خَدِيجَةُ بِنْتِ خُوَيْلِد Hatice binti Huveylid
Geçtiğimiz sayıda Hatice Annemizin (r.anha) hayatını anlatmaya başlamıştık. Ailesinden, çevresinden, ticari kabiliyetinden bahsetmiştik. Bu sayımızda ise hayatının diğer yönlerine ışık tutmaya devam edeceğiz.
Allah Resûlü’nden Sonra
Aslında her şey Hatice Annemizin (r.anha) Allah Resûlü (sav) ile evliliğiyle başlamıştı. Mekke küçük bir yerdi. Herkes birbirini tanırdı. Bu yüzden Allah Resûlü (sav) ve Hatice Annemiz de zaten akraba oldukları için birbirlerini tanıyorlardı. Allah Resûlü (sav) nübüvvetten önce ticaretle uğraşıyordu. Amcalarının yanında ticareti öğrenmiş, ticaret için birçok yolculuk yapmıştı. Hatice Annemiz de ticaretle uğraşıyordu. Kendisi ticaret için farklı beldelere gitmiyor, fakat mudarebe usulüyle, yani sermaye ve kâr ortaklığı yaparak kazanç sağlıyordu. İşte Allah Resûlü (sav) ile Hatice Annemizin (r.anha) yollarının kesiştiği nokta burası olacaktı. Ortak bir iş yapacak ve bu vesileyle birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı bulacaklardı.
Hatice Annemiz yalnız bir kadındı. Bir hayat arkadaşına ihtiyacı vardı. Ancak tam manasıyla istediği kişiyi bulamamıştı. Kureyş eşrafından birçok kimse kendisine evlilik teklif etmişti, ama o bu tekliflerin hiçbirini kabul etmemişti. Allah Resûlü de (sav) evlilik yaşı çoktan gelmesine rağmen kimseyle evlenmemişti.
Hatice Annemiz (r.anha) Allah Resûlü’nün (sav) güzel ahlakını duyunca onunla ticaret yapmak istemişti. Allah Resûlü (sav) onun bu teklifini kabul edip Hatice Annemizin kölesi Meysera ile birlikte Mekke’den bir kervanla Şam’a doğru yola çıkmışlardı. Hatice Annemiz kervan döndükten sonra Meysera’nın Allah Resûlü (sav) ile ilgili anlattıklarından çok etkilenmiş ve kendisiyle evlenmek istemişti. Her şeyin ötesinde, onlar için yazılan kader icra ediyordu.
“Allah’ın emri belirlenmiş bir kaderdir.”[1]
Olayı, bu kutlu evliliğe vesile olan Hatice Annemizin yakın arkadaşı Nefîse binti Umeyye’den dinleyelim:
“Hatice şeref sahibi bir kadındı, çok malı vardı ve ticaretle uğraşırdı. Şam’a kervan gönderirdi ve kervanı diğer Kureyşlilerin kervanına denk olurdu. Erkekleri işte çalıştırmak için ücretle tutar ve kârına ortak ederdi. Allah Resûlü (sav) yirmi beş yaşına ulaşınca Mekke’de insanlar arasında ‘El-Emîn’ ismiyle anılıyordu. Bu sırada Hatice binti Huveylid ona haber gönderip kölesi Meysera’yla birlikte ticaret için onu Şam’a göndermek istediğini bildirdi. Ona, ‘Ben sana kavminin ödediğinin iki mislini ödeyeceğim.’ dedi. Allah Resûlü (sav) bu teklifi kabul etti. Allah Resûlü, Busra Pazarı’na gitti, orada alışveriş yaptı. Hatice daha önce kazandığından kat kat fazlasını kazandı. Allah Resûlü’ne de (sav) kat kat fazla ücret verdi. Nefîse, Hatice’ye, ‘Beni gizlice ona göndersen de onunla evlenme talebini kendisine bildirsem.’ dedi ve bunu yaptı. Hatice, amcası Amr ibni Esed ibni Abduluzza ibni Kusay’a gelmesi için haber gönderdi. Allah Resûlü, Hatice’nin amcalarının bulunduğu eve geldi ve orada bulunan amcalarından biri nikâhını kıyıp evlendirdi. Amr ibni Esed bu konuda, ‘Bundan sonra sırtı yere gelmez.’ dedi.
Allah Resûlü (sav) Şam’dan döndüğünde onunla evlenmişti. O sırada yirmi beş yaşındaydı. Hatice’nin Kâsım ve Abdullah adında iki oğlu oldu. Bunlardan Kâsım’ın lakabı Tâhir, Abdullah’ın ise Tayyib’di. Tayyib, İslâm geldikten sonra dünyaya geldiği için bu şekilde isimlendirilmişti. Hatice’nin Zeyneb, Rukayye, Ummu Kulsûm ve Fâtıma isminde kız çocukları oldu. Selma, Ukbe’nin kölesiydi ve Hatice’nin yanına gelirdi. Her çocuk arasında bir sene vardı. O kadın çocukları emziriyordu. Doğumundan önce bunun için hazırlık yapıyordu.”[2]
Allah Resûlü (sav) ile Hatice Annemizin (r.anha) arasındaki bu evlilik İslam’ın temellerini oluşturacaktı. Sadece onların şahsi hayatlarına değil, aynı zamanda davetin ilerlemesine de büyük katkı sağlayacaktı. Özellikle Hatice Annemizin ilk iman edenlerden olması büyük önem taşıyordu. Daha ilk ândan onun Allah Resûlü’ne (sav) gösterdiği sadakat Allah Resûlü (sav) için büyük motive kaynağı oldu. Bu yüzden Allah Resûlü (sav) ona karşı hep derin bir sevgi duydu.
İlk Vahiy ve İlk İman
Hatice Annemizin (r.anha) İslam’dan önce putlara taptığını veya başka bir surette Allah’a (cc) şirk koştuğunu bilmiyoruz. Bu yüzden hem eşi Allah Resûlü (sav) gibi hem de amcasının oğlu Varaka ibni Nevfel gibi hanîf bir kimse olabilir. İlk vahiy geldiğinde verdiği tepki, Allah Resûlü’nü (sav) Varaka’ya götürmesi ve Varaka’nın söylediklerine itiraz etmemesi bu ihtimali biraz daha olası kılıyor. Allah Resûlü’nün (sav) nübüvvetten önce putlara asla ibadet etmeyeceğini söylediğinde onu onaylaması da bu ihtimali biraz daha kuvvetlendiriyor.
Urve ibni Zubeyr’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:
“Hatice binti Huveylid’in komşusu bana Nebi’yi (sav) eşi Hatice’ye şöyle derken işittiğini haber verdi:
‘Ey Hatice! Allah’a yemin olsun ki ben asla Lat’a ibadet etmem. Allah’a yemin olsun ki ben asla Uzza’ya ibadet etmem.’
Hatice (onun sözlerini onaylamak için) ‘Lat’tan uzak ol. Uzza’dan uzak ol.’ dedi.”[3]
Hatice Annemizin (r.anha) bu selim fıtratı ilk vahiy geldiğinde iman için hazır olacaktı. Allah Resûlü (sav) risaletle görevlendirilince ilk tasdik eden o olacaktı. Tevhidi işittiğinde tereddüt etmeden iman edecek ve son nefesine kadar iman üzere sebat edecekti.
Allah Resûlü (sav) vahyin gelmesine yakın, toplumun hâlinden rahatsız olduğu için artık daha çok yalnız kalmayı tercih ediyordu. Azığını alıp Nur Dağı’ndaki Hira Mağarası’na çekilerek orada Rabbine ibadet ediyordu. Hatice Annemiz de bazen eşine azık götürüyor ve onu ziyaret ediyordu. Doğal olarak eşinin bu hâlini müşahede ediyor ve onunla aynı duyguları paylaşıyordu. Tâ ki ilk vahiy gelip yeni bir başlangıca işaret ettiğinde artık birlikte çözüm arayan hislerine cevap bulmuşlardı.
Urve ibni Zubeyr’den (rh) rivayetle Nebi’nin eşi Âişe (r.anha) şöyle dedi:
“Allah Resûlü’ne (sav) vahyin gelişi, uykusunda doğru rüyalar görmesiyle başladı. Gördüğü her rüya sabahın aydınlığı gibi aynen çıkardı. Sonra ona yalnızlık sevdirildi. Artık Hira Mağarası’nda yalnızlığa çekilir, oradan ailesinin yanına gelinceye kadar sayısı belirli gecelerde ibadet eder ve (ailesinin yanına döndükten bir süre sonra) yine azık alıp mağaraya geri giderdi. Sonra yine Hatice’nin (r.anha) yanına dönüp, bir o kadar zaman için azık hazırlardı.
Nihayet Allah Resûlü (sav) bir gün Hira Mağarası’ndayken hak (vahiy) kendisine geldi. Ona melek geldi ve ‘Oku!’ dedi.
O da, ‘Ben okuma bilmem.’ cevabını verdi.
Allah Resûlü (sav) dedi ki: ‘O zaman melek beni alıp takatim kesilinceye kadar sıktı.
Sonra bırakıp yine, ‘Oku!’ dedi.
Ben de ona, ‘Ben okuma bilmem.’ dedim.
Yine beni alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıktı.
Sonra beni bırakıp yine, ‘Oku!’ dedi.
Ben de, ‘Ben okuma bilmem.’ dedim.
Beni alıp üçüncü defa sıktı. Sonra beni bırakıp, ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin (en cömert ve ihsanı en bol olan) El-Ekrem’dir.’[4] dedi.’
Bunun üzerine Allah Resûlü (sav) yüreği titreyerek döndü ve eşi Hatice binti Huveylid’in yanına giderek, ‘Beni örtün! Beni örtün!’ dedi. Onlar da korkusu gidinceye kadar onu örttüler. Sonra Allah Resûlü (sav) Hatice’ye başından geçenleri anlattı ve ‘Kendimden korktum.’ dedi.
Hatice, ‘Asla, Allah’a yemin ederim ki, Allah seni ebediyen utandırmaz. Çünkü sen akrabalık bağlarını gözetirsin, işini göremeyenlerin yükünü yüklenirsin, yoksulları korursun, zayıfları ağırlarsın, hak yolunda karşılaşılan sıkıntılarda yardım edersin.’ dedi.
Bundan sonra Hatice, Allah Resûlü’nü (sav) alıp amcasının oğlu Varaka ibni Nevfel ibni Esed ibni Abduluzzâ’ya götürdü. O, cahiliye zamanında Hristiyan olmuş bir kimseydi. İbranice kitap yazardı. İncil’den Allah’ın dilediği kadar İbranice yazardı. Varaka artık gözleri görmeyen bir ihtiyar hâline gelmişti.
Hatice Varaka’ya, ‘Ey Amcamın oğlu! Dinle bak, yeğenin neler söylüyor.’ dedi.
Varaka, ‘Ey yeğenim! Ne gördün?’ diye sordu.
Allah Resûlü (sav) gördüklerini anlattı.
Bunun üzerine Varaka, ‘Bu gördüğün, Allah’ın Mûsâ’ya gönderdiği Nâmus’tur. Keşke senin endişeli zamanında genç olsaydım! Keşke kavminin seni çıkaracakları zaman genç olsaydım!’ dedi.
Bunun üzerine Allah Resûlü (sav), ‘Onlar beni çıkaracaklar mı!?’ diye sordu.
Varaka da, ‘Evet, senin getirdiklerini getirip de kendisine düşmanlık edilmemiş hiç kimse yoktur. Şayet senin günlerine yetişirsem sana tüm gücümle yardım ederim.’ dedi. Çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy bir süreliğine kesildi.”[5]
Hatice Annemizin (r.anha) ilk vahyin geldiği sırada verdiği tepki ve söylediği söz onun ne kadar olgun biri olduğunu bizlere göstermektedir. Eşinden böyle sözler duyup da onun verdiği gini bir tepki vermek her kadının yapabileceği bir davranış değildir. Başkası olsa korkabilir, kuşkuya düşebilir, bırakıp kaçabilir. Ancak Hatice Annemizin eşinin doğruluğundan hiçbir şüphesi yok. İlk cümlesine dikkat edin: “Asla, Allah’a yemin ederim ki Allah seni ebediyen utandırmaz.” Yani Hatice Annemiz Allah Resûlü (sav) gibi tüm kötülüklerden kaçınan ve tüm iyilikleri yerine getirmeye çalışan birinin asla mahcup olmayacağını çok iyi biliyor. Bu yüzden böyle kâmil birinin kötü bir şeyle karşılaşacağını düşünmüyor. Allah’ın (cc) bu durumu hayırla sonuçlandıracağına inanıyor.
Sonra Allah Resûlü’nü (sav) Varaka ibni Nevfel’e götürmesinin de ne kadar hikmetli bir davranış olduğunu görüyoruz. Allah Resûlü’nü (sav) ona götürmeseydi anlaşılması güç olan bu durumu çözemeyebilirlerdi. Ya da uygun olmayan başka birine götürseydi büyük bir zarara uğrayabilirlerdi. Ancak o eşini tam da bu konuda bilgili olan Ehl-i Kitap bir hanifin yanına götürdü. O da içerisinde bulundukları hâli açıklığa kavuşturdu. Allah Resûlü’nün (sav) hem nübüvvetle şereflendiğini hem de bu yolun kolay olmayıp ileride kendisini büyük zorlukların beklediğini haber verdi. Hatice Annemizin yerinde yönlendirmesiyle bu zor durum atlatılmış ve sükûnete erişilmiş oldu.
İşte Hatice Annemizin (r.anha) bu güzel davranışı üzerinden eşlerin zorluklar karşısında birbirine omuz vermelerinin ne kadar önemli olduğunu yeniden hatırlamış oluyoruz. Bu yüzden Hatice Annemizin bu örnekliğini daima hatırda tutmak gerekli. Bilhassa Müslimeler…
Hanımlar evvela eşlerine inanmalılar. Eşleri, Allah (cc) için hayırlı bir amel yapacakları zaman sonuna kadar destek vermeliler. Kendi basit menfaatleri için yapacakları iyiliklere engel olmamalılar. Asla davaya sunacakları fedakârlıkların önüne duvar örmemeliler. Bilakis güzel yönlendirmelerde bulunmalı ve hayra teşvik etmeliler. Hatice Annemiz gibi, “Allah seni zayi etmez.” diyerek gönüllerine sürur vermeliler. Eşlerinin yapacakları salih amellerde onların sevabına ortak olacaklarını unutmamalılar. Ancak böyle bir aile olduğumuz takdirde Allah’ın (cc) hoşnutluğunu kazanabileceğimizi daima hatırlamalıyız. İşte bu manada hayra anahtar, şerre kilit olana ne mutlu…
Enes ibni Mâlik’ten (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz bazı insanlar hayırlı işler için anahtar ve şerli işler için kilit gibidir. Bazı insanlar ise şerli işler için anahtar ve hayırlı işler için kilit gibidir. Ne mutlu o kimseye ki Allah hayırlı işlerin anahtarlarını onun ellerine vermiştir. Yazıklar olsun o kimseye ki Allah şerli işlerin anahtarlarını onun ellerine vermiştir.”[6]
Devam edecek, inşallah…
[1]. bk. 33/Ahzâb, 38
[2]. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Dâru Sâdr, 8/16
[3]. Ahmed, 23067
[4]. 96/Alak, 1-3
[5]. Buhari, 3; Müslim, 160
[6]. İbni Mace, 237
İlk Yorumu Sen Yap