Güzel Ahlakın Ödülü

بسماللهالرحمنالرحيم

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam ahlakıyla bizlere örneklik eden Rasûlullah’a ve O’nun kutlu âl ve ashabına olsun.

◆◆◆

“Güzel Ahlakın Ödülü”

ve

“Kötü Ahlakın Cezası”

ahlak konusunda ele alınması gereken önemli başlıklardandır. Biz güzel ahlakın faziletinin ne olduğuna dair yazılarımızın ilk bölümünde hadislerden esinlenerek kısa da olsa bazı malumatlar vermeye çalışmıştık. Orada bu faziletleri maddeler hâlinde zikrederek demiştik ki:

  • Güzel ahlak insanları en çok cennete götürecek, en kısa yoldan onları cennete ulaştıracak bir ameldir/bir vasıftır.
  • Güzel ahlak Kıyamet Günü’nde mümin kulun terazisinde en ağır basacak ameldir/ vasıftır.
  • Güzel ahlak kula az amel işlese bile çok büyük ecir kazandıracak bir ameldir/bir vasıftır.
  • Güzel ahlak kula cennetin en yüksek yerlerinde bir köşk verilmesine sebep olacak bir ameldir/bir vasıftır.
  • Ve yine güzel ahlak Kıyamet Günü’nde kulu Rasûlullah’asallallahu aleyhi ve sellemen yakın komşu yapacak bir ameldir/bir vasıftır.

Bu sayılanlar, güzel ahlaka

“direkt”

olarak verileceği vadedilen ödüllerdendir. Bunların bir de bazı ameller üzerinden 

“dolaylı olarak”

güzel ahlaka vadedilen ödülleri vardır. Yani, ahlakın bir aslı vardır, bir de fürusu dediğimiz yan konuları. Yan konularına mükâfat vadetmek, dolaylı olarak onun aslına mükâfat vadetmek olacağı için onların da ayrıca ele alınması gerekmektedir.

İşte burada öncelikle direkt değil ama dolaylı olarak ahlaka işaret eden Kur’ân’daki birkaç ayeti ele alacak, onlar üzerinden güzel ahlakın ödülünün ne kadar büyük olduğunu vurgulamaya çalışacağız. Ardından ahlakın faydalarına değinecek, sonrasında da kötü ahlaka ne gibi cezalar terettüp ettiğini beyan etmeye gayret edeceğiz.

Gayret Bizden Başarı Allah’tandır

Dediğimiz gibi burada öncelikle güzel ahlakı direkt değil dolaylı olarak ele alan ve verilecek ödülü güzel ahlakın kendisine değil, ona taalluk eden konulara bağlayan birkaç ayeti ele almaya çalışacağız.

1.Rabbimiz 

subhânehu ve teâlâ

buyurur ki:

وَالَّذِيجَاءَبِالصِّدْقِوَصَدَّقَبِهِأُولَئِكَهُمُالْمُتَّقُونَلَهُمْمَايَشَاءُونَعِنْدَرَبِّهِمْذَلِكَجَزَاءُالْمُحْسِنِينَ

“Doğru olanı getiren ve onu doğrulayan ise bunlar muttakilerin ta kendileridirler. Onlara Rableri katında diledikleri her şey vardır. Bu, muhsinlerin/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanların mükâfatıdır.”

[1]

Dikkatle incelediğimizde bu ayetinde Rabbimizin sıdk ehli olanlara

[2]

, yani her daim doğruyu konuşan ve kendisine ulaşan hakkı hiçbir tereddüde mahal vermeksizin hemen tasdik edenlere üç ödül verdiğini görürüz. Bu ödüllerden ikisi manevi iken, birisi maddidir.

Öncelikle maddi olan ödülün ne olduğunu zikredelim: Sıdk ehli olanlara verilecek maddi ödül; ahirette Rableri katında dileyecekleri her şeyin kendilerine verilmesidir.

لَهُمْمَايَشَاءُونَعِنْدَرَبِّهِمْ

“Rableri katında dileyecekleri her şey onlarındır.”

Bunun içerisine Allah’ı görmek başta olmak üzere cennetin en iyi yiyeceklerine, içeceklerine, köşk ve saraylarına, huri ve ğilmanlarına sahip olmak girer. Dünyada sadakat ehli olmalarına karşılık cennette bu tarz diledikleri her şey onlara verilecektir.

Bu, işin maddi tarafı; işin bir de manevi tarafı var.

Manevi olan ödüle gelince; bu da iki kısımdır:

a.Onların

“takva ehli” 

olmakla şereflendirilmeleri. Bu insanlar, dünyada iken sıdk ahlakına sahip oldukları için Allah tarafından kendilerine manevi bir ödül olarak takvalı olabilme özelliği verilmiştir.

أُولَئِكَهُمُالْمُتَّقُونَ

“İşte onlar muttaki olanlardır.”

Demek ki sıdk konusunda hassas olanlara mutlaka takva ödülü verilecektir. Bu, gerçekten çok büyük bir ödüldür.

b.Onların 

“ihsan ehli”

olmakla mükâfatlandırılmaları. Yine bu insanlar, dünyada iken sıdk ahlakına sahip oldukları için Allah tarafından ihsan ehli olmakla şereflendirilmişlerdir. Yaptıkları iş Allah nezdinde çok büyük bir makama sahip olduğu için ona 

“ihsan”

mührü vurulmuş ve bununla mühsinlerden olmuşlardır.

ذَلِكَجَزَاءُالْمُحْسِنِينَ

“İşte bu, ihsanda bulunanların mükâfatıdır.”

Bu da, çok büyük bir ödüldür.

Bu üç ödül, ahlakın bizzat kendisine değil, kendisinden kaynaklanan yan bir vasıf olan “sıdk”a verilmiştir. Füru olan bir vasfına bu kadar büyük mükâfat veriliyorsa acaba ahlakın bizzat kendisine ne kadar mükâfat verilir, bunu varın, siz düşününì

2.Rabbimiz başka bir ayetinde şöyle buyurur:

إِنَّالَّذِينَقَالُوارَبُّنَااللَّهُثُمَّاسْتَقَامُوافَلَاخَوْفٌعَلَيْهِمْوَلَاهُمْيَحْزَنُونَأُولَئِكَأَصْحَابُالْجَنَّةِخَالِدِينَفِيهَاجَزَاءًبِمَاكَانُوايَعْمَلُونَ

“Şüphesiz ki: ‘Rabbimiz Allah’tır.’ dedikten sonra istikamet üzere olanlar, onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Bunlar, cennetin ehlidirler, yaptıklarının karşılığı olarak orada ebedî olarak kalırlar.”

[3]

Bu ayetinde de Rabbimiz 

subhânehu ve teâlâ

, ahlakın yan konularından birisi olan 

“istikamet”

vasfına sahip olan kullarına çok büyük ödüller vadetmiştir. Ödüllerin ne olduğuna geçmeden önce istikametin ne olduğuna kısaca değinelim. İstikamet; bir insanın hem kalben hem kavlen hem de amelleri açısından Allah’ın istediği doğrultuda bir hayat sürmesi, bu üç şeyde Rabbini razı etmesi demektir.

Yani, istikametin mahalli üç yerdir:

  • Kalp,
  • Dil,
  • Ve azalar.

Bir insan kalbinde şirk, küfür, nifak, haset, ucub, kibir ve riya gibi Allah’ın razı olmadığı her türlü hastalıktan uzak durmadığı ve yine kalbinde tevhid, ihlas, tevekkül, reca, hüsnüzan gibi Allah’ın hoşnut olduğu güzellikleri bulundurmadığı sürece gerçek istikamet sahibi olamaz.

Yine kişi dilini küfri sözlerden; yalandan, gıybetten, nemimeden, iftiradan, sövmekten, hakaret etmekten ve boş konuşmaktan muhafaza etmediği ve zikir, Kur’ân tilaveti, nasihatte bulunma, hayrı konuşma, emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker yapma gibi Allah’ın sevdiği güzel sözleri ağzına almadığı sürece gerçek istikamet sahibi olamaz.

Yine bunun gibi kişi azalarını şirkî amellerden; elini hırsızlık ve kumardan, avret yerini zinadan, gözünü harama bakmaktan sakındırmadığı ve elini vermeye, ayağını hayırlı işlere koşturmaya, gözünü okumaya, kulağını hayrı dinlemeye alıştırmadığı müddetçe gerçek istikamet sahibi olamaz.

İstikamet sahibi olabilmek için işte bu üç şeyin hepsi ile birlikte Allah’ın istediği bir kıvamda olmak gerekir. Bunlar istikametin tezahür ettiği yerleridir.

Bu vasfa sahip olanlara verilecek ödüle gelince; bu ödül ayetin belirttiğine göre dört şeyden ibarettir:

a.Korkulması muhtemel olan her şeyin korkusundan emin kılınma,

“Artık onlar için hiçbir korku yoktur.”

b.Üzüntü duyulması muhtemel olan her şeyden muhafaza edilme,

“Onlar mahzun da olmayacaklardır.”

c.Cennete girdirilme,

“İşte onlar, cennet ashabıdır.”

d.Cennette ebedî ağırlanma.

“Onun içinde ebedî kalacaklardır.”

Bunlar gerçekten çok büyük ödüller, müthiş mükâfatlardır.

Bir insan şu dünyada nelerden korkmaz, nelerden mahzun olmaz ki?

  • Şirke, küfre ve nifaka düşerek imanını kaybetmekten,
  • Allah’ın haram kıldığı amelleri işlemekten,
  • Allah’ın sevgisinden mahrum olmaktan,
  • Dinini güzelce yaşayamamaktan,
  • İbadetleri hakkıyla yerine getirememekten,
  • Kulluğundan lezzet alamamaktan,
  • Eş ve çocuklarının şekavetinden,
  • Cefa veren arkadaşlara sahip olmaktan,
  • Kazancı “ağız tadıyla”yiyememekten,
  • Borca düşmekten ve borcun belini bükmesinden,
  • Ahlak bozukluğundan,
  • İman üzere ölememekten,
  • Kabir azabından,
  • Sıratı geçememekten,
  • Cehennemde azaba düçar olmaktan,
  • Cennete girememekten,
  • Girse bile makamının düşük olmasından,
  • Rasûlullah’a komşuluktan mahrumiyettenì

Vesaire, vesaireì

Tüm bunlar kulu korkutan ve hüzne boğan şeylerdendir. Ama biz Allah’tan başka Rab kabul etmez ve bu yolda istikametten ayrılmazsak asla sözünden caymayan Rabbimiz bu konularda kesinlikle bizi üzmeyeceğini ve mutlaka emin kılacağını vadediyor.

“Kim Allah kadar sözüne bağlı olabilir ki?”

[4]

Sonra Rabbimiz bunun ardından Kıyamet Günü’nde iki şeyi daha ödül olarak vereceğini bildiriyor:

“İşte onlar, cennet ashabıdır; yaptıkları işlere mükâfat olmak üzere onun içinde ebedi kalacaklardır.”

Cennet Giriş ve Orada Ebedî Kalmaì

Cennet, bir kula verilecek en büyük mükâfattır; bunda şüphe yok. Lakin kul cennete girdikten sonra belirli bir süre geçince Allah tarafından kendisine: 

“Ey kulum! Yaptığın amellerin mükâfatı bu kadardı; şimdi haydi cennetimden çık.”

denilse bu onun için manen büyük bir yıkım olmaz mı? Evet, kesinlikle bu onun için büyük bir yıkım, müthiş manevi bir çöküş olur. Zira bir nimete sahip olmak ne kadar önemli ise o nimetten sürekli istifade etmek de o kadar önemlidir. Hatta bu, nimete sahip olmaktan daha önemlidir. Bundan dolayı cennete giriş bir ödül olduğu kadar orada ebedî kalış da bambaşka bir ödül olarak bize sunulmuştur. Bu da düşünüldüğünde gerçekten çok büyük bir müjdedir.

Dikkat edilirse ayette bahsedilen bu ödüller, ahlakın bizzat kendisine değil, kendisinden kaynaklanan yan bir vasıf olan

“istikamete” 

verilmiştir. Füru olan bir vasfına bu kadar büyük mükâfat veriliyorsa acaba ahlakın bizzat kendisine ne kadar mükâfat verilir, bunu düşünmek gerekì

3.Başka bir âyetinde ise Rabbimiz şöyle buyurur:

هَلْجَزَاءُالْإِحْسَانِإِلَّاالْإِحْسَانُ

“İyiliğin karşılığı iyilikten başkası mıdır? (Dünyada iyilik yapan, ahirette iyilik görecektir.)”

[5]

Bu ayetinde ise Rabbimiz 

subhânehu ve teâlâ

, yine ahlakın yan konularından birisi olan 

“ihsan”

a yine 

“ihsan” 

ile karşılık vereceğini bildirmiştir.

[6]

Yani, bir kul bir iyilik yaptığında Allah iyilikleri en iyi şekilde ödüllendiren olduğu için o iyiliğe en iyisi ile karşılık verecektir.

Arap dilinde ihsan; iyilik yapmak, güzel davranışlarla karşı tarafa muamelede bulunmak, cömertlik etmek, hayır hasenatta bulunmak gibi anlamlara gelir. Ama daha geniş anlamıyla söyleyecek olursak 

“yapılan bir işi veya ameli elden gelenin en iyisi ile yapmaya çalışmak

“tır.

Evet, ihsan budur. Yani, elden gelenin en iyisini yapmakì

İbadetlerin, amellerin, yardımların, hayır ve hasenatın, sahip çıkmanın, yardımcı olmanın, yol göstermenin, ele alınan işlerin, sorumlulukların en iyisini yapmakì

Daha kapsamlı bir ifadeyle 

“kulluk”

alanına girecek her şeyi

[7]

en iyi şekilde yapmaya çalışmaktır.

Buna göre bir kul, ahlakın yan kollarından birisi olan bu vasıfla muttasıf olur ve tüm amellerini elinden gelenin en iyisi ile yapmaya çalışırsa Allah bu kula mükâfat olmak üzere ödülün en iyisini verecektir. Çünkü iyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?

Ayetin ele aldığı bu karşılık, ahlakın bizzat kendisine değil, kendisinden kaynaklanan yan bir vasıf olan ihsana verilmiştir. Füru olan bir vasfına bu kadar güzel bir karşılık veriliyorsa acaba ahlakın bizzat kendisine ne kadar büyük karşılık verilecektir, düşünmek gerekì

Bu noktada daha onlarca ayet zikretmemiz mümkündür.

Bir insan bu bakış açısını, yani ahlakın fürusuna vadedilen mükâfatlardan hareketle aslına nasıl bir mükâfat verileceğini kıyaslayabilme bakış açısını elde ettiği zaman, Kur’ân ve sünnet okumalarında güzel ahlakın faziletine dair birçok nas bulabilir. Çünkü ebeveyne iyilikten tutun da yetimlerin başını okşamaya, insanlara tebessüm etmeye ve hayvanlara iyilik yapmaya kadar güzel ahlakın altına giren ne kadar tali konu varsa bunların her birinin kendi içindeki fazileti dolaylı olarak güzel ahlakın fazileti olacaktır. Bu nedenle bu konuda önemli olan bu bakış açısını yakalayabilmektir.

Güzel Ahlakın Faydaları

Güzel ahlakın faziletini genel olarak izah ettikten sonra bu vasfın fert ve toplum için ne gibi faydaları olduğunu zikretmek gerekir. Çünkü güzel ahlakın fert ve toplum için sayılamayacak kadar önemli faydaları vardır. Şimdi bunlardan bazılarını zikredelim:

  • Güzel Ahlakın Ferde Olan Faydaları
  • 1.Kulu Allah’a yaklaştırır ve bu konuda diğer amellerden daha ayrıcalıklı bir yeri vardır.

    2.Hem Allah tarafından hem de –kâfir bile olsalar– insanlar tarafından kişinin sevilmesini sağlar.

    3.İnsanları kişiye, kişiyi de insanlara kolayca yakınlaştırır.

    4.İnsanı yüceltir ve herkesin gözünde değerli kılar.

    5.Kişinin üstün bir karaktere, yüce bir şahsiyete sahip olduğunu gösterir.

    6.Kişiyi dünyada da ahirette de en üstün derece ve makama ulaştırır.

    7.Rasûlullah’ın kişiyi sevmesinde en etkin rolü oynayan ameldir.

    8.Düşmanı dost yapar, kin güden birisinin kinini sevgiye dönüştürür.

    9.Allah’ın bağış ve mağfiretine vesile olur.

    10.Sayesinde Allah kötülükleri iyiliklere çevirir.

    1. Kişiye birçok ibadetten daha fazla sevap kazandırır.

    12.Kıyamet günü mizanı ağırlaştırır.

    13.Sahibini ateşten korur.

  • Güzel Ahlakın Topluma Olan Faydaları
  • 1.İnsanların arasını ıslah eder.

    2.Toplumda güveni, huzuru ve emniyeti sağlar.

    3.Yardımlaşmayı kolaylaştırdığı gibi toplumu kolaylıkla dayanışmaya sevk eder.

    4.Fakirle zengini bir araya getirir.

    5.Amirle memuru, liderle cemaati ve aynı davaya gönül veren fertleri bir arada tutar.

     

    6.Kardeşliği baltalayan dargınlıkları bitirir, tartışmaları sonlandırır, kavgaları noktalar.

    7.İnsanları affetmeyi kolaylaştırır.

    8.Kabulü mümkün olan hataları mazur görmeyi, bağışlamayı sağlar.

    9.Her konuda, hatta en zor şartlarda bile meseleler karşısında olumlu olabilmeyi sağlar, olaylara iyimser bakabilme olasılığı verir.

    10.Davet ve nasihatte insanları nefret ettirmekten, şeriatı yanlış tanıtmaktan korur.

    11.Gönül genişliliği ile hayır yapmaya sevk eder.

    12.Meşru çerçevede hoşgörülü olmayı sağlar, karşı tarafı dinlemeyi ve anlamayı kolaylaştırır.

    13.Topluma, cemaate ve aileye hizmeti kolaylaştırır. Bunlara karşı en faydalı olanı yapmaya kişiyi sevk eder.

    Kötü Ahlakın Cezası

    Güzel ahlakın birçok fazileti olduğu gibi kötü ahlakın da birçok cezası vardır. Bir şeyin cezasını bilmek, kişiyi ona bulaşmaktan koruduğu gibi, şayet varsa kendisinde olan vasıflarından da kurtulmasını sağlar. Bu bakımdan onu bilmek çok önemlidir.

    Şimdi burada Allah’ın izni ile kötü ahlaka ne gibi cezalar terettüp ettiğini zikretmeye çalışacağız.

    Âlimlerimizin beyanına göre kötü ahlakın dört türlü cezası vardır. Bunlardan ilki İlahi cezadır. İkincisi hukuki cezadır. Üçüncüsü vicdani cezadır. Dördüncüsü de toplumsal cezadır.

    Yani, bir insan, kötü ahlaka taalluk eden bir amel işlediğinde bazen bizzat Allah tarafından maddi veya manevi bir takım musibetlerle cezalandırılırken bazen de Allah’ın kanunen koyduğu ukubetlerle cezalandırılır. Kimi zaman Allah tarafından herhangi bir musibet veya kanunî bir ceza olmaz; ama bu sefer kişi vicdanen rahat edemediği için ıstırap çeker. Bu da ayrı bir cezadır. Kimi zaman da ahlaksızlığa toplum ceza verir.

    Tüm bunlar ahlaka muhalif olan tutum ve davranışların farklı cezalarıdır. Şimdi burada kısaca da olsa ahlaksızlığın kötülüğüne daha etkin bir şekilde dikkat çekebilmek ve çok daha yoğun bir şekilde nefislerimizi bundan sakındırmak için bu cezaları maddeler hâlinde ele alalım:

  • Kötü Ahlakın İlahi Cezası
  • Kötü ahlak kapsamına giren bazı günahlar vardır ki kişi onlardan herhangi birisini işlediğinde bizzat Allah tarafından maddî veya manevî bir takım musibetlerle cezalandırılır. Bu ceza, bazen dünyada olabileceği gibi bazen de ahirete bırakılır. Ama her hâlükârda bu suç Allah tarafından cezalandırılmayı gerektirir. Mesela, buna şu ayetleri örnek verebiliriz:

    Rabbimiz buyurur ki:

    يَاأَيُّهَاالَّذِينَآَمَنُوالَاتَأْكُلُواأَمْوَالَكُمْبَيْنَكُمْبِالْبَاطِلِوَلَاتَقْتُلُواأَنْفُسَكُمْ…وَمَنْيَفْعَلْذَلِكَعُدْوَانًاوَظُلْمًافَسَوْفَنُصْلِيهِنَارًا

    “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayalı bir ticaret olması dışında, aranızda mallarınızı batıl yolla yemeyin. Kendinizi öldürmeyin (…) Kim de bunu haddi aşmak ve zulmetmek için yaparsa (bir ceza olarak) onu ateşe sokacağız. Bu, Allah için çok kolaydır.”

    [8]

    Burada insanların mallarını meşru olmayan yollarla kendi hesabına geçiren veya herhangi bir vesileyle onları yiyenlerin, Kıyamet günü mutlaka

    [9]

    ateşe girecekleri ifade edilmektedir. İşte bu, bu ahlaksızlığa verilen ilahi bir cezadır.

    Yine Rabbimiz şöyle buyurur:

    وَالَّذِينَلَايَدْعُونَمَعَاللَّهِإِلَهًاآَخَرَوَلَايَقْتُلُونَالنَّفْسَالَّتِيحَرَّمَاللَّهُإِلَّابِالْحَقِّوَلَايَزْنُونَوَمَنْيَفْعَلْذَلِكَيَلْقَأَثَامًايُضَاعَفْلَهُالْعَذَابُيَوْمَالْقِيَامَةِوَيَخْلُدْفِيهِمُهَانًا

    “Onlar, Allah’la beraber başka bir ilaha dua etmez, (İslam’ın izin verdiği kısas gibi meşru bir) hak olmaksızın Allah’ın haram kıldığı cana kıymaz ve zina da etmezler. Kim de bunları yaparsa bir cezayla karşılaşacaktır. Kıyamet Günü’nde azabı kat kat arttırılacak, (azabın içinde) aşağılanmış bir hâlde ebediyen kalacaktır.”

    [10]

    Burada da adam öldürme ve zina gibi ahlaka aykırı bazı filleri işleyenlerin, Kıyamet Günü’nde ağır bir cezaya çarptırılacakları haber verilmektedir. İşte bu da ahlaksızlığın Allah tarafından cezalandırılacağının bir delilidir.

    Bazen İlahi cezalandırma ahiretten önce daha dünyada iken geliverir. Lut 

    aleyhisselam

    ile Şuayb’ın kavimlerinin helaki bunun en güzel örneklerindendir. Onlardan kimisi ölçü ve tartıda hile yaparak ahlaksızlığa düşmüşken kimisi de nefsî ihtiyaçlarını hemcinslerinde giderme ahlaksızlığına bulaşmıştı. Neticede her iki kavim de küfürlerinin yanı sıra bu ahlaksızlıkları nedeniyle âhiretten önce daha dünyada iken İlahi cezaya çarptırılarak helak edildiler.

    Bu alanların dışında da İlahi cezanın tecelli ettiği yerler vardır.

  • Kötü Ahlakın Hukuki Cezası
  • Kötü ahlak kapsamına giren bazı günahların cezası kanunîdir. İslam şeriatı tarafından o suça belirli bir müeyyide uygulanmış ve bu sûretle kendisinden sakındırılmaya çalışılmıştır.

     

    Kanuni cezalar İslam’da ikiye ayrılmıştır:

    1. Had Cezaları:Bunlar bizatihiayet ve hadislerle tespit edilmiş, sınırları Kur’ân ve sünnette açık seçik belirtilmiş cezalardır.
    2. Tazir Cezaları:Bunlar da hakkında herhangi bir cezayı gerektiren nas olmayan; lakin toplumun düzenini sağlamak için işleyenlerine karşı İslam yargıçlarının inisiyatifine bırakılmış cezalardır.

    Hadlere örnek olarak hırsızlığın ve zinanın cezasını zikredebiliriz.

    • Hırsızlığın Cezası:Rabbimiz şöyle buyurur:

    وَالسَّارِقُوَالسَّارِقَةُفَاقْطَعُواأَيْدِيَهُمَاجَزَاءًبِمَاكَسَبَانَكَالًامِنَاللَّهِوَاللَّهُعَزِيزٌحَكِيمٌ

    “Hırsız erkek ve kadının, kazandıkları (kötülüğün) karşılığı ve Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.”

    [11]

    • Zinanın Cezası:Rabbimiz şöyle buyurur:

    الزَّانِيَةُوَالزَّانِيفَاجْلِدُواكُلَّوَاحِدٍمِنْهُمَامِئَةَجَلْدَةٍوَلَاتَأْخُذْكُمْبِهِمَارَأْفَةٌفِيدِينِاللَّهِإِنْكُنْتُمْتُؤْمِنُونَبِاللَّهِوَالْيَوْمِالْآَخِرِوَلْيَشْهَدْعَذَابَهُمَاطَائِفَةٌمِنَالْمُؤْمِنِينَ

    “Zina yapan kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Şayet Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız onlara Allah’ın dinini/yasasını uygularken, o ikisine acıyacağınız tutmasın. Onların cezasına müminlerden bir topluluk şahitlik etsin.”

    [12]

    Tabi ki ayette zikredilen celde cezası bekar olanlar için geçerlidir. Evliler için İslam şeriatında belirlenen ceza 

    “recm”

    dir.

    Bunların haricinde de Kur’ân ve sünnette birçok had cezası vardır.

    Tazir cezalarına da; hapse atmayı, taş kırdırmayı ve sürgün etmeyi örnek verebiliriz. Had cezası belirlenmemiş kimi suçları işleyen kişileri, ıslah etmek amacıyla, bazı şartlar çerçevesinde İslam yargıçları cezalandırabilir. Bu cezalandırmaya 

    “tazir cezası”

    denir.

    İşte, bazı ahlaksızlıkları işleyenlere, ahlaksızlıklarının nevine göre hukuki cezalar uygulanır. Bu da ahlaksızlığa verilen kanunî veya hukuki cezadır.

  • Kötü Ahlakın Vicdani Cezası
  • Kötü ahlak kapsamına giren bazı günahlar da vardır ki kişi onlardan birisini işlediğinde ya ispat edilememesinden kaynaklı olarak ya da başka başka nedenlerle herhangi hukuksal bir cezaya maruz kalmaz. Ama bu durumda eğer imanı kalbinde yer etmiş, Rabbi ile bağını koparmamış ve kalbi manen ölmemiş birisi ise vicdanen rahat edemez. Cezası ahirete kalacağı için uykuları kaçar, içi içini yer. Bu durumda bir an önce bu suçun gönlü tırmalayan sorumluluğundan kurtulmayı arzular. Ya gelip İslam mahkemesine suçunu itiraf ederek hakkında belirlenmiş cezasını çekmek ister ya da cezadan kendisini kurtaracak müeyyide neyse ona başvurur.

    İşin aslı bu da günah için büyük bir cezadır. Hatta psikolojik ve manevî cezalar, bazen maddî cezalardan daha etkili olurlar.

    Asr-ı Saadet devrinde, işlemiş olduğu bazı ahlak dışı suçlar nedeniyle vicdanen rahat edemeyen, ama imanının güçlü olması nedeniyle mutlaka bu cezanın yükünden kurtulmayı arzulayan birçok insan vardı. Bu insanlar, hukukî anlamda cezadan kurtulmuş olsalar da vicdanen kendilerini suçlu hissetmişler ve bu suçlarla Rablerinin huzuruna gitmeye hayâ ettikleri için arınmayı tercih etmişlerdir. Biz burada bunlardan sadece iki tanesini zikredeceğiz.

    1. Mâiz’in Olayı

    Sahabeden Mâiz b. Mâlik 

    radıyallahu anh 

    isminde bir zat vardı. Bu zat nefsine uyarak zina etti ve bu günahına kimse şahit olmadığı için herhangi bir ceza ile karşı karşıya kalmadı. Ama o, imanın verdiği güç ile bu yaptığının sorumluluğu üzerinde olarak Allah katına gitmek istemiyordu. Bu nedenle Rasûlullah’a

    sallallahu aleyhi ve sellem

    gelerek:

    “_ Ey Allah’ın Rasûlü! Beni temizlesene, dedi.

    Bunu duyan Efendimiz ortada bir sıkıntının olduğunu anlayarak açığa çıkmamış olayı deşifre etmemek için:

    Yazık sana! Çık git de Allah’a tövbe ve istiğfar et, buyurdu.

    Mâiz ise mutlaka arınması ve vicdanen bu suçun ağırlığından kurtulması gerektiğine inanıyordu. Pek uzaklaşmadan geri döndü ve tekrar:

    Ey Allah’ın Rasûlü! Beni temizlesene, dedi.

    Rasûlullah aynı sözlerle üç defa daha onu geri gönderdi. Ama dördüncü ikrarında:

    Seni hangi konuda temizleyeyim, diye sordu. Mâiz:

    _

     Zinadan, dedi. Rasûlullah etrafındakilere:

    Bunda herhangi bir akıl hastalığı var mı, diye sordu.

    Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler.

    Şarap içmiş olabilir mi? diye sordu.

    Birisi kalkıp içki kontrolü yaptı. Onda şarap kokusu tespit edemedi.

    Rasûlullah olayı teyit etmek için tekrar:

    Sen zina ettin mi, diye sordu. Mâiz tekrar:

    Evet, cevabını verdi.

    Artık ikrarın gerçekleşmesinden sonra işin kesinliğinden emin olunca emir buyurdular ve Mâiz recmedildi.

    Recimden sonra onun hakkında sahabiler iki kısma ayrıldılar. Bir grup Mâiz’in helak olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tövbeyi yaptığını söylediler. Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü. Daha sonra yanlarına gelen Rasûlullah:

    Mâiz b. Mâlik için dua edin, buyurdu.

    Allah Mâiz’e mağfiret eylesin, dediler.

    Sonra Rasûlullah şöyle buyurdu:

    Mâiz öyle bir tövbe etti ki bu tövbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi.” 

    [13]

    1. Ğamidiye’li Kadının Olayı

    Mâiz’in 

    radıyallahu anh

    recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd Kabilesi’nin 

    “Gâmid”

    kolundan bir kadın geldi ve tıpkı Mâiz gibi:

    “_ 

    Ey Allah’ın elçisi! Beni temizle, dedi. Rasûlullah kadına:

    Yazıklar olsun sana! Çık, git, Allah’a tövbe ve istiğfar et, buyurdu. Kadın:

    _

     Beni, Mâiz’i çevirdiğin gibi geri çevirmek (mi) istiyorsun? Oysa ben hamileyim, dedi. Rasûlullah kadına:

    Sana ne oldu, diye sordu.

    Kadın kendisinin zina ettiğini ve bunun neticesinde gebe kaldığını söyledi. Bunun üzerine:

    Sen mi? buyurdu. Kadın:

    Evet, dedi. Rasûlullah:

    Şu hâlde doğuruncaya kadar git, buyurdu.

    Kadın gitti. Onun geçimini bu süre zarfında Ensar’dan bir kişi üstlendi. Daha sonra bu kişi Rasûlullah’ın gelerek:

    Gâmidli kadın doğurdu, dedi.

    Çocuğun bakımını Ensar’dan birisi üzerine aldı ve kadın recmedildi.” 

    [14]

    Bu iki hadiste de günah işleyen insanların manen rahat edemedikleri ve kendilerini vicdanen cezalandırdıkları görülmektedir. Bu da ahlaksızlığın manevibir cezasıdır.

    1. Kötü Ahlakın Toplumsal Cezası

    Bazı suçlar vardır ki onların cezası sadece vicdani veya hukuki alanla sınırlı kalmaz. Bazen başka açılardan da cezalandırılır. Mesela, eli kesilen birisinin herkes 

    “hırsız”

    olduğunu bilir ve bu nedenle sonraki süreçte hiç kimse değerli eşyalarını ve emanetlerini ona teslim etmek istemez. Yine zina cezası olarak celde yiyen birisine kimse kız vermeyi arzulamadığı gibi, namuslarını da teslim etmez.

    Bunlar, ahlaka muhalif olan bazı suçların toplum tarafından cezalandırılmasının örnekleridir. Bunun gibi daha nice toplumsal tavırlar, cezalandırmalar ve yaptırımlar söz konusudur. Bundan dolayı bir insan kötü ahlakın tezahürü olan bir suç işleyeceğinde durup

    “Acaba bu suç beni hangi cezaya düçar eyleyecek ilahi cezaya mı, kanuni cezaya mı, vicdani cezaya mı yoksa toplumsal cezaya mı?”

    diye uzun uzun düşünmesi gerekir. Bu ön muhasebe, Allah’ın izni ile insanı suç işlemekten ciddi manada muhafaza eder. İşte bir insanın bunları bilmesi bu bakımdan çok önemli ve gereklidir. Ahlaksız fiilleri işleyenler, genel itibariyle bu cezaların muhasebesini yapmadıkları için suça bulaşırlar. O nedenle, suça bulaşmamak için cezasını düşünmek caydırıcılık açısından son derece mühimdir.

    ◆◆◆

    Rabbim hepimizin ahlakını güzelleştirsin ve bunun neticesinde büyük ödüllere hak kazanmaya bizleri muvaffak kıldığı gibi, kötü ahlaktan koruyarak korkunç neticelerinden de muhafaza buyursun. (Allahumme âmin)

    Ve’l-hamdu lillahi Rabbi’l-âlemîn

     

    [1]

     

    [2]

     

    [3]

     

    [4]

     

    [5]

     

    [6]

     

    [7]

     

    [8]

     

    [9]

     

    [10]

     

    [11]

     

    [12]

     

    [13]

     

    [14]

     

     

    Önerilen makaleler

    İlk Yorumu Sen Yap

    Cevap Ver