Hariciler Havaric – 3

 

Tahkim/Muhakeme Olayından Sonra Gelişen Durumlar

 Savaşların genel bir kuralı vardır; O da her savaşın mağlup tarafı eğer mağlubiyetini açıktan ilan etmeyi kendine yediremiyorsa, en iyi yol karşı tarafı sulha çağırmaktır. Bu olay, NATO’nun Afganistan’da içine girdiği çıkmazdan dolayı sürekli Taliban’la görüşme ve anlaşma yapmayı istemesine benziyor. NATO şu anda Afganistan’da kırk sekiz ülke ile birlikte kendi deyimleriyle bir çete ve örgütle savaşıyor. Bir başarı elde edemeyince Taliban’la masaya oturalım dediler. Çünkü NATO, Rusya gibi yenildiğini kendine yediremiyor.

Taliban ise, haklı olarak ilk başta barışa yanaşmadı. Çünkü Taliban savaşın hem galip tarafıydı hem de kırk sekiz ülkenin oradan yenik çıkması Rusya’nın yenilgisi gibi olmayacaktı. Dikkat edilirse Ruslar, Afgan savaşında yenildiklerinde Sovyetler Birliği dağıldı. Aynı şekilde NATO ve BM, Afgan savaşında yenilirlerse bunlar da dağılıp gidecekler.

Nasıl ki Sıffın Savaşı’nda Hariciler, Ali’yi radıyallahu anh sulha zorladığı gibi bugün bazı Müslümanlar da Taliban’ı masaya oturmaya zorladılar. Taliban da dünya Müslümanlarının tepkisini çekmemek için onların istedikleri yerde büro açmak durumunda kaldı. Fakat hiçbir zaman yenilmiş insanla masaya oturan karlı çıkmamıştır. Bunu Ali radıyallahu anh örneğinde görmekteyiz. Çünkü sulhtan sonra İslam ümmeti parçalandı ve bir devlette üç ayrı baş çıkmış oldu.

Haricilerin Ali’ye Huruc Etmeleri

Hariciler, Ali’yi radıyallahu anh barışa/tahkime zorladıklarında Ali radıyallahu anh ilk başta bunu kabul etmedi. Fakat daha sonra Hariciler, Ali’yi tehdit ederek dediler ki: ‘Ey Ali! Osman’ı öldürdüğümüz gibi seni de öldürmemizi mi istersin?’ Bunun üzerine Ali radıyallahu anh istemeyerek de olsa masaya oturmaya razı oldu. Çünkü Ali’nin ordusu toplama bir orduydu. Ordunun içinde Haricilerin sayısı tam olarak belli olmadığı için tahkimi kabul etti. Taraflar masaya oturdular. Her iki taraf da savaşı durdurmak üzere anlaştılar. Ali radıyallahu anh, İslam Devleti’nin başkentini Medine’den Kufe’ye taşıdı. Bundan dolayı Ali radıyallahu anh Kufe’ye döndü. Muaviye radıyallahu anh ve Şam ehli de kendi memleketlerine geri döndüler.

Hariciler ise, tahkim olayından sonra Ali radıyallahu anh ile beraber geri dönmeyeceklerini söylediler. Gerekçesini şöyle belirttiler: ‘Ey Ali! Biz seninle beraber Kufe’ye gelmiyoruz. Çünkü sen Allah’ın dininde hakem tayin ettin. Bundan dolayı küfre girdin. Ya tekrar savaşıp onları öldüreceksin ya da biz seninle Kufe’ye gelmeyeceğiz.’ diyerek halifeye karşı ayaklandılar.

Haricilerin bu tavırlarına dikkat etmek lazım. Hariciler ilk olarak Ali’yi radıyallahu anh muhakemeye zorladılar. Yani ‘nasıl Allah’ın subhanehu ve teâlâ kitabına çağrıldığın halde kabul etmezsin’ dediler. Ali radıyallahu anh tahkimi kabul ettikten sonra gelip, ‘Allah’ın dininde nasıl hakem tayin edersin?’ gerekçesini ileri sürerek itiraz ettiler.

Bu olay, İslami hareketin mensuplarına önemli dersler öğretir:

1. Ders: Her dönemde cahil ve samimi olan insanlar hem insi hem de cinni şeytanlar tarafından yönlendirilmeye müsaittir. Bu da İslami harekete şu menheci öğretir; ‘Cahil ve samimi olan kalabalıkların desteğine hiçbir zaman aldanmamak lazım.’ Çünkü samimiyetinden dolayı sana destek veren cahil topluluklar daha sonra başkalarının yönlendirmesiyle sana karşı durabilirler. Doğal olarak İslami hareket için, cahil ve samimi insanlar değil, yetişmiş ve şuurlu insanlar lazım.

Bunu Haricilerde görmekteyiz. Hariciler cahil ve bununla beraber samimi insanlar. Hakem olayı yaşanırken Abdullah bin Sebe ve yanındakiler kendi aralarında kulis yapmaya başladılar. Dediler ki: ‘Bu iki ordu arasında savaş durduktan sonra muhakeme ve yargılama başlarsa bu olay bize mal olacak. Osman’ın katilleri diye bizleri öldürecekler. Bizim için en güzeli savaşın devam etmesi için karışıklığın devam etmesidir.’ Karşıdaki insanlar da cahil ve samimi olmalarından bir iki ayet okuduğunda onların duyguları hemen harekete geçebiliyor. Bunun için bir önceki sefer, Allah’ın subhanehu ve teâlâ kitabına çağrıldığı halde yüz çeviren münafıklarla ilgili ayeti okuyarak milleti galeyana getirdiler. Bu sefer de aynı topluluğa ‘Hüküm Allah’ındır. Ali ise Allah’ın dininde hakemler tayin etti.’ dediler. Aynı insanları Ali’ye radıyallahu anh karşı ayaklandırdılar.

Bu sorunun çözümü için; İslami hareketin, insanların samimiyetine, Allah’a subhanehu ve teâlâ karşı güzel kul olmalarına, kardeşliğe ve davaya dört elle sarılmalarına aldanıp kendi hallerine bırakmaması lazım. Çünkü yarın başka birileri onların duygularına ve samimiyetlerine hitap edip sizin karşınıza dikebilir. Bundan dolayı İslami hareket, ne kadar samimi olursa olsun buna bakmadan kendi etbaını eğitmek ve şuur vermek zorundadır. Ta ki Ali’nin radıyallahu anh düştüğü hataya düşmesin.

2. Ders: Verilecek olan sorumluluklarda, insanların sadece samimiyetlerine bakılmamalıdır. İslam bundan dolayı işi ehline vermemizi emrediyor. Çünkü samimi ve cahil olan insanlar işin ehli olmadıkları için; sebep olacakları zarar, verecekleri faydadan daha fazladır. Yani cahil olan insanlar işin öncesini, sonrasını ve içinde bulunduğu hal ile bağ kurarak bir netice çıkaramaz. Bundan dolayı her zaman, içinde bulunduğu hale göre konuşur ve ileride getirisinin ne olduğuna da bakmazlar. Bundan dolayı Allah subhanehu ve teâlâ, işlerin cahillere değil ehline verilmesini Müslümanlara emretmiştir. Yani işlerin samimi olana değil ehline verilmesi lazım.

İslam’ın insanları kategorize etmesi ve kendi seviyelerine göre vermesinin temelinde bu hikmet yatmaktadır.

Bu olayda dikkat edilirse Haricilerin hiçbiri tahkim meselesinde zikredilen ayetleri düşünmüyor. Birileri düşünüyor, kulis yaparak ayetleri ortaya atıyor. Akabinde Ali’yi radıyallahu anh muhakemeye zorlayan ve ayetler okuyan bu insanlar bir anda fikirlerinden dönüyorlar. Sonra da muhakemeyi kabul ettiği için ayaklandılar. Aynı insanlar, dün başka bir şey düşünüyorlardı. Bugün başka bir şey düşünüyorlar. Çünkü cahil insanların iki günleri kesinlikle bir olmaz. Sebep ise Hariciler her ne kadar samimi de olsalar cahil oldukları için, bu kadar kısa sürede iki zıt fikri nasıl bir araya getirdiklerini kavrayamazlar.

Haricilerle Yapılan Konuşmalar

Ali radıyallahu anh, İslam toplumunda fitne olduğu için Haricilere karışmıyor. Hariciler problemli insanlar oldukları için bu ortamda müdahale daha fazla karışıklığa neden olur düşüncesiyle Kufe’ye çekiliyor.

Hariciler ise Harura bölgesine çekiliyor. Orada bir araya gelerek kendilerine bir emir seçiyorlar. Tarih kaynaklarında sayılarının on iki bin olduğu geçmekte. Hariciler, Ali radıyallahu anh onlara karışmasa da bu sürede rahat durmadılar. Yani İslam devletine zarar vermeye başladılar.

Ali radıyallahu anh ilk olarak bir mektup yazıyor: ‘Kitap ve sünnete aykırı davranıyorsunuz. Hurucu terk edin.’ Bu mektup Hariciler üzerinde etki etmiyor. Daha sonra onlarla konuşmak için İbni Abbas radıyallahu anh izin istiyor. Ali: ‘Ben senin bir şey yapacağını sanmıyorum.’ diyerek bu teklife sıcak bakmıyor.

İbni Abbas da: ‘Fayda vermese de sen yine bana bir fırsat ver. Umulur ki Allah benim elimle onları geri döndürür.’ Bunun üzerine Ali, İbni Abbas’ı Haricilerle görüşmesi için Harura bölgesine gönderiyor.

İbni Abbas radıyallahu anh, Haricilerle görüşmek için yanlarına gittiğinde onların halleri için: ‘Ben içeriye girdiğimde ibadet etmekten alınları devenin ayağı gibi olmuş ve yüzleri sararmıştı. Üzerlerinde yıkanmaktan dolayı eskileşen elbiseler vardı.’ diyor.

Hariciler de, İbni Abbas’ı güzel elbiselerle görünce dediler ki: ‘Senin üstündeki güzel elbiseler nedir?’ İbni Abbas da cevap olarak: ‘Ben Rasûlullah’ı daha güzel yemeni bir elbise giyerken gördüm.’ akabinde şu ayeti okuyor:

“De ki, Allah’ın kulları için çıkardığı güzellikleri haram kılan kimdir.” (7/A’raf, 32)

‘Cevabınızı verebildim mi?’

Onlar da ‘Verdin’ diyorlar. Bunun akabinde Haricilerin içinden (büyük ihtimalle fitneyi körükleyenler) bazıları: ‘Onunla tartışmayın. Çünkü o Kureyş’ tendir. Allah, Kureyş için diyor ki: “Şüphesiz onlar tartışmacı insanlardır.” diyorlar. Bazıları da ‘Biz onunla konuşacağız.’ dediler.

İbni Abbas radıyallahu anh, onlara soruyor: ‘Ali’den ne istiyorsunuz?’

Hariciler de: ‘Bizimle Ali arasındaki problem üç tanedir.’ Bunlar;

1. Ali, tahkim olayını kabul etti. Oysa hüküm Allah’ındır. Ali de bu yetkiyi başkalarına verdi. Bu da küfürdür.

2. Ali, onlarla savaştı. Eğer bunlar Müslümansa nasıl olur da onlarla savaşır? Çünkü Müslümanla savaşmak küfürdür. Yok, onlar kafirse neden mallarını ganimet olarak almadı? Böyle yaparak Allah’ın Müslümanlara helal kıldığını haram kılmış olmadı mı?

3. Anlaşmada Ali, müminlerin emiri olma sıfatından vazgeçti. Müminlerin emiri değilse o zaman kafirlerin emiridir.

Hariciler, sorunlarını bitirince İbni Abbas onların söylediklerine cevap veriyor:

1. Soruna cevap: Şüphesiz ki, Allah, kadın ve koca kavga ettiklerinde şöyle diyor:

“Kadın ve erkeğin anlaşmazlığından korkarsanız. Kadının ehlinden bir hakem, erkeğin ehlinden de bir hakem getirin.”

İbni Abbas radıyallahu anh bu ayeti okuduktan sonra diyor ki: ‘Allah, bir kadının cinsel uzvunda dahi hakem tayin etmeyi emrediyorsa, Müslümanların kanında ve canında hakem tayin etmek neden caiz olmuyor?’

Yine Allah ayette:

“Ey iman edenler! Sizler ihramlıyken avlanmayın. Sizden kim kasten onu öldürürse cezası şudur; öldürdüğü hayvana denk bir ceza vardır ki Kâbe’ye ulaşmış kurbanlık olmak üzere bunu sizin içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder.” (5/Maide, 95)

Yani biri avlandı ve avı ile ilgili bir sıkıntı oldu. Bu durumda sizin içinizden adalet sahibi olan insanlar hükmederler.

İbni Abbas radıyallahu anh da diyor ki: ‘Bir tavşanın kanında dahi hakem tayin etmek caiz oluyor da Müslümanların kanında mı caiz olmayacak?’

2. Soruna cevap: Eğer savaşta ganimet alacak olsaydık hanginiz Aişe’yi radıyallahu anha cariye alacaktı. Eğer deseniz: ‘Aişe bize cariye olarak düşer.’ Şüphesiz ki hepiniz kafir olursunuz. Çünkü Allah:

Nebinin eşleri onların anneleridir.” (33/Ahzab, 6) diyor.

Anne ile nikâhı helal görürseniz bu sözünüzle küfre girersiniz. Yok, eğer Aişe bizim annemiz değildir. Bundan dolayı nikâh caizdir derseniz onun bizim annemiz olduğunu belirten ayeti yalanladığınız için kafir olursunuz.

3. Soruna cevap: Ali emirlikten çekildi ve küfre girdi diyorsunuz. Ben Peygamberimiz’in, müşriklerle olan bir anlaşmada ‘Allah Rasûlü’ isminden vazgeçtiğini gördüm. Hudeybiye gününde müşrikler ile Müslümanlar anlaşırken, müşrikler anlaşma metnine: ‘Allah Rasûlü Muhammmed’den’ yazılmasına karşı çıktılar. Rasûlullah da ‘Abdullah’ın oğlu Muhammed’ yazılmasını istedi.

İbni Abbas radıyallahu anh da; ‘Ali’nin Müslümanların kanında yaptığı bir anlaşmada müminlerin emiri sıfatından vazgeçmesi çok mu?’ diyor.

İbni Abbas devamında diyor ki: ‘Vallahi! Ey insanlar ben sizlere bakıyorum. Aranızda Muhammed’in ashabından kimseyi göremiyorum.’

Bu konuşmadan sonra yaklaşık iki bin veya daha fazla kişi İbni Abbas’la geri döndü. Kalanlar ise ‘Onlar tartışmacı bir kavimdir.’ diyerek geri kaldılar.

Soru: İbni Abbas radıyallahu anh onlar ile yaptığı tartışmada onları yendi. Sadece az sayıda insan tevbe etti. Oysa bunların derdi nassa tâbi olmak olsaydı azınlığın değil çoğunluğun İbni Abbas’la geri dönmesi lazımdı.

Ayrıca gelen rivayetlerde hem Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hem de ashab, Haricileri samimi insanlar olarak tanımlamışlar. Hatta İbni Abbas radıyallahu anh diyor ki: ‘Onların yüzünü gördüğümde ürktüm. Geceleri sabaha kadar namaz kılmaktan, oruç tutmaktan yüzleri sararmış ve secde etmekten devenin ayağı gibi olmuş alınlar gördüm.’

Buna rağmen Hariciler neden geri dönmediler?

Cevap: Haricilerin hepsi samimi olan insanlar değildi. Farklı nedenlerle onlarla beraber olan insanlar da vardı. Hariciler topluluğunu şu kısımlara ayırabiliriz;

1. Samimi olan ama cahil olan insanlar; Samimiyet ve ihlâs İslam’ın istediği düzeyde olduğu zaman insana fayda verir. Takva, İslam’ın emrettiği kalp amellerindendir. Takvanın insana hem dünyada hem de ahirette fayda vermesi için İslam’ın istediği düzeyde olması lazım. Fakat kişi takvayı kendi yorumlarsa veya içini kendi örf ve anlayışına göre doldurursa bu takva insanı harici yapar. İhlas ve samimiyet de bu şekildedir. Bu ikisi ancak İslam’ın istediği düzeyde olursa insana fayda verir.

Haricilerin samimiyetleri, İslam’ın istediği düzeyde olmadığı için kendilerine fayda vermedi.

Haricilerin samimiyetlerinin nedeni ise;

Haricilerin samimiyeti psikolojik bir meseledir. Allah subhanehu ve teâlâ insanı her şeye bir ilke ve düzen belirleyerek dünyaya göndermiştir. İnsanın ilkesiz ve değer yargısına sahip olmadan bu kâinata ayak uydurması imkansız. Ya belli bir zamandan sonra intihar eder ya da akıl sağlığını yetirir. Doğal olarak insanın yaşamını sürdürebilmesi için bir ilkeye, değere sahip olması psikolojik bir ihtiyaçtır. Yani bazı değerlere bağlanmak fıtri bir gerekliliktir.

Cahiliye ehli vahiyden uzak oldukları için bu ihtiyaçlarını uydurdukları bazı değerlerle giderirler. Kendilerini tatmin ettirmek için de cahiliye değerlere dört elle sarılırlar.

Fakat cahiliye ehli, bir şeyi kendilerine dava edindiklerinde ona karşı aşırı bir bağlılıkları oluşur. Onun için birçok fedakârlığı göz önüne alırlar. Meselenin gerçekten bu kadar bağlanma gerektirip gerektirmediğini de hiç düşünmezler. Misal olarak, Araplar arasında bir çocuğa tokat atıldığı için savaş çıkıyor ve yüzlerce insan ölebiliyordu… Yine biri şiir söylüyor, bundan dolayı asırlarca aralarında savaş devam ediyordu. Veya Arapların içinde biri başka kabilenin devesini öldürüyor, onlar da buna bedel olarak o kabilenin liderini öldürüyor. Bu onların, değerlerine aşırı bağlandıklarını gösterir.

Haricilerin geneli de bedevilerden oluşmaktaydı. Doğal olarak Haricilerin samimiyetleri, ibadetlerdeki aşırılıkları onların bedeviliklerinden kaynaklanıyor. Samimiyetleri İslam’ın istediği düzeyde olmadığı için, kendilerine fayda vermedi. Ki zaten bunların çoğunluğu İbni Abbas’la radıyallahu anh dönmek yerine, aşırılıklarıyla beraber huruca devam ettiler.

Hariciler, huruc için; ‘Hüküm Allah’ın dır. İnsanlara verilmez! Ali de bunu insanlara verdi.’ sloganını kendilerine esas aldılar. İbni Abbas onlara her ne kadar Ali’nin radıyallahu anh hakimiyeti insanlara vermediğini ispat etmeye çalışsa da kabul etmediler. Çünkü onlar; ‘Hüküm Allah’ındır.’ Esasının aslını İslam’dan aldılar. Fakat içeriğini kendileri doldular. Bundan dolayı hüccet kendilerine ulaşmasına rağmen geri dönmediler. Çünkü Haricilerin o bağlılıkları onların cahiliye taassubundan kaynaklanıyordu.

2. Osman’ın katline katılan ve bilinçli olan fitneciler: Geri dönmeleri halinde öldürüleceklerini bildikleri için Haricilerle beraber kaldılar. Bunların durumu şuna benzer, bazen insan bilerek veya bilmeyerek günah işler. Öldürüleceğini veya rezil olacağını düşünerek bırakıp geri dönemez. Günahın içine battıkça batar ve daha kötüye gider.

3. Savaşa kabilecilik duygusuyla katılanlar: Haricilerin büyük çoğunluğu Rabia kabilesinden oluşuyordu. Rabia ise eskiden beri Kureyş’e düşman bir kabiledir. Tabiat gereği düşman iki tarafın olduğu yerde her iki taraf da üstünlük elde etmeye çalışır.

Kureyş’i, Rabia kabilesine üstün kılan birçok sebep vardı. Peygamberlik, yönetim, Kâbe, güç ve övgü Kureyş’in elindeydi. Doğal olarak bunların savaşa katılmamalarının temel derdi Kureyş’ten intikam almak içindi. Sulh olduğunda istediklerini elde edemedikleri için geri dönmeye yanaşmadılar.

4. Bedeviler: Bedevi olan insanlar bir yerde düzeni kesinlikle istemezler. Onun için sürekli karışıklık çıkarırlar. Karışıklığın olduğu yerde kural yok demektir. Bedeviler de tabiat gereği rahat olan istediği gibi hareket eden insanlardır. Onun için düzen, bedevinin fıtratına aykırıdır.

Başka bir sebep ise, karışıklık durumunda onlardan zekat alınmayacaktı. Ayrıca bedeviler, hangi taraf güçlü ise onunla beraber savaşa katılacak ganimet alma imkânına da sahip olacaklardı. Bu nedenlerden dolayı düzeni istemeyenler geri dönmediler.

Nehravan Savaşı/Haricilerle Savaş

Ali’nin radıyallahu anh normal şartlarda Haricilerle savaşma niyeti yoktu. Fakat Hariciler, kervanlara saldırarak ve insanları öldürerek yerinde durmamaya başladılar.

Savaşa neden olan en son olay ise; onlar, Abdullah İbn Habbab İbn Eret radıyallahu anh eşiyle beraber onların olduğu yerden geçerken yolda durdurarak kim olduklarını sordular.

O da: ‘Ben Habbab’ın oğluyum.’ dedi.

Onlar da; ‘Bize babandan duyduğun bir hadis söyle’ dediler.

Abdullah: “Öyle fitneler gelecek ki insanların kalpleri ters yüz olacak. Kişi Müslüman olarak sabahlayacak kafir olarak akşamlayacak.” hadisini söyledi.

Hariciler de: ‘Biz de senden bu hadisi işitmek istiyorduk.’ dediler. Daha sonra: ‘Ebu Bekir ve Ömer hakkında ne düşünüyorsun?’ diye sordular.

Abdullah da: “Onlar, Allah’ın ve Rasûlü’nün sevdiği hayırlı insanlardır.” dedi. ‘Peki, Osman’ın son yılları ve Ali hakkında ne dersin?’ dediler.

Abdullah: ‘Ben inanıyorum ki onlar Allah’ın kitabını benden ve sizden çok daha iyi anlayan, daha iyi amel eden ve daha basiret sahibi olan insanlardır.’ dedi.

Abdullah radıyallahu anh bu cevabı verince onu atından indirerek ağaca bağladılar. Tam öldürecekken bir tane domuz gördüler. Haricilerden biri hemen o domuzu öldürdü. ‘Nasıl zımmi olan birinin domuzunu öldürürsün’ diye birbirine bağırıp çağırdılar. ‘Çünkü onlar cizye veren ve koruma altında olan bir topluluktur.’ dediler. Sonra domuzun sahibini çağırarak parasını verdiler.

Abdullah’ı ağaca bağladıklarında, ağaçtan bir tane elma düşüyor. Bir tanesi de elmayı yiyor. Yine birbirlerine bağırdılar: ‘İzinsiz Müslümanların mallarından yemek haramdır.’ dediler. Adamı bulup helallik aldılar ve parasını verdiler. Daha sonra orada Abdullah’ı ve hamile olan eşini şehit ettiler.

Bu olay Ali’ye radıyallahu anh ulaşınca, Haricilerin rahat durmayacaklarını anladı. Müslümanların canını ve malını korumak için Nehravan’da onlarla savaştı. Hariciler bu savaşta çok büyük bir yenilgi aldılar. Katliam denilecek seviyede bir savaş olmuştu. Çünkü sahabeler, Osman’ın katli de dahil yaşanan olumsuzlukların müsebbibi olan Haricilere karşı kinle dolmuşlardı.

Savaş sonunda Hariciler, etrafa dağılarak kaçtılar. Ali radıyallahu anh ise, Haricileri baği Müslüman olarak gördüğü için peşinden gitmedi.

Nitekim Hariciler için: ‘Bunlar kafir midir?’ diye Ali’ye sorulunca diyor ki: ‘Onlar baği olan kardeşlerimizdir. Şirkten kaçtılar.’

Ali radıyallahu anh Kufe’ye döndü. Hariciler dağıldıktan sonra tekrardan biraraya toplandılar.

Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver