Güzel Örnek Olmak

 

Örnek olma ve örnek edinme hayatın en kaçınılmaz davranışlarındandır. Bu iki unsur insanoğlunun hayatını güzelleştiren önemli etkenlerdendir. Düşünüldüğünde, örnek kavramının, kişinin yaşam mücadelesi için yardımcı görevini üstlendiği görülecektir. Bundan dolayıdır ki, Allah subhanehu ve teâlâ Mekke’ye Kur’an’ı hayat kitabı olarak gönderirken sadece bununla yetinmemiş, o kitabı hayatına geçirerek ümmete örnek olacak Peygamberler de göndermiştir veya eski kavimlere gönderilen Peygamberleri örnek olarak göstermiştir.

”Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Rasûlü’nde güzel bir örnek vardır.” (33/Ahzab, 21)

”İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel örnek vardır.” (60/Mümtehine, 4)

Örnek olma, bir şeyleri öğretmenin en güzel yoludur. Nasihatle, yazı ile öğretemediğimiz birçok noktayı örnek olma yoluyla öğretebiliriz. Bu yolla, farkettirmeden konuları karşı tarafın bilinçaltına yerleştiririz. Bunun için Peygamberin şu kıssası bir derstir:

“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashabıyla beraber bir gün tavaf için Kâbe’yi gider. Rasûlullah orada ashabına tıraş olmalarını ve kurbanlarını kesmelerini emreder. Fakat kimse de harekete geçmez. Rasûl, sözünü bir daha tekrarlar. Buna rağmen ashabın halinde hiçbir değişiklik olmaz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Ben emrediyorum siz ise itaat etmiyorsunuz’ buyurur. Ümmü Seleme radıyallahu anha bunun üzerine: ‘Ya Rasûlullah! Siz kalkıp tıraş olur, kurbanınızı keserseniz, ashabınız da bunu yapacaktır’ diye Peygambere öneride bulunur. Rasûlullah Ümmü Seleme’nin tavsiyesine uyar. Bunun üzerine ashap Peygamberin yaptığı gibi tıraş olur ve kurbanını keser.”

Okuduğumuz bu kıssadan sizin ve başkalarının alması gereken ders notu ise, yaşantımızla birilerine örnek olmaktayız ve bu örneklikle beraber birilerine bir şeyler öğretmekteyiz.

Peygamberler kendilerine verilen güzel örnek olma görevini, kendi dönemlerinde en güzel şekilde yerine getirdiler. Onlar bu misyonu yerine getirince en güzel nesil, örnek nesil yetişti. Bugün her tarafta İslam anlatılmasına rağmen örnek nesil yetişmiyorsa bu, her yönü ile örnek olabilecek kişilerin olmayışından veya bunların azlığındandır. Peygamberler vefat edince güzel örnek olma görevi âlimlere kalmıştır. Onların da itikadi, ibadî ve ahlakî konularda her yönü ile insanlara örnek olmaları gerekir.

Nitekim âlimler Peygamberlerin varisleridir. Bu mirasın parçalarından birisi de, iyi örnek olabilmektir. İyi örnek olabilmek, bir âlimin veya bir davetçinin veyahutta bir ilim talebesinin göstermesi gereken kaçınılmaz bir davranış şeklidir. Sıradan birinin yapmış olduğu bir davranış çok fazla önemsenmez ama Müslümanların önlerinde bulunan âlim, komutan, emir, imam, davetçi gibi şahsiyetlerin davranışları ise böyle değildir. Buna Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem siretinden, selefimizin hayatından birçok örnek verebiliriz. Rasûlullah’ın önderlik vasfından kaynaklı olarak insanlar onu taklit etmek için birbiriyle yarışıyorlardı. Ondan sonra gelip bu mirası devralan ilim ehli de, bu mirasın hakkını vermişlerdi. Peki ya bizler? Yani ilim talep eden kişiler… Bizim durumumuz ne halde? İşte tefekkür etmemiz gereken mesele budur. 

Âlimin yapmış olduğu bir davranış, söyleyeceği bin sözden daha da etkilidir, dersek herhalde yanlış söylememiş oluruz. Ki selefin hayatına baktığımız zaman, sözlerindeki güzelliklerin davranışlarında da tezahür ettiğini çok rahat bir şekilde görebiliriz. Sözü bir vadide, davranışı da başka bir vadide olan âlimi kim örnek alır ki?!

Selefin bu örnekliği hakkıyla yerine getirip, sözlerinde duranlar olduklarını okumaktayız kitaplarda. Ve her okuduğumuzda hayretler içinde kalıp ‘Böyle insanlar gerçekten var mıydı?’, deriz ve şaşkınlığımızı gizleyemeyiz. İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah bu ender insanlardan biridir. Mutezilenin bir zehir gibi beyinlere aşıladığı ‘Kur’an mahlûktur’ fitnesi baş gösterdiğinde bu büyük imam, bir Peygamber varisi olarak bu fitnenin karşısında durmuş, Peygamberin mirasını devraldığından dolayı onların çektiği sıkıntıları sünnetullah gereği o da göğüslemişti. Bu imam işkence altındayken öğrencisi kendisine gelip: ‘Ey imam tükendin artık ruhsatı tercih et’ deyince imam dışarıdaki kalabalığı öğrencisine göstererek: ‘Herkesin elinde kâğıt kalem imamın ağzından çıkacak bir sözü veya imamın örnek teşkil edebilecek bir davranışını beklemektedir.’ der.’

İmam Şafii’nin rahimehullah halifelerinden olan Yusuf b. Yahya el- Büveyti… Bu imam da aynı fitneye maruz kalmıştı. Kendisine ‘Kuran’ın mahlûk olduğunu söyle aramızda kalsın’ denildiğinde bu imam bir Peygamber mirasçısı olarak şu cevabı vermişti: ‘Bana yüz bin kişiye yakın bir halk uymaktadır. Bunun manasını anlamazlar.’ Bu söz üzerine bir buçuk kilo ağırlığında demirlere vurularak Bağdat’a götürür. Bu olaya şahit olanlardan birisi diyor ki; ‘Onu bir katırın üzerinde götürülürken gördüm. Boynunda demirden bir boyunduruk, ayaklarında ise prangalar vardı. Boyunduruk ile pranga da demirden bir zincir ile birbirine bağlı idi. Bu şekilde götürülürken bir yandan da şöyle diyordu; ‘Muhakkak ki Allah bütün mahlûkatı “Kun”(Ol) emri ile yaratmıştır. Eğer Allah’ın bu kelamı -yani “Kun” kelimesi- mahlûk olsa idi sanki mahlûkat bir mahlûk ile yaratılmış olurdu. Eğer bu durum mantığıma yatsaydı, onları tasdik ederdim. Ta ki gelecek insanlar, bu mevzu için bir kavmin demirler içerisinde öldüğünü bilip, gerçekleri anlasınlar…’

İbni Mübarek diyor ki: ‘Bir gün mescitte oturuyorduk. Ebu Hanife’nin odasına bir yılan düştü. Ebu Hanife dışında odada bulunan herkes kaçtı. Ebu Hanife’nin ise hiçbir tepki göstermeden yılanı tutup attığını, sonra tekrar yerine oturduğunu gördüm.’ Şöyle bir düşünelim; eğer Ebu Hanife de, diğerleri gibi yılanı görünce kaçsaydı, Ebu Hanife onlara vaaz verdiği ve onları eğittiği zaman onun sözlerine kulak asarlar mıydı? Veya Ebu Hanife onları cihad ve cesaret kavramları üzerinde eğitmeye cüret edebilir miydi?

Hatip el-Bağdadi hakkında zikredilen bir olaya göre; bir gün Alevilerden birkaçı kucaklarında bir yığın dinar ile onun odasına girdiler. Başlarındaki şahıs Hatip’e: ‘Filanca kişi sana selam ediyor ve bazı ihtiyaçlarına harcaman için sana bunları gönderdi’ dedi. Hatip, öfkeyle yüzünü buruşturarak: ‘Benim bunlara ihtiyacım yok’ dedi, Alevi: ‘Sanki bunları azımsar gibisin’ diyerek, kucağındaki dinarları, Hatip’in seccadesinin üzerine boşalttı. Sonra da ‘Burada tam üç yüz dinar var’ dedi. Hatip öfkeden yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde ayağa kalkarak, seccadeyi çekti ve dinarları yere döktü. Sonra da arkasını dönüp mescitten çıktı.

Hatip’in bir dakika bile sürmeyen seccadeyi silkip dinarları yere atış hareketi, mescitte bulunan talebelerine izzeti ve Allah’tan başkasına kulluk etmenin zilletini öğretmeye yetmişti. Bunu da, şöyle diyen bir talebesinin, sözünden anlıyoruz: ‘O anda Hatip’in çıkışındaki izzeti ve yere oturmuş hasırların yarıklarından dinarları toplamaya çalışan alevinin zilletini kesinlikle unutamam.’

Bunlar iyi örnekler. Bir de kötü örnekler var. Onlara ne demeli? Onlar da toplumda âlim, şeyh, profesör, ilahiyatçı olarak biliniyorlar. Ancak onların örneklikleri kötü örneklik olarak vasfedilmeye daha layıktır. Çünkü bu insanlar söz ve fiilleri ile insanları ateşe davet etmektedirler.

İyi örnek olmak ile alakalı verilen örneklerden selefimizin bu konuya ne denli önem verdiğini anladık. İyi örnek olmanın önemini maddeler halinde sıralayacak olursak;

Kemal derecesine ulaşmış canlı bir örnek, akıl ve basiret sahibi her insanın beğenisini, takdirini, hayretini ve sevgisini uyandırır.

Seçkin faziletlerle bezenmiş iyi bir örnek, karşısındaki kişilerde, bu faziletlere ulaşmanın imkân dâhilinde olduğu kanaatini uyandırır. Yani bunun imkânsız bir şey olmadığını insanların anlamalarını sağlar. İnsanın istediği takdirde bu güzel sıfatlara bürünebileceğini gösterir. Şüphesiz hal ile örnek olmak, lafzen örnek olmaktan daha etkilidir.

İnsanların bir sözle muhatap olurken o sözü anlama kapasiteleri birbirlerinden farklıdır. Fakat canlı bir örneği, mücerred göz ile görme konusunda herkes müsavidir/eşittir. Davetçinin insanlara ulaştırmak istediği anlam ve kavramları bu şekilde, yani canlı örnek olarak ulaştırması, söz ile ulaştırmasından daha kolay ve etkilidir. İmam Buhari Sahih’inde İbni Ömer’den radıyallahu anh şu hadisi naklediyor:

“Rasûlullah altından bir yüzük edinmişti. Rasûlullah’ın elinde altın yüzük gören her sahabe de birer altın yüzük edindiler. Bunun üzerine Rasûlullah: ‘Ben böyle bir altın yüzük edinmiştim, fakat kesinlikle onu takmayacağım’ buyurarak yüzüğü çıkarmıştı. Bunu gören ashab da yüzüklerini çıkardılar. ”

Peki ya ümmete yön veren âlimler ve ilim talebeleri… Bunların nasıl davranmaları gerekir?

Dualarımızın sonu: Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver