Allah subhanehu ve teâlâ, Peygamberine hicret etme izni verince Allah Resûlü, ona ilk tabi olanlardan, dostu, yol arkadaşı Ebu Bekir’in radiyallahu anh evine gitti. Hicret ile ilgili düşüncelerini açıkladı ve beraberce yola çıkmayı teklif etti.
“Bir gün zeval vaktinin ilk saatinde, evde oturuyorduk. Ev Halkından biri Ebu Bekir’e:
— İşte Resûlullah! Bize gelmesi alışılmamış bir saatte yüzünü bir sargıyla sarmış geliyor dedi. Ebu Bekir de:
— Anam babam ona feda olsun. Vallahi! Önemli bir hadise olmasa bu saatte gelmek adeti değildi dedi.
Resûlullah geldi. Eve girmek için izin istedi. ‘Buyrun.’ denildi. Bunun üzerine evimize girdi, daha sonra Ebu Bekir’e:
— Yanında kim varsa dışarıya çıkar buyurdu. Ebu Bekir:
— Anam babam sana feda olsun. Ya Resûlallah! Onlar senin ehlindir dedi. Resûlullah:
— Ey Ebu Bekir! Bana Mekke’den çıkma konusunda izin verildi dedi.Ebu Bekir de:
— Ya Resûlullah! Anam babam sana feda olsun. Ben de yanınızda bulunmak isterim dedi. Resûlullah:
‘Evet.’ buyurdu.
Biz Resûlullah ile Ebu Bekir’in yolculuğu için gerekli olan şeyleri hemen hazırladık. Her ikisi için bir dağarcık içinde bir miktar azık hazırlayıp koyduk. Ağzı bağlanacağı sırada kardeşim Esma, belinin kuşağından bir parça yırtarak ayırdı ve onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bundan dolayı Esma’ya ‘Zatu’n nitakeyn’ (İki kuşaklı) adı verildi.” [1]
Ebu Bekir radiyallahu anh daha önceden Medine’ye hicret etmeye karar vermiş ancak Allah Rasül’ünün de hicret edebileceğini öğrenince ona yoldaşlık etme ümidiyle Mekke’de beklemeye başlamıştı. Tabi bu arada Peygamberle yolculuk yapma ihtimaline karşılık hazırlık yapmaya da çalışıyordu.
Allah Resûlü’nün bu teklifinin üzerine, önceki hazırlıkları ile beraber tüm ailesini de seferber ederek hicret yolculuğunu en güzel şekilde organize etti.
Farklı kaynaklarda bu yolculuk şu şekilde yer alır:
“Ebu Bekir’in evinin arkasındaki küçük bir kapıdan çıktılar. Sonra, Sevr dağındaki mağaraya doğru gittiler.” [2]
“Sevr mağarasında üç gece gizlendiler. Her gece yanlarına Ebu Bekir’in oğlu Abdullah giderdi.
Abdullah, yetenekli, çabuk anlayışlı, bir gençti. Seher vakti Resûlullah ile Ebu Bekir’in yanından çıkar, Mekke’de gecelemiş gibi Kureyş ile sabahlardı.
Abdullah Resûlullah ile Ebu Bekir hakkında Kureyş müşriklerinin kurduğu planları ezberler, karanlık basınca Resûlullah’ın yanına gelerek haber verirdi.” [3]
“Esma binti Ebu Bekir (hamileliğinin son günlerinde olmasına rağmen) akşam olduğu zaman onlara yemek getiriyordu.” [4]
“Ebu Bekir’in kölesi Amr b. Fuheyre o civarda sağmal koyunlar otlatır ve akşamdan bir müddet sonra Resûlullah ile Ebu Bekir’e getirirdi. Onlar da taze süt içerek gecelerlerdi. O süt, kendi koyunlarının sütü idi. İçine kızgın taş koyarak ısıtıp içerlerdi. (Bir koyun keserek de ondan yemek suretiyle istifade ettiler.) Gecenin sonunda Amr b. Fuheyre koyunları götürürdü.
Resûlullah ile Ebu Bekir’in mağarada bulunduğu üç gün boyunca süt işini bu şekilde ayarladı.” [5]
“Abdullah b. Ebu Bekir sabahleyin onların yanından Mekke’ye yürüdüğü zaman Amr b. Fuheyre onun izinden koyunları peşinden götürüyor ve izleri siliyordu.” [6]
“Resûlullah ile Ebu Bekir Mekke’de iken Abd b. Adiyy b. Dill’den, yol kılavuzluğunda yetenekli bir kişi kiralamışlardı. Bu kişi, Kureyş müşriklerinin dinine bağlıydı.
Resûlullah ile Ebu Bekir ona güvenip develeri teslim etmişler ve üç gece sonra develeriyle beraber Sevr dağında buluşmak üzere sözleşmişlerdi.
Bu kılavuz develeriyle birlikte üç gece sonra Sevr’e Resûlullah ile Ebu Bekir’in yanına geldi.
Kılavuz Abdullah b. Uraykıt yolculuk için sahil yolunu tayin ettikten sonra Resûlullah, Ebu Bekir ve Amr b. Fuheyre yola koyuldular.” [7]
Allah subhanehu ve teâlâ Peygamberi’ni yaşayan bir Kur’an ve kıyamet gününe kadar tüm insanlığa örnek olsun diye göndermiştir. Allah’ın korumasını yer yüzünde en fazla hak eden kişiler peygamberlerdir. Buna rağmen Allah Resûlü örneğinde gördüğümüz gibi onlar sebeblere yapışmadan kuru kuruya Allah’a dayandıklarını iddia etmemişlerdir. Hatta çok ince ayrıntı diyebileceğimiz hususları dahi hesaba katmışlar tedbiri elden bırakmamışlardır.
Allah Resûlü’nün hicret yolculuğunda da bu güvenlik tedbirlerinin en üst düzeyde olduğunu görüyoruz. Ebu Bekir’in evine insanların sokakta olmadıkları bir vakit gelmesi, hicret planını sırrı muhafaza edebilecek kişilerin yanında açması, Medine’nin normal güzargâhının dışında bir güzergâh kullanması, Sevr mağarasında bir süre bekleyerek Mekke’li müşrikleri gözlemlemesi ve bu sırada da Ebu Bekir’in ailesi aracılığıyla Mekke’lilerin gündemlerinden haberdar olması gibi.
Alınan her bir tedbir, İslami mücadelede gizlilik uygulamalarına tabi tutulması gereken tüm faaliyetlerde başlı başına bir güvenlik kuralı olarak kabul edilebilecek tedbirlerdir.
Sonuç olarak Allah subhanehu ve teâlâ sebeplere yapışma ilkesinin hakkını vererek tevekkülün ilk yarısını gerçekleştiren Nebisi ve yol arkadaşını tek başlarına bırakmamış, yardımını her daim onlara ulaştırmıştır.
Esma şöyle demiştir:
“Biz onlar için azık hazırladık. Sonra dağları dolaşarak Sevr dağındaki mağaraya geldiler. O mağaraya yaklaştıklarında mağara civarında bir adam gördüler. Ebu Bekir:
— Bu adam bizi gördü, dedi. Resûlullah:
— Hayır. Melekler kanatlarıyla bizi örtüyor, dedi.
Adam dikilmiş onlara doğru bevlediyordu. Resûlullah:
— Şayet bu adam bizi görseydi bize doğru bevletmezdi, dedi.” [8]
“Kâfirler mağaraya kadar geldiler. Ebu Bekir:
— Ya Resûlallah! Birisi ayağına baksa bizi görecek, dedi. Resûlullah Ebu Bekir’e şöyle dedi:
— Ey Eba Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne dersin?” [9]
“Siz ona (Resûl’e) yardım etmezseniz muhakkak Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler iki kişiden biri olarak onu (Mekke’den) çıkarmışlardı ve ikisi mağaradayken arkadaşına (Ebu Bekir’e:) ‘Üzülme! Allah bizimle beraberdir.’ diyordu. Allah onun üzerine (güven veren ve kalbini yatıştıran) sekinetini indirmiş, görmediğiniz ordularla onu desteklemiş ve kâfirlerin sözünü (şirke davetlerini) en alçak kılmıştı.Allah’ın sözü (tevhid daveti) ise en yüce olandır. Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.” [10]
Allah Resûlü’nün kutlu yolculuğunda dikkatimizi çeken başka bir husus ise Ebu Bekir’in radiyallahu anh basiretli davranarak ileriye dönük hazırlık yapmasıdır. Böyle bir yolculukta en fazla ihtiyaç duyulacak şey olan binekleri bu süre boyunca hazırlamış ve sefer için geri kalan ihtiyaçları da kısa sürede tamamlamıştır. İslami mücadelede her fert söylenenleri yapmaya hazırdır. Ancak bunun bir derece üstü söyleneceklere de hazırlık yapmaktır. Bu seviyeye ulaşmanın yolu ise yapının gündemi ile meşgul olmak ve davayı dert edinmektir. Bedenleri bir yerde, gözleri, kulakları ve akılları başka yerlerde olanların davanın neye, ne zaman ihtiyacı olduğunu fark etmeleri mümkün olmayacaktır.
Ebu Bekir’in radiyallahu anh hicret hadisesinde daha da belirginleşen portresi bize şunu da göstermektedir: Günümüzde İslam davası için mücadele eden babalar, aile reisleri zamansızlık nedeniyle aileleriyle ilgilenememekten yakınmaktadırlar. Bunun neticesinde İslami mücadeleye bir ferdiyle katkı sağlayan parçalı bir yapısı ortaya çıkmaktadır. Hemen hemen herkes aynı dertten muzdarip olunca sanki bu çözümü olmayan bir sorun olarak kabul edilmiş görülmektedir. Burada da malesef günümüzde örneklik sıkıntısı yaşanmaktadır.
Sahabe nesli bu dinin nasıl yaşanacağını, nerede hatalar yapılabileceğini, hatadan nasıl dönüleceğini pratik olarak bize gösteren bir nesildir. Ebu Bekir İslami hareketin bir neferi iken ailesi ile ilgilenmeyi ihmal etmemiştir. Onlar ile ilgilenmenin belki de en etkili yöntemi olarak onlara da davayı hizmet şuurunu aşılamıştır. Ebu Bekir radiyallahu anh ailesinin izleri şu hicret yolculuğunun her aşamasında çok bariz bir şekilde görülmektedir.
Rezzak olan Allah kullarını sadece maddi şeyler ile rızıklandırmakla kalmamakta aynı zamanda dinine hizmet etme şerefini bahşederek de rızıklandırmaktadır. Mümin bir ailenin her ferdinin bir şekilde davaya katkı sağlaması ne güzel tablodur. Aile fertlerinin bir kısmının hizmete aktif olarak katılmaları diğer bir kısmının ise aktif olmasalar bile hizmet şuurunda olmaları beklenen bir tablodur. Ancak günümüzün garipliği aile büyüğünün kendi hizmetini yeterli görüp geri kalan fertlerini bilinçli olarak mücadeleye katılmaktan alıkoymasıdır. Üzerinde düşünüldüğünde en büyük tehlikeyi kendisine vereceği kesin olan bu davranışın hiç bir makul ve meşru izahı yoktur.
İnsanlar inandıklarını yaşadıkça, yaşamlarını fedakârlık ile doldurdukça inançlarına daha sıkı sıkıya yapışırlar. Bedel ödenmeyen ter ve göz yaşı akıtılmayan inançlar kısa sürede terk edilmeye hazırdırlar. Bir aile büyüğünün, neslinin itikadını muhafaza edebilmek için yapabileceği en önemli şey onları hizmete bir şekilde dahil etmesidir.
Ailelerin çocuk ve kadınlarla beraber bir bütün olarak İslam toplumunda davayı omuzlamasını sağlamak sadece aile büyüğünün yükümlülüğünde değildir. İslam toplumunun bir bütün olarak bu hususta yapması gereken şeyler vardır.
Öncelikle bilinmesi gerekir ki İslami mücadele, her bir ferdi gücü nispetince bir çaba ortaya koyunca başarıya ulaşır. Fertlerden bazıların geride kalması diğer kardeşleri için aslında yeni yükler manasına gelir. Kadın ve gençlerin yok sayılması ise İslam toplumunun gücünün bölünmesi demektir.
Burada en ciddi yanılgı kadın ve gençlerin potansiyel sorun kaynağı olarak görülmeleri, yük olarak kabul edilmeleridir. Toplumun geri kalanı kadın ve gençler ile ilgili bu bakış açılarını düzelttiklerinde en büyük iyiliği yine kendilerine yapmış olacaklardır.
Ebu Bekir radiyallahu anh kendi ehliyle ilgilenmiş. Hicret gibi çok önemli bir organizasyonda ailesini seferber etmiş ve onların yaptığı işe güvenmiştir. Ailesi de siyer tarihinden okuduğumuz Ebu Bekir’ın gözünü arkada bırakmamıştır.
Esma radiyallahu anha şöyle dedi:
“Resûlullah ve Ebu Bekir çıktıkları zaman Kureyş’ten bir topluluk bize geldi. İçlerinde Ebu Cehl b. Hişam da bulunuyordu. Ebu Bekr’in kapısının önünde durdular. Ben onlara doğru çıktım. Dediler ki:
— Ey Eba Bekir’in kızı! Baban nerededir? Dedim ki:
— Vallahi babamın nerede olduğunu bilmiyorum.
Bunun üzerine Ebu Cehl elini kaldırdı ve yanağıma bir şamar indirdi. Ondan dolayı küpem çıktı. O çok kötü birisi idi.” [11]
Esma radiyallahu anha şöyle diyor:
“Resûlullah Ebu Bekir ile birlikte çıktığı zaman Ebu Bekir malının hepsini yanında götürdü. Bu beş veya altı bin dirhem kadardı. Yanımıza dedem Ebu Kuhafe geldi. (Onun gözü kördü) şöyle dedi:
— Vallahi ben görüyorum ki o, malını kendisiyle birlikte götürmüştür. Dedim ki:
— Hayır ey babacığım! O bize çok hayır bıraktı.
Bunun üzerine birtakım taşlar aldım ve onları evde babamın malını koyduğu bir küvete koydum ve onların üstüne bir bez örttüm. Sonra da onun elini tuttum ve dedim ki:
— Ey babacığım! Elini bu malın üzerine koy.
O da onun üzerine elini koydu ve şöyle dedi:
— Eh sizin için bunu bırakmakla iyi etmiş oldu. Bunda size yetecek kadar vardır.
Hayır vallahi. Halbuki o bize hiçbir şey bırakmamıştı. Fakat ben ihtiyarı bununla teskin etmek istedim.” [12]
Duamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap