Ebû Amr Sufyân ibni Abdullah Es-Sakafî (ra) Resûlullah’ın (sav) yanına gelip şöyle diyor:
“ ‘Ey Allah’ın Resûlü! İslam’a dair bana öyle bir söz söyle ki (bu hususta) senden başka hiç kimseye bir şey sormayayım.’
Allah Resûlü şöyle buyurdu: ‘ ‘Allah’a iman ettim.’ de, sonra da istikamet üzere ol.’ ”[1]
✽ ✽ ✽
Peygamber’in (sav) ashâbı âdetleri olduğu üzere ona gelir, sorular sorarlardı. Nasıl bir itikad inşa edileceğinden, gündelik ibadet ve muamelâta kadar pek çok konuyu Nebi’ye (sav) sorarlardı. Ondan ilim ve hikmet dolu cevaplar alırlardı. Sahabiler doğru sorularıyla kendileri ilim elde ederken, sonraki nesillere de muazzam bir ilmî miras bıraktılar. Açıklamaya gayret edeceğimiz bu hadis iyi sorularla bize intikal eden mübarek ilmî mirasın bir parçasıdır.
Doğru soru sormak ilim elde etmenin yollarından biridir. Biz müminlerin, dinimizi bir sahabi hassasiyeti ile inşa etmemiz için onlar gibi güzel sorularla kalbimizi ve zihnimizi doyurmamız gerekmektedir.
Sufyân ibni Abdullah, Peygamber’den (sav), kendisine yetecek, doyurucu bir söz söylemesini istiyor. Öyle ki bu sözü işittikten sonra konuya ilişkin kimseye soru sormasına gerek kalmasın. Bazı rivayetlerde, “Kendisine tutunacağım bir şey anlat.” dediği de naklediliyor. Allah (cc) Resûlü de (sav), “ ‘Allah’a iman ettim.’ de sonra istikamet üzere ol.” cevabını veriyor. Bazı rivayetlerde “Rabbim Allah’tır, de.” şeklinde geçmektedir.
İman ettikten sonra müminin zihin dünyası istikamet ile şekillenmelidir: “Allah’ı (cc) birleyen bir muvahhidim, Elhamdulillah. Bu mübarek nimet üzere daimî nasıl kalabilirim?” Okuduğumuz ayet veya hadisler, kitaplar, vaazu nasihatler, tefekkür ve tezekkür faaliyetleri bunun için olmalıdır: İstikamet.
Muhdes Yöntemlerden Uzak Durmak
Muhdes, Peygamber’in (sav) kullandığı Nebevi bir kavramdır. Yeni çıkan, sonradan türeyen anlamları ifade eden bu kavram bidat kelimesiyle aynı anlamı ifade eder. Mümin istikamet üzere kalmak istiyorsa sünnet yoluna sımsıkı yapışmalı, muhdes yol ve yöntemlere sırtını dönmelidir.
Hak yol aslı bakımından tektir. O da tevhid ve iman yoludur. Allah’ı (cc) ilah ve rab olarak birledikten sonra bu yolda şaşırmadan devam eden “sırat-ı mustakim” üzeredir. Diğer yolların Allah’a (cc) giden yollar olduğu söylense de işin hakikati o yolların batıl ve fasid olduğudur. Sadece Allah’tan (cc) uzaklaştırır. Hak cadde üzere kalmanın, sonra muhdes düşünce ve ibadetlerle[2] sapmaktan korunmanın yolu o hâlde bellidir: Peygamber’in (sav) ve ashâbın yolunu kendimize yol edinmek. Sonra tümden selef dönemini merkeze alarak Kitaba müracaat etmek. Sonraki nesiller türlü gerekçelerle sapmaların ortaya çıktığı veya derinleştiği dönemlerdir.
İbni Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir gün Allah Resûlü (sav), eliyle bir çizgi çizdi, sonra şöyle buyurdu: ‘Bu, Allah’ın (cc) istikamet üzere olan yoludur.’ Sonra o çizginin sağına ve soluna bazı çizgiler çizdi. Sonra dedi ki: ‘Bunlar, her birinin başında o yola davet eden birer şeytanın bulunduğu yollardır.’ Sonra Allah Resûlü (sav) bu ayeti okudu:[3]
“İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun. Onun dışındaki yollara uymayın. Yoksa sizi (Allah’ın dosdoğru olan) yolundan saptırırlar. Korkup sakınasınız diye bunu size emretti.”[4]
Dinde İstikamet Dille Başlar
Dil kemiksizdir, kontrolü zordur. Sözün şehvetine kapılmak, doğru olduğu zannıyla hak yerine batıl söz söylemek, kötüyü güzel kabul edip kötüyü konuşmak ve daha pek çok neden dili kontrol etmeye engeldir. Bazen söylenen çirkin bir söz, insanı yetmiş mevsim cehennem vadilerinden bir vadiye fırlatabilir. Ayrıca dilin kalp üzerinde kesin ve tartışmasız bir etkisi vardır. Dil ve kalp arasında direkt bir etkileşim vardır. Bütün bunlara göre istikamet üzere olmak isteyen müminin, dilinde de istikamete riayet etmesi gerekir. Peygamber (sav) bu durumu manevi açıdan şöyle anlatır:
“İnsanoğlu uyanıp sabaha eriştiğinde tüm organlar dile seslenir: ‘Bizim hakkımızda Allah’tan kork! Sen istikamet üzere olduğunda bizler de istikamet üzere oluyor, sen bozulduğunda bizler de bozuluyoruz.’ derler.”[5]
Mücadele ve Çaba
İnsan kazandıklarının rehinesidir. İyilik yaparsa kendi lehine, kötülük yaparsa aleyhinedir. İnsan günün birinde istikametten gayyâya saparsa sadece kendi nefsini suçlamalı, hata yaptığı yeri tespit ederek oradan bir onarıma başlamalıdır. Umulur ki El-Cebbâr olan, hatasını onarır ve onu tekrar istikamet ehli kılar. Peygamber (sav) şöyle buyurur:
“Kalpler, Rahmân’ın parmaklarından iki parmağı arasındadır. Dilediği kalbi eğriltir/saptırır, dilediğini istikamet üzere kılar.’’[6]
Allah’ın (cc) dilemesi ile insanın eylemleri doğru orantılıdır. İyilik yapan için iyilik, çirkinlik yapan için de sadece rezillik vardır.
“(O hâlde) O’na yönelin (istikamet üzere olun) ve O’ndan bağışlanma dileyin.”[7] ayeti, emredilen istikamet konusunda kusurun mutlaka olacağına delalet etmektedir. Bu kusur, istiğfar ve tevbenin yanında tekrardan istikamete dönmekle düzelir. Bu ayet Peygamber’in (sav) Muâz’a (ra) “Nerede olursan, Allahtan kork. Kötülüğe onu giderecek iyilik tabi kıl.” demesine benzer. Böylece Peygamber (sav) insanların istikamete tastamam güç yetiremeyeceklerini haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: “İstikamet üzere olunuz. Ancak siz bunu başaramazsınız. Bilin ki sizin en hayırlı ameliniz namazdır. Abdesti ise ancak mümin muhafaza eder.”[8][9]
İnançta Tavizsiz Olmak
İstikamet yamulmamak, eğilmemek, yılmamaktır. Başladığı noktadan daha ileriye, daha güzel şekilde varmaktır. Yılan, yorulan veya yamulan insan istikametten mahrum olur.
“Şüphesiz ki: ‘Rabbimiz Allah’tır.’ deyip sonra da istikamet üzere olanların üzerine melekler iner (ve der ki): ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin.’ ”[10]
Bu ayeti Ömer (ra) şöyle açıklar:
“Tilkinin sağa sola dönüp durduğu gibi sapmadılar.”[11]
Binbir türlü ızdırap ve derde rağmen hayır üzere kalmayı başarmak kolay iş değildir. Bu zor işi başarmada en başat rol İlahi yardımdır. Bundan ötürü yukarıdaki ayeti okuyan Hasan El-Basrî (rh), “Allah’ım, sen Rabbimizsin. Bizi istikametle rızıklandır.” der, dua edermiş. O hâlde bir başka madde olarak duanın da istikamette önemli rol oynadığını unutmamak gerekiyor.
İstikamet Keramet
Kerameti hep harikulade şeylerde arar insan. Uçan, kaçan, zamanlar ve mekânlar arasında saniye farkıyla seyahat eden insanların yaptıkları keramet, gerisi angarya gibi bakılır, ama öyle değildir. İman bir keramettir mesela. Herkese nasip olmayan zor bir keramet. İbni Teymiyye’ye (rh) göre insanın istikamet üzere kalması en büyük keramettir. Saptırıcı yüzlerce, binlerce çağrıya rağmen sapmadan, dimdik durmayı başaranlar en güzel ikrama mazhar olmuşlardır. Tıpkı Ashâb-ı Kehf gibi:
“Kıyama kalkıp: ‘Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir! Onu bırakıp da hiçbir (sahte) ilaha dua etmeyiz. Andolsun ki o takdirde batıl/saçma bir şey söylemiş oluruz.’ dediklerinde, onların kalplerini (yakin, sabır ve kararlılıkla) pekiştirmiştik.”[12]
Netice;
İmandan sonra istikamet keramettir. Dua ederek, batılı fark edip hakka iltizam ederek, sapkın çağırıcılardan uzak durup salihlere müracaat ederek, yamulup kıvrılmadan dimdik ilerleyerek istikamet üzere oluruz, müstakim oluruz.
Allah’ım, bizi emrolunduğumuz gibi dosdoğru ve müstakim kıl. Eğrimizi büğrümüzü, kırık ve döküğümüzü sen toparla ve onar. Âmin.
[1] Müslim, 38
[2] İnsan sadece kötü davranışla sapmaz. Bazen ibadetler yoluyla sapabilir; yeni bir ibadet uydurarak veya mevcut bir ibadeti Peygamber’in (sav) uygulamasına aykırı şekilde icra ederek mesela.
[3] Darimi, 202; Ahmed, 4437
[4] 6/En’âm, 153
[5] Tirmizi, 2407
[6] Tirmizi, 3522
[7] bk. 41/Fussilet, 6
[8] İbni Mace, 277; Darimi, 681; Ahmed, 22378
[9] Câmiu’l Ulûm ve’l Hikem, s. 475
[10] 41/Fussilet, 30
[11] Tefsîru’t Taberî, 21/465
[12] 18/Kehf, 14
İlk Yorumu Sen Yap