Bidat Taifeleri – 1

 

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam en güzel örnek olan Allah Rasûlü’ne, ailesine, ashabına ve onlara ihsan üzere tabi olanların üzerine olsun.

Allah’ın izniyle bundan sonra yeni bir yazı dizisine başlanacaktır. Bu yazı dizisinde hak taife olan Ehli Sünnet’in dışında kalan, bidat fırkaları ele alınacak ve onlar hakkında tafsilatlı bilgi verilecektir.

Bir ilim talebesi olarak sizlerle paylaşacağım bu konuların hepsi Hocam’dan aldığım derslerden derlediklerimdir. Bundan dolayı bu konudaki yazılarım genel itibariyle ders formatında olacaktır. (Burada yazılacak olan ders silsilesi Ebu Hanzala Hoca’mızın ‘El-Veciz fi Akideti’l Selefi’ Salihin’ derslerinden alınmıştır. Dersleri sesli dinlemek isteyen kardeşlerimiz, derslere tevhiddersleri.com sitesinden ulaşabilirler.)

Rabbimizin yardımıyla başlayacak olursak; ilk olarak bidat taifelerinin usülleriyle ilgili mukaddimeler (önbilgi) yapılacaktır. Bu mukaddimeler konuların daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Bidat Ehlinin Asılları Kaç Tanedir?

Ehli Sünnet âlimleri 73 fırka hadisi olarak bilinen hadislere dayanarak (Bu ümmet, yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında hepsi ateştedir. Kurtulacak olan ise; cemaattir) bidat taifelerinin asıllarını saymaya çalışmışlardır. Fakat âlimlerin bu çalışmasına bakıldığında bir sayı üzerinde birleşmedikleri görülmektedir. Bundan dolayı genel itibariyle bidat ehlinin asılları konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bunlara örnek verecek olursak;

Bazıları bidat taifelerinin aslı olarak; Rafıziler, Hariciler, Kaderiyye, Mürcie ve Cehmiyye olarak beş taifeyi saymışlardır.

Abdullah b. Mübarek’e ‘İslam fırkaları hangileridir?’ diye sorulduğunda, Cehmiyyeyi saymayarak: ‘Rafıziler, Hariciler, Kaderiyye ve Mürcie olarak dört tanedir’ demiştir. Soruyu soran adam: ‘Senin Cehmiyye’yi saydığını duymadım.’, deyince Abdullah b. Mübarek ise o adama: ‘Sen bana sadece İslam fırkalarını sordun.’ cevabını vermiştir.

Bazı âlimler buna Cebriye’yi de dahil ederek bidat fırkaların asıllarını altı olarak zikretmişlerdir.

Bazıları, Mutezile’yi Kaderiye’den ayırmış, onu müstakil bir taife olarak ele almıştır. Böylece bu âlimlerin yanında bidat taifelerin aslı yedi tane olmuş oldu.

Yine bazıları Şia ve Rafiziler’i birbirinden ayırmış ki; bu yerinde yapılmış olan bir ayrımdır. Bu şekilde bidat fırkaları sekize çıkmış oldu.

Faide: Araştırma yaparken bir usül olarak şunun bilinmesi gereklidir; Herhangi bir konuda ‘bu mesele üç kısma ayrılır’ veya ‘burada insanlar beş kısımdır’ gibi taksimat ifade eden cümleler üç kısımdır. Bu taksimatlar ya nassa, ya akla ya da istikraya (araştırma) dayalıdır.

1. Nassa dayalı olan taksimat: Kur’an ve Sünnet’in yapmış olduğu taksimatlardır. Yapılan bu ayrımlar nassa dayalı olması nedeniyle itiraz yapılmaz. ‘İnsanlar: Mümin, kafir ve münafık olmak üzere üç sınıftır.’ diye taksimata gidilmesi buna örnektir.

2. Akla dayalı olan taksimat: Akıl sahibi olan herkesin ittifak ettiği taksimatlardır. Her akıl sahibinin, iki artı ikinin dört edebileceğini veya ateşin yakıcı oluşunu bilmesi bu kabildendir.

3. İstikrai olan taksimat: Bunlar ise nassa ve akla dayalı olmayan, alimlerin araştırma neticesiyle yaptıkları taksimatlardır. İstikrai olan taksimler nazari olması nedeniyle kesinlik ifade edemezler. Yapılan bu taksimatlar sadece taksimi yapan alimi ilgilendirir. Bir alimin kendi kitabında fırkaların usulleri beştir demesi gibi. Doğal olarak bu konuda yazılmış olan kitaplara veya alimlerin fırkaların usulleri gibi meselelere yaklaşımına bakıldığında, bu tip taksimatlar görülmektedir. Bu şekilde yapılan taksimatların nedeni, kesinlik ifade etmesi için değil sadece tertibu’l-ilim babındandır. Yani ilmi, malumatı, muhataplarına daha kolay ulaştırabilmek için araştırmalar sonucunda yapılan taksimatlar veya hasrlardır.

Bundan dolayı istikrai olan taksimatlar konusunda biraz temkinli olmak lazım. Özellikle üçe ayrılır, beşe ayrılır gibi kesinlik ifade eden cümleleri kullanmamak gerekir. Çünkü yukarıda fırkaların taksimatında olduğu gibi her alimin yanında farklı itibarlardan dolayı taksimatların sayıları farklılık arz edebiliyor.

Fırkalar ile İlgili Bilgileri Hangi Kaynaklarda Bulabiliriz?

İster dinden çıkmış olsun, ister dinden çıkmamış olsun fırkalarla ilgili tafsilatlı bilgilerin bulunduğu muteber ve güvenilir olan kitapları şöyle zikredebiliriz;

Ehli Sünnet’in bütün akaid kitaplarında mutlaka fırkalarla ilgili bilgi verilmiştir. Fakat bu bilgiler; isim, tarif ve onların itikatlarını belirtmenin ötesine geçmemiştir. Bu taifeler kimdir? Nerede çıkmışlar? Onların haklarındaki naslar hangileridir? gibi tafsilatlı bilgiler verilmemiştir.

Bu ihtiyaçtan dolayı fırkalar hakkında özel kitaplar yazılmıştır. Bu kitaplar da, batıl dinler ve fırkalar hakkında yazıldıkları için bunlara genelde ‘El-Milel ve’n-Nihal’ ismi verilmiştir. Daha sonra bu kitaplar ‘Milel ve’n-Nihal’ adında müstakil bir ilim haline gelmiştir.

Milel ve Nihal alanında yazılmış olan kitapların başlarında şunlar gelir;

Bağdadi’nin rahimehullah yazmış olduğu ‘el-Farku Beyne’l-Fırak’ kitabı erken dönemlerde yazılmış olan kitaplardan bir tanesidir. Bu kitapta Bağdadi, fırkaları tek tek ele almış, bölümlerini, itikadlarını ve Ehli Sünnet’in onlara bakış açısını anlatmıştır. (Bu kitap şu anda diyanet vakfı yayınları tarafından Türkçeye çevrilmiştir.)

Şehristani’nin rahimehullah ‘El-Milel ve’n-Nihal’ kitabı da aynı şekilde fırkalar hakkında tafsilatlı bilgi veren eserlerden bir tanesidir.

Endülüs alimlerinden İbni Hazm’ın rahimehullah yazdığı ‘El-Fisal’ kitabı. (Bu kitabın genelde üç cilt olarak matbu hali mevcut olduğu gibi tek ciltlik hali de vardır) İbni Hazm burada hem batıl dinleri anlatıyor hem de İslam fırkaları hakkında bilgi veriyor. İbni Teymiyye, İbni Hazm’ın bu kitabı hakkında genel olarak bu babta -fırkalara karşı tutum- Ehli Sünnet’in çizgisini yansıttığını belirtiyor.

En erken dönemde yazılmış olan kitaplardan bir tanesi de İmam Ebu’l Hasan El-Eş’ari’nin ‘Makalatu’l İslamiyyin/İslam Ehlinin Makaleleri’ isimli kitabıdır. Bu kitapta fırkaların söylemiş oldukları sözler de bulunabilir.

Bunlar, genel olarak fırkalar ve fırkaların fikirleriyle alakalı umumi bilgiler veren kitaplardır.

Bununla beraber her bir fırkaya yönelik özel kitaplar yazılmıştır. Bu kitaplardan bazıları ise;

İmam Ahmed’in rahimehullah Cehmiler’e ve Zındıklar’a reddiye yazdığı ‘Er-Reddu Ale’l-Cehmiyye ve’z-Zenadika’.

İmam Dârimi’nin rahimehullah ‘Er-Reddu Ale’l Bişri’l Merisi’ kitabı. İmam, bu kitabında Bişri Merisi’ye reddiye yazmıştır.

Şeyhu’l İslam İbni Teymiyye’nin rahimehullah ‘Minhacu’l-Sünne’ kitabı. Bu kitap dört cilt olup bir Rafiziye yazılmış olan reddiyedir. İbni Teymiyye bu kitabında baştan sona kadar tafsilatlı bir şekilde Rafizileri anlatmıştır.

İbni Arabi El-Maliki’nin rahimehullah ‘El-Avasım Mine’l-Kavasım’ kitabı da bunlardan bir tanesidir. İbni Arabi burada Şia’nın sahabe hakkında oluşturmuş olduğu kötü zanları ve töhmetleri ele almıştır.

Ayrıca günümüzde fırkalar hakkında üniversitelerde hazırlanan doktora tezleri vardır. Bir fırka hakkında tez hazırlayanlar, konuyla alakalı kitaplardaki malumatların hepsini toplayarak tezi yazıyorlar. Böyle olunca hem fırkanın tarihiyle alakalı hem de inancıyla alakalı tafsilatlı bilgi veren özel kitaplar yazılmış oluyor. Bundan dolayı bu tezler, fırkalarla ilgili bilgi elde etme noktasında daha toplayıcı ve verimli olan çalışmalardır.

Ancak bu tip kitaplara (tezlere) yaklaşırken şuna çok dikkat edilmesi gerekir; Tezi yazandan ziyade müşrif (Müşrif: Üniversitelerde tez hazırlandığı zaman o tezin hazırlanmasına yardımcı olan kişilerdir.) olan kişinin bu alanda -fırkalar- mütehassıs olan ve ilmi emaneti ve ehliyeti olan biri olması lazım. Aksi halde bilgi elde edelim derken bu ayaklarımızın kaymasına neden olabilir. Çünkü asrımızda bilinçli olarak birileri tarafından sahih İslam itikadı zedelenmeye çalışılmaktadır. İslam itikadının en çok zedelendiği alan ise, fırkalar bahsiyle gerçekleşmektedir. Yani bu şahıslar ilk olarak İslam tarihinden bir takım fırkaları gündem etmişler, daha sonra Ehli Sünnet âlimlerinden bu fırkaları tekfir etmediklerine dair sözler nakletmişlerdir. Buna dayanarak Ehli Sünnet’in, fırkaların yaptıklarını küfür kabul etmediklerini veya büyük şirkte cehaleti mazur gördüklerini iddia ederek, İslam itikadını bu şekilde iptal etme gayretine girmişlerdir.

Günümüzde buna pratik örnekler verecek olursak;

Tarihte Ehli Sünnet âlimlerinden şia hakkında: ‘Şia, bidat taifesi bile değildir.’ diyenler olmuştur.

Yani Şia’nın yaptığı hatadır. Ama bu hata onları bidate ve şirke götürmez demişlerdir. Çünkü Ehli Sünnet alimlerinden olup da, Şia’nın görüşünü savunanlar olmuştur. Yine Sufyani Sevri, İmam Nesai rahimehumullah gibi alimlerinde Ali’nin Osman’dan radıyallahu anhuma daha faziletli olduğunu, bundan ötürü de hilafetin Osman’dan önce Ali’nin radıyallahu anhuma hakkı olduğunu söyledikleri iddia etmiştir. (Bu sözlerin doğruluğu ihtimallidir. Onun için bunların tahkik edilmesi gerekir.) Bu konu tahkik edildiğinde görülecektir ki; o dönemde Ehli Sünnet alimlerinin kendilerinden konuştukları Şia, sadece hilafet hakkının Osman’dan önce Ali’nin radıyallahu anhuma hakkı olduğunu savunan ve bundan öteye gitmeyen insanlardır.

Ayrıca günümüzde İran ve Hizbullat ta kendilerine şia diyorlar. Bazıları da ehli sünnet alimlerinin Şia hakkındaki sözlerine dayanarak İran ve Hizbullat’ın da Müslüman olan bidat taifesi olduğunu söylüyor. Dikkat edilirse Ehli Sünnet’in bidat taifesi dediği Şia ile, bugün her yönüyle İslam’a muhalif olan İran ve Hizbullat’ı bir saydılar. Bununla onların bidat taifesi olduğunu ispat etmeye çalıştılar. Oysa İran ve Hizbullat kesinlikle Şia değil, Rafizidir.

Yine Ehli Sünnet’ten Rafiziler’i tekfir etmeyen alimler olmuştur. Mesela, İbni Teymiyye rahimehullah ‘Onların tekfirinde iki rivayet vardır.’ diyor. Yani kimileri Rafiziler’i tekfir ederken, kimileri tekfir etmemiş, onlara mubtedi demiştir. Birileri de hiç tahkik etmeden mutlak olarak bu sözü alıp diyor ki: ‘Ehli Sünnet alimleri, Rafiziler’in onca küfürlerine rağmen onların tekfirinde ihtilaf etmiştir’, oysa Rafiziler: ‘Kur’an’ın tahrif edilmiş, Ali Peygamberdir, Cebrail hata etmiş’, hâşa ‘Aişe annemiz zanidir’ vb. küfür sözlerini itlak etmişlerdir.

Oysa Ehli Sünnet’in haklarında konuştukları Rafiziler ‘Rafd eden’ yani; üç halifenin hilafetini kabul etmeyen, Ali’nin radıyallahu anh hilafete onlardan daha evla olduğunu savunanlardır. Onun için o dönemde Ehli Sünnet alimleri Rafiziler’in bu küfür itikadları hakkında hiç konuşmamışlardır. Sadece üç halifenin hilafetini reddeden insanların hükmü hakkında konuşmuş ve bu insanların hükmü hakkında ihtilaf etmişlerdir. Yani ihtilaf, ‘Bunlar icmayı reddettiklerinden dolayı kâfir olurlar mı? Yoksa icmayı reddettiler ama bu konu kapalı olduğu için fasık veya mübtedi mi olurlar?’dan ibarettir. O zaman alimlerin ihtilaf ettikleri ve hakkında konuştukları kesinlikle günümüzdeki Rafiziler değildir.

Yine Ehli Sünnet’in kitaplarında mutezilenin hükmü hakkında şu ibareyi rahatlıkla görebilmekteyiz; ‘Mutezilenin tekfirinde alimler ihtilaf ettiler. Cumhur onların bidat taifesi olduğunu söyleyip tekfir edilemeyeceğini söyledi. Bir takım hadis uleması ise onların kafir olduğunu söyledi.’ İnsanların itikadlarını zedeleyen yol kesiciler, alimlerin bu sözlerine dayanarak diyorlar ki: ‘Mutezile, imanın altı esaslarından bir tanesi olan kaderi reddetmesine rağmen Ehli Sünnet onların tekfirinde ihtilaf etti.’

Bu şekilde kendi sapık itikatlarına bunları delil almış oluyorlar. Ehli Sünnet’in, o dönemde Mutezile ifadesi ile sadece kaderi inkar edenleri kastettikleri anlaşılmamalıdır. Çünkü Mutezilenin birçok farklı fırkası vardır. Ama Ehli Sünnet bununla beraber ‘Allah’ın ilmini inkar eden, Allah hiçbir şeyi bilmez sadece olduktan sonra bilir’ diyen insanların tekfirinde icma olduğunu söylemişlerdir.

Onun için bugün bidat taifeleri zikredildiğinde bizde oluşan çağrışım ile eski alimlerde oluşan çağrışım bir olmayabiliyor. Doğal olarak insanların itikadlarını zedelemek isteyenler fark ettikleri bu noktayla çok uğraşmışlardır.

Bu durumda şunun yapılması gerekir;

İnsanların şu anda Rafizi dediği ile o dönemde Ehli Sünnet alimlerin Rafizi dedikleri aynı kişiler midir? Bunun güzel bir şekilde tahkik edilmesi gerekir.

Burada Ehli Sünnet’e Rafiziler’in hükmü değil de; ‘Kur’an tahrif edildi’ diyen insanların hükmü nedir? diye sorulmalıdır.

Konumuza dönecek olursak bu alanda tez olarak müstakil risaleler yazan insanlar kötü niyetli olabilirler. Burayı kullanıp Müslümanların tekfir etmesi gereken birçok taifenin Müslüman olduğunu ve bunu Ehli Sünnet’in itikadı olduğunu iddia edebilirler. Onun için bu tip risalelerde özellikle yazarların, emanete ve ehliyete sahip olan insanlar olmasına dikkat edilmesi gerekir.

Davamızın sonu; âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver