Kavaidu’l Erba’ – 4

 

Allah’a hamd Rasûlü’ne salât ve selam olsun…

Kuran ve Sünnet’te tevhid ve şirk apaçık olarak anlatılmıştır. İkisinde de herhangi bir kapalılık söz konusu değildir. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ insanları, ibadette kendisini birlesinler ve şirk koşmasınlar diye yaratmıştır. Allah subhanehu ve teâlâ insanları bunun için yaratmışken, bunları net açıklamaması, kapalı bırakması düşünülemez. Günümüzde bazı kimseler Kur’an’da tevhid ve şirkin kapalı olduğunu, bunların net anlatılmadığını, bu sebeple bir alimin gidip insanlara bunları anlatması gerektiğini savunuyorlar. Bu söz mücessem olup Fırat’a atılsa Fırat’ı necis kılar… Nasıl olur da Allah subhanehu ve teâlâ insanları kendisinden dolayı yarattığı meseleyi kapalı bırakır? Nasıl olur da Allah subhanehu ve teâlâ kendisi üzerine insanlardan söz aldığı meseleyi açıklamaz? Bu mümkün değildir.

Tarihten beri insanlara kapalı gelen, insanların kafasını karıştıran konu şudur; Bazı insanların hayatlarının bir kısmında tevhid, bir kısmında ise şirk var. Bunlara Müslüman mı, yoksa müşrik mi denileceği konusunda problem yaşanıyor. Örneğin; Adam bir taraftan Allah’ın hâkimiyet sıfatını iptal ederek kanun yapıyor, bir taraftan ise gidip alnını secdeye koyarak âlemlerin Rabbi olan Allah’a namaz kılıyor. Veya adam namaz ibadetinde Allah’ı birleyip sadece O’na namaz kılarken, dua ibadetinde Allah’ı birlemiyor. Namazı sadece Allah’a kılarken, duayı Allah’tan başka salih insanlar diye isimlendirdikleri kimselere yapıyor. Böyle olunca da insanların, bunlara ne isim vereceği konusunda kafası karışıyor. Şeyh de bu problemi gördüğü için bize Müslüman ile müşriği birbirinden ayıran dört kaide yazmıştır. Şimdi tek tek bu kaideleri anlatmaya çalışacağız inşallah…

Metin

Birinci Kaide

‘Bilmelisin ki; Rasûlullah’ın kendileriyle savaştığı kâfirler; Allah’ın, yaratıcı, rızık verici ve kâinatın işlerini düzenleyen olduğunu kabul ediyorlardı. Fakat bu onların İslam dinine girmesini sağlamadı. Bunun delili Allah’ın subhanehu ve teâlâ şu sözüdür:

“De ki: ‘Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Yahut gözlere ve kulaklara malik olan kimdir? Ölüden diriyi çıkaran ve diriden ölüyü çıkaran kimdir? İşleri yerli yerince kim yönetiyor?’ Hemen ‘Allah’ diyeceklerdir. De ki: ‘O halde (ona isyan etmekten) korkmaz mısınız?’ ”  ‘(10/Yunus, 31)

Şerh

Bir insanın Allah’ın; yaratan, rızık veren, kâinatın işlerini düzenleyen, duyu organlarını elinde bulunduran olduğunu bilmesi onu Müslüman yapmaz. İslam dinine giriş için Allah subhanehu ve teâlâ ‘La ilahe illallah’ kelimesini şart koşmuştur. Bu kelime inanılması ve reddedilmesi gereken şeyleri belirleyen bir semboldür. Kişi Müslüman olurken inandığı ve reddettiği meseleleri tek tek söyleyemeyeceği için, İslam buna delalet eden Kelime-i Tevhid’i dine giriş için şart koşmuş.

Bu kelime iki kısımdan oluşmaktadır:

1. Nefiy kısmı: Kişi ‘La ilahe’ dediğinde bunun manası ‘Ben bütün ilahları reddediyorum’ demektir.

2. İspat kısmı: Kişi ‘İllallah’ dediğinde ise bunun anlamı ‘Allah hariç’ demektir. Yani Kelime-i Tevhid’in manası; Allah’ın dışındaki bütün ilahları reddetmektir.

Dikkat edilirse Kelime-i Tevhid’in nefyettiği de ispat ettiği de ilahtır. İlah kelimesi lugat ve ıstılah olarak anlaşılırsa, bu kelimenin bize neyi anlatmak istediği de beraberinde anlaşılacaktır.

İlah kelimesinin anlamı

İlahun kelimesi Arap dilinde kitabun gibi mastardır. Şu anlamlarda kullanılır;

-Lisanu’l Arap’ta İbnu’l Münzir şöyle der: ‘İlah, kendisine ibadet edilendir. Kim kime ibadet ediyorsa; o, onun ilahıdır. Müşriklerin ibadet ettiği putlara da bundan dolayı E’lihe (İlah kelimesinin çoğulu) denmiştir. Bütün Arap kamuslarının/sözlüklerinin ilah kelimesine verdiği ilk mana budur. Allah subhanehu ve teâlâ da kendisine ibadet edildiği için ilahtır.’

-İlah, kendisi hakkında hayrete/şaşkınlığa düşülen anlamında da kullanılır. İnsan alışılmışın dışında bir şey gördüğünde hayrete düşer. Bu manada Allah subhanehu ve teâlâ için kullanılabilir. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ çok yüce sıfatlara sahip olduğu için, insanlar O’nun hakkında hayrete düşerler.

-İlah, melce’/kendisine sığınılan anlamında da kullanılmaktadır. Bu mana da Allah subhanehu ve teâlâ için uygundur. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ da tüm şerlerden ve sıkıntılardan kendisine sığınılandır.

-İlah, perdelendi/gizlendi anlamında da kullanılır. Bu mana da Allah subhanehu ve teâlâ için uygundur. Ayette Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Gözler Allah’ı idrak edemez Allah, onları idrak eder.” (6/En’am, 103)

“Sahabe Peygambere sordu: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Miraç’ta Allah’ı gördün mü?’ Peygamberimiz: ‘O, nurdur. O’nu nasıl görebilirim’ dedi.” (Müslim) Allah subhanehu ve teâlâ nuruyla insanlardan perdelenmiştir.

-İlah, kendisinde sükûnet, huzur bulunan anlamında da kullanılır. Bu mana da Allah subhanehu ve teâlâ için uygundur. Çünkü Allah’ı zikreden, O’na dua eden huzur bulur. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Dikkat edin! Kalpler Allah’ın zikri ile mutmain olur.” (13/Rad, 28)

Istılahta

İslam şeriatı Arap diliyle indirildi. Şeriat, Arap dilinde olan bazı kelimeleri olduğu hal üzere kullandı. Bazı kelimeleri Arapların kullandığı manadan daha geniş anlamda, bazılarını ise daha dar anlamda kullandı. Şeriat, Arap lugatında olan bütün kelimeleri moda olduğu gibi kullanmamıştır. Bunun iyi bilinmesi gerekir. Şayet şeriatta var olan kavramlara Arap dilindeki anlam olduğu gibi verilirse, ortaya yanlış sonuçlar çıkar.

Bidat taifelerinin en belirgin özelliklerinden bir tanesi Arap lugatı üzerine ciddi anlamda yoğunlaşmalarıdır. Onlar İslamî kavramları Arap lugatıyla anlamaya çalışırlar. Böylece İslamî kavramları asıl anlamlarından saptırırlar. Günümüzde var olan en büyük sıkıntılardan bir tanesi de ‘kavram kargaşası’ diye isimlendirebileceğimiz bu sıkıntıdır. Her ne kadar insanların elindeki kavramlar İslamî olsa da, içeriği İslam’ın istediği gibi doldurulmamaktadır.

İnsan, istikamet üzere olmak ile emrolunmuştur. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (11/Hud, 112)

İbni Kayyım şöyle der: ‘Şeytan Allah’a ‘Onların hepsini saptıracağım’ diye söz vermiştir. Şeytan insanı ya ifrata ya da tefrite düşürerek istikametten saptırır. Hangisini yapabildiyse insandan istediği payı elde etmiş olur.’

Şeytanın insanı ifrata veya tefrite düşürerek saptırdığı yollardan bir tanesi de lugavî kullanımları şer’i kullanımlardan ayırmaktır. Bu konuda hem ifrata hem de tefrite birkaç örnek vererek konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayalım;

Salât/namaz kelimesi Arap dilinde dua anlamında kullanılır. Şeriat bu kelimeyi dua anlamında kullansa da, genel olarak bu kelimeye; ‘Tekbir ile başlayan, selam ile biten, kendisine özel bazı söz ve fiillerin olduğu bir ibadet manası yüklemiştir.’

Örneğin; Bir mubtedi’ ‘Salât’ kelimesini Arap dilinde var olan dua anlamında kullanarak şöyle diyor: ‘Ben Allah’a dua ettiğimde namaz kılmış oluyorum ondan dolayı ekstradan namaz kılmama gerek yok’ bu doğru değildir. Çünkü her ne kadar bu kelime Arap lugatında bu anlamda kullanılsa da şeriat buna başka bir anlam yüklemiştir.

Örneğin; Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“…İnsanı alaktan yarattı.” (96/Alak, 2)

Alakın kelime manası ‘kan pıhtısı’ demektir. Bir bidatçı şöyle diyor: ‘Aslında alak kelimesi alakadan gelmektedir. Arap dilinde de bir şeyin bir şeyle alakasının olabilmesi için temelinde sevgi olması gerekir. O zaman Allah insanı sevgiden yarattı. Peki, sonuç? Herkesi seveceğiz. Yahudi, Hristiyan, müşrik fark etmez herkese karşı sevgi besleyeceğiz.’ Dikkat edilirse bu mubtedi bu sonuca lugat ile ulaştı.

Örneğin, velanın kelime manalarından bir tanesi yakınlıktır. Adam buradan yola çıkarak şöyle diyor: ‘Müşriğe gülen, onunla aynı evde oturan, ona yardım eden, onunla ticaret eden herkes küfre girer. Çünkü vela kelimesi yakınlık manasındadır. Kişi bir müşriğe bunları yaptığında ona yakınlık göstermiştir. Ondan dolayı küfre girer.’ Dikkat edilirse kişi bu ifrata lugat ile ulaştı. Oysa bunların hiçbiri şeriat tarafından küfür olarak kabul edilmemiştir.

Bidatçılar böyle sapık fikirlere Arap dilini şeriattan kopararak ulaşıyorlar. Bizim bir kaide olarak şunu bilmemiz gerekir: ‘Şer’i kullanımlar her zaman lugavî kullanımların önündedir.’ Şeriattaki kullanım ile lugattaki kullanım çakıştığında, şeriattaki kullanım kabul edilir. Çünkü dilin sahibi Allah’tır. İstediği kelimeye istediği anlamı yükler. O, hangi anlamı yüklemişse bizim kabul etmemiz gereken anlam odur.

İslam şeriatı ilah kelimesinin lugat anlamlarının içerisinde ‘kendisine ibadet edilen’ anlamını seçmiştir. Kur’an’dan, Sünnet’ten ve sahabe anlayışından buna işaret eden deliller şunlardır;

Kuran’dan

1. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Onlar kendilerine bir kuvvet olsun diye Allah’ın dışında ilahlar edindiler. Hayır asla! O ilah edindikleri onların ibadetlerini yalanlayacaklardır.” (19/Meryem, 81-82)

Allah subhanehu ve teâlâ birinci ayette bazılarının bazılarını ilahlar edindiğini bildirmiş, sonra da bu sahte ilahların kendilerine yapılan ibadetleri inkâr edeceklerini söylemiştir. Birinci ayette ilah kelimesi kullanılırken, ikinci ayette ise onun yerine ibadet kelimesi kullanıldı. Bu da ilah ile ibadetin aynı anlamda olduğunu gösterir.

2. Bütün Peygamberler kavimlerine geldiklerinde şöyle demişler:

“Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.” (7/Araf , 73)

Peygamberler ilk olarak kavimlerine “Allah’a ibadet edin” diyorlar. Devamında ise “Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.” demişler. Bu da bize açık bir şekilde ilahın ‘ibadet edilen’ anlamında olduğunu gösterir.

3. Allah subhanehu ve teâlâ bize, müşriklerin de Peygamberin sallallahu aleyhi ve sellem davetinden bunu anladığını anlatıyor. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onlara ‘La ilahe illallah deyin’ dedi. Onlar bunu şöyle anladılar;

” ‘Sen bize tek Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet etiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir’ dediler.” (7/Araf, 70)

Yani müşrikler ilah kelimesini ibadet edilen olarak anladılar. Ve Allah subhanehu ve teâlâ onların bu anlayışına karşı çıkmadı.

Sünnet’ten

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Kim La ilahe illallah der ve Allah’ın dışında ibadet edilenleri inkar ederse onun canı malı haram olmuştur. Hesabı da Allah’adır.” (Müslim)

Hadisin başında Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Kim La ilahe illallah derse” buyururken devamında ise “Allah’ın dışında ibadet edilenleri inkâr ederse” buyuruyor. Demek ki nefyettiğimiz ilah, Allah’ın dışında kendisine ibadet edilendir.

Sahabeden

1. Cibril, Peygamberimize gelip bana İslam’dan haber ver dediğinde Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle demiştir: “İslam; Kelime-i Şehadet’i söylemen, namaz kılman, zekât vermen, oruç tutman ve hacca gitmendir.” İmam Müslim’in rivayetinde ise şöyle geçer: “Allah’a ibadet edip O’na şirk koşmaman…”

Elimizde aynı konuda iki rivayet oldu. Bu durumda önümüzde iki seçenek var;

Ya diyeceğiz ki: ‘Peygamberimiz döneminde bu olay iki defa yaşandı. Peygamberimiz her birinde farklı cevap verdi.’

Ya da diyeceğiz ki: ‘Bu olay bir kere yaşandı. Sahabe rivayet ederken farklı farklı rivayet etti.’

Birinci seçenek olamaz çünkü bu olay bir kere yaşandı. O zaman sahabe farklı farklı rivayet etti. Peki, sahabe neden böyle yaptı? Çünkü sahabenin yanında ilah kelimesi ile ibadet kelimesi aynı anlamdadır. İki lafız arasında fark olmadığı zaman, dileyen dilediği lafzı kullanır.

2. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“İslam beş şey üzerine bina edilmiştir. Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek, namaz kılmak…” (Buhari, Müslim)

İmam Müslim’in rivayetinde ise şöyle geçmektedir: “Sadece Allah’a ibadet edip O’nun dışındakilere ibadet etmemek, namaz kılmak…”

Demek ki sahabenin yanında “Allah’tan başka ilah yoktur” cümlesi ile “Sadece Allah’a ibadet edip O’nun dışındakilere ibadet etmemek” cümlesi aynı anlamdadır.

3. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Muaz’ı Yemen’e gönderdiğinde ona şöyle diyor:

“Onları Allah’tan başka ilah olmadığına benim de Allah’ın Rasûlü olduğuma şahadet etmeye çağır…” (Müslim)

Başka bir rivayette ise bu hadis şöyle geçmektedir:

“…Onları Allah’a ibadet etmeye çağır…”

Demek ki sahabenin yanında Allah’tan başka ilahın olmayışı ile Allah’ı ibadette birlemek aynı şeyler. Ondan dolayı farklı lafızlarla aktarmışlar.

4. “Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır’da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?” (7/Araf, 127)

Sahabeden İbni Abbas radıyallahu anh bu ayeti:        “Senin ilahlığını terk etmeleri için mi onları serbest bırakıyorsun” şeklinde okumuştur. Sebep olarak ise İbni Abbas şunu söylüyor: “Çünkü Firavun’a ibadet ediliyordu, o kimseye ibadet etmiyordu.” İbni Abbas Firavun’un ilahlığını “kendisine ibadet edilen” olarak açıklamış.

Sonuç; İlah kelimesinin Arap dilinde birçok anlamı vardır. Hem Allah hem Rasûlü hem de sahabe, ilah kelimesini kendisine ibadet edilen anlamında kullanmışlardır. İlah kelimesini lugattaki diğer manalarında kullanmamışlardır. O zaman La ilahe illallah’ın manası ibadette Allah’ı birlemektir. Kişi bu kelimeyi söylediğinde Allah’ın dışında ibadet edilen bütün tağutları inkâr edip ibadet mercii olarak Allah’ı kabul etmiştir. Ancak bir insan sabahtan akşama kadar da La ilahe illallah dese ibadet kapsamına giren şeyleri Allah’a yapmazsa bu ona fayda vermez.

Günümüzde La ilahe illallah kelimesi yanlış tefsir ediliyor. ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ kısmına ‘Allah’tan başka yaratıcı, rızık veren yoktur’ anlamını veriyorlar. Doğal olarak yaratıcının, rızık verenin Allah olduğunu bilen kişi Müslüman sayılıyor. Bu doğru değildir. Çünkü La ilahe illallah’ın manası bu değildir. Şayet La ilahe illallah’ın manası bu olsaydı Mekkeli müşriklerin de Müslüman olması gerekirdi. Çünkü onlar da yaratıcının, rızık verenin Allah olduğunu biliyorlardı.

Mekkeli Müşriklerin Allah Hakkındaki İtikadları

Kur’an-ı Kerim’de Mekkeli müşriklerin Allah hakkındaki itikadları tafsilatlı bir şekilde anlatılmaktadır. Buna şu ayetleri örnek olarak verebiliriz:

“De ki: ‘Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Yahut gözlere ve kulaklara malik olan kimdir? Ölüden diriyi çıkaran ve diriden ölüyü çıkaran kimdir? İşleri yerli yerince kim yönetiyor? Hemen ‘Allah’ diyeceklerdir. De ki: ‘O halde (ona isyan etmekten) korkmaz mısınız?’ ” (10/Yunus, 31)

“De ki: ‘Eğer biliyorsanız söyleyin; yer ve yerde bulunanlar kime aittir?’, ‘Allah’ındır’ diyecekler. ‘Öyle ise siz hiç düşünüp öğüt almaz mısınız?’ de. De ki: ‘Yedi kat göklerin Rabbi, büyük arşın Rabbi kimdir?’, ‘Allah’tır’ diyecekler. ‘Öyle ise O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’ de. De ki: ‘Eğer biliyorsanız söyleyin; Her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi koruyan, kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?’, ‘Allah’ındır’ diyecekler. ‘Öyle ise nasıl aldanıyorsunuz?’ de.” (23/Müminun, 84-89)

“Andolsun, eğer onlara ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?’ diye soracak olsan mutlaka ‘Allah’ diyeceklerdir. O halde nasıl (haktan) döndürülüyorlar?” (29/Ankebut, 61)

“Andolsun, eğer onlara ‘Gökten yağmuru kim indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?’ diye soracak olsan, mutlaka ‘Allah’ diyeceklerdir. De ki: ‘Hamd Allah’a mahsustur.’ Fakat onların çoğu akıllarını kullanmazlar.” (29/Ankebut, 63)

Bu ayetlerden yola çıkarak Mekkeli müşriklerin Allah hakkındaki itikadlarını şöyle özetleyebiliriz:

Onlar; Yaratan ve öldürenin, rızık verenin, kâinatın işlerini düzenleyenin, duyguları elinde bulunduranın, yedi kat gök ve arşın sahibinin, her şeyin anahtarı elinde olanın, koruyan fakat korunamayanın, güneş ve ay elinde olanın, yağmuru yağdıran ve ekini çıkaranın Allah subhanehu ve teâlâ olduğunu biliyorlar. Fakat buna rağmen Müslüman sayılmamışlardır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem onlar ile savaşmış onların cehenneme gideceğini söylemiştir. O zaman bunların hiç biri La ilahe illallah’ın manası değildir. Günümüzde de La ilahe illallah denildiğinde insanlar bu manaları kastediyorlar. Böyle olanların Mekkeli müşriklerden farkı yoktur.

Bu anlattıklarımız Yusuf suresindeki şu ayetin tefsiri mahiyetindedir:

“Onların çoğu Allah’a şirk koşmadan iman etmezler.” (12/Yusuf, 106)

İbni Abbas radıyallahu anh bu ayet hakkında şöyle der:

“Onlara ‘Yeri ve göğü kim yarattı?’ diye sorsan ‘Allah’ diye cevap verirler. Fakat yine de Allah ile birlikte başkasına ibadet ederler.”

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver