İyiliğe Ulaşmak İçin

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ

“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe birr/iyilik (mertebesine) ulaşamazsınız. Ne infak etmişseniz kesinlikle Allah onu bilir.”[1]

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Kur’ân ve Sünnete baktığımızda kulluğun farklı farklı mertebeleri olduğunu görmekteyiz. Bununla birlikte her bir mertebenin özelliklerini ve bu mertebeye ulaşan mümin kulların vasıflarını görüyoruz. Bu ayki yazımızda birr mertebesini ve bu mertebeye ulaşmak için sahip olmamız gereken özelliklerden birini anlatmaya çalışacağız.

Aynı sure içerisinde kâinat hakkında derinlemesine tefekkür eden; ayakta, oturarak ve yanı üzere uzanarak Rabbini zikreden kulların duasını okuyoruz:

“Rabbimiz! Şüphesiz ki biz: ‘Rabbinize iman edin!’ diye imana davet eden bir davetçiyi işittik ve iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve Ebrar olanlarla (çokça iyilik yapanlarla) beraber canımızı al.”[2]

Ayetten açık bir şekilde görüyoruz ki okuyucuya örnek olarak gösterilen kulların ulaşmak istedikleri bir derece vardır: Birr/Ebrâr olanlar.

Ebrâr olanların derecesi, hayırda yarışanlar için hedef olarak gösterilmiş büyük bir derecedir;

“Şüphesiz ki Ebrâr (çokça iyilik yapanlar), nimetler içerisindelerdir. Sedirler üzerinde (etrafı) seyretmektelerdir. Nimetlerin ışıltısını (sevincini) yüzlerinde görürsün. Onlara mühürlü (hiç açılmamış) bir şaraptan içirilir. Onun sonu misktir. İşte yarışıp rekabet edecek olanlar, bunun için yarışsınlar.”[3]

Konu edindiğimiz ayet, birri nasıl elde edebileceğimizi öğreten ayetlerdendir. Birr derecesine erişebilmemiz için ilk olarak birrin ne demek olduğunu bilmemiz gerekir.

Birr kelimesi lugatta, geniş kara parçası, denizin zıddı anlamına gelen البرّ kelimesinden türemiştir. Bu manadan yola çıkarak birr kelimesine “hayır işleme konusunda geniş olmak, çok fazla iyilik” anlamı verilmiştir.[4] Kelimenin lugavi anlamına göre bir kimsenin geniş hayırlara ulaşabilmesi için yapması gereken, sevdiği şeylerden infak etmesidir diyebiliriz.

Birr kelimesinin şer’i ıstılahta tam olarak ne anlama geldiğini anlamak için ayetlerde ve hadislerde hangi kelimelerin birr kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanıldığını bilmemiz gerekir.

“Ebû Zerr (ra) Resûlullah’a (sav) şöyle sordu: ‘Ey Allah’ın Resûlü, iman nedir?’

Resûlullah (sav) şu ayeti okudu:

‘İyilik/Birr, yüzünüzü doğu ya da batı cihetine dönmeniz değildir. (Gerçek anlamda) iyilik/birr, Allah’a, Ahiret Günü’ne, meleklere, Kitab’a ve nebilere inananların; sevmesine rağmen malı, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve kölelere verenlerin; namazı kılıp, zekâtı verenlerin; söz verdiklerinde sözlerine bağlı kalanların, fakirlik, hastalık ve savaş zamanında sabredenlerin yaptığıdır. İşte bunlar sadık olanlardır. Bunlar takva sahiplerinin ta kendileridir.’[5]

Ebû Zerr (ra) aynı soruyu bir daha sordu ve Resûlullah (sav) yine aynı ayeti okudu ve şöyle buyurdu: ‘İman üzere olduğunda, bir iyilik yaptığında kalbinden severek yaparsın. Bir kötülük yaptığında ise bu yaptığından kalbinden nefret edersin.’ ”[6]

Ebû Zerr’in (ra) sorusu üzerine Resûlullah (sav) imanı birr ile tanımlamıştır. Resûlullah’ın (sav) ayeti bu şekilde tefsir etmesi bize birr kavramının lugat anlamından çok daha geniş bir anlama geldiğini göstermektedir.

Bununla birlikte sahabenin bir kavramı nasıl anladığı ve onunla nasıl amel ettiği de bizim için çok önemlidir. Çünkü onlar ayetlerin inzaline şahit oldukları gibi Kur’ân’ın açıklaması olan sünnete de en yakından şahit olan insanlardı.

Enes’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Ebû Talha (ra) Medine’de Ensâr arasında en fazla hurmalığa sahip kişiydi. Ve onun en sevdiği malı da Beyrahâ isimli bahçesiydi. Bu bahçe mescide yakındı ve Resûlullah (sav) bu bahçeye gelir, onun tatlı suyundan içerdi.

‘Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe birr/iyilik (mertebesine) ulaşamazsınız.’ ayeti nazil olunca Resûlullah’a (sav) gelip şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Allah (cc), ‘Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe birr/iyilik (mertebesine) ulaşamazsınız.’ buyuruyor. Benim en sevdiğim malım Beyrahâ’dır. O, Allah (cc) yolunda sadakadır! Onun hayrını/birrini diliyor ve Allah (cc) katında benim için saklanmasını temenni ediyorum. Ey Allah’ın Resûlü! Allah’ın (cc) sana gösterdiği yerlerde bu bahçemi harca.’

Bunun üzerine Resûlullah (sav), ‘Vay be! Bu mal kâr getiren bir maldır, kâr getiren bir maldır! Ey Ebû Talha, söylediğini işittim ve bu malı akrabalarının arasında paylaştırmanı uygun gördüm.’ buyurdu. Ebû Talha (ra), ‘Öyle yapacağım, ey Allah’ın (cc) Resülü!’ dedi ve akrabaları ile amca oğulları arasında paylaştırdı.”[7]

Bu ayet nazil olduğunda başka sahabilerin sevdikleri atlarından, cariyelerinden ve kendilerine sevimli gelen mallarından infakta bulunduklarına dair birçok nakil söz konusudur. Sahabenin bu tutumuna baktığımızda onların birr derecesini elde etmeye çalışan ve hayırda yarışan kullar olduklarını görüyoruz.

İnfakla ilgili, Rabbimizin (cc) birçok emri vardır. Bu emirlere baktığımızda rızık olarak verilen mallardan,[8] bu mallarımızdan ihtiyacımız dışında olanlardan[9] ve mallarımızın temiz olanlarından[10] infak etmemizin gerekli olduğunu görüyoruz. Okuduğumuz bu ayette ise özel olarak geniş olan hayra/iyiliğe/cennete ulaşabilmemiz için özellikle sevdiğimiz şeylerden infak etmemiz gerektiğini görüyoruz. Bu konu üzerinde durmakta fayda var. Çünkü buradaki kayıt, belirli bir hedef için şart koşulmuştur.

İnsanın sevdiği, gönlünün meylettiği, gözünün düştüğü şeyler, kulluk mücadelesinde en fazla engel olan şeylerdendir. Bir kulun kalbinde Allah’ın (cc) sevgisi ve O’na olan kulluğunun önüne koyduğu şeyler varsa hakkıyla bir kulluk mücadelesine girmesi mümkün değildir. Ebû Hureyre’nin (ra) Resûlullah’tan (sav) aktardığı şu hadisi incelediğimizde ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır:

“Peygamberlerden biri savaşa çıkacağı zaman kavmine şöyle dedi: ‘Aranızda yeni evlenen ve eşiyle henüz birlikte olmamış bir kişi varsa benimle gelmesin. Bina yapıp henüz çatısı atılmamış inşaatı olan da gelmesin. Gebe koyun veya develer satın alıp doğurmalarını bekleyeniniz varsa o da gelmesin.’ Sonra savaşa çıktı ve ikindi namazı sırasında veya buna yakın bir zamanda (fethedeceği) beldeye yaklaştı. Güneş’e, ‘Sen bir memursun, ancak ben de bir memurum.’ dedi ve Allah’a yönelerek, ‘Ey Rabbim! Şu Güneş’i bize durdur.’ diye dua etti. Güneş, o yerlerin fethini Allah müyesser kılıncaya kadar durduruldu.”[11]

Kıssası anlatılan Peygamber’in bazı rivayetlerde gençliğinde Mûsâ’nın (as) hizmetini gören Yûşa’ ibni Nûn (as) olduğu geçmektedir.[12] Gönlü bir yerlerde kalmış, aklı bir şeylere takılmış kişilerin kendisiyle yola çıkmamasını istemiştir. Çünkü bu tür durumlar bir kimsenin çıktığı yolculukta kendisine fitne olacak, ayağının takılıp düşmesine neden olacak şeylerdir. Bundan dolayı olsa gerek Rabbimiz (cc) sevdiğimiz şeyleri infak etmemizi emrederek âdeta kulluk yolculuğumuzda ayağımıza takılacak tuzaklardan nasıl korunacağımızı ve hedefe, birre ulaşmanın yolunu göstermiştir.

En tabii ve fıtri bir sevgi bağı olan eş, evlat sevgisi dahi kişi için bir fitne, yani yarı yolda kalmasına neden olabilecek bir engel olarak zikredilmiştir:

“Ey iman edenler! Şüphesiz ki (sizi Allah’a ve Resûl’üne hicret etmekten alıkoyan) kadınlarınız ve çocuklarınız, sizin için birer düşmandır. Onlardan sakının. (Ancak) affeder, hoş görür ve bağışlarsanız şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. Mallarınız ve evlatlarınız ancak birer fitnedir. Allah ise katında en büyük mükâfat olandır.”[13]

Ayrıca Kur’ân’da Allah’ın (cc) ve Resûl’ünün (sav) emrine icabet edemeyenlerin, yolun başında dökülenlerin mazeretlerine baktığımızda mallarının ve ailelerinin kendilerine ayak bağı olduklarını görüyoruz:

“Bedevilerden geride bırakılanlar sana diyecek ki: ‘Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. (Savaşa çıkmamıza engel oldu.) Bizim için bağışlanma dile.’ Kalplerinde olmayan şeyi dilleri ile söylerler. De ki: ‘Allah sizin için bir kötülük dilese ya da size bir fayda takdir etse, Allah’a karşı sizi kim koruyabilir? (Hayır, öyle değil!) Bilakis Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.’ ”[14]

Ne infak etmişseniz kesinlikle Allah onu bilir.

Rabbimiz kendi rızası için infak ettiklerimizi ve birre ulaşabilmek için vazgeçtiklerimizi muhakkak ki bilir. Bu bilgisinin/ilminin tecellisi ise infak ettiklerimizin karşılığını 700 katı kadar vermek ve infak ettiğimizin yerini daha güzeli ve hayırlısıyla doldurmak olacaktır. Çünkü O (cc) rızık verenlerin en hayırlısıdır;

“De ki: ‘Şüphesiz ki Rabbim, kullarından dilediğine rızkı genişletir, (dilediğine) daraltır. Her ne infak ederseniz (Allah,) yerine başkasını koyar. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.’ ”[15]

Selam ve dua ile…


[1]. 3/Âl-i İmrân, 92

[2]. 3/Âl-i İmrân, 193

[3]. 83/Mutaffifîn, 22-26

[4]. El-Mufredât, s. 114, b-r-r maddesi

[5]. 2/Bakara, 177

[6]. Tefsîru İbni Ebî Hâtim, 1539; El-Mustedrek, 3077

[7]. Buhari, 1461; Müslim, 998; Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 5/354, 13667 No.lu rivayet

[8]. 2/Bakara 3

[9]. 2/Bakara 219

[10]. 2/Bakara 267

[11]. Buhari, 3124; Müslim, 1747

[12]. bk. Ahmed, 8315

[13]. 64/Teğabûn, 14-15

[14]. 48/Fetih, 11

[15]. 34/Sebe’, 39

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver