İstinat Duvarı

Bazı kelimeler dilimize Arapçadan geçmiş malumunuz. İşgal, bunlardan biri. Son bir asırdır bitmek bilmeyen bir işgal var yeryüzünde. Aşinayız bu kelimeye. Toprakları işgal edilenler, evleri işgal edilenler… Haberlerde iç burkan görüntülerle izliyoruz hepsini.

Bu görüntülerin en yoğun yaşandığı Filistin topraklarında işgalin başka bir boyutu da yaşanıyor. Filistin birkaç bölüme ayrılmış. Şu ân sadece Gazze’de savaş var. Diğer bölümlerde hayat kısmen normal seyrinde. Hatta bu bölümlerden biri 48 Arapları olarak adlandırılan, İsrail’in(!) içinde yaşayan Filistinlilerin yaşam alanı… Özelliği ne, derseniz burada İsrail pasaportu alabiliyor, yurt dışına seyahat edebiliyor, mecliste söz sahibi olabiliyor, düzenli çalışıp rahat bir hayata sahip olabiliyorsunuz. Tabii bir bedeli var: Zulmü kanıksamak… Gazzelilerle aynı kana aynı dile sahip olmalarına rağmen zarar görmeden hayatlarına devam eden bu insanların yaşadığı bambaşka bir işgal, “ruhların işgali”.

Projektörü kendimize yansıtalım. Bizde de yüzyıllık bir işgal söz konusu. Cumhuriyetle hayatımızın her alanından dinin çıkarılması için yapılmış ve başarıya ulaşmış bir işgal var. Ne kadar kurtulmaya çalışsak da bir şekilde içimize sızan, eğitim hayatımız malum okullarda geçtiği için zihin dünyamızda bir karartı şeklinde bile olsa iz bırakan bir işgal…Ve maalesef 48 Arapları gibi biz de bu işgali kanıksamışız.

İşgaller bunlarla sınırlı değil. Zamanımız da işgal ediliyor. Çocukken zorunlu eğitimle, gençken bir üniversiteye yerleşme hevesiyle ve asgari ücret için kölelik sisteminin varyantı olarak on iki saat çalışmak zorunda olmak işgal değil de ne?..

Ahlakımız, ruh dünyamız da nasibini alıyor işgallerden. Kendini ayakta tutacak dinamiklere ayıracak vakit kalmıyor. Oldu ki kaldı, işgalci birlikler birkaç inçlik ekranlardan saldırıyor. Akış, kaydırdıkça eğlenceli görüntüler sunuyor. Zaman akıp giderken manevi değerler de bir mumun gittikçe erimesi gibi önce zayıflıyor, ardından nur sönüyor. İşte asıl meselem bu benim. Bâtılın hayatımızın her ânını kuşatması, sosyal medya araçlarıyla bizi esir alması ve bu esaretin bizi doğrultan istinat duvarının altını sinsice oyması…

İstinat duvarı, yapılan inşaatın kaymasını engelleyen duvardır. Yalnızca bu da değil, toprak üstünde kalan yapının korunmasını da sağlar. O zaman yapmamız gereken şey belli: İmanımızın, ahlakımızın, zamanımızın, hayatımızın; dolayısıyla hem dünyamızın hem ahiretimizin işgaline karşı güçlü bir istinat duvarı inşa etmek…

Peki, nereden başlayacağız? Bunu yaparken işgalle aynı kökten türeyen bir kelimeyi harcımıza katacağız: Meşguliyet. Tabii buna bir sıfat da eklemek gerek: Hakla meşguliyet…

Biz hakla meşgul oldukça hayatımızda işgal edilebilecek bir alan bırakmamış olacağız.

Hakla meşguliyet oldukça geniş bir kavram. İslam’ın doğru anlaşılması, insanların tevhidi duyması için çalışmak bu kavrama dâhil olduğu gibi kişisel ve manevi gelişimimiz için çabalamak da hakla meşguliyettir. Evimizin, eşimizin, evladımızın, bedenimizin, akrabalarımızın hakkını vermek bu bağlamda değerlendirildiği gibi Allah’ın (cc) esmasını tanıyacağımız güzellikleri gezip görmek de hakla meşguliyettir. Örnekleri çoğaltmak yazıyı uzatmaya yarayacak, biz ölçüyü verelim: Yaptığımız şeyin Allah’ı (cc) razı edip etmediğine bakmamız yeterlidir. Çünkü hakkın ölçüsü El-Hakk tarafından belirlenmiştir.

“De ki: ‘Hak geldi. Bâtıl zail oldu. Şüphesiz ki bâtıl, yok olmaya mahkûmdur.’ ”[1]


[1]. 17/İsrâ, 81

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver