Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Son yazımda istikamet kavramının lugat ve ıstılah tanımını yapmış, kelimenin Kur’ân ve Sünnetteki kullanımlarından yola çıkarak istikamet kavramına şer’i bir çerçeve çizmeye çalışmıştık. Bu ayki yazımızda ise istikamet üzere olmaya sevk eden sebepler ile istikametin dünya ve ahiretteki karşılığı üzerinde durmaya çalışacağız. Çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc).
İstikamet Üzere Olmaya Sevk Eden Sebepler
Allah’a (cc) Tutunmak: İ’tisam
“Her kim de Allah’a tutunursa hiç şüphesiz dosdoğru yola hidayet edilir.”[1]
“Allah’a iman edip O’na tutunanlara gelince, onları kendinden olan bir rahmete, lütuf ve ihsana dâhil edecek ve (sonunda Allah’a ulaşacakları) dosdoğru yola hidayet edecektir.”[2]
Yüce Allah i’tisam ehli olanların, yani Allah’a (cc) tutunanların dosdoğru yola hidayet edileceğini haber vermiştir. Allah’a (cc) tutunmak; O’nun rızasına erişmek ve O’nun saptırmasından korunmak için Allah’a sarılmaktır. Kelimenin kökü olan “a-s-m”; bir şeye tutunmak, menetmek ve bir şeyle sürekli beraberlik anlamlarına gelir. Kelimenin Kur’ân’daki formu olan “i’tisam” ise bir şeye tutunarak korunmak anlamına gelir.[3]
Allah’a (cc) tutunmak bir itiraftır. Kul, maddi ve manevi birtakım zararların olduğunu ve onlardan kendi gücüyle korunamayacağını, ancak Allah’ın (cc) yardımı ve rahmeti olursa korunabileceğini itiraf eder. Bu da kulluğun özü olan Allah’a duyulan ihtiyaç ve o ihtiyaçtan ötürü O’na (cc) sığınmaktır. Her insanın istikamet konusundaki muvaffakiyeti, Allah’a (cc) olan ihtiyacının farkında olması ve O’na (cc) sığınıp O’nunla korunması oranındadır.
Allah’a (cc) tutunmanın en kestirme yolu duadır, yalvara yakara O’ndan istemektir. Bu nedenle müminler olarak her gün onlarca defa Rabbimizden bizi dosdoğru yola hidayet etmesini istiyor, O’ndan istikamet niyaz ediyoruz:
“Bizi sırat-ı mustakime/dosdoğru yola hidayet et.”[4]
Özellikle istikamet yolu üzerinde şeytanın oturduğunu ve insanları saptırmak için vaatte bulunduğunu hatırlayacak olursak, onun iğvasından kurtulmak için Rabbimize tutunmanın önemini daha iyi anlarız:
“Dedi ki: ‘Beni saptırmana karşılık, ben de onları (saptırmak) için senin dosdoğru yolunun üzerine oturacağım. Sonra kesinlikle onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici bulamayacaksın.’ ”[5]
Evet, nerede istikamet/sırat-ı mustakim varsa orada hazır ve nazır bir İblis vardır ve insanı o yoldan saptırmak için çabalayacaktır. Onun iğva ve desiselerinden kurtulmak için Allah’a (cc) tutunmak, ondan ve saptırmasından Rabbimize sığınmak zorundayız.
İstikamet için Allah’a (cc) tutunmak zorundayız. Zira sayısız yol vardır ve bu yollardan yalnızca biri Allah’ın dosdoğru yoludur:
“İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun. Onun dışındaki yollara uymayın. Yoksa sizi (Allah’ın dosdoğru olan) yolundan saptırırlar. Korkup sakınasınız diye bunu size emretti.”[6]
İbni Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir gün Allah Resûlü (sav) eliyle bir çizgi çizdi sonra dedi ki: ‘Bu, Allah’ın (cc) istikamet üzere olan yoludur.’ Sonra o çizginin sağına ve soluna bazı çizgiler çizdi. Sonra dedi ki: ‘Bunlar, her birinin başında o yola davet eden birer şeytanın bulunduğu yollardır.’ Sonra Allah Resûlü (sav) En’âm Suresi’nin 153. ayetini okudu.”[7]
Allah’ın Rızasına İttiba Etmek
“Allah onunla (Kitap ve Resûl’le), rızasına uyanları yolun en doğru olanına iletir, onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru yola hidayet eder.”[8]
İstikamete ulaşmanın yollarından biri de Allah’ın (cc) rızasına ittiba etmek, O’nun rızasına ulaşmak için çaba içinde olmaktır. Allah’ın (cc) rızasına ittiba, bir kulluk makamıdır. Kulun, Allah’ın rızasını hedef olarak belirleyip Rabbinin razı olacağı şeyleri araştırması ve kişinin bir rehberin adımlarına ittiba ettiği gibi O’nun rızasına ittiba etmesidir.
Kur’ân’a Tutunmak
“Sana vahyedilene sıkı sıkıya tutun. Gerçekten sen, dosdoğru bir yol üzeresin.”[9]
Yüce Allah, Resûl’üne Kur’ân’a sıkı sıkıya tutun, dedikten sonra bunun illetinin dosdoğru yol üzere olmak olduğunu söyler.[10] O hâlde şöyle denebilir: Kur’ân ile istikamet arasında sıkı bir bağ vardır. Dosdoğru yol üzere olmak, Kur’ân’a sıkı sıkıya tutunmaya, Kur’ân’a sıkı sıkıya tutunmanın istikameti arttırma üzerinde etkisi vardır.
İstikamet; İslam’a hidayet olduktan sonra onda sebat etmek, eğrilmeden dosdoğru kalma çabasıdır. Oysa insan zalim, cahil, nankör, aceleci ve zayıf bir varlıktır. Böylesi bir çabayı hayat boyu sürdürmek insanın mezkûr tabiatıyla zordur. Bu zorluğu aşmak için insanın güç dayanaklarına ihtiyacı vardır. İnsanı zorlu istikamet yolunda güçlü kılan, unuttuğunda ona hatırlatan, ye’se düştüğünde ona umut olacak olan kaynak Kur’ân’dır.
Sünnete İttiba Etmek
“Hiç şüphesiz sen, dosdoğru bir hidayet üzeresin.”[11]
“Şüphesiz ki sen, onları dosdoğru yola davet etmektesin.”[12]
“Gerçekten sen, dosdoğru bir yol üzeresin.”[13]
Allah Resûlü (sav) dosdoğru yol üzeredir ve insanları dosdoğru yola, yani istikamet üzere olmaya davet etmektedir. O (sav) ümmeti için orta yolu, dengeli olmayı; inanç, söz ve amelde istikameti temsil eder. Bu nedenle o ümmet için mutlak örnektir.
“Andolsun ki sizin için, Allah’ı ve Ahiret Günü’nü uman ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah Resûl’ünde güzel bir örneklik vardır.”[14]
Sünnet yolu iktisad ve istikamet yoludur. Kişi Allah Resûlü’nü (sav) örnek aldığı oranda istikamet üzere olacak, ölçülü yaşayacaktır. Özellikle günümüz insanı açısından Sünnete ittiba bir zorunluluktur. Zira ümmet birden fazla fırkaya ayrılmış, Allah Resûlü’nün haber verdiği itikadi, amelî ve siyasi sapma vuku bulmuştur. Her fırka, yolunun istikamet yolu olduğunu iddia etmekte, herkes yolunun sıhhatine dair naslar öne sürmektedir. Tüm bu istikamet iddiaları arasında neyin istikamet olduğunu anlamak için Nebi’nin (sav) dini nasıl anladığı ve yaşadığı daha çok önem kazanmaktadır.
Zor Emirlere İtaat Etmek
“Şayet biz, ‘Kendinizi öldürün ya da yurtlarınızdan çıkın.’ diye onlara farz kılmış olsak, onlardan azı hariç (bu emri) yerine getirmezlerdi. Onlar, kendilerine verilen bu öğüdü yerine getirselerdi kendileri için daha hayırlı olur, (ayaklarını) daha kuvvetli bir şekilde sabit kılardık. O zaman onlara kendi katımızdan büyük bir ecir verirdik. Ve şüphesiz onları dosdoğru yola iletirdik.”[15]
İnsanın yaratılış gayelerinden biri de imtihandır[16] ve yaşadığı müddetçe insan, kader ve şeriat kıskacında yoğrulmaktadır. Yüce Allah bazen onu şer’i emir ve yasaklarla, bazen de kaderî imtihanlarla sınamaktadır. İmtihanın en ağır olanı insanı zorlayan emir ve yasaklar, altından kalkamayacağını düşündüğü şer’i sorumluluklarıdır. Zira böylesi imtihanlarda şeytan ve nefsin zaafları devreye girmekte, her insanın sarp yokuşu olan o imtihanı kaybetmesi için çabalamaktadır. İşte insan o zorlandığı imtihanda sabır ve sebat eder de kendini zorlayan emre icabet ederse sonrası selamettir. Okuduğumuz ayetlerde Yüce Allah, zorlu emirlere itaatin üç büyük mükâfatı olduğunu haber vermiştir: Ayakların sabit kılınması, büyük bir ecir ve dosdoğru yola hidayet!
Şer’i bir emri yerine getirmekte zorlanan mümin, istikamet anahtarının o imtihanda gizli olduğunu hatırlamalı, kendi sarp yokuşunu aşanların istikamet yoluna muvaffak olacağına yakinen inanmalıdır. Bir insan Rabbinden çokça istikamet istiyor, buna mukabil zorlandığı şer’i emirlerle karşı karşıya kalıyorsa Yüce Allah’ın ona istikamet için fırsat verdiğini bilmeli, istikamet vesilelerinden birini ona kolaylaştırdığı için Rabbine hamdetmelidir.
Tevhid ve Şükür Üzere Olmak
“Hiç kuşkusuz İbrâhim, tek başına bir ümmetti. Gönülden Allah’a kulluk yapan, (şirki terk edip dini Allah’a halis kılan bir) hanifti. Müşriklerden de değildi/olmadı. (Allah’ın) nimetlerine şükreden biriydi. (Allah) onu seçti ve dosdoğru yola iletti.”[17]
Yüce Allah, İbrâhim’in (as) gönülden Allah’a kulluk yapan bir abid, şirki bilinçli terk eden bir hanif ve nimetlere şükreden bir kul olduğunu haber verir. Bu özelliklerin mükâfatı ise iki büyük nimettir. İlki seçilmişlik, ikincisi dosdoğru yola hidayettir. İstikamete talip olanlar şu hakikati unutmamalıdır: Her insanın istikameti onun tevhidi, kulluğu ve Yüce Allah’ın nimetlerine şükrü oranındadır.
Dilimizi Korumak
Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Her sabah organlar, dile nida eder: ‘Bizim hakkımızda Allah’tan kork! Sen istikamet bulursan biz de istikamet buluyoruz. Sen sapıtırsan biz de sapıtıyoruz.’ ”[18]
İstikamet üzere olmayı kolaylaştıran sebeplerden biri, kişinin dilini muhafaza etmesidir. Şeriatın bize verdiği gaybi bilgiye göre diğer organlar istikamet konusunda dile ittiba etmekte, onun istikameti oranında istikamet bulmaktadır… Dilin istikameti, iki şekilde olur: Dili doğru, adil, faydalı ve güzel sözlerle süslemek; ve dili batıl, yalan, dedikodu ve çirkin sözlerden korumak. Bu yönde çabası olanlara Yüce Allah’ın vaadi, onların amellerini ıslah etmek ve kusurlarını bağışlamaktır:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkup sakının ve doğru/sağlam/adil söz söyleyin. (Allah da buna karşılık) amellerinizi ıslah etsin, günahlarınızı bağışlasın. Kim de Allah’a ve Resûl’üne itaat ederse, şüphesiz ki büyük bir kurtuluş ve kazanç elde etmiş olur.”[19]
Yöneticilerin İstikamet Üzere Olması
Kays ibni Ebî Hâzim’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:
“Ebû Bekir, Zeyneb diye anılan Ahneslilerden bir kadının yanına gitti. Onun konuşmadığını gördü. ‘Buna ne oluyor, niye konuşmuyor?’ diye sordu. Etrafındakiler, ‘Konuşmamak şartıyla haccediyor.’ dediler. Ebû Bekir ona, ‘Konuş.’ dedi, ‘Böyle bir şey helal olmaz. Bu, Cahiliye Dönemi uygulamalarındandır.’ Bunun üzerine kadın konuştu, ‘Sen kimsin?’ dedi. O, ‘Ben muhacirlerden bir kişiyim.’ dedi. Kadın, ‘Hangi muhacirlerden?’ diye sordu. ‘Kureyş’ten.’ dedi. Kadın, ‘Kureyş’in hangilerindensin?’ dedi. O, ‘Sen çok soru soruyorsun, ben Ebû Bekir’im.’ dedi. Kadın, ‘Cahiliyeden sonra Allah’ın bize gönderdiği bu doğru iş üzerinde ne kadar kalacağız?’ diye sordu. Ebû Bekir şu cevabı verdi: ‘Sizin bu iş üzere kalışınız, sizin imamlarınızın size istikamet üzere muamele etmesine bağlıdır.’ Kadın, ‘İmamlar ne oluyor?’ deyince dedi ki: ‘Senin kavminin onlara emir veren ve kavminin kendilerine itaat ettiği başları ve eşrafı yok muydu?’ Kadın, ‘Evet.’ deyince şu cevabı verdi: ‘İşte onlar, insanların başında olan (yöneticilerdir).’ ”[20]
Bu başlığa kadar anlattıklarımız, daha çok bireysel istikametle ilgiliydi. Buna ek olarak bir de toplumsal istikamet vardır ki, bireysel istikameti kolaylaştıran ve kalıcı olmasını sağlayan sebeplerden biridir. Çünkü her birey, içinde yaşadığı toplumun bir sonucu, o toplumun ortalamasıdır. İfsad olmuş bir toplum içinde istikamet mümkündür, fakat zordur ve çoğu zaman kalıcı değildir.
Toplumsal istikamet -Ebû Bekir’in (ra) yerinde tespitiyle- yöneticilerin istikametine bağlıdır. İstikamet üzere olan yöneticiler, İslam toplumunu inşa etme gayreti içinde olurlar. En başta İslam ahkâmını tatbik ederek ve toplumun İslami gelişiminden mesuliyet duyarak yöneticilik vazifelerini yerine getirirler. Bugün bireysel istikamet gündeme getirildiği kadar toplumsal istikamet de gündeme getirilmeli, Müslimlerin İslam toplumuna ve İslami yönetime duydukları ihtiyaç her platformda dillendirilmelidir. İslam toplumu, İslami yönetim mefkuresini kaybettikten sonra dinî sorumlulukları bireysel sorumluluklar olarak algılamaya başlamıştır. İstikametin tüm yükü bireyin omuzlarına yıkılmış, kürsü ve kalem sahipleri kolay olan yolu tercih etmiştir. Oysa bireysel istikamet, toplumsal istikamete bağlıdır. Şer’i şerifle tahkim edilmiş bir istikamet, bireyin istikamet çabasını güçlendirecek, kolaylaştıracak ve kalıcı olmasını sağlayacaktır.
İstikametin Dünya ve Ahiret Faydaları
Rızkı genişletir
“Şayet onlar, (İslam) yolu üzere istikamet ehli olsalardı onlara, (her türlü hayrı kendisiyle elde edecekleri) bol su (yağmur) verirdik.”[21]
İstikamet üzere olmak, kişiyi Allah’a (cc) yakınlaştıran vesilelerdendir. İstikametin dünyevi mükâfatlarından biri, rızık bolluğudur. Allah (cc) en doğrusunu bilir, bu vaadin özel bir nedeni vardır. Çoğu birey ve toplumun istikametten sapma nedeni dünyevi hırs ve arzulardır. İnsanlar şer’i ölçülere göre yaşadıklarında fakirleşeceklerini, Allah’ın sınırları nedeniyle kazanamayacaklarını düşünürler. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz, insanın bu vesvesesine şifa olacak çokça ayet indirmiştir. Rızık bolluğunun sınırsız ve sorumsuz bir yaşamda değil, İlahi emirlere bağlılıkta olduğunu haber vermiştir.
“Şayet onlar, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabblerinden indirileni (içindekilerle amel ederek) ayakta tutmuş olsalardı üstlerinden (yağmurun getirdiği) ve ayaklarının altından (toprağın bitirdiklerinden) yerlerdi. Onlardan bir topluluk orta yolludur/mutedildir. (Fakat) onların çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür.”[22]
“Şayet o beldenin halkı iman etmiş ve (Allah’tan) korkup sakınmış olsaydı göğün ve yerin bereket (kapılarını) onlara açardık. Fakat yalanladılar. Biz de onları işledikleri (günahlara) karşılık (azapla) yakalayıverdik.”[23]
“Erkek ya da kadın, kim bir mümin olarak salih amel yaparsa hiç şüphesiz ona güzel bir hayat yaşatırız ve mükâfatlarını yaptıklarının en güzeliyle veririz.”[24]
Asıl mesele rızkın bolluğu değil, rızık bolluğuyla beraber gelen huzur ve güven duygusudur. İnsanoğlu gayr-i meşru yollarla bol kazanç elde edebilir, ancak o kazanç insana huzur getirmediğinde ruhsal yüke dönüşür. Rızkın genişliği ve bol rızkın sekinet, mutmainlik ve huzur getirmesi için istikamet şarttır.
Melekler dost olur
“Şüphesiz ki: ‘Rabbimiz Allah’tır.’ deyip sonra da istikamet üzere olanların üzerine melekler iner (ve der ki): ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin. Bizler, dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Orada canınızın istediği her şey sizindir ve orada olmasını arzuladığınız her şey de sizindir.’ ”[25]
Meleklerin dostluğu, hayır işlerinde mümine yardımcı olmaları ve onu hayra teşvik etmeleridir. “Melekler inananlara ölüm sırasında şöyle diyecekler: ‘Biz sizin dostlarınızdık. Dünya hayatında sizin yoldaşlarınızdık. Sizi doğrultuyor, tevfîke ulaştırıyor ve Allah’ın emri ile sizi koruyorduk.’ ”[26] Allah (cc) kâfir olan ve istikametten sapanlara şeytanları dost kılıp onları saptırdığı gibi,[27] istikamet ehlini hayra teşvik eden melekleri dost kılmıştır.[28] Bir dostun dostunu koruyup kolladığı gibi onlar da kardeşlerini koruyup gözetir; onlara zarar verecek şeylere karşı onları uyarır, faydalarına olan işlerde onlara yardımcı olurlar. Bir şerre karşı içlerinde duydukları uyarı sesi çoğu zaman müminlere dost kılınan meleklerin sesidir. Bir hayra karşı şeytanın vesveselerini defeden iç ses de çoğu zaman dost meleklerin sesidir…
Ölüm ânında müjdelenir
“Şüphesiz ki: ‘Rabbimiz Allah’tır.’ dedikten sonra istikamet üzere olanlar, onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Bunlar, cennetin ehlidir, yaptıklarının karşılığı olarak orada ebedî olarak kalırlar.”[29]
Fussilet Suresi’nin yukarıda okuduğumuz ayetleri ve burada okuduğumuz Ahkâf Suresi’nin ayetleri gösterir ki istikamet ehli ölüm ânında yaşanan korku ve pişmanlıktan uzak olacak, Allah’ın onlara gönderdiği özel elçiler vasıtasıyla müjdeye nail olacaklardır. Bu müjdelerden ilki onların geride bıraktıklarına dair hüzünden ve gelecekte karşılaşacakları tehlikelere dair korkudan emin olduklarıdır. Dünya hayatının zorluğu bitmiş, hüzün ve korku kıskacında yorulan ruhlara, artık korkunun ve hüznün olmayacağı hakikati müjdelenmiştir. Buradan anlaşılmaktadır ki müminlerin dünya imtihanı korku ve hüzün imtihanıdır, bu sebeple nail oldukları ilk müjde korku ve hüzünden uzak olacaklarıdır. İkinci müjde ise cennettir. Fussilet Suresi’nde cennet müjdesi detaylandırılmış ve her istediklerinin kendilerine verileceği söylenmiştir. Çünkü onlar dünyada arzularına gem vurmuşlardı, Allah’ın sınırlarını gözeterek yaşamışlardı, şimdi ise sınırsız bir yaşamla müjdeleniyorlar.
Son Söz Niyetine
İstikamete en layık olanlar
“Mûsâ demişti ki: ‘Rabbimiz! Sen Firavun’a ve ileri gelen çevresine dünya hayatında bir süs ve mallar verdin. Rabbimiz! Yolundan saptırsınlar diye mi (bunları verdin)? Rabbimiz! Onların mallarını silip süpür ve kalplerini öyle bir sıkıp mühürle ki can yakıcı azabı görünceye dek iman etmesinler.’ Allah buyurdu ki: ‘Muhakkak ki siz ikinizin duası kabul oldu. Öyleyse dosdoğru olun ve bilmeyenlerin yoluna uymayın sakın.’ ”[30]
İstikamet, her müminin hedefi ve çabası olmalıdır. Ancak bir grup mümin vardır ki onların istikamet üzere olması daha evladır. Onlar da zor zamanlarda Allah’a (cc) yakaran ve duaları kabul edilenlerdir. Allah (cc) Mûsâ ve Hârûn Nebi’nin duasını kabul ettikten sonra onlara istikamet üzere olmalarını emretmiştir.
İstikameti elde etmek bir süreçtir
“Şüphesiz ki: ‘Rabbimiz Allah’tır.’ deyip sonra da istikamet üzere olanların üzerine melekler iner (ve der ki): ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin.’ ”[31]
“Şüphesiz ki: ‘Rabbimiz Allah’tır.’ dedikten sonra istikamet üzere olanlar, onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.”[32]
Kur’ân-ı Kerim’de istikamet ehlinin övüldüğü bu iki ayette de aynı üslup dikkatimizi çeker. “Rabbimiz Allah’tır, deyip sonra istikamet üzere olanlar” ifadesi kullanılır. Türkçeye sonra olarak çevirdiğimiz “summe” edatı, Arapçada “terahi” için kullanılır. Yani bir şeyin diğerinden belli bir zaman sonra vuku bulduğunu gösterir. “Rabbim Allah’tır.” diyen insanın istikamet bulması bir zaman sonra gerçekleşir. İman kalbe yerleştikten sonra salih amellerle adım adım artar, zamanla bütün kalbi kuşatır. Kalp imanla dolunca kişinin söz ve eylemlerinde istikamet zuhur eder. İki farklı ayette kullanılan “sonra” edatıyla, istikametin bir süreç olduğu ve tüm nimetler gibi sebat edenlere bahşedilen bir güzellik olduğu anlaşılır.
Rabbim, bizleri istikamet üzere olan kullarından kılsın…
[1] . bk. 3/Âl-i İmrân, 101
[2] . 4/Nisâ, 175
[3] . bk. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 4/331, a-s-m maddesi
[4] . 1/Fâtiha, 6
[5] . 7/A’râf, 16-17
[6] . 6/En’âm, 153
[7] . Ahmed, 4437
[8] . 5/Mâide, 16
[9] . 43/Zuhrûf, 43
[10] . bk. Et-Tahrîr ve’t Tenvîr, 25/219, Zuhrûf Suresi, 43. ayetin tefsiri
[11] . bk. 22/Hac, 67
[12] . bk. 23/Mu’minûn, 73
[13] . bk. 43/Zuhrûf, 43
[14] . 33/Ahzâb, 21
[15] . 4/Nisâ, 66-68
[16] . “O (Allah) ki; hanginizin daha güzel amel yapacağını denemek/ortaya çıkarmak için, ölümü ve hayatı yarattı. O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr’dur.” (67/Mülk, 2)
[17] . 16/Nahl, 120-121
[18] . Tirmizi, 2407
[19] . 33/Ahzâb, 70-71
[20] . Buhari, 3834
[21] . 72/Cin, 16
[22] . 5/Mâide, 66
[23] . 7/A’râf, 96
[24] . 16/Nahl, 97
[25] . 41/Fussilet, 30-31
[26] . Tefsîru İbni Kesîr, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 7/162, Fussilet Suresi, 30-32. ayetlerin tefsiri
[27] . “Onlar için (sürekli beraber oldukları) kötü arkadaşlar kıldık. Kendilerine, önlerinde olan (ahiretin olmadığı düşüncesini), arkalarında olan (dünyanın tek hayat olduğu fikrini) süslü gösterdiler. Cin ve insanlardan, geçmiş ümmetler hakkında geçerli olan (azap hükmü), bunların üzerine de hak oldu. Çünkü onlar, hüsrana uğrayan kimselerdi.” (41/Fussilet, 25)
[28] . bk. Tefsîru’r Râzî, Dâru İhyâi’t Turâs, 27/561, Fussilet Suresi, 30-32. ayetlerin tefsiri
[29] . 46/Ahkâf, 13-14
[30] . 10/Yûnus, 88-89
[31] . 41/Fussilet, 30
[32] . 46/Ahkâf, 13
İlk Yorumu Sen Yap