Kıssalara dair inceleme yazımızın ikinci bölümüyle devam ediyoruz.
4. Sünnetullahın İzleri
Yüce Allah’ın bütün bir evrende cari kıldığı kanunlar, yasalar manzumesine sünnetullah denir. Sürekli mevcut olan bu yasalar ilelebet bulunmaya devam edecektir. Bu yasaların özelliği değişmez yasalar olmasıdır. Ayette şöyle ifade edilir:
“Allah’ın sünnetinde/yasasında bir değişiklik bulamazsın.”[1]
Sünnetullahı gören, duyan, müşahede ederken diğer taraftan bu yasalar doğrultusunda hareket eden birey veya toplum kazanır. Sünnetullahın kendisinden müşahede edileceği en mühim laboratuvar kuşkusuz tarihtir. İnsanlar, toplumlar, çağlar ve bir bütün olarak tarih bu sünnetullahın adım adım işlendiği ve kendisini gösterdiği yerlerdir. Tam bu noktada sünnetullahın izlerini takip etmek için Kur’ân kıssalarını incelemek elzemdir. Zira Allah (cc) bize kıssaları anlatırken bir taraftan kâinatta işlevsel olan yasalarını anlatır. Böylece evrensel yasalar kıssalarla örneklendirilir. Buraya kadar anlattıklarımızı örneklendirerek desteklemek istiyoruz.
Birinci İlahi Yasa: Değişim Yasası
“Şüphesiz ki bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah, onların durumunu değiştirmez.”[2]
Ayet, değişmek isteyen insanların ve toplumların serlevha etmeleri gereken bir sünnetullahtan söz etmektedir. Değişim iradesi gösteremeyen hiçbir insan veya toplum kendiliğinden değişemez. Değişim ve ıslahta dışarıdan müdahale insana yardımcı olabilir, elinden tutup doğru yöne sevk edebilir. Fakat öz motivasyondan mahrum olanı ne insanlar değiştirebilir ne de Allah (cc) değiştirir.
Mezkûr yasa “çalışırsan başarırsın, kendine güven” gibi aşırı özgüvenle bolca hayal satan, ayrıca insanı Allah’tan müstağni(!) kılan kişisel gelişim kitaplarını yalanlar. Mücadele edip Allah’ın yardımını yanına alan insan başarır. Bu başarısı da gerçeklik sınırları içerisindedir, hayal ürünü değildir.
Değişmek istemeyenler için olağan dışı hadiseler yaşansa veya mucizeler görülse bile değişim gerçekleşmez. Şirk toplumlarının nebilerinden istedikleri mucizeler karşısında ekseriyetle inkârcı tavırlarını katmerleyerek devam ettirmeleri bunun bilinen örneklerindendir. Mûsâ (as) pek çok mucize gösterdi, Allah (cc) tarihe müdahale etti. Fakat İsrâîloğullarının hayatında pek bir şey değişmedi. Peygamberlerini yalanlamaya, alaya almaya, yalnızlığa terk etmeye devam ettiler ve İlahi ikramlar karşısında nankörce tavırlar sergilediler. Buzağıya taptılar. Cihaddan yüz çevirdiler, netice olarak Allah (cc) onları kırk yıl çöllere mahkûm etti.
İkinci İlahi Yasa: Tuzak, Sahibine Döner
“Oysa kötü düzen, sahibinden başkasını kuşatmaz.”[3]
Ayet bize bütün tarihe hükmeden bir sünnetullahı anlatır. Kur’ân’ın muhataplarına anlattığı bu evrensel yasa bu hâliyle soyuttur. Ancak Yûsuf’un (as) kıssasını okuduğumuzda bu kaidenin ete kemiğe bürünmüş hâliyle karşılaşırız.
Kardeşleri kendisine hased ettiler. Ona zarar vermek ve hatta öldürmek istediler. Günün birinde babalarından kopardıkları bir izinle onu ormana götürüp bir kuyuya attılar. Onlar, hikâye burada bitti, yalan söyleyeceğiz ve netice lehimize, zannettiler. Kıtlık yaşandı. Mısır diyarından yiyecek temin etmek zorunda kaldılar. Mısır’a gidince karşılarında bir aziz olarak Yûsuf’u buldular.
Yûsuf henüz saraya gittiğinde sarayın hanımefendisi Yûsuf’u (as) bir çirkin fiile davet etti, daveti açık şekilde reddedilince Yûsuf’u cezalandırmak için zindana attırdı. Yıllarca zindan hayatı yaşamak zorunda kalan Yûsuf (as) günün birinde Kralın gördüğü bir rüya vesilesiyle iktidar basamaklarında yüksekti. Kısa süre sonra kendisini zindana attıran ahlaksız kadın dâhil olmak üzere bütün topluma yönetici oldu. Bunun yanı sıra kadının ahlaksızlığı ve Yûsuf’un beraati devlet ve toplum nezdinde kabul edilmiş oldu.
Sâlih Nebi’nin kıssasında bir başka örnek karşımıza çıkar. Kur’ân’da raht olarak ifade edilen dokuz kişilik bir çete Allah’ın devesine tuzak kurdu.
Deveyi kestiler. İşin nihayetinde Allah’ın cezasını hak ettiler. Kendi sonlarını kendi elleriyle hazırlamış oldular. Kötü tuzak, sahibinden başkasını kuşatmadı.
Üçüncü İlahi Yasa: Tedavül Yasası
“Biz bu günleri insanlar arasında döndürür dururuz.”[4]
Ayette ifadesi geçen eyyâm/günler daha geniş anlamıyla ve bugünkü literatürle tarihtir. Bu ayet İslam’ın tarih anlayışını beyan eder. Tarih devinimlidir, döngüseldir. Bir noktadan başlayıp sürekli ileri giden doğrusal bir çizgi değildir. Bugün başaranlar yarın yenilebilir, yarın kazananlar başka zaman kaybedebilir. Ayetin geçtiği sure içerisinde kazanılmış savaş Bedir de anlatılır, Uhud yenilgisine de değinilir. Ayrıca bu döngüsel tarih anlayışı asırlarca geride olanın sonradan gelenin önünde olabileceğini, geçmişin geleceği geçebileceğini de ifade eder. Bu tarih anlayışı ilerleyip güç kazandıkça, bilimsel, siyasal veya sosyal gücü elde ettikten sonra başka milletlere karşı haddi aşmaktan, hakkaniyet sınırlarını çiğnemekten, geçmişe burun bükmekten alıkoyar. Döngüsel tarih anlayışı hâlden anlama, empati, diğerkâmlık dediğimiz güzel ahlaki ilkelere de kaynaklık eder. “Üzerinde bulunduğumuz hâl daimî değildir.” diyen birey veya toplum, muhataplarına bu duyarlılıkla bakar.[5]
5. Nübüvvet ve Vahyi Tasdik
Kur’ân kıssaları Peygamber’i destekleyen birer argümandır. Zira anlatılan olayların bir kısmı Mekke’de bilinmiyordu. Bilinen kıssalarda pek çok tahrifat söz konusuydu. Peygamber’e (sav) indirilen kıssalar, halk arasında anlatılagelen kıssalardaki yanlışları düzeltti ve bilinmeyenleri de gün yüzüne çıkardı. Ayette Yüce Allah şöyle buyurur:
“Bu, sana vahyettiğimiz gaybın haberlerindendir. Bundan önce ne sen ne de kavmin (bu bilgileri) biliyordunuz.”[6]
“Andolsun ki onların kıssalarında, akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur’ân) öyle uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden önceki (Kitapları) doğrulayıcı, her şeyi detaylı açıklayan, mümin topluluk için de hidayet ve rahmettir.”[7]
Allah Teâlâ kıssaların ibretlik olduğuna vurgu yaparken, diğer taraftan Kur’ân’ın uydurulan beşer kelamı olmadığını söyler. Bu şekilde kıssaların nübüvvet ve vahyi tasdik ettiğini ifade eder. Yûsuf (as) kıssası ve diğer kıssalar kuşkusuz Peygamber’in (sav) anlattığı şekliyle vahiy kaynaklı olduklarını ispat etti. Yalan ve abartı, hakikate aykırı herhangi bir tarihî bilgi içerisinde bulundurmadı ve o dönemde kimse onu bu konuda yalanlamadı. Kıssalarda hakikate aykırı bilgi olmadığı olgusu bugün de geçerlidir. Dedikodu meclisi kabîlinden bazı seviyesiz meclislerde ortaya saçılan hezeyanlar asla bu hakikati ortadan kaldırabilecek güçte değildir.
Burada bir noktaya değinmek yararlı olacaktır:
Hristiyan modernistlerin kendi kitaplarına yönelik yeni bir yaklaşım tarzı geliştirdikleri bilinmektedir. Bu yaklaşım tarzı sadece İncîl’le kalmamış Kur’ân üzerinde de tatbik edilmeye gayret edilmiştir. Bu durum bir makalede şöyle özetlenmiştir:
“Batı’da meydana gelen Kitab-ı Mukaddes’i mitolojiden arındırma çabalarının İslam dünyasına ve Kur’ân yorumuna yansıması, özellikle kıssalar alanında görülmüştür. Bu çerçevede, İslam dünyasında, özellikle 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyılda Kur’ân kıssalarını veya bu kıssalardan bazılarını farklı bir yaklaşımla ele almayı ve yorumlamayı öneren çeşitli ilim adamları olmuştur.[8] Bu yaklaşımlarla, Kur’ân kıssalarında anlatılan olayların meydana geldiği ve tarihle mutabakat içerisinde olduğu şeklinde bilinen geleneksel yaklaşım sorgulanmaya başlanmıştır. Dolayısıyla kıssalar ekseninde anlatılan olayların vuku bulmamış olabileceği veya vuku bulmuş olsa bile, Kur’ân’da olduğundan farklı şekillerde anlatılabildiği gibi yaklaşımlar gündeme getirilmiştir.”[9]
Buradan çok açık şekilde anlıyoruz ki kıssalara yönelik bu girişimin temeli, İslam merkezli değil, tamamen oryantalizm rüzgârlarının etkisidir. Kendi kitaplarına yönelik bir arındırma çabasına girişen Batı’nın aydın ilim adamları(!) İncîl’den sonra Kur’ân’a da yönelmiş ve bazı kıssaların hakikati meselesini tartışmaya açmışlardır. Elbette, Batı’dan gelen bu düşüncenin, hususen Kur’ân’a yönelik bu düşüncenin hayır olmadığı başından bellidir. Kıssaların kurgu olabileceği meselesi Mısırlı bir araştırmacının Batı’dan bu düşünceyi ithal edeceği vakte kadar İslam dünyasında pek konuşulmamıştır.
Kur’ân kıssalarının sırf hakikat olduğu meselesi tartışmaya açılamayacak kadar açık ve nettir. Bunun bazı nedenleri bulunmaktadır:
1. Kur’ân’da kıssaların bize hak ile anlatıldığı belirtilir. Bir şeyin hak olması gerçek ve yaşanmış olması demektir. Kurgunun gerçek ve yaşanmış olarak sunulması mümkün değildir.
“Biz sana, onların kıssalarını hak olarak/gerçek hâliyle anlatıyoruz. Şüphesiz ki onlar, Rablerine iman etmiş bir grup gençti ve biz de onların hidayetlerini arttırmıştık.”[10]
2. Kıssalar Kur’ân’da geçmiş zaman kipiyle anlatılır. Bu da olayların geçmişte yaşanmış olduğunu zorunlu kılar. Dil çok açık ve ihtilafsız olarak yaşanmışlığı gerektirir.
“(Hatırlayın!) Hani Yusuf babasına: ‘Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldız, Güneş ve Ay’ı gördüm. (Evet,) onları bana secde ederken gördüm.’ demişti.”[11]
“(Hatırlayın!) Hani o gençler mağaraya sığınmış: ‘Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve işimizde en isabetli olanı bize kolaylaştır.’ demişlerdi.”[12]
“Onlara, iki adamın örneğini ver. Onlardan birine iki üzüm bahçesi verdik, bahçelerin etrafını hurmalarla çevirdik ve iki bahçe arasında da ekinler bitirdik.”[13]
3. Allah (cc) Kur’ân kıssalarının gayb haberlerinden olduğunu söyler. Gören ve duyanın aktarımıyla değil, Allah’ın (cc) tarihten aktarımıdır. Bu olayların yaşanmış olmasını zorunlu kılacağı gibi gayba dair olan kıssalar hakkında kendi rey ve içtihadımızla konuşmamızı da engeller. Zira gayb hakkında bilgisizce konuşmak haddi aşmak ve gaybı taşlamaktır.
“Bu (bilgiler), sana vahyettiğimiz gaybın haberlerindendir. (Yoksa) hangisi Meryem’in bakımını üstlenecek diye (kura çekmek için) kalemlerini attıklarında, sen onların yanında değildin. Onlar tartıştıkları vakitte de sen yanlarında değildin.”[14]
6. Yinelenen Anlatım
Yüce Allah’ın Kur’ân için zikrettiği özelliklerden biri de “mesânî/tekrarlı” oluşudur. Kur’ân’ı okuyan bir insanın gözüne ilk çarpacak olan şey bolca tekrarın olmasıdır. Aynı durum kıssalar için de geçerlidir. Bir yerde anlatılan kıssa, bir başka yerde yine anlatılır. Bunun bazı hikmetleri ve yararları vardır.
Edebî bir metin veya şiirde tekrarlar kusur olarak kabul edilir. Yorucu ve bıktırıcı bir özelliğe sahip olur. Kur’ân kıssalarının tekrarı kusurdan değil, aksine kemaldendir. Yormaz, bıktırmaz. Âdeta kıssayı ilk defa dinliyoruz izlenimi verir. Kur’ân kıssalarından Yûsuf Kıssası gibi tekrar olmayanlar da bulunur. Ancak hayatın içerisinde tekrar etmesi mümkün olan, her dönemde yaşanması kuvvetle muhtemel kıssalar Kur’ân’ın pek çok yerinde farklı ifade tarzlarıyla anlatılır.
Kıssaların tekrarları esnasında yapılan göndermelerle başka ayetlerle bağlantı kurulması sağlanır. Böylece öğrenilen bilgi, bilgi düzeyinden bilinç düzeyine yükselmeye başlar. Çünkü ara ara söylenegelen, tekrarı olan sözler değer oluşturur. İdrak ve şuurda kendisine bir yer edinir.[15]
Kıssalar tekrarlarıyla bir bütünü oluşturur ve âdeta insanın hayal dünyasında sinema icra eder. Kur’ân baştan sona imana, ahlaka, mücadeleye dair emirlerde bulunur ve bazı şeyleri yasaklar. “Bunlar nasıl uygulanır acaba?” diye durup düşündüğümüz yerde kıssalar elimizden tutar ve tarihin muhtelif dönemlerinde nasıl tatbik edildiklerini gösterir. Önümüze ışık tutar.
7. Gerçekçi Yaklaşım
Kur’ân kıssalarının gerçekçiliği hayatın içinden olmasından kaynaklanır. Ayrıca insanı en insani hâliyle anlatır. Kıssalarda anlatılan ve örnek gösterilen insanlar, insanüstü varlıklar olarak anlatılmaz, aksine bütün zaaflarıyla sergilenir. Örnek almak isteyen kimse iyi ve salih amellerinde onları örnek alır. En önemlisi, örnek gösterilenlerin (peygamberler veya salihler) birer insan olduğunu, sevincin yanında hüzün, neşenin yanında dert taşıdıklarını görür ve örnek almak konusunda daha gayretli davranır.
Mûsâ (as) kendi kavminden bir adama yardım ederken birini öldürür. Korkar ve gözetler vaziyette Mısır’ı terk eder. Tur’dan döndüğünde kavminin durumunu görünce öfkelenir ve kardeşi Harun’a çıkışır. Hızır Peygamber’le karşılaşmasında sabredemeyip soru sorması nakledilir.
İbrâhîm Peygamber’in (as) bir insan olarak çektiği evlat özlemi, evine gelen davetsiz misafirlerin tavırlarından işkillenip endişelendiği, melekler ile Allah’ın (cc) emri konusunda tartıştığı anlatılır. Mutmain olmak için verdiği mücadeleye değinilir.
Konunun anlaşılmasına katkısı olsun diye örnek olarak zikrettiğimize benzer durumlar hemen her kıssada müşahede edilebilir.
✽ ✽ ✽
“İyice düşünsünler diye kıssaları anlat.”[16]
[1] 48/Fetih, 23
[2] 13/Ra’d, 11
[3] 35/Fâtır, 43
[4] 3/Âl-i İmrân, 140
[5] Döngüsel tarih anlayışının karşısında ilerlemeci, çizgisel tarih anlayışı bulunur. Bu tarih anlayışı ileride olanın daima geride olandan önde olduğunu benimser. Geride kalanın ileride olana kayıtsız tabi olmak zorunda olduğunu ve hatta hizmet etmek zorunda olduğunu öne sürer. Bir Afrikalının elinde olan elmasa göz diken Amerikalı ve Avrupalının bu sömürgeci yaklaşımının temelinde ilerlemeci tarih anlayışı yer alır. Emperyalizm buradan beslenir.
[6] 11/Hûd, 49
[7] 12/Yûsuf, 111
[8] Bu insanlara ilim adamı demek ne kadar doğru olur, düşünülebilir.
[9] İslâmî İlimler Dergisi, Kur’an Kıssaları, Yıl 9; Cilt 9, Sayı 1. Kitab-ı Mukaddes’i Mitolojik Unsurlardan Arındırma Çabaları, Şehmus Demir, s.108
[10] 18/Kehf, 13
[11] 12/Yûsuf, 4
[12] 18/Kehf, 10
[13] 18/Kehf, 32
[14] 3/Âl-i İmrân, 44
[15] Bu çok mühim meselenin sağlaması çocukluğumuz üzerinden yapılabilir. Çocukluğumuz boyunca tekrar eden anne baba nasihati, hatırlayalım veya hatırlamayalım kalbimize kazınan bir hisse dönüşür. Artık hayatımızda sürekli kullandığımız, hayata kendisiyle baktığımız bir değer olur. Bu durumun farkında olmamız veya olmamamız bir şeyi değiştirmez.
[16] 7/A’râf, 176



