yolladı.

 

Anneannesi onu çok güzel karşıladı. Harika bir sofra hazırlamıştı. Bir haftalık da gezi programı yapmıştı. Yemekten sonra program üzerinde konuştular. Akşama doğru büyük bir alışveriş merkezine gittiler. Gördüğü her şey o kadar cazipti ki hepsini almak istiyordu. Anneannesi bunu fark edince neyi beğendiyse, hangi dükkanın önünde biraz fazla durduysa onu almadan çıkmamıştı. Eve geldiklerinde bir şeyler atıştırıp yattılar. Mehlika çok mutluydu. Yattı yatmasına ama uyku tutmadı. Kalkıp ışığı yaktı. Aldıklarını bir kez daha deneyerek, aynada uzun uzun kendine baktı. Rengarenk cıvıl cıvıl kıyafetlerdi aldıkları. Her birini özenle katlayıp kaldırdı. Tekrar yatağa girdi. Bir anda gün boyu hiçbir namazı kılmadığı aklına geldi. İrkildi. Hemen kalktı. Unutmuş olduğu için hepsini kılabileceğini düşündü. Abdeste giderken birden durakladı. ‘Yok ya toplam beş vakit namaz. Hangi birini kılacağım. Allah kabul eder mi ki? Kılma, kılma yatarken kıl. Hiç olur mu’ diyerek söylendi ve geri döndü. İçinde bir sıkıntı oluştu. Anlam vermedi. Bu fasit bilgiye kendini inandırmaya çalışıyordu. ‘Tabi tabi kılınmaz. O kadar vakit geçti. Hem vakit, namazın şartı. Şart yoksa, namaz da yok.’ Bu düşünceler eşliğinde uyudu kaldı. Sabah dolmuş öğleyi yaşıyordu insanlar. Mehlika ise daha yeni gözlerini açıyordu. Esneyerek yataktan kalktı. Mutfaktan harika kokular geliyordu. Yüzünü yıkayıp sofraya oturdu. Anneannesiyle sohbet ederek biraz derslerden, biraz annesinden, biraz da gelecek üzerine konuştular. Sohbet çok güzeldi. Bir anda annesi geldi aklına. Neden anneannesiyle hiç anlaşamıyordu ki? Oysa anneannesi çok iyi bir kadındı. Cevabını bulamadı.

 

O gün programda sinema vardı. Mehlika hayatında hiç sinemaya gitmemişti. Gitmek istiyor fakat doğru olmayacağını düşünüyordu. Annesinin telkinleri geldi aklına. ‘Gayri İslamî hiçbir davranışa onay verme. Allah’ın razı olmadığı hiçbir şey yapma.’ demişti annesi. Gerçi annesi son dönemde sadece nasihat ediyordu. Hiç dinlemiyordu…

 

Anneannesi izleyecekleri filmde açık sahnelerin olmadığını, müziğin ise çok az olduğunu, hem zaten sokakta, alış veriş merkezinde, radyoda haber dinlerken, mecburen müzik sesine maruz kaldıklarını, dolayısıyla görüntünün ardındaki müziğin de hiçbir sakıncasının olmayacağını söylemesiyle içi rahatladı. Ve biletleri aldılar. İzleyecekleri film bir gençlik dizisinin sinemaya uyarlanmış haliydi. Kızlardan ve erkeklerden oluşan iki farklı grubun hikayesini konu ediyordu. Tertipledikleri eğlenceler, aralarındaki rekabet, hayattan beklentileri, giyim kuşam şekilleri ve birbirlerinden habersiz platonik aşkları çok etkilemişti Mehlika’yı… Filmin hareketli ve romantik sahneleri olduğu kadar, hüzün dolu sahneleri de vardı elbet. Bu sahnelerde de hüngür hüngür ağlamıştı.

 

Sinema çıkışı yemeğe gittiler. Masadaki sohbet, filmde izledikleri hayat ile Mehlika’nın hayatının kıyasıydı.

 

Anneannesi torununu çok seviyor, onun kızı gibi olmasını istemiyordu. Yaşam tarzından uzaklaşması için onu dört bir koldan etkilemeye çalışıyordu. Ayrıca Mehlika’nın gelişiyle ev şenlenmiş, yalnızlık nedeniyle yaşadığı sıkıntı hafiflemişti. Bu nedenle Mehlika’nın hoşlanabileceği her şeyi yapıyordu.

 

Asıl sürpriz eve döndüklerinde Mehlika’yı bekliyordu… Küçük bir hediye paketi vardı masanın üzerinde. Güzelce süslenmişti. Anneannesi bu paketi Mehlika’ya takdim etti. Heyecanla paketi açtı. Son model akıllı telefondu. Mehlika gözlerine inanamıyordu. Anneannesine geldiğinde tüm bunları hayal dahi etmemişti. Şimdi çevresinde kimsede olmayan en lüks telefona sahipti. Hem de hattıyla beraber alınmıştı.

 

Otobüsün camından dışarı baktı… Tatilde yaşadığı her şey onu son derece mutlu etmişti. Oysa şimdi yaşadığı pişmanlığın bir başka sebebinin bu kısacık tatilinde yaşadıklarının olduğunu daha iyi anlıyordu. Yeniden geçmişe döndü.

 

Tatil dönüşü annesine yaşadıklarının sadece bir bölümünü anlatmıştı Mehlika. Neden mi? Zira tamamını anlatsa idi ikinci bir tatil şansı olmayacağını çok iyi biliyordu. Telefon aralarında çok büyük bir sorun oldu anne kızın. Ancak medresede telefon kullanılmadığı için içi rahattı annesinin, nasıl olsa götüremeyecekti. Tartışmayı çok uzatmadı. Nihayet Pazar akşamı servisle kızını kursa yolladı.

 

Dolu dolu gelmişti Mehlika… Arkadaşlarına anlatacağı çok şey vardı. Telefonu da annesinden gizli getirmişti kursa. Gündüz kesinlikle çıkarmıyor, gece hocalar ve belletmenler odalarına çekilince birkaç arkadaşı ile beraber sabaha kadar internetin başında sabahlıyordu. Gençlik dizisinin tekrarlarını internetten izliyorlar, onların ağızlarıyla konuşuyor, defterlerine onların simgelerini karalıyorlardı.

 

Oturduğu yerden doğruldu. Çevresine baktı. Eve daha yaklaşmamıştı bile. Bir an düşündü. Nasıl bir virüstü. Anneannesine gittiğinde kaptığı bu virüsü kursa gider gitmez en samimi arkadaşlarına nasıl bulaştırmıştı. Bu kadar dini ders alıyorlar, kötü ortamlardan uzak duruyorlardı. Nasıl yenilmişlerdi, bu virüsle neden hiç savaşmamışlardı..? Cevap derste ezberlediği bir ayetti. Kesin ve netti: “Muhakkak ki nefis kötülüğü emreder…”

 

Nefis kötülüğe meyilliydi… Fırsatını bulunca hemen papatya gibi açıverdi.

 

Ah diye içinden geçirdi! Ahlak dersinde ezberlediği bir hadis düştü zihnine:

“Kim bir kötülüğe yol açarsa, onu işlemiş gibidir.”

‘Eyvahlar olsun’ dedi, ‘eyvahlar olsun! Bu virüsü bulaştırdığım tüm arkadaşlarımın işlediği kötülüklerden nasipleneceğim öyle mi?’

(Devam edecek inşallah…)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver