Kısas Yaşatır

İbni Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Müslim olan kimsenin kanı şu üç kişi dışında helal olmaz: Zina eden dul, cana karşılık can, dinini terk edip cemaati terk eden.”[1]

Peygamber (sav) müminin kanının kendisiyle helal olduğu üç durumdan ikincisi için “cana karşı can” ifadesini kullandı. Şeriata göre bir Müslim, haklı bir gerekçe olmadan kardeşini öldürürse karşılığında öldürülür. Bu, Allah’ın (cc) ve Resûl’ünün (sav) bu konuda tartışmasız hükmüdür.

Bu nas, hüküm ve yasaların insanların hevalarına göre tespit edildiği, gücün belirleyici olduğu cahilî bir sistemin akabinde inmiştir. İnsanların zihin dünyalarında, değerler anlayışında çok önemli değişiklikler yaparak farklı toplumsal tabakaların bulunduğu cahilî bir sistemin ardından belirlenmiştir. Güçlünün hukukuna karşı olarak haklının hukuku ortaya konulmuştur.

Mekke, Medine başta olmak üzere Arap Yarımadası’nda ve dünyanın her bir toplumunda adı konulmuş veya konulmamış bir kast sistemi vardı: Köle tabakası, orta sınıf, soylular ve zenginler. Bu belirli belirsiz kast sistemi ekonomiden yönetime, hukuktan aileye hayatın her alanında çok bariz ve etkindi. Asgari düzeyde insan olarak muamele edilme hakkı bile alt tabakalar için çoğu zaman söz konusu olmazdı. Zaten zayıfların hakları yoktu. Nereden baksanız haksız bir pozisyondalardı.

Bu bahsettiğimiz sosyal sınıflar cahilî her toplumda farklı ad ve şekillerle yaşamaya devam etmektedir. Birileri ezen, birileri ezilendir. Birileri hakları yiyen, birileri susmaya mahkûm edilendir. Kimileri çalışmadan kazanan, kimileri çalıştığı hâlde aç kalandır. Birilerinin ağızlarını doldura doldura söyledikleri “21. yy.” bir cahilî dönem olarak bu adaletsizliği söküp atamadığı gibi farklı renkler ve kıyafetler içerisinde demokrasi kılıfıyla yaşatmaya devam ediyor.

İslam; bu adaletsiz, haksız ve hukuksuz düzene çomak soktu, meydan okudu ve seçenek sundu. Hukuk/Haklar meselesini her daim üstün kıldı, yargı karşısında bir halife ile köleyi eşit tuttu. Örnek almak isteyenlere mebzul miktarda örnekler sundu. Öldürmelerde cana can ilkesi veya kısas cezası yeryüzünde adaletin kendisiyle ikame edildiği bir ceza ilkesidir. Kişinin makamı, konumu, soyu, ilmî ehliyeti ne olursa olsun kısas cezası geçerlidir. İslam’ın; hak ve adaletin mumla arandığı bir dönemde inen bu hükmü doğruluğunu ve adaletini bir kez daha pekiştirdi.

Kur’ân-ı Kerim’de Bakara Suresi’nin 178-179. ayetlerinde kısas olarak zikredilen bu ceza sistemi Mâide Suresi’nde de Ehl-i Kitap üzerinden anlatılırken “cana can” olarak belirtildi. Rabbimiz (cc) henüz Mekke Dönemi’nde inen surelerden olan İsrâ Suresi’nde bu konuyu ele aldı. Ölünün velisine bir yetki verildiğini ve öldürmede haddin aşılmaması gerektiğini belirtti.

“Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı canı, (şeriatın meşru kabul ettiği bir) hak olmadıkça öldürmeyin. Kim de mazlum olarak öldürülürse, muhakkak ki onun velisine (kısas) yetkisi vermişizdir. Öyleyse o da öldürmede/kısasta ölçüsüz davranmasın/aşırı gitmesin. Çünkü ona yardım edilmiştir.”[2]

Şeriatın meşru kabul ettiği gerekçeler dışında bir Müslim’in canına kıymak suçtur. Dünyada ağır bir ceza olarak kısasın yanı sıra Ahiret Günü’nde de çetin bir azap vardır. Canı istedi, öfkelendi veya sevmiyor diye kimse kimseyi öldüremezdi. Ayette Yüce Rabbimiz şer’i bir hak olarak gerçekleşen öldürmeler dışındaki öldürme vakalarını zulüm olarak nitelendirdi. Öldürülen kimseyi mazlum olarak isimlendirdi ve velisine yetki verdiğini söyledi.

Veliye yetki, ayetteki ifadeyle sultan verilmesi meselesi üzerinde önemle durmak gerekiyor. Çünkü tam burası beşerî/cahilî sistemler ile İlahi sistem arasındaki küçümsenemeyecek farkı gösteriyor. Yetki ölünün velisine verilir. Bir yakınını (oğlunu, babasını, annesini, kızını…) kaybeden veli cezalandırmada tek söz sahibidir. İslami yönetimin dahi bu konuda bir söz hakkı yoktur. Ateş, düştüğü yeri yaktığından cezalandırmayı da ciğeri yananlar elinde bulundurmalıdır. Dilerse affetmeksizin öldürülenin öldürüldüğü şekilde öldürür, dilerse diyet alır, dilerse Rabbinin daha hayırlı olan vaadine talip olup bütün haklarından vazgeçer ve affeder. Ama nihai karar velinin elindedir.

Cahilî sistemlerde -günümüzdeki hukuki sistemler de dâhil- yetki devletin elindedir. Verilecek cezaya karar verecek olan devlettir. Aynı zamanda yarınlarda yine umarsızca oylarına talip olacakları halkının güvenliğini düşünmeden çıkarları doğrultusunda böylesi katilleri affetme yetkisini tartışmasız elinde bulunduran da devlettir. Aileye ateş mi düşmüş, ciğerleri mi yanmış, yakınlarını kaybedenler mi olmuş; pek de önemli değildir. Ne kadar zalim ne kadar adaletsiz bir sistemdir cahiliye! Cahiliye ile İslam’ın karşılaştırması cahiliyenin içerisinde bulunduğu karanlığı, İslam’ın da nurunu göstermektedir.

Öldürmelerde yetkiyi veliye veren İslam “öldürmede israfı” yasaklamıştır. Bu biraz kapsamlı bir ifadedir. Acı ağır bir acıdır, kayıp çok önemlidir; ancak bu, israfa/ölçüsüzlüğe ve zulme sebep olmamalıdır. Aksi hâlde yaşanan mağduriyet, bir başka mağduriyetler zincirine sebep olabilir. Katil öldürülmeli, katil dışında kimse öldürülmemelidir. Katil, öldürdüğü şekilde öldürülmelidir. Öldürdüğünden daha ağır bir şekilde öldürülmemelidir. Katil, veli tarafından affedildikten veya diyete razı olunduktan sonra veli, verdiği karara aykırı davranarak katili öldüremez.

Hakkını almak, hakkını alıncaya kadar ve sonraki süreçlerde dış baskılara karşı korunmak konusunda veliye yardım edilir, korunulur, muhafaza edilir. Hakkını alan mazlum tarafın bir ikinci zulme maruz kalmasına, katil veya yakınları tarafından sıkıntıya sokulmasına müsaade edilmez. Ayetteki “Çünkü ona yardım edilmiştir.” ifadesi bunu anlatmaktadır.

Cahiliye Devri’nde zulmen öldürülen bir mazlumun karşılığında bazı durumlarda katil öldürülmezdi. Maktul tarafı, kabilemizden olan kardeşimiz sizin kabilenizin falanına denktir, onu öldüreceğiz diyebilir, katil dışında birisinin kanını isteyebilirlerdi. Bazen de maktulün kıymetinden ötürü onlarca kişinin kanı istenir, istenmenin ötesinde kimi zaman onlarca kişi bir kişiye denk olarak öldürülürdü ve bu ölçüsüz ve dengesiz cezalandırmalar bazı durumlarda kanlı savaşlara sebep olabilirdi. Allah (cc), maktulün velisine yetki verirken ona da durması gereken bir yer olduğunu ayet içerisinde öğretmiş oldu.

Kısasta Hayat Vardır!

Bakara Suresi’ndeki kısas ayetlerinde Allah (cc), özellikle öldürmelerde kısasın hikmeti ve faydasına değindi:

“Sizin için kısasta hayat vardır ey akıl sahipleri! Umulur ki sakınıp korkarsınız.”[3]

Kısası bir hayat nedeni olarak belirtti. Bazılarının zannettiği gibi kısasın öldürmekle ilgisi olmadığını, kısasın hayat ile arasında sağlam bir bağlantı olduğunu vurguladı. Bu nokta, üzerinde tefekkür edilmeyi gerektiren önemli bir meseledir. Allah (cc) bu kadar kesin ve açık bir hüküm söylüyorsa bu sözün altı boş değildir, hâşâ!

Kısas ile hayat arasındaki bağlantı hakkında şu yorumlarda bulunabiliriz:

– Kısasla beraber toplum öldürme vakalarından emin olur. Cezanın caydırıcılığı topluma bir güven sağlar. Her sokak başında katiller ile maktuller arasındaki canhıraş kavga artık olmayacaktır.

– Katil, kısas olarak suçu karşılığında öldürüldüğünde temizlenir ve ahirette onun için daha güzel bir hayat olur. Zira had cezaları günahları temizler.

– Kısas; katil ve maktul olacak kimselerin yaşamasına sebeptir. Öldürüleceğini bilen katil öldürmez, böylece maktul de hayatta kalır, öldürmeye niyet eden katil de.

Ayet, devamında “Ey akıl sahipleri!” diye hitap etti. Allah (cc) neden özellikle akıl sahiplerine hitap etmiş olabilir? Üzerine düşündüğümüz, İslam âlimlerinin tefsirlerinde yazdıklarına baktığımız zaman şu sonucu görüyoruz:

Kısas hükümleri ile hayat arasında sağlam bir bağlantı vardır. Bunu yukarıda izah ettik. Ancak bu bağlantıyı herkes kuramayabilir ve herkes bu hükmü anlamayabilir. Neden kısas olacakmış ki? Birileri itiraz edebilir. Allah (cc) kısas ile hayat arasındaki bağlantıyı sadece akıl sahiplerinin anlayabileceğini söyledi. Katiller sürüsünün iyi hâl indirimleriyle cezalarının hafifletildiği, cezaevlerinde beslenip aflarla tekrar dışarı salıverildiği ve dahi -zaman zaman- bu adaletsiz durumun kan davalarına sebep olduğu bir sistemde bugün nicelerinin kısasa karşı olmalarının sebebi çok açık değil mi?


[1]. Buhari, 6878; Müslim, 1676

[2]. 17/İsrâ, 33

[3]. 2/Bakara, 179

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver