Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Bizleri yeni bir sayıyla buluşturan, ‘Din nasihattir’ vazifesini yerine getirmemize olanak sağlayan ve bizleri dininde kardeş kılan Rabbimize hamd olsun. Salât ve selam; Nebimiz Muhammed Mustafa’ya, onun temiz ailesine, ashabına ve kıyamete kadar tâbilerinin üzerine olsun.
Ramazan ayı… İsmiyle dahi inanmış kalplerde surur ve sekinet; teslim olmuş zihinlerde mükâfatların en şereflisi olan rıza-i ilahiyi çağrıştırmaktadır. Ramazan’ın onaran, dirilten, güzelleştiren ve kulluk yolunda insana azık temin eden bir yönü vardı Mümine kattıkları nedeniyle olsa gerek gelişiyle sevinç duyduk, gidişiyle üzüldük.
Ramazan rahmettir. Her şeyiyle insanı cehennem azabından azad eden ve ilah-i rahmetin zirvesi olan cennete kavuşturan bir aydır. Zikrettiğimiz ‘her şey’ arasından iki ibadetin altı özellikle çizilmelidir. Bunlar; Ramazan’ın kendisiyle özdeşleştiği Kur’an ve Oruç ibadetidir.
“Ramazan ayı… İnsanlar için hidayet olan, hakla batılı birbirinden ayıran ve apaçık delilleri kapsayan Kur’an bu ayda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya erişirse oruç tutsun…” [1]
Mübarek ayın kendisiyle özdeşleştiği oruç ve Kur’an, kulluk iskeletinin ruhu olan iki temel hakikati öğretmektedir bizlere. Bu iki hakikat; şüpheleri yok eden Rabbani ilim, şehvetlerin etkisini kıran Rahmani irade!
Nasıl?
“…Dikkat ediniz. Bedende bir et parçası vardır. O düzelirse bütün beden düzelir. O bozulduğunda bütün beden bozulur. Dikkat edin o kalptir.” [2]
Kulluğun ana merkezi kalptir. Bu sebeple hayat kitabı Kur’an: kalbin mahiyetine, hangi durumlarda vazifesini yapabileceğine, onun hastalık hâline bir çok ayette yer verilmiştir. Allah, kalbi; anlayan, yönelen, titreyen, sıhhatli, mutmain; bazen de akletmeyen, kör, hasta, katı, günahkar gibi sıfatlarla nitelemiştir.
Allah’ı hakkıyla sevebilmenin, gerektiği gibi tazim edebilmenin, O’na yakışır şekilde O’ndan korkmanın, yolunda şanına yakışır şekilde mücadele edebilmenin tek yolu; kalbin yaratılış gayesine uyumlu olmasıdır.
“O gün ne mal ne de evlat (insana) fayda vermeyecektir. İnsana fayda verecek tek şey Allah’ın huzuruna ‘selim bir kalple’ gelmesidir.” [3]
Selim kalp; imanı zedeleyen şüphelerden ve insanı Allah katında değersizleştiren şehvetlerden uzak; arı, duru, pak olan kalptir.
Kalbin bu iki hâlden korunması da ancak şüpheleri yok eden ilim, şehvetlere gem vuran iradeyle mümkündür. Hiç şüphesiz ilmin menbaı El-Alim olan, gayb ve şehadet bilgisinin sahibi Allah’ın kitabıdır. Hem Kur’an’ın insanlığa sunduğu ilim öyle alelalade bir ilim değildir. Onun ayetleri hiçbir kapalılığa yer bırakmayacak şekilde apaçık, delilleri akıllarda ve kalplerde hiçbir şüphenin yer etmesine müsaade etmeyecek şekilde güçlü ve etkili, en iflah olmaz muanidleri dahi yüreğinden yakalayıp içten içe teslim olmaya zorlayan hakikat ışığı taşımaktadır. Onunla beslenen kalpler; dünyanın, şeytanın ve batılın süslü, yaldızlı ancak kof ve gerçekliğe dayanmayan şüphelerinden etkilenmezler. Kalplere kazandırdığı basiret ve derin düşünme kapasitesi sayesinde olayların perde arkasını görebilir; faydalı ve kalıcı olanla faydasız ve köpük misali yokluğa mahkum olanı birbirinden ayırt ederler. Bu yönüyle Kur’an kalplerin ilim ihtiyacını fazlasıyla karşılamakta; sünnetin hikmet yönüyle buluşmasıyla beraber insanlığa kurtuluş reçetesi olmaktadır.
Şehvetler ise insanın yumuşak karnıdır. Var olabilmesi, varlığını sürdürmesi ve yaşadığı hayattan lezzet alması için insana yerleştirilmiş olan fıtri ihtiyaçlardır. Şeriat, koyduğu sınırlar ve açık hükümlerle insanı sınırlayıp, şehvetine istikamet vermiştir. İnsî ve cinnî şeytanlar şehvetleri insanın gözünde süslemekte, insanda var olan duygu ve isteklerin insanı kontrol edeceğine, insanın arzularıyla başa çıkmasının mümkün olmadığına insanı inandırmaya çabalamaktadırlar.
“Ve insan zayıf olarak yaratıldı.” [4]
Maalesef zayıf olan insan bu vesveseyi hakikat zannetmekte, beşer olması hasebiyle çokça işlediği günahlar bu zannı pekiştirmektedir.
Arzuların ayartması, şeytanların süslemesi ve zaaflarımızın yanıltıcı serabına doğan hakikat güneşinin adı oruçtur. Oruç, insana kendini tanıtır. Allah’ın insana nasıl güçlü bir irade bahşettiğine ve insanın istediğinde neler yapabileceğine ayna tutar. Şehvetler, arzular, keyifler bir yana; en temel ihtiyaçlarını bile öteleyebileceğini; yeme, içme gibi zaruri ihtiyaçlardan ‘Savm’ yapıp nefsine gem vurabileceğini gösterir. Oruç, bilinçli olarak tutulup, hikmetleri üzerinde kafa yorulduğunda; şeytanların on bir ay boyunca vesvese, kuruntu ve asılsız vehimlerle oluşturduğu batıl bir düşünceyi yerle bir eder.
Böylece Ramazan ne yapacağını bilen (ilim) ve nasıl yapacağına dair gücü (irade) elinde bulunduran mümin insanı ortaya çıkarır.
Ramazanı On Bir Aya Taşımak
Kulluğumuzun tacı olan ilim ve irade, Ramazan’dan ziyade Kur’an ve oruçla alakalı bir durumdur. Mümin, Allah’a giden yolda temel kabul edilen bu iki azıktan Ramazan dışında da mahrum olmamalı; her ne kadar Ramazan ayı gibi olmasa da Ramazan ruhunu bu ibadetler üzerinden on bir aya taşımalıdır.
Bu yazımızda biz, Kur’an üzerinde duracak ve Ramazan okumalarını Ramazan dışına taşımanın öneminden, belki bir adım ileriye giderek zaruretinden söz edeceğiz.
Ahir Zaman Fitnesinin İfsad Edici Şüpheleri
Şüpheler kalp hastalığıdır dedik. Kalbin yaratılış gayesi olan Allah’ı tanıma, sevme, O’ndan korkup O’na güvenme, O’nun kevni ve şer’i ayetleri üzerinde tefekkür etme vb. eylemleri yapmasına engel olur. Bu durumun daha iyi anlaşılması için bedeni bir hastalığınız üzerinden düşünebilirsiniz. Allah (cc) gözleri etrafında olup biteni görmesi ve ona göre vücudun yönlendirilmesi için yaratmıştır. Göz, tamamen kör olduğunda veya görme kaybı, görme bozukluğu gibi bir hastalık geçirdiğinde vazifesini yapamaz. Bu durum hastalığın boyutuna göre yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Manevi bir hastalık olan kalp marazı/şüphesi de böyledir. Kulluk kalitesini olumsuz etkileyecek ve telafisi mümkün olmayan ahiret hüsranıyla kişiyi karşı karşıya bırakacaktır.
Şüphe Nereden Kaynaklanır?
İblis, insanın Rabbine yöneldiği her yolun başına oturup onu saptıracağına dair Allah’a (cc) yemin etmiştir.
“Dedi ki: ‘Beni saptırmana karşılık ben de onları (saptırmak) için senin dosdoğru yolunun üzerine oturacağım. Sonra kesinlikle onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici bulamayacaksın.’ ” [5]
O, Rasûllerin ve onların ihlaslı takipçilerinin ayağını kaydırmak için dostlarına vahyetmekte, batılı süslü ve yaldızlı kalıplarla insanlar arasına sokmaktadır.
“Böylece her Peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla başbaşa bırak.” [6]
“Üzerinde Allah’ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu fısk’tır (yoldan çıkıştır). Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli çağrılarda bulunurlar. Onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz.” [7]
O bilmektedir ki; şüphelerle kirlenmiş bir kalp onun esiridir; ve her şüphe kendinden daha büyük, daha yıkıcı, netice bakımından daha ciddi hasara sebep olan bir şüpheye kapı aralamaktadır. Şüphelerle kulluk bünyesine bulaşan her hastalık; kalbin direncini kırmakta, bağışıklığını zayıflatmakta ve şeytani şüphelere açık hâle getirmektedir.
“Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır.” [8]
Bir zaman sonra İblis’e gerek kalmamakta; kalp kendi şüphesini kendisi üretmeye başlamaktadır. Artık şifa dolu Allah’ın ayetleri dahi kalbe şüphe olarak yansımakta ve sahibinin hastalığını arttırmaktadır.
“Bir sure indirildiğinde onlardan bir kısmı: ‘Bu hanginizin imanını arttırdı?’ derler. İman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar (ayetlerde yer alan Allah’ın müminlere yönelik vaatleriyle) müjdelenmektedirler. Kalplerinde hastalık olanlara gelince, onların (kalplerinde bulunan) pisliklerine pislik katmış ve onlar kafir olarak ölmüşlerdir.” [9]
Kimler Şüpheye Daha Elverişlidir?
Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla şüpheye açık kalplerin bazı özellikleri bulunmaktadır. Bunlardan Kur’an’da sıkça tekrar edenler;
• Allah adına bilgisizce konuşma cüretine sahip olanlar.
“Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. O size yalnızca kötülüğü, çirkin hayasızlığı ve Allah’a karşı bilmediğini şeyleri söyleminizi emreder.” [10]
“De ki: ‘Rabbim (sizin uydurduklarınız değil) yalnızca şunları haram kıldı: Açık ve kapalı tüm fuhşiyyatı, her türlü günah ve haksız yere taşkınlık etmeyi, (meşruluğu) hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi…’ ” [11]
“İnsanlardan kimi, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır durur.” [12]
• Zan, hurafe, menkıbe, efsane gibi asılsız şeyleri bilgi kaynağı kabul eden ve dinini kulaktan dolma bilgilere, tahmin ve varsayımlara bina edenler.
“Onların çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiçbir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir.” [13]
“Şirk koşanlar diyecekler ki: ‘Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne atalarımız ve hiçbir şey de haram kılmazdık.’ Onlardan öncekiler de, bizim zorlu azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki: ‘Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz ancak zan ve tahminle yalan söylersiniz.’ ” [14]
• Birden fazla anlama gelen, kafa karıştıran naslara alaka duyup onları yorumlamaya çalışanlar.
“Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.” [15]
• Asla delil olamayacak ‘Çoğunluk’, ‘Atalar yolu’, ‘Arzu/heva’ gibi şeylere dayananlar.
“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘Zan ve tahminle yalan söylerler.’ ” [16]
“Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine ve elçiye gelin’ denildiğinde, ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter’ derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse?” [17]
“… Şüphesiz ki çoğunluk hevalarına/arzularına uyup insanları saptırırlar…” [18]
Ne Yapmalı?
Bugün şüphe yayıp imanları sarsmak, müminin kalbinin kulluk vazifesini yapamayacak hâle gelmesini sağlamak için kurumlar oluşturulmuştur. Evet, dinimizi ifsad etmek ve bizleri saptırmak için ‘Özel kurumlar’ vardır. Aramızda yaşamakta, İslami medreselerde eğitim almakta kafa karıştırmaya ve hastalıklı bünyelerde şüphe oluşturmaya elverişli konuları itinayla araştırmakta ve uygun zemini bulduklarında servis etmektedirler.
Medya vb. kitle iletişim araçları kullanılarak aynı anda milyonlarca insana ulaşılmakta; kısık bir ses misali zayıf olan bireysel veya bölgesel ıslah faaliyetlerinin karşısında kitlesel, ulusal, evrensel bir ifsad hareketi olarak yelerini almaktadırlar.
Öyle sinsi yollara tevessül etmekteler ki; cinni şeytanlar dahi insanların şerre yönelik bu istekleri karşısında muhtemelen şaşırmaktalar. Tek bir yıkıcı şüphe için ciltler dolusu tezler hazırlamakta, İslam’ı ve Peygamberini övmekte, batı tarafından övülmeyi marifet sanan aydınlarımız(!) tarafından hayranlıkla takip edilmekte, bir ömür bilinmese imana zarar vermeyecek teferruat övgünün arasına, ebedi cehenneme sürükleyen bir şüphe yerleştirerek inanç ve akide enkazına dönmüş bir ümmet hayal etmektedirler. Bugün ‘objektif’, ‘araştırmacı’, ‘hakikatin izinde bir ömür’ gibi allanıp pullanan bir çok oryantalist/müsteşrik maalesef bu iş için akıl almaz bütçelerle finanse edilmekte ve vazifelerini şevkle icra etmektedirler.
Yaklaşık iki asırdır başlamış oldukları ‘Sünnet araştırmaları’, ‘Hadis okumaları’, ‘Sünnetin kaynak değeri’ gibi araştırmalar(!) bugün sünneti inkar eden, Rasûl’ü (sav) postacı seviyesine indirgeyen, kendileri için gördükleri ve tepe tepe kullandıkları ictihad hakkını dahi Nebiye çok gören hastalıklı bir nesil ortaya çıkarmıştır.
Bu objektif araştırmacılar(!) araştırmalarında Peygamberi, ahlakını, siyasetini, komutan ve iradeciliğini öven binlerce övgü dolu paragrafın arasına bir şüphe yerleştirdiler. Her kitaptan peyda olan bir şüphe toplanınca bir asır içinde binlerce şüphe oluştu. Bu, yanlızca şüphe oluşturmak için tesis edilen binlerce kurumdan bir tanesidir.
Allah’ın İpine Yapışmalı!
Şüphe çağında sığınacağımız kale Allah (cc), O’nun (cc) yeryüzüne sarkıttığı, bir ucu yine O’nun elinde olan Kitabullah olmalı. Çünkü şüphelerin, ihtilafların, zıtlık ve kavgaların olduğu yerlerde sorunları çözsün, dağılmış kalpleri birleştirsin, anlaşmazlığa düşülen konularda hakem olsun diye kitap indirdi Allah.
“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak Peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler; o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.” [19]
Ramazan’da oluşturduğumuz manevi Kur’an iklimini günlük hayatımızda canlı tutmalı; Kur’an’ın hakem olan ayetlerini ve doğru yola iletici mesajlarını çevremizde bulunan insanlarla paylaşmalıyız.
Neden Kitabullah?
Aydınlatan Kitap!
Karanlıklar içinde öylece bekleyen birinin ilk ve zaruri ihtiyacı ışıktır. Karanlığı ışıkla delmeden, birşeyleri değiştirme niyetiyle hareket eden kendisine ve çevresine zarar verecektir. Gidişata dur deme iradesine sahip muvahhidlerin önce şahsi sonra topluma ait karanlığı Allah’ın nuru olan kitabıyla kırmalıdırlar.
“Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve takva sahipleri için bir öğüt indirdik. Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” [20]
“Ey insanlar Rabbinizden size ‘kesin bir kanıt (burhan)’ geldi ve size apaçık bir nur (Kur’an) indirdik.” [21]
Yol Gösteren Rehber!
Kur’an hidayet kitabıdır. Allah’tan korkup sakınarak O’nun kitabını okuyanlara yol gösteren, rıza-i ilahiye ileten bir rehberdir.
“…Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi. Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip iletir.” [22]
Yitik insanlık kurtuluş umuduyla birçok rehberin peşine takıldı. Her girişim acı bir tecrübe olarak tarihteki yerini aldı. İnsanlar yanıldı, şaşırdı, gittikleri yolun çıkmaz sokak olduğunu anladı. Nesiller, toplumlar, çağlar izzet arayışıyla çıktıkları yollardan elleri boş döndüler.
Kitabın yanıltması, çıkmaz yola sokması, sonu hüsranla biten bir maceraya sürüklemesi ihtimal düzeyince dahi mümkün değildir. Çünkü onda yanılgı yoktur yanıltmaz; eksik yoktur şaşırtmaz, deneme yoktur yarı yolda bırakmaz. Onun önünden ve arkasından batıl gelmez. Hakim ve Hamid olan Allah tarafından indirilmiş; öğretileri doğruluk ve adalet yönünden tamamlanmıştır.
Onaran Kitap!
Şüphelerle kirlenen kalbin tedaviye ihtiyacı vardır. Eş-Şafii olan Rabbimizin şifa tecellilerinden biri de kuşkusuz Kur’an’dır. Kalplerde var olan marazları bir bir ele alır ve tedavi eder.
“Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet geldi.” [23]
“Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz.” [24]
Kur’an’ın hastalıklı bünyeleri nasıl tedavi ettiğine dair en güzel örnek sahabe toplumudur. Zan, hurafe, varsayım, atalar yolu, Allah adına bilgisizce konuşmak… Kalbi hastalıklı hâle getiren tüm sebepler onlarda mevcuttu. Kur’an, onlardan kalpleri selim, kıyamete kadar insanlara örnek olacak, Allah’ın onlardan, onların da Allah’tan razı olduğu güzide bir toplum meydana getirdi.
Kur’an’ın onarması, tamir etmesi, iyileştirmesi için ondaki bu potansiyele inanmak ve onun şifa menbaına kalpleri teslim etmek gerekir. Her bir ayet şahsımıza iniyor gibi okumak, her bir ayette kendimizi aramak, bir tabibe röntgen çekmesi için müsaade ettiğimiz gibi; kalpleri Kur’an’ın incelemesine bırakmak. Aksi hâlde; Medine’de Kur’an ayetlerine muhatap olan fakat şifa bulmak bir yana iyice kalp hastalıkları pekişen insanlar olduğunu öğreniyoruz Kur’an’dan.
“Bir sure indirildiğinde onlardan bir kısmı; ‘Bu sure hanginizin imanını arttırdı?’ derler. İman edenlere gelince onların imanını arttırmıştır ve onlar (ayetlerde yer alan Allah’ın müminlere yönelik vaadleriyle) müjdelenmektedirler. Kalplerinde hastalık olanlara gelince: onların (kalplerinde bulunan) pisliklerine pislik katmış ve onlar kafir olarak ölmüşlerdir.” [25]
Bunlarla sahabe arasındaki fark nedir? Bakış açısı ve amel elbet. Biri Kur’an’ın tedavi edeceğine inanıyor; diğeri kuşkuyla yaklaşıyor. Biri kalbini Kur’an’a emanet ediyor; diğeri ağırdan alıyor, onun kalpleri sarsan ayetlerinden hoşlanmıyor, kınamasın, eleştirmesin, sinelerimizde saklı duygularımızı ifşa etmesin diyor. Biri; onun sarsan, ürperten, ağız tadını ve, beyin konforunu kaçıran ilaçlarına sabırla yaklaşıp tedavi oluyor. Diğeri; ilacın acılığına tahammül edemeyen birkaç saniyelik ağız tadını bozmamak için bir ömür hastalığa mahkum olan ve hayatın tadını kaçıran adam gibi hastalıkla yaşıyor.
Yüreklere ve Akıllara Hitap Eden Kitap!
Kur’an, akli delilleri ve herkesin anlayacağı açıklıkta hüccetleriyle yürekleri fethedip, akılları ikna eden bir kitaptır. Şüpheler, bazı insanları ikna edip, yaldızlı cümlelerle süslenerek akıllarda ve kalplerde geçici bir etki alanı oluşturabilir. Fakat şüphenin etkisi, gücünü El-Hak olan Allah’tan alan apaçık belgelerle karşılaşıncaya kadardır. Ayı gördüğünde yıldızın, güneşi gördüğünde ayın ve nihayet Rabbinin hüccetini gördüğünde güneşin bir hiç olduğunu anlayan İbrahim (as) misali.
Kur’an; gözleri alan, karşısında kimsenin söz söyleyemeyeceği bir kesin kanıt ‘Burhan’dır.
“Ey insanlar Rabbinizden size ‘kesin bir kanıt (burhan)’ geldi ve size apaçık bir nur (Kur’an) indirdik.” [26]
Onun karşısında konuşacak, onun delilleriyle tartışmaya girecek herkesi alt eden, hüccetini ilzam eden bir ‘Hüccet’tir.
“Bu, İbrahim’e kavmine karşı verdiğimiz hüccetimizdir…” [27]
“De ki: en üstün, etkiliyi ve hasmı susturucu hüccet Allah’a aittir.” [28]
Delilleri Allah tarafından sağlamlaştırılmış, sonra da her bir delil tafsilatlı olarak Allah tarafından açıklanmış bir kitaptır.
“Elif, Lam, Ra. (Bu,) Ayetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitap’tır.” [29]
Şüphelerden oluşan batıl onun muhkem nasları karşısında o denli zayıftır ki özünden yok olmaya mahkumdur.
“Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendire geldiklerinizden dolayı eyvahlar size.” [30]
Öyleyse Kur’an’dan bölümler ezberlemeli, üzerine yoğunlaşmalı, içinde yaşadığımız toplumun sorunlarına dönük yönlerini ifade etmeliyiz. Şüphelerle yolunu kaybetmiş, zan ve hurafenin belirsizliği içinde endişeyle bocalayan insanlığı onun açık, kesin, aklı ve gönlü aynı anda doyuran belgelerine davet etmeliyiz.
Bir Adım Sonrasına Işık Tutan Kitap!
Kur’an, Basiretler Barındıran Bir Kitaptır!
“Gerçek şu ki size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim.” [31]
Basiret; kalp bakışı, derin sezgi, tecrübe ve olgunluk ürünü olan fikir demektir. Allah (cc) kitabını defalarca bu sıfatla nitelemiştir. Gözleri kitabın ayetlerine, kalpleri de ayetlerin ince manalarına temas eden insanlar olgunlaşırlar. Allah’ı, insanı, toplumları, Allah’ın değişmez yasalarını tanımaya başlarlar. İnsanların göremediği; akıbeti hayır sureti şer olan güzelliği de; insanların yöneldiği sureti hayır akıbeti şer olan fitneyi de görürler. Çünkü basiretler kitabı olan Kur’an onları olgunlaştırıp, uzak görüşlü, derin düşünceli, ince fikirli olmalarını sağlamıştır.
Allah’ın ayetlerinin basiretli kıldığı insanlarla, O’nun basiretinden yoksun insanların durumuna bir örnek.
“Böylelikle kendi ihtişamlı süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir’ dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah’ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz’ dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip yaymakta ve kısıp daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkâr edenler felah bulamaz’ demeye başladılar.” [32]
İlim adamları gaybı mı bilmekteydiler? Haşa ve Kella. Onlar, Allah’ın verdiği nimetin ikiye ayrıldığını, kimine takvasından ödül olarak, kimine kibrinden ceza ve istidrac olarak nimet verildiğini öğrenmişlerdi. Karun’da takva sahiplerinde bulunan tevazunun eserini göremediler. Çalım, kibir, böbürlenme gibi Allah’ın nefret ettiği insanların sıfatlarını gördüler. Akıbetinin de bu insanlar gibi olacağını tahmin ettiler.
Harekete Geçiren Kitap!
Kur’an, Allah’ın kelamıdır. Bu şu demektir: Kelimelerini Allah seçmiş, cümlelerini Allah oluşturmuş, insanlara sunmak istediği manaları içine Allah yerleştirmiştir. Her şeyiyle Allah’a ait, her şeyiyle Allah’tan olan bir kitaptır. Böyle bir kitap temas ettiği her şeyi harekete geçirir.
“Şayet bir kitapla dağlar yerinden oynatılacak olsa, yeryüzü onunla parçalansa ya da onunla ölüler konuşturulacak olsa hiç şüphesiz bu, Kur’an olurdu….” [33]
“Şayet biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.” [34]
Bu yönüyle Kur’an, yazımızın başında değindiğimiz Orucun vazifesini görmekte, ona gerektiği gibi inanıp onu rehber edinene irade kazandırmaktadır.
Bu kitap, insana insanı anlatmakta, kendinde bulunan potansiyeli göstermektedir.
“Andolsun, size (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde bulunduğu bir Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız?” [35]
Kur’an, kalpleri sabitleştirici kıssalarıyla müminin elinden tutmakta, bu Allah kelamına gönül veren ‘çok az’ insanın nelere sabredip direndiğini, sabır ve irade neticesinde neleri elde ettiklerini göstermektedir. Ve insana açık bir mesaj vermektir. İzzet, başarı, akıbet Allah’ın elindedir. Bunlara nail olmanın yolu; O’nun kitabına uyup ona kulak vermekle mümkündür.
Bu hakikatin farkına vardığı andan itibaren Kur’an ‘Ruh’ olmakta ve ceset durumundaki insana hayat vermektedir.
“Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip iletiyorsun.” [36]
•••
Birçok insan Kur’an okuduğu hâlde, onun etkisini hissedemediğinden şikayet etmektedir. Haliyle Kur’anın güç ve tesirine dair söylenenleri afaki bulmakta, teşvik için söylenmiş motive edici edebî cümleler olarak algılamaktadır.
Bu sorunun adresi yine Kur’an olmalıdır. Kur’an Allah’ın müminlere yönelik öğüt ve hatırlatması değil midir?
“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt gelmiştir…” [37]
“O (Kur’an) tüm alemler için yanlızca bir öğüt ve hatırlatmadır.” [38]
Kur’an, bir hocanın talebesine, bir babanın evladına öğüt verdiği gibi okuyanına öğüt verir. Yer yer insanın en derin duygularına dokunur, bazen bir yetimin başını okşar gibi kimi yerde bir suçluyu azarlar gibi terbiye eder mü’mini.
Kur’an okuyan kardeşlerimiz böyle bir dertten muzdaripse Kur’an okumaları sırasında bu soruyu esas hâline getirip Kur’an okumalıdırlar. Kur’an’ın bu soruya çok yönlü cevap verdiğini görecek, Kur’an’la etkileşim kurmaya engel olan her bir eksiğin nasıl telafi edileceğine dair çözüm önerileri bulacaklardır onun ayetleri arasında.
Kur’an diyecek ki: ‘Beni öylesine okuyorsun. Roman okur gibi, edebi bir metni tahlil eder gibi. Hayır! Beni ancak korkup sakınmak için okursan sana rehber olurum.’
“Bu kitapta hiçbir şüphe yoktur. Muttakiler için hidayettir.” [39]
Kur’an diyecek ki: ‘Beni okuyorsun ama Allah’tan korkmuyor, saygı duymuyor, O’nu tazim etmiyorsun. Rabbinle baş başa kaldığın yerlerde O’nu sevip sayacaksın ki; kalbin incelsin. İncelsin ki ayetlerin oraya temas etsin, yüreğine dokunabilsin.’
“Sen ancak, zikre (Kur’an’a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah’)a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele.” [40]
Diyecek ki Kur’an: ‘Ahireti düşünerek beni okumalısın. Kalbin dünyaya yapışık, ahireti ve Allah’la karşılaşmayı ummayan insanın gözüyle beni okuman karanlıklarını aydınlatmana yardımcı olmaz. Bu kitap; hayatı ahiret merkezli yaşayanları uyarır.’
“Rablerine (götürülüp) toplanacaklarından korkanları onunla (Kur’an’la) uyarıp korkut; onlar için ondan başka ne velileri vardır ne şefaatçileri. Umulur ki korkup sakınırlar.” [41]
Diyecek ki Kur’an: ‘Beni meşguliyetlerinin arasına sıkıştırma. Ben, insanlığın ana gündemi olmak için indirildim. Gündemleri ben olanlara izzet ve şeref getiririm. En değerli vaktini bana ayırarak beni okumalısın. Uykunu bölmeli, sıcak yatağını terk etmeli, gece kıyamda durmalı ve beni gecenin duası gibi içten ve duygulu, gecenin sohbeti gibi samimi ve yakın okumalısın.’
“Ey örtüsüne bürünen! Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk: (Gecenin) Yarısı kadar. Ya da ondan biraz eksilt. Veya üzerine ilave et. Ve Kur’an’ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku. Gerçek şu ki, biz senin üzerine ‘oldukça ağır’ bir söz (vahy) bırakacağız. Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır.” [42]
Diyecek ki Kur’an: ‘Beni okurken bana yoğunlaşmalı, ayetlerim üzerinde düşünmeli, yorulmalısın. Sen kalbini benim içime yerleştireceksin ki ben senin kalbinin içine yerleşebileyim. Kitaplığın tozlu raflarında ya da duvarların süslü kılıflarında değil yüreğinde ve zihninde yer açmalısın bana.’
“Kur’anı düşünmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilit mi vardır?” [43]
Diyecek ki Kur’an: ‘Beni kim sana ulaştırdıysa onun dudaklarıyla okumalı, onun aynasında seyretmeli, onun ahlakında beni aramalısın. Ben, Allah’ın (cc) ilim deryasından birkaç damlayım sadece… O yetimin (sav) yüreğine damladım. Onun seçilmiş yüreğinde çağlayıp onun söz ve davranışlarında suret buldum. Ancak beni onunla anlayabilirsin.’
“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Rasûlü’nde güzel bir örnek vardır.” [44]
•••
Bu, Kur’an’ı okumaya, düşünmeye, onunla hayat bulup aydınlanmaya, onunla harekete geçip irade kazanmaya, onunla azıklanıp yol arkadaşlığı yapmaya bir davettir. Bu, Kur’an iklimine bir çağrıdır.
“Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip iletir.” [45]
İlk Yorumu Sen Yap