Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam O’nun Rasûlüne olsun.
Yezid’in hilafetini kabul etmeyen ve Kufe ehlinden kendine ulaşan davet mektuplarını dikkate alan Hüseyin radıyallahu anh, Müslim bin Akil’i Kufe’ye gönderdi. İlk başlarda ciddi bir ilgiyle karşılaşan Müslim b. Akil, Hüseyin’e bu durumu haber verdi. Bunun üzerine yola çıkan Hüseyin, yolda Kufelilerin ihanet haberini aldı.
Kufe’ye vali olarak atanan Ubeydullah b. Ziyad, Hüseyin’e biat eden topluluğu, çeşitli komplolarla dağıttı. Son olarak da Müslim b. Akil’i şehid etti. Hüseyin radıyallahu anh, şehadet haberini öğrenince etrafındaki kişilere durumu izah etti ve istedikleri gibi hareket edebileceklerini söyledi. Beraber yola çıktıkları arkadaşları, Hüseyin’i bırakmayacaklarını ifade ettiler ve yola devam ettiler.
Bu sırada Ubeydullah b. Ziyad, Kufe’de Hüseyin’e biat ettiğini söyleyen kimse kalmamasına rağmen tedbirlerini en üst düzeyde tutmaya devam ediyordu. Son bir tedbir olarak ise Kufe’ye geliş ve gidiş yollarını kontrol etmeye başladı. Durum öyle bir hâl aldı ki Hüseyin’e radıyallahu anh sempati duyanlar dahi bu yol kontrollerinde belirleniyor ve cezalandırılıyordu. Bu tedbirler, Hüseyin’e biatını saklayan kişilerin umutsuzluklarını daha da arttırıyordu.
Hüseyin radıyallahu anh yola devam ederken ilk önce Hur b. Yezid’in komutasındaki bir orduyla karşılaştı. Ubeydullah b. Ziyad’ın gönderdiği bu ordu, Hüseyin ile karşılaşınca ona güzel bir şekilde muamele etti. Ordunun komutanı, orta yolu bulmak ve Hüseyin’i kararından vazgeçirmek için çok çabaladı. Ancak Hüseyin radıyallahu anh bu tekliflere yanaşmadı.
Hüseyin radıyallahu anh Kerbela’ya ulaşınca Ömer b. Sa’d komutasında dört bin kişilik bir orduyla karşılaştı. Ömer b. Sa’d ile Hüseyin arasında da çeşitli görüşmeler oldu. Ama bunlardan da bir sonuç çıkmadı. Bunun üzerine Hüseyin ve beraberindekilerin şehadetiyle sonuçlanan savaş başladı.
Etrafındaki ashabı şehit olan Hüseyin radıyallahu anh tek başına Ömer b. Sa’d’ın ordusuyla mücadele etmeye başladı. Askerlerden hiçbirisi, Hüseyin’e elini uzatmak, onun ölümüne sebep olmak istemiyordu. Fakat sonunda bir bedbaht, Rasûlullah’ın torununu katletti. Başka bir şakî de başını kesti.
Hüseyin’in radıyallahu anh kesik başı ve toplulukta bulunan kadın ve çocuklar, orduyla beraber Kufe’ye getirildi. Ubeydullah b. Ziyad, Hüseyin’in başıyla oynamaya ve onu aşağılamaya başladı. Olayı Enes radıyallahu anh şöyle rivayet ediyor:
“Ubeydullah b. Ziyad’a, Hüseyin’in kesilen başı getirilmişti. Onu bir sininin üzerine koyarak, elinde bulunan süngüsüyle onu aşağılamaya başladı ve güzelliği hakkında ileri geri konuştu. Bunun üzerine ben ona: ‘O, Rasûlullah’a en çok benzeyen kişiydi’ dedim. Bu esnada Hüseyin’in başı ‘vesme’ denilen bir tür kına ile boyalıydı.” (Buhari)
Ubeydullah b. Ziyad, daha sonra Hüseyin’in başını ve kadınlar ile çocukları Yezid’e gönderdi.
Yezid’in bu süreçteki muamelesi ile ilgili farklı rivayetler mevcuttur. Özellikle Şia kaynaklarında Yezid’in de Hüseyin’in radıyallahu anh başı ile oynadığı, kadınlar ve çocukları köle pazarlarında satılığa çıkarttığı gibi rivayetler vardır. Ancak bunların dayandığı senetler, neredeyse yok hükmündedir. Kerbela hadisesini bize nakleden Şia kaynaklarındaki bu durum, aslında çok da garipsenecek bir hâl değildir. Dinlerini uydurma rivayet üzerine bina eden bir taifeden, başka bir şey beklemek zaten mümkün değildir
Burada asıl ilginç olan ise, başka meselelerde Şia’nın ne kadar yalancı olduğunu gören ve bunu vurgulayan Ehli Sünnet âlimlerinin, Kerbela olayını Şia kaynaklarından aktarmalarıdır. Allahu alem burada duygusallık devreye girmiş, ilmin temel prensipleri göz ardı edilmiştir.
Mesele Hüseyin’in radıyallahu anh şehadeti olunca, ‘Onun katillerine bütün kötü sıfatlar yakıştırılabilir’ mantığıyla hareket edilmiştir. Evet, bu katiller ve bu katillere emir verenler, söylenen her şeyi ve daha kötüsünü de yapmış olabilirler. Allah Rasûlü’nün torununu katletmekten çekinmeyenlerden, her türlü alçaklık beklenebilir. Ancak bunları yaptıklarına dair sahih bir rivayet yoksa, o zaman bunları söylemek, bizi vebal altında bırakacaktır. Bir kavme olan düşmanlığımız, bizi adaletsizliğe sevk etmemelidir.
Aslında duygusallıkla hareket edip başkalarına zulmetmek, her insanın başına gelebilecek durumdur. O yüzden Müslüman bir fert, insanların hakkına girmemek için Kur’an ve Sünnet’in çizdiği çerçeveye uymaya azami surette gayret göstermelidir. Duyguların kabardığı anda karar vermekten kaçınmalı ya da aklıselim birileri ile istişare etmelidir.
İnsanların ciltlerle kitap yazıp anlattığı Kerbela hadisesini, iki yazıda özetleyebilmemizin sebebi; duygusallık nedeniyle ortaya atılan asılsız rivayetleri eleyip, sahih kaynaklarda geçenler ile yetinmemizdir.
Kerbela hadisesi, beraberinde şu soruyu da zihinlerde canlandırmıştır:
‘Kerbela olayının asıl faili kimdi? Sorumluluk kimin üzerindedir?’
Bu hususta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, birinci fail Kufe ehlidir. Çünkü onlar, daha önceden yaptıkları hainliklere bir yenisini daha eklemişler ve Hüseyin’e de radıyallahu anh hainlik etmişlerdir. Hüseyin’in katlinden dolaylı olarak da sorumlu hâle gelmişlerdir. Hüseyin, belki onlara uzaktı, savaşta onun yanında yer almaları mümkün değildi ama yanlarında olan elçisi Müslim b. Akil’i dahi muhafaza etmeyi beceremediler. Onu yarı yolda bıraktılar. Bu ahlakları nedeniyle, sahabe de onlara karşı sürekli temkinli davranmış ve onlara karşı tepkilerini farklı şekillerde dillendirmişlerdir.
Abdullah b. Ömer radıyallahu anh, Irak’tan gelip de kendisine: ‘İhramlıyken sinek öldürmenin cezası nedir?’ diye soran heyete şöyle cevap verir: ‘Ey Iraklılar! Size şaşmamak elden gelmiyor. Siz, Allah Rasûlünün kızı Fatıma’nın ciğerparesini öldürüyorsunuz, bu konuda hiçbir şekilde sıkılmıyorsunuz, sonra da kalkıp ihramlıyken sinek öldürmenin cezasından bana soruyorsunuz. Siz nasıl bir toplumsunuz?’
İkincil fail ise Kufe valisi Ubeydullah b. Ziyad’dır. Hüseyin’e radıyallahu anh destek verenlere çok sert muamele etmiş, onlara komplolar kurmuş ve Hüseyin’in son aşamadaki makul taleplerini reddedip onun katlinin vebaline ortak olmuştur. Makam sevgisi ve kibri, onu hem dünyada hem ahirette helaka götürmüştür.
Failleri zikrederken Yezid’den bahsetmememiz mümkün değildir. Her ne kadar kaynaklarda Hüseyin’in radıyallahu anh katlinin emrini onun vermediği, bu duruma çok üzüldüğü, uzun süre ağladığı, esir olunan kadın ve çocuklara güzel muamele ettiği söylense de bunların hiçbirisi, ortadaki cürmü hafifletmez. Bütün bu yaptıklarında gerçekten samimi olup olmadığını ondan sonraki amelleri belirleyecekti. Kerbela hadisesinden sonra yaşanan olaylara baktığımız zaman pek de iç açıcı bir tabloyla karşılaştığımızı söylememiz mümkün değildir. Hüseyin’in katli nedeniyle üzüntü duyan bir Yezid, Ubeydullah b. Ziyad’ı nasıl hâlâ görevde bırakır, onu azletmez? Rasûlullah’ın torununun katledilmesinden üzüntü duyan bir Yezid, daha sonra nasıl Medine’ye saldırılmasına göz yumar?
Bunların hepsini bir araya getirdiğimizde bu taife ve kişilerin, Hüseyin’in radıyallahu anh katledilmesinin vebalinde ortak olduklarını söyleyebiliriz.
Kerbela hadisesiyle ilgili olarak yazımızı bitirmeden önce şunu ekleyebiliriz: Allahualem, Hüseyin radıyallahu anh, bu ameli ve şehadetiyle İslam ümmetine bir ayrımı net olarak öğretmiştir. O da hilafet ile saltanatın arasında fark olduğudur. Eğer böyle bir hadise yaşanmamış olsaydı, İslam ümmeti saltanatı benimseyecek ve onu da Raşid Hilafet ile eşdeğer görecekti.(Bu yazımızda geçen tarihî vakıalar, Muhammed Sallabi’nin ‘Emeviler Dönemi’ adlı kitabından özetle alıntılanmıştır.)
Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap