İSLAM’IN ZİRVESİ

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

Allah Resûlü (sav) bize getirdiği mesajı tanımlarken, “Bu işin başı İslam, direği namaz, zirvesi de cihaddır.”[1] buyurur. Biz de bu ayki yazımızda İslam dininin zirvesi olan cihad kavramını ele alacak, Kur’ân ve Sünnet ışığında bu kavramı anlamaya çalışacağız.

Cihad Nedir?

Kelimenin kökü olan “c-h-d”, meşakkat anlamına gelir. Kelimeye yakın köklerden biri olan cehad, (ot bitmeyen) sert toprak anlamındadır.[2] Cihad ise düşmanı savuşturmak için tüm takatin harcanmasıdır.[3] Cehad kelimesinin anlamı olan sert toprak ile tüm takatin harcanması anlamındaki cihad arasındaki bağ şöyle kurulabilir: Bir şey; içindeki tüm kuvvet/takat/imkân boşaltıldığında kurur, sertleşir.[4] Cehdin anlamlarından bir diğeri de bir şeyi istemek, arzulamaktır. Araplar, “Yemeği cehdettim.” dediklerinde, “Onu istedim.” demiş olurlar.[5]

Kur’ân ve Sünnette Cihad

Kur’ân ve Sünnet, cihad kelimesini Arap lugatından almış, onu kavramlaştırmış ve lugat anlamından daha geniş bir anlamda kullanılmıştır. Lugatta yer alan, “bir şeyi istemek ve bu isteğe bağlı olarak tüm çabasını o doğrultuda harcamak” anlamına ek olarak bu çabanın nerede harcanacağına dair bir çerçeve de çizmiştir.

“Kâfirlere itaat etme! Ve o (Kur’ân’la) onlara karşı büyük bir cihad ver.”[6]

Okuduğumuz ayette cihad, davet ve tebliğ anlamındadır. Bir Müslim’in Kur’ân hakikatlerini topluma ulaştırması, bu uğurda mücadele vermesi ve müşriklerin engelleme çabalarına rağmen davette ısrarcı olması, Allah yolunda cihaddır.

“Kim cihad ederse kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz ki Allah, âlemlere (ve onların kulluğuna) muhtaç değildir.”[7]

“Bizim yolumuzda cihad edenlere elbette (en doğru olan) yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah, muhsinlerle/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanlarla beraberdir.”[8]

Ayetlerin yer aldığı Ankebût Suresi, Mekkî surelerdendir. Yüce Allah bu surede imtihan gerçeğine dikkat çekmiş ve imtihanlar karşısında sabırla direnmeye cihad demiştir. Buna göre nefsini sabırla terbiye etmek, yani tezkiye/arınma, cihaddır.

“Müminlerden (savaştan geri kalmasını meşrulaştıracak) özrü olmaksızın oturanlar ile Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri, oturanlara derece bakımından üstün kılmıştır. (Bununla beraber) Allah hepsine güzellik vadetmiştir. Allah, mücahidleri oturanlara büyük bir ecirle üstün kılmıştır.”[9]

“Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan ve Allah yolunda (malı ve canıyla) cihad edenlerin (ameliyle) bir mi tuttunuz? Allah katında bir olmazlar. Allah, zalimler topluluğunu hidayet etmez.”[10]

Okuduğumuz ayetlerde cihad, Allah yolunda savaşmak anlamındadır. Allah düşmanlarıyla mücadelede bizzat yer almak, düşmanla göğüs göğüse çarpışmak veya bu uğurda kişinin malını infak etmesi cihaddır.

Enes’ten (ra) rivayet edilen bir hadiste Allah Resûlü (sav) cihadın tüm kısımlarını bir araya toplayarak şöyle buyurmuştur:

“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.”[11]

Cihad kavramına Kur’ân ve Sünnet bütünlüğünde bakan âlimler, cihadın farklı kısımlarına şöyle dikkat çekmişlerdir:

İbnu’l Kayyim (rh) şöyle der: “Cihad dört basamaktır: Nefisle, şeytanla, kâfirlerle, münâfıklarla…”[12]

Râğıb El-Esfehânî şöyle der: “Cihad üç kısımdır: Açık düşmanla cihad, şeytana karşı cihad ve nefse karşı cihad…”[13]

Şimdi bu kısımların her birini ele alıp ayrı ayrı temas edelim.

Nefisle Cihad

“Bizim yolumuzda cihad edenlere elbette (en doğru olan) yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah, muhsinlerle/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanlarla beraberdir.”[14]

Ankebût Suresi’ndeki bu ayet henüz savaş emri gelmeden önce nazil olmuştur. Hâliyle bu ayette kastedilen cihad, nefse karşı verilen cihaddır. Allah’a itaat hususunda nefsin arzularına karşı mücadele edenler,[15] hicret emrinin zorluklarına karşı mücadele edenler,[16] Allah’a davet eden ve insanları kötülükten alıkoyanlar,[17] dinlerini öğrenmek için mücadele edenler[18]…  Allah yolunda cihad edenlerdir.

Fedâle ibni Ubeyd’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Mücahid, Allah’ın (rızası) uğrunda nefsiyle cihad edendir.”[19]

Allah Resûlü (sav) nefsiyle, hevasıyla mücadele edenleri mücahid diye isimlendirmiştir. Zira her nefiste fücur ve takva vardır. Nefsini arındırma çabası içinde olanlar şer’i anlamda mücahid ismini almaya hak kazananlardır.

“Nefse ve onu düzenleyene, ona hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene, (tüm bunlara andolsun ki) onu (nefsini) arındıran, kesinlikle kurtuluşa ermiştir.”[20]

Nefisle cihad; nefsin arzularına karşı gelmek, Allah’ın emir ve yasakları konusunda nefsi terbiye etmek, Allah’ın razı olduğu ahlakla süslenip buğzettiği ahlaklardan uzak durmaya çalışmak şeklinde olur.

Her birimizin ortak olduğu bir nefis cihadı oluğu gibi her birimize özel, içinde bulunduğumuz şartlarla uyumlu bir nefis cihadı da vardır. Örneğin cihada çıkmak isteyen bir sahabi ile Allah Resûlü (sav) arasında şöyle bir diyalog geçmiştir:

Abdullah ibni Amr ibni’l Âs’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Sahabeden biri Allah Resûlü’ne (sav), ‘Ben cihad etmek istiyorum.’ dedi.

Allah Resûlü (sav), ‘Annen baban sağ mıdır?’ diye sorunca adam, ‘Evet, sağdır.’ cevabını verdi.

Bunun üzerine Allah Resûlü (sav), ‘Git, onlar hususunda cihad et.’ buyurdu.”[21]

Yani git; anne babanı razı etmek, onlara iyi bir evlat olmak, onlara rahmet ve şefkat kanatlarını germek… hususunda mücadele et. Allah Resûlü (sav), anne babaya karşı sorumlulukları yerine getirmeyi cihad diye isimlendirmiştir. Hiç şüphesiz bu, nefisle cihaddır. Zira ebeveyni hayatta olan insan; bir yanda nefsinin arzuları ve bencilliği, diğer yanda ebeveynin beklentileriyle karşı karşıya kalır. Nefsin bencilliğini bir kenara öteleyip anne babayı tercih etmek, onların yaşlandıkça çocuklaşan istek ve beklentilerine sabretmek, her şart ve durumda onlara şefkat kanatlarını germek zordur. İşte bu zorluklara karşı sabır, İslam nezdinde cihaddır.

Nefis ve Şeytanla Cihadın Mertebeleri

Nefisle cihad aynı zamanda insanı haktan alıkoyan şeytanla cihaddır. İslam âlimleri nefis ve şeytanla cihadı şöyle tarif ve taksim etmişlerdir:

“Nefisle cihâd dört şekilde yapılır:

a. Gerek dünyada gerekse ahirette nefsin mutluluğunun ancak kendisiyle olacağı doğru yolu ve hak dini öğrenme konusunda nefisle cihâd etmektir.

b. Bu doğru yolu ve hak dini öğrendikten sonra onun gereğince davranma konusunda nefisle cihâd etmektir.

c. İnsanları bu dine davet etme ve bilmeyenlere onu öğretme konusunda nefisle cihâd etmektir. Aksi hâlde insan, Allah’ın indirdiği açıklamaları ve hidayeti gizleyen kimseler durumuna düşer. Bu durumda ilmi ona fayda vermediği gibi, onu Allah’ın azabından da kurtaramaz.

d. Allah’a davetin zorluklarına ve insanların eziyetlerine karşı sabretme konusunda nefisle cihâd etmektir.

Bu dört türü tamamlayan kişi Rabbanîlerden, yani gönlünü Allah’a vermiş kişilerden olur.

Şeytanla cihâd iki şekilde yapılır:

a. Şeytanın insanın içine atarak imanı felakete götürmeyi amaçladığı şüphe ve kuşkuları bertaraf etme konusunda şeytanla cihâd etmektir.

b. İnsanın içine attığı bozuk iradeleri ve tutkuları defetme konusunda şeytanla cihâd etmektir. Birinci şekil cihâddan sonra yakîn (kesin bilgi, inanç), ikincisinin sonunda ise sabır meydana gelir. İkincisi sabırdan sonra oluşur. Nitekim Allah Teâlâ, ‘Sabredip âyetlerimize kesin olarak inandıkları zaman içlerinden emrimizle doğru yola ileten önderler çıkardık.’ buyurarak din önderliğine ancak sabır ve kesin inançla ulaşılabileceğini haber vermektedir. Çünkü sabır, tutkuları ve bozuk iradeleri; kesin inanç ise kuşku ve şüpheleri bertaraf eder.”[22]

Nefis ve Şeytanla Cihad, En Öncelikli Cihaddır

“Dış dünyadaki düşmanla cihad etmek, sadece bu iç düşmanlarına karşı mücadele veren kimseler için mümkün olur. Bunlara karşı zafer kazanan kimse dış dünyadaki düşmanına karşı da zafer kazanır. İçerideki bu düşmanlarına yenilen kimse, dış düşmanına da galip gelemez, yenilir.”[23]

Nefisle cihad, tüm cihadların aslı ve esasıdır. Çünkü insanın nefsi, elinin altında olan ve güç yetirebildiği düşmanıdır. Onunla cihad etmeyi göze alamayan, cenk meydanında düşmanla çarpışmayı göze alamaz. Ayrıca insanı düşman karşısında zayıf düşüren korku, kaygı, bencillik, yaşama arzusu gibi hastalıklar da nefsin arızalarıdır. Nefsi hastalıklardan arındırıp onu cesaret, tevekkül, cömertlik ve ahiret sevgisiyle süslemeden düşman karşısına çıkmak, cenk meydanına kılıçsız kalkansız atılmaya benzer. Zira cihad yalnızca bedenlerin değil, ruhların da çarpıştığı bir alandır. Ruhen güçlü olanlar, cenk meydanının galipleridir.

Nefisle Cihadda Vahye İttiba Etmenin Önemi

Nefsiyle cihad edecek olan Müslim bilmelidir ki her konuda olduğu gibi nefsin arınması ve terbiyesi de Nebevi öncülüğe muhtaçtır. Yüce Allah’ın elçi göndermesinin hikmetlerinden biri de insanlara nefis terbiyesini ve nasıl arınacaklarını öğretmektir:

“Andolsun ki Allah müminlerin içinde, kendilerinden olan bir Resûl göndermekle onlara iyilikte bulunmuştur. Onlara O’nun ayetlerini okur, onları arındırır ve onlara Kitab’ı ve hikmeti öğretir. Hiç şüphesiz, (Resûl gelmeden) önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.”[24]

İnsanlık tarihi boyunca pek çok filozof, mistik ve din adına konuşan abid; nefsin nasıl arınacağı hakkında konuşmuş, riyazet başlığı altında pratik önerilerde bulunmuştur. Tarihin şahitliğiyle sabittir ki bu tarz teori ve pratikler toplumların sapmasına neden olmuş, arınması beklenen nefisler kirlenebildiği kadar kirlenmiştir. Nefsine eziyet eden psikopatlar, toplumla tüm bağını koparan münzeviler ve kibirden arınmak için çıktıkları yolda, “Ben Allah’ım!” diyen yol düşkünleri zuhur etmiştir.[25] Peygamberler dünyevileşen maddecilerle mücadele ettikleri gibi, nefis terbiyesi adı altında sapan mistik akımlarla da mücadele etmişlerdir. Ruhun bir ihtiyacı olan arınma ve terbiye kavramının içini Kitap ve hikmetle doldurmuş, arınmak isteyenlere apaydınlık bir yol bırakmışlardır.

Şeytanın insanı saptırmak için iki yolu vardır: Bazı insanları ifrat (dinde aşırı gitme), bazı insanları ise tefrit (dinde gevşeklik gösterme) ile saptırır. Ruhun arınması ve terbiyesi, aşırılık riski taşıyan bir yoldur. Şayet insan ruhunun istek ve arzuları şeriatla kayıtlanmaz ve Nebevi sünnet ışığında hareket etmezse şeriatın kabul etmediği aşırılıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Allah Resûlü’nün (sav) sahabesi dahi sünnete başvurmaksızın nefis terbiyesi yapmak istediklerinde sert uyarıya maruz kalmış, Nebevi sünnet olmaksızın başvurulacak her arınma girişiminin, insanı arındırması şöyle dursun, şer’i kınamaya maruz bırakacağı gerçeğiyle yüzleşmişlerdir.

Enes ibni Mâlik’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Üç kişi, Nebi’nin (sav) hanımlarının evlerine gelerek Nebi’nin (sav) ibadetine dair soru sordular. Onlara haber verilince onu azımsar gibi oldular ve şöyle dediler: ‘Biz nerede, Nebi (sav) nerede? Allah onun geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır.’

Onlardan birisi, ‘Ben her zaman geceleyin namaz kılacağım.’ dedi.

Diğeri, ‘Ben de oruç açmamak üzere tüm sene boyunca oruç tutacağım.’ dedi.

Üçüncüleri, ‘Ben de kadınlardan uzak kalacak ve ebediyen evlenmeyeceğim.’ dedi.

Sonra Allah Resûlü (sav) gelerek, ‘Şöyle şöyle diyenler, sizler miydiniz? Bana gelince, Allah’a yemin ederim ki şüphesiz ben, aranızda Allah’tan en çok korkan ve O’na karşı en takvalı olanınızım. Bununla birlikte oruç tuttuğum da olur, tutmadığım da olur. (Geceleyin) kimi zaman namaz kılarım, kimi zaman uyurum, kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren, benden değildir.’ dedi.”[26]

Âişe Annemizden (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:

“Osman ibni Maz’ûn’un eşi kına yakıp koku sürünürdü. (Bir gün) artık öyle yapmayı terk edip benim yanıma geldi. Ben ona, ‘(Kocan) yanında mı, yoksa uzakta mı?’ dedim.

O, ‘Yanımda, (ama) uzakta gibidir.’ dedi.

Ona, ‘(O zaman) bu hâlin nedir?’ dedim.

O, ‘Osman ne dünyayı istiyor ne de kadınları.’ dedi.

Daha sonra Allah Resûlü (sav) yanıma geldi. Ona bu durumu haber verdim. O da Osman ile karşılaşınca, ‘Ey Osman, bizim iman ettiğimize iman ediyor musun?’ dedi.

Osman, ‘Evet, ey Allah’ın Resûlü!’ dedi.

Allah Resûlü (sav), ‘O hâlde bizde senin için bir örnek yok mudur?’ dedi.”[27]

Tebliğ ve Davet: Müşriklerle Cihad

“Şayet dileseydik, her beldeye bir uyarıcı gönderirdik. (Ancak, tüm insanlığa seni gönderdik.) Kâfirlere itaat etme! Ve o (Kur’ân’la) onlara karşı büyük bir cihad ver.”[28]

Furkân Suresi, Mekkî surelerdendir. Yüce Allah, Resûl’üne şu mesajı vermektedir: Biz dilesek her beldeye ayrı peygamber gönderir, senin yükünü hafifletirdik. Ancak biz tüm beldelere son uyarıcı olarak seni gönderdik. Öyleyse müşriklerin uzlaşma taleplerine[29] cevap verme. Onlara karşı Kur’ân’la mücadele ver. Onlar, Kur’ân’ın ahkâmına boyun eğip teslim oluncaya dek bu mücadeleni sürdür.[30]

Hiç şüphesiz bu merhalede Allah Resûlü’nün (sav) verdiği cihad; onlara Kur’ân ayetlerini tebliğ etmesi, tevhidî hakikatleri beyan etmesi ve bu uğurda karşılaştığı tüm zorluklara karşı sebat etmesidir. Bu dönemdeki cihad; ilim, kalp, beyan ve davet ile yapılan cihaddır.[31]

Yüce Allah, Kur’ân’la verilen bu mücadeleyi “Büyük Cihad” diye isimlendirmiştir. Kur’ân okuyan mümin, normal cihad ile büyük cihad arasında fark olduğunu anlayacaktır. Âlimlerimiz “büyük” sıfatını farklı şekillerde açıklamışlardır. Bu açıklamalar aynı zamanda Kur’ân’la davet yapan Müslim’e nasıl bir davet içinde olması gerektiğini de öğretir:

Allah (cc) her beldeye ayrı bir nebi göndermemiş, tüm yükü Allah Resûlü’nün (sav) omuzlarına bırakmıştır. Bu da onun vereceği cihadın zor ve büyük bir cihad olmasına sebep olur.[32] Zira o (sav), bu davetiyle bütün âlemi karşısına almış olacak, büyük bir mücadele içine girecektir.[33]

Allah (cc), Nebi’yi (sav) tüm beldelere uyarıcı olarak göndererek ona ikramda bulunmuştur. Onun insanlar içinden nebi olarak seçilmesi ve böyle bir yüke uygun bulunması, ona bahşedilen bir şereftir. Öyleyse onun da bu nimete şükür olarak cihadında sebat etmesi, hakkın açığa çıkması için elinden geleni ortaya koyması gerekir.[34]

Yüce Allah’ın, Resûl’üne (sav) müşriklere itaat etmemesini emretmesi, davet konusunda gevşeklik göstermemesini emretmektir. Bu uğurda vereceği mücadeleyi ise işteşlik bildiren mufâale kalıbıyla (mucâhade) ifade etmiştir. Bu da kâfirlerin Nebi’yi (sav) engellemek için vereceği mücadeleye benzer bir mücadeleyle karşılık vermesi, bu konuda gevşeklik göstermemesi anlamına gelir.[35] Büyük cihad, onlardan daha fazla mücadele etmek demektir.

Büyük cihad; ara vermeksizin, sürekli olması gereken bir mücadeledir. Öyle ki yaptığı ısrarlı davetle onların inançlarını sarsmalı, alışkanlıkları onların gözünde iğrenç hâle gelmelidir.[36] Kendi dinlerinden şüphe edinceye kadar bıkmadan, usanmadan onlara davet yapmalıdır.

Şirk toplumunda tüm saptırıcı teklifler ve caydırıcı tehditlere karşı Kur’ân’ın hakikatlerini dillendirmek zor ve büyük bir çabadır. Şu bir gerçektir ki hiçbir şirk toplumu tevhid davetini kendi hâline terk etmeyecektir. Çünkü şirk ve tevhid arasında uzlaşmaz bir çelişki vardır; tevhid güçlendikçe şirk davetine, şirk güçlendikçe tevhid davetine imkân tanımayacaktır. Öyleyse Kur’ân’la cihad eden mümin, kendisini zorlu bir mücadelenin beklediğini bilmeli, tüm hazırlıklarını zorlu bir cihada uygun şekilde yapmalıdır. Bilgisi, ahlakı ve sabrı; vereceği büyük cihada uygun olmalıdır.

Propaganda Savaşı

Müşriklere karşı verilen cihadın bir yönü onları İslam’a davetken diğer yönü onların kara propagandalarına karşı propaganda yürütmek, onları hicvetmektir.

Berâ’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) Kureyzâ Günü, şairi Hassân ibni Sâbit’e, ‘Müşrikleri hicvet, Rûhu’l Kudus/Cibrîl seninle beraberdir!’ dedi.”[37]

Âişe Annemizden (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav), ‘Kureyşlileri şiirlerinizle yerin! Zira bu, onlar için ok atışlarından daha fazla tesir eder.’ buyurmuştu.

Bundan dolayıdır ki Abdullah ibni Revâha’ya (ra), ‘Onları hicvet!’ diye haber yolladı. Abdullah onları hicvetti, ancak Allah Resûlü (sav) onun bu hicvini yeterli bulmadı. Sonra Allah Resûlü (sav) bunun için Ka’b ibni Mâlik’e (ra), daha sonra da Hassân ibni Sâbit’e (ra) haber yolladı.

Allah Resûlü’nün (sav) yanına girince Hassân şöyle dedi: ‘Kuyruğuyla bile çarpıp deviren bu aslanı yollama zamanı gelmişti.’ Sonra dilini çıkarıp oynatmaya başladı ve şöyle dedi: ‘Seni hakla gönderene yemin olsun ki şu dilimle onları deri doğrar gibi doğrayıp parçalayacağım!’

Allah Resûlü (sav) ona, ‘Acele etme! Kureyş’in soyunu en iyi Ebû Bekir biliyor. Benim de onlar içinde akrabalarım var. Ebû Bekir akrabalarımı sana bildirene kadar bekle!’ buyurdu.

Hassân, Ebû Bekir’in yanına gitti. Sonra Allah Resûlü’nün (sav) yanına gelip şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Ebû Bekir, akrabalarını bana söyledi. Seni hakla gönderene yemin olsun ki seni onların içinden hamurdan kıl çeker gibi çekip çıkaracağım!’

Allah Resûlü’nün (sav) Hassân’a, ‘Yüce Allah ve Resûl’ünü savunduğun sürece Rûhu’l Kudus de seni destekleyecektir!’ buyurduğunu işittim.

Yine Allah Resûlü’nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim: ‘Hassân onları hicvetti. Hem kendi rahatladı hem de bizi rahatlattı.’[38]

Berâ’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Ey Hassân, müşrikleri hicvet! Cibrîl/Rûhu’l Kudus seninle beraberdir.”[39]

Müşrikleri hicvetmek, onlara karşı verilen cihadın en önemli parçasıdır. Allah Resûlü Dönemi’nde bu işi şiirde önde gelen sahabiler yapardı. Bugün propaganda, medya üzerinden yürümektedir. Hâliyle şirk ehline karşı verilen mücadelede nitelikli habercilerin ve sosyal medyayı etkili kullanan kişilerin yetişmesi bir zorunluluktur.

Münafıklarla Cihad

“Ey Nebi! Kâfirler ve münafıklarla savaş ve onlara karşı sert ol. Onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir.”[40]

Allah Resûlü (sav) hiçbir zaman münafıklarla kılıç ve kalkanla savaşmamıştır. Onlara karşı verdiği mücadele; onların şüphelerini çürütmek, İslam toplumunu bölmek için sebep oldukları fitneleri sonlandırmak, İslam toplumunu onların oyunlarına karşı bilinçlendirmek şeklinde olmuştur. Ayeti tefsir eden İbni Abbâs (ra), “Kâfirlere karşı kılıçla, münafıklara karşı dille cihad emredilmiştir.”[41] demiştir.

Münafıklar şerli insanlardır, kimse onları karşısına almak istemez. Ayrıca açık düşmanla savaşmak kolaydır. Ancak bizden görünen, bizim dilimizle konuşan insanlarla mücadele etmek zordur. Bu sebeple onlarla mücadele edenler azınlıkta olur.

İbnu’l Kayyim (rh) şöyle der: “Çünkü münafıklara karşı cihad etmek kâfirlerle cihad etmekten daha zordur. Münafıklara karşı cihad, Allah Resûlü’nün mirasçıları olan ümmetin havasının işidir. Bu cihadı yerine getirebilenler dünyada sayılı kimselerdir. Bu cihada katılanlar ve buna destek verenler sayı itibarıyla en azınlıkta olsalar dahi Allah nezdinde değerleri en büyük olanlardır.”[42]

Münafıklarla cihad etmek, ilim ve davetin yanında şer’i siyaset bilmeyi zorunlu kılar. Münafıklar gizli düşman olduklarından onlara karşı verilen mücadele, Müslümanların birbirleriyle mücadelesi olarak algılanacaktır. Dışarıdan bakan gözler, münafık ile Müslim’i ayıramayacağından münafıklar ile mücadele iç çatışma olarak değerlendirilebilir, Müslimler birbirleriyle uğraşıyor veya birbirlerine tahammül edemiyor düşüncesine neden olabilir. Bu sebeple Allah Resûlü (sav) onlara karşı mücadelesinde dışarıdan bakanları hesaba katarak bir strateji oluşturmuş, şer’i siyasetini bu esas üzerine inşa etmiştir:

Câbir ibni Abdullah’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Nebi (sav) ile birlikte gazaya gittik. Etrafında Muhâcirler toplandı ve bir hayli kalabalık oldular. Muhâcirlerden oldukça güçlü, kahraman birisi vardı. Ensâr’dan birisine vurdu.

Ensâr’dan olan kişi de, ‘Ey Ensâr, yetişin!’ dedi.

Muhâcirlerden olan kişi de, ‘Ey Muhâcirler, yetişin!’ dedi.

Nebi (sav) çıkıp dedi ki: ‘O şekilde dava gütmeyi bırakınız, çünkü o çok pis bir şeydir.’

Abdullah ibni Ubeyy ibni Selûl, ‘Bizim aleyhimize taraftarlarını yardıma mı çağırdılar? Andolsun Medine’ye dönecek olursak daha aziz olan daha zelil olanı oradan çıkaracaktır.’ dedi.

Bunun üzerine Ömer (ra) dedi ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü, bu pis herifi öldürmeyelim mi?’

Nebi (sav) şöyle buyurdu: ‘İnsanlar, ‘O ashabını öldürüyordu.’ demesinler.’[43]

Kur’ân-ı Kerim münafıklarla ilgili her meselede ayetler indirmiş, onlara karşı nasıl mücadele edileceğinin yolunu göstermiştir. İslam toplumu münafıklarla mücadelede ilgili ayetleri dikkatle okumalı, onlara karşı mücadele stratejisi geliştirmelidir.[44]

Zalim Yöneticilere Karşı Cihad

Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Cihadın en faziletlisi zalim sultanın karşısında hak/adil söz söylemektir.”[45]

Allah Resûlü (sav), zalim sultana hakkı söylemenin ve yaptığı yanlışlarda yöneticiyi uyarmanın en faziletli cihad olduğunu söylemiştir. Hakkı söylemek her hâl ve şartta değerlidir; ancak zalim sultana hakkı söylemek, en değerli amellerdendir. Çünkü;

İslam toplumunun yöneticisi İslam adına konuşan, İslam adına hükmeden mercidir. Şayet siyasetine zulüm bulaşırsa bu durum yalnızca onun şahsına zarar vermeyecektir. Temsil ettiği İslam siyaseti de onun zulmünden zarar görecek, işlediği cürümler İslam’ın hanesine yazılacaktır.

Fertler zulüm işlese de zulmü meşrulaştıramaz. Sultan ise hem temsil makamında olduğundan hem de işlediği cürmü yasallaştırma imkânına sahip olduğundan zulmü meşrulaştırabilir. Onu uyarmak zulmün meşrulaşmasına engel olmaktır. Bu nedenle ona engel olmak, en faziletli cihad sayılmıştır.

Herhangi bir düşmanla savaşan kişi yenilgi kaygısıyla birlikte zafer kazanma umuduyla savaşır. Sultanı karşısına alan ise zarar göreceğini bilir. Buna rağmen yöneticinin yanında hakkı söyleyen, Allah’ın (cc) dini için kendi nefsini hiçe saymış olur. Bu sebeple ameli, cihadın en faziletlisi kabul edilmiştir.[46]

İslam anlayışına göre yöneticilerin istikameti toplumun istikameti, yöneticilerin bozulması toplumun bozulması demektir.[47] Bu nedenle sultanı uyaran ve onu zulümden alıkoyan, tüm topluma iyilikte bulunmuştur. Bu amelin faydası umumi olduğundan en faziletli cihad kabul edilmiştir.[48]

Zalim yöneticilere karşı hakkı söyleyecek olan “gizlemeyeceklerine dair” Allah’a (cc) söz veren ilim adamlarıdır.[49] İslam ümmetini ayakta tutan iki ayaktan biri yöneticilerse, diğeri âlimlerdir:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin. Sizden olan (Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen) yöneticilere de (itaat edin).”[50]

Abdullah ibni Abbâs (ra), “İtaat etmekle emrolunduğumuz emir sahipleri; yöneticiler ve âlimlerdir.”[51] demiştir. Şayet âlimler bozulan yöneticileri uyarmazsa İslam toplumu bir bütün olarak çöker.[52]

Dini Tahrif Eden Bidat Ehline Karşı Cihad

Her nebiden sonra onun davetine sahip çıkan ashâbı ve havarileri/yardımcıları olduğu gibi onun yoluna muhalefet eden, şeriatını zayi edenler de olacaktır.

“Onlardan sonra bir topluluk geldi, namazı zayi/ihmal edip şehvetlere uydular. Onlar ‘ğayy’ (özel bir azap çeşidi) ile karşılaşacaklardır.”[53]

Allah Resûlü (sav) ümmeti içinde bir taifenin bozulacağını ve Nebevi mirası tahrif edeceğini haber verir.

Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Benden önce Allah’ın bir millete gönderdiği her peygamber için; milletinden, onun sünnetine uyan, emrini tutan arkadaşları (ashabı) ve sadık dostları (havarileri) olurdu. Sonra onların arkasından bir nesil gelir, yapmadıklarını söylerler, emrolunmadıklarını yaparlar. Kim onlarla eliyle cihad ederse o mümindir, kim diliyle cihad ederse o da mümindir, kim kalbiyle cihad ederse o da mümindir. Bunun dışında ise hardal tanesi kadar iman yoktur.”[54]

Allah Resûlü (sav) ümmetinden bozulacakları haber verdiği gibi onlara karşı mücadele etmenin zorunlu olduğunu haber verir. Onlara karşı el, dil ve kalple verilecek mücadeleyi cihad olarak isimlendirir. Bu mücadeleden geri duranların kalplerinde hardal tanesi kadar iman olmadığını da söyler. Zira Sünnet, yaşayan Kur’ân’dır. Allah Resûlü’nün sünneti, Kur’ân’ı doğru anlamanın tek yolu ve vesilesidir. Nebi’nin (sav) sünnetine yönelik her tahrif, dinin temellerine saldırıdır. Bu sebeple Sünneti müdafaa etmek ve bidatle mücadele etmek, Allah yolunda cihaddır.

İbni Teymiyye (rh) şöyle der:

“Bidat ehline reddiye veren, mücahiddir. Yahyâ ibni Yahyâ şöyle derdi: ‘Sünneti müdafaa etmek, cihaddan daha faziletlidir.’ ”[55]

Müslim, şirke karşı mücadele verdiği gibi bidatlere karşı da mücadele verir. Zira bidatlerin, İslam inancını içten çürüten ağaç kurdu mesabesinde olduğunu bilir. Bidate karşı verilen mücadelenin cihad olduğunu ve her insanın imanı oranında bu cihadı vereceğini akleder. Söz konusu, Allah Resûlü’nün mirasını tahrifse -ki her bidat bir sünnetin tahrifidir- hiç kimsenin veya grubun hatırını gözetmez. Allah Resûlü’nün risaletine şahitliğin, onun (sav) hatırını her şeyden üstün tutmak olduğuna iman eder.

Bu ayki yazımızda nefisle cihad ve davet yoluyla cihad konularına değindik. Bir sonraki yazımızda cihadın bir diğer kısmı olan Allah yolunda savaş konusuna temas edeceğiz.

Çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc).


[1] Ahmed 22068; Tirmizi 2616

[2] bk. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 1/486, c-h-d maddesi

[3] bk. El-Mufredât, s. 208, c-h-d maddesi

[4] bk. Mu’cemu İştikâi’l Muessel, 1/348 vd. c-h-d maddesi

[5] bk. Es-Sıhâh Tâcu’l Luğa, 2/460, c-h-d maddesi

[6] 25/Furkân, 52

[7] 29/Ankebût, 6

[8] 29/Ankebût, 69

[9] 4/Nisâ, 95

[10] 9/Tevbe, 19

[11] Ahmed 12246; Ebu Davud, 2504

[12] bk. Zâdu’l Meâd, Muessesetu’r Risâle, 3/9

[13] bk. El-Mufredât, s. 208, c-h-d maddesi

[14] 29/Ankebut, 69

[15] bk. Mevsûati’t Tefsîri’l Me’sûr, 17/391, 60287 No.lu rivayet, İbni Abbâs’tan naklen

[16] bk. age, 17/392, 60288 No.lu rivayet, Dehhâk’tan naklen

[17] bk. age, 17/392, 60291 No.lu rivayet, Rebî’ ibni Enes’ten naklen

[18] bk. age, 17/392, 60293 No.lu rivayet, Fudayl ibni İyâd’dan naklen

[19] Ahmed, 23965

[20] 91/Şems, 7-9

[21] Buhari, 3004; Müslim, 2549

[22] Muhtasaru Zâdi’l Meâd, Dâru’r Reyyân, s. 96

[23] Bedâiu’t Tefsîr, 3/309, Ankebût Suresi, 69. ayetin tefsiri

[24] 3/Âl-i İmrân, 164

[25] bk. Tasavvuf: Tanımı-Menşesi-İslam’la İlişkisi, Tevhid Basım Yayın, s. 118 vd.

[26] Buhari, 5063; Müslim, 1401

[27] Ahmed, 24753

[28] 25/Furkân, 51-52

[29] Müşriklerin uzlaşı talepleri ve Kur’ân’ın cevapları için bk. Tevhid Dergisi, S 128, s. 4, Müstekbirler Karşısında Asil Duruş: Müdahane Yapmamak
İlgili yazıya ulaşmak için karekodu okutabilirsiniz.

[30] bk. Tefsîru’t Taberî, 19/280-281, Furkân Suresi, 52. ayetin tefsiri

[31] bk. İbn Teymiyye Tefsîri, 7/180, Furkân Suresi, 52. ayetin tefsiri

[32] bk. Fethu’l Kadîr, 4/94, Furkân Suresi, 51. ayetin tefsiri

[33] bk. El-Bahru’l Muhît fi’t Tefsîr, 8/117, Furkân Suresi, 51. ayetin tefsiri

[34] bk. Rûhu’l Meânî, 10/32, Furkân Suresi, 51. ayetin tefsiri

[35] bk. Et-Tahrîr ve’t Tenvîr, 19/53, Furkân Suresi, 51. ayetin tefsiri

[36] bk. Mehâsinu’t Te’vîl, 7/431, Furkân Suresi, 51. ayetin tefsiri

[37] Buhari, 4123-4124

[38] Müslim, 2490

[39] Ahmed, 18768

[40] 9/Tevbe, 73

[41] bk. Mevsûati’t Tefsîri’l Me’sûr, 10/522, 33040 No.lu rivayet

[42] Bedâiu’t Tefsîr, 2/279, Tevbe Suresi, 73. ayetin tefsiri

[43] Buhari, 3518; Müslim, 2584

[44] Münafıklar, oyunları ve onlarla nasıl mücadele edileceğine dair bk. Peygamber Dönemindeki Beşinci Tabur, İyâd Mustafa El-Ğazâlî

[45] Ebu Davud, 4344; Tirmizi, 2174

[46] bk. Meâlimu’s Sunen, El-Matbaatu’l İlmiyye, 4/350

[47] bk. Buhari, 3834

[48] bk. El-Mefâtîh fî Şerhi’l Mesâbîh, Dâru’n Nevâdir, 4/306

[49] “(Hatırlayın!) Hani Allah, ‘(Vahyi) insanlara mutlaka açıklayacak ve asla onu gizlemeyeceksiniz.’ diye kendilerine Kitap verilenlerden söz almıştı. (Bu sözü) sırtlarının gerisine attılar (kulak ardı ettiler) ve onu az bir paha karşılığında sattılar. (Sözlerini bozma karşılığında) elde ettikleri (dünyalık) ne kötüdür.” (3/Âl-i İmrân, 187)

[50] 4/Nisâ, 59

[51] bk. Mevsûati’t Tefsîri’l Me’sûr, 6/515, 18828-18832 No.lu rivayetler

[52] Saltanat sahiplerinin bozulması ve âlimlerin bu bozulma karşısında sorumsuz davranması hakkında geniş bilgi için bk. Tevhid İnancını İnşa Eden Kavramlar, s. 466-493

[53] 19/Meryem, 59

[54] Müslim, 50

[55] Mecmûu’l Fetâvâ, 4/13

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver