Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman eden ya hayır söylesin ya sussun. Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman eden, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman eden, misafirine ikram etsin!”[1]
Peygamber (sav), Allah’a (cc) ve Ahiret Günü’ne iman eden kimseler için şu üç şeyi emretti: Hayır konuşmak veya susmak, komşuya eza vermemek, misafire ikram etmek. Bu üç emrin ilk ikisini geçen yazılarımızda kısaca izah etmeye gayret ettik. Misafire ikram konusunu da bu sayımızda incelemeye gayret edeceğiz.
İslam’a göre insanların birbirlerine karşı bazı hakları ve sorumlulukları vardır. Misafire ikram, bu hak ve sorumluluklardandır. Peygamberimizin (sav), “Seni ziyaret eden kimsenin senin üzerinde hakkı vardır.”[2] hadisi bu konuda belirleyicidir. Hak ve sorumluluk gerektiren bir meseleden bahsediyorsak titiz ve dikkatli olmalı, emredileni güzellikle kabul edip hayatımıza geçirmeliyiz.
Misafirimizle nasıl ve ne kadar ilgilenmeliyiz konusunu uzunca ele almamız mümkündür. Fakat Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan misafir ağırlayan Peygamber’in (as) örnekliği bizim için aydınlatıcı olacaktır. Beraberce inceleyelim:
İbrâhîm (as) Örnekliğinde Misafir Ağırlamak
“İbrahim’in değerli misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani yanına girmiş: ‘Selam’ demişlerdi. O da: ‘Selam! Siz, tanınmayan bir topluluksunuz.’ demişti. Hemen ailesine gidip, semiz bir buzağı getirmişti. Onlara yaklaştırmış ve: ‘Yemez misiniz?’ demişti. (Yemediklerini görünce) içine bir korku düşmüştü. ‘Korkma!’ demişler ve onu, bilgili bir çocukla müjdelemişlerdi.”[3]
Melekler bir müjde ve bir azap haberiyle geldiklerinde, İbrâhîm (as) gelenlerin melek olduğunu anlamadı. Onları ağırladı ve ikramda bulundu. Misafir nasıl ağırlanmalıdır, sorusuna Allah (cc) İbrâhîm Peygamber’in örnekliğinde cevap verdi. Yukarıda zikrettiğimiz ayetler üzerinde tedebbür ettiğimizde şu sonuçlara ulaşıyoruz:
1. Misafirlerinin selamını misliyle cevaplayarak aldı. İbrâhîmî bir ağırlamanın ön adımı misafiri güzellikle karşılamak, selama mukabele ederek güvende olduklarını göstermektir.
2. Misafirlerine açlık durumlarını sormadan ikramda bulundu. İkramı geciktirmedi. Onları karşıladıktan hemen sonra ailesinin yanına gidip çok geçmeden bir buzağı getirdi.[4] Misafire ikram edilir, sorulmaz. Onlar bir şeyler istemekten hayâ edebilir, ihtiyaçlarını gizleyebilir, çekinebilirler.
3. Misafirlerini tanımadığı hâlde onlara ikramda bulundu. Çünkü sadece tanıdık misafirlere değil, tanınmayan misafirlere de ikramda bulunulur.
4. Alelade bir ikramda bulunmadı, semiz bir buzağı kesti ve onlara ikram etti. Daha taze ve lezzetli olduğu için buzağı eti ikram etti.[5] Misafir ağırlayan kimse kendi imkânları içerisinde en güzel şekilde karşılamaya gayret eder. Onlara ikram etmenin Allah’a ve ahirete imanın bir ispatı olduğunu bilir. Ayrıca ikram edene Allah da (cc) ikram edecektir.
5. İkramlık getirmek için ailesinin yanına gitmesini ifade eden kelime ra-ğe/ra-ve-ğe kökünden gelir. Bu kelime hissettirmeden gidiş gelişi ifade etmektedir.[6] Yani misafirlerini buyur ettikten sonra ikramlıkları getirmek için münasip bir şekilde, sezdirmeden çıktı, hazırladı ve getirdi. Misafirlerini mahcup edecek bir tavır içerisine girmedi.
6. Yiyeceği misafirlerine yaklaştırdı. Onları yemeğe çağırmak yerine yemeği onların önüne getirdi. Bu da İbrâhîm’in (as) misafirlerine zahmet vermemek, sıkıntıya sokmamak konusundaki duyarlılığına işaret eder.
7. Yemediklerini görünce gayet güzel bir üslupla şaşkınlığını dile getirdi ve yemelerini rica etti: “Yemez misiniz?/Buyurmaz mısınız?” Yemek konusunda çok ısrarcı olup onları sıkmak istemedi veya yemeği bıraktıktan sonra yemiyorlarsa kaldırayım, demedi. Güzelce bir defa daha yemelerini teklif etti.
8. İbrâhîm (as) misafirlerine ikramda bulunurken başkasından yardım alabilirdi, ama misafirlerine ikramı kendisi yaptı. Ev sahibi başkalarından yardım almak yerine misafirlerine kendisi ikramda bulunur, bu, İbrâhîm’in (as) sünnetidir.
İmam Nevevî (rh) Riyâzu’s Sâlihîn eserinde “Misafire İkram Etmek” başlığını atar ve ardından yukarıda verdiğimiz Zâriyât Suresi ayetlerini zikreder. Hemen ardından da İbrâhîm’e (as) gelen meleklerin Lût’a (as) gittiğini anlatan ayeti ekler:
“(Misafirlerin geldiğini duyunca) kavmi koşar adımlarla ona gelmişti. Bundan önce de kötülükleri (âdet hâline getirecek kadar çokça) yaparlardı. Dedi ki: ‘Ey kavmim! İşte bunlar benim kızlarım, onlarla (evlenerek ilişki kurmanız) sizin için daha temizdir. Artık Allah’tan korkup sakının ve misafirlerin içinde beni rezil etmeyin. İçinizde hiç mi olgun/aklı başında bir adam yok?’ ”[7]
Buna göre Lût’un (as) gelen misafirlerle ilişkisinden anladığımız bir başka adap vardır: Ev sahibi, onları rahatsız edip onlara zarar verecek davranışlardan misafirlerini korumaya gayret etmelidir.
Allah’a (cc) ve Ahiret Günü’ne İman Eden
Hadiste Peygamber’in (sav) kullandığı dil, ziyadesiyle dikkatlerimizi çekiyor. Bu üç emri ve tavsiyeyi bize başka bir ifadeyle de anlatabilecek olan Nebi (sav) neden özellikle “Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan” dedi?
Allah’a inanan insan, inandığı Allah’ın, kendisini yaratan Allah’ın onun hayatına bazı sınırlar getireceğini bilir. Bu sınırlara uyması gerektiğini, sorumlulukları da hakkıyla yerine getirmesi gerektiğini bilir. Sadece bilmekle kalmaz, bildiklerini yaşama konusunda daha gayretlidir. Beni yoktan var eden, güzelliklerle donatan Allah (cc) benden bir şeyler istiyor, der ve çaba harcar.
Ahirete iman ikinci itici kuvvettir. Amellerde gevşeyen ve tembelleşen insan, ahireti hatırlamalıdır. Gelen İslami emirler karşısında lakayt kalan insan ahireti hatırlamalıdır. Umursamaz, önemsemez hâle getirip onu sorumluluklarından uzaklaştıran nedir? Ahiret inancının zayıflamış olmasıdır. Ahiretin bir hesap mekânı olduğunu, defterlerin dürülüp hesabın tamamlanacağını bilen, sağ veya sol ashabından olmak gibi iki seçenekten birine mahkûm olacağını hatırlayan insan ne kadar umursamaz olabilir?
Hadiste zikredilen üç hususi emir konusunda vazifemizi hakkıyla yerine getirmemiz direkt olarak Allah (cc) ve ahiret inancımızla bağlantılıdır.
[1]. Buhari, 6475; Müslim, 47
[2]. Buhari, 6134
[3]. 51/Zâriyât, 24-28
[4]. İkram ederken çok bekletmediğini ayette geçen fâ-i ta’kibiyye’den anlıyoruz.
[5]. bk. Buhari, 5788; Müslim, 2087
[6]. Tefsîru’t Taberî, 22/425; Zâdu’l Mesîr, 4/171
[7]. 11/Hûd, 78
İlk Yorumu Sen Yap