Allah (cc) insanı farklı merhalelerden geçirerek yaratmıştır.
“Oysa O, sizi merhale merhale yaratmıştır. (Nutfe merhalesi, embriyo merhalesi…)” [1]
Dünyaya gelen insan, kendisi için takdir edilen hayatı da merhaleler şeklinde yaşar.
“Sizi zayıflıktan yaratan, zayıflıktan sonra size kuvvet veren, sonra kuvvetin ardından size zayıflık ve yaşlılık veren Allah’tır. Dilediğini yaratır. O, (her şeyi bilen) El-Alîm, (her şeye güç yetiren, mutlak kudret sahibi olan) El-Kadîr’dir.” [2]
Malumdur ki, insanın çocukluk, yetişkinlik ve olgunluk dönemleri arasında fark vardır. Yaş ilerledikçe insan olgunlaşır; daha isabetli kararlar vermeye başlar. Hiç şüphesiz bu olgunlaşmada tecrübenin payı büyüktür. İslami kavramlarla konuşacak olursak, insan tecrübe kazandıkça olgunlaşır/kemale erer; olgunlaştıkça hikmet ve basiret sahibi olur. Hikmet; düşünce, söz ve davranışların kontrollü ve isabetli olmasıdır. Basiret ise; olaylara bilgi, tecrübe ve Rabbani yardımla bakabilmektir.
Yaşadıklarından ders çıkarıp tecrübe edinmeyen insan; biyolojik olarak olgunlaşabilir fakat akli olarak olgunlaşmaz.
Toplumlar/Cemaatler, insan gibidir. Seyirlerini merhale merhale tamamlarlar. Kimisinin toplumsal hafızası güçlüdür; yaşadıklarından ders alır, tecrübe edinir; hikmetli ve basiretli bir toplum oluşturur. Tecrübe sahibi toplumlar “İnsanlara yarar sağlayacak olan (hak) ise, yeryüzünde kalıcıdır.” [3] ayetinin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Hizmetleri kalıcı, kapsayıcı ve nesillere fayda sağlayacak şekilde muhkemdir.
Kimi toplumlar, hafızalarını yitirmiştir; yaşadıklarından ders almaz, hikmet ve basiret hanelerine tecrübe kaydetmezler. Böylesi toplumlar şirk cephesinin saldırıları ve kaderin pis ile temizi ayıran imtihanları karşısında savunmasızdırlar. Onlar ise “Köpük, atılır gider.” [4] ayetinin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Yeryüzüne halife olma, orayı imar etme ve adil şahitlik vazifesini yerine getiremezler.
İlk Nesil ve Tecrübe
Sahabi nesli, yüce Allah’ın (cc) terbiye ve yönlendirmesiyle olgunlaşmış bir toplumdu. Bu öyle bir olgunluktu ki geçmişten devraldıkları tevhid davasını zirveye taşıdılar, yaşadıkları çağın adil şahitleri oldular, gelecek nesillere ise muazzam bir örneklik ve tecrübe mirası bıraktılar.
Tüm bu güzel hasletleri yanında onlar da insandı. Hata yaptılar, günah işlediler, itaatsizlik yaptılar… Kendilerini vahyin terbiyesine bıraktılar. Allah (cc) hatalarını ve hataya düşmelerine neden olan sebepleri onlara gösterdi. Tevbeyle Rablerine yöneldiler. Hatanın manevi ağırlığından ve kalbi karartan pasından tevbeyle arındılar. Sonra hatalarından ders aldılar, her olay onları biraz daha olgunlaştırdı. Bunlara ek olarak, vahyin öğretilerine kulak verdiler.
Bireyi ve toplumu tecrübe, hikmet ve basirete ulaştıran sebeplere yapıştılar. Allah (cc) onların çabalarını (fiili dua) takdir etti, isteklerini (kavli dua) kabul etti. İnsanlık, Allah’ın övgüsüne mazhar olan en olgun toplumla tanıştı. Şimdi bu sebepleri beraber inceleyelim:
1. Geçmiş Ümmetlerin Kıssalarını İbret Nazarıyla Okumak
Kur’an, genel anlamda bir insanlık tarihi, özel anlamda ise bir İslam tarihi kaynağıdır. Tarihi bir bütün olarak ele almaz. İnsana faydalı olacak örnekleri işler. Kısa, etkili ve mesaja yönelik bir anlatım üslubu vardır.
Müminlerin bu kıssalar üzerinde düşünmesini ve ibret almasını ister.
“… İyice düşünsünler diye kıssaları anlat.” [5]
“Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur’an) öyle uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden önceki (kitapları) doğrulayıcı, her şeyi detaylı açıklayan, mümin topluluk için de hidayet ve rahmettir.” [6]
Kur’an’ın emrettiği tefekkür ve itibar, felsefik bir zihin faaliyeti değildir. Onun emrettiği düşünme pratiktir, vakıaya dönüktür. Önce düşüneni daha sonra vakıayı ıslah etmeyi gaye edinir.
“Sana, rasûllerin kıssalarından her (vahyettiğimizi), kalbini sağlamlaştırmak için anlatıyoruz. Bunda sana hak, müminler için öğüt ve hatırlatma gelmiştir.” [7]
“Bunlar, Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Onların yolunu takip et. De ki: ‘Ben, bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O, yalnızca âlemlere bir hatırlatmadır.’ “ [8]
Müminin kıssayla bütünleşmesini ister. Mücadelenin karşılaştığı zorluklarda, daha önce anlatılan kıssalara gönderme yapar.
“Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi (Yunus peygamber) gibi olma! Hani dert ve sıkıntıyla (Rabbine) dua etmişti.” [9]
“Ulu’l Azm peygamberlerin sabrettiği gibi sen de sabret…” [10]
Tecrübe/hikmet/basiret sahibi olmak isteyen toplum, tarihi bilmek zorundadır. Gerek Kur’an’da anlatılan İslam tarihi, gerekse ön dört asırdır yaşanan tarih gündelik hayatın parçası olacak şekilde iyi bilinmelidir. Geçmişi olmayan toplum; bugününü ve yarınını kaybetmiştir.
2. Kendi Tarihini İyi Bilmek
Kur’an; uzak tarihe dikkat çektiği gibi, yakın tarihe de dikkat çeker. Yaşanmış hadiselerin neticeleri üzerinde tefekkür edilmesini ve olaylardan ders çıkarılmasını ister.
Neredeyse sahabenin yaşadığı her toplumsal olay, Kur’an tarafından kritik edilmiş ve müminlere o olaydan çıkaracakları dersler Allah (cc) tarafından gösterilmiştir.
Bedir savaşından sonra Allah onlara şöyle seslenmiştir:
“(Hatırlayın!) Hani Allah (biri güçlü, diğeri zayıf) iki topluluktan birini size vadetmişti. Siz, (yorulmadan) elde edebileceğiniz güçsüz topluluğu istiyordunuz. Oysa Allah, kelimeleriyle hakkı üstün kılmak ve kâfirlerin (kökünü kurutup) arkalarını kesmek istiyordu. Suçlu günahkârlar hoşlanmasa da (Allah) hakkı (her daim) üstün kılmak ve batılı geçersiz kılmak (istiyordu). (Hatırlayın!) Hani siz Rabbinizden yardım istemiştiniz. O da: ‘Şüphesiz ki peş peşe inen bin melekle sizi destekleyeceğim.’ diye duanıza icabet etmişti. Allah bunu ancak bir müjde ve kalplerinizin mutmain olması için yapmıştı. Yardım/zafer yalnızca Allah katındandır. Şüphesiz ki Allah, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Aziz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakim’dir. Hani Allah’tan bir güven içinde olasınız diye sizi bir uyku hâli bürümüştü. Ve (Allah) sizi onunla temizlemek, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalplerinizi (yakin ve kararlılık ile) pekiştirmek ve ayaklarınızı sabit kılmak için gökten sizin için yağmur indirmişti. Hani Rabbin meleklere vahyediyordu: ‘Şüphesiz ki ben, sizinle beraberim, iman edenleri sabit kılın. Ben, kâfirlerin kalplerine şiddetli bir korku salacağım. (Öyleyse) vurun boyunların üstüne, vurun onların bütün parmaklarına!’ ” [11]
Uhud savaşından sonra onlara şöyle seslenmiştir:
“Andolsun ki Allah size verdiği sözde doğru söyledi. Hani (Allah’ın) izniyle onların kökünü kurutuyordunuz. Çok istediğiniz (zaferi) size gösterdikten sonra bozguna uğradınız, verilen emir hakkında çekiştiniz ve isyan ettiniz. İçinizden kimi dünyayı kimi de ahireti istiyordu. Sonra (Allah) sizi denemek için onlardan çevirdi. (Yenilmeye başladınız. Buna rağmen) sizi bağışladı. Allah, müminlere karşı lütuf ve ihsan sahibi olandır. (Hatırlayın!) Hani siz dönüp hiç kimseye bakmadan kaçıyordunuz. Resûl, (savaşa dönmeniz için) arkanızdan sesleniyordu. Kaçırdığınız (hayırlara) ve başınıza gelen musibetlere üzülmeyesiniz diye (Allah) sizi keder üstüne kederle sınadı. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Bu sıkıntılı hâlden sonra, (içinde bulunduğunuz) topluluktan (bir kısmını) bürüyen güvenli bir uyuklama indirdi. Bir topluluk da kendi canlarını dert ediniyor, Allah’a dair hak olmayan cahiliye zannına kapılıyorlardı. Diyorlardı ki: ‘(Bu savaşla ilgili) bizim bir karar yetkimiz var mı?’ De ki: ‘(Savaş konusunda) yetki tamamen Allah’a aittir.’ (Böyle söylüyorlar ama) nefislerinde sana açık etmedikleri şeyler gizliyorlar. Diyorlar ki: ‘Şayet (kararlar alınırken) bizim de yetkimiz olsaydı (savaşmak için Medine dışına çıkmayacak ve) burada öldürülmeyecektik.’ De ki: ‘Siz evlerinizde olsaydınız dahi, haklarında ölüm yazılanlar evlerinden çıkacak ve ölecekleri yere geleceklerdi.’ (Tüm bunlar) Allah’ın sinelerinizde olanı sınaması ve kalplerinizde olanı temizlemesi içindir. Allah, sinelerde olanı bilmektedir. İki ordunun karşılaştığı gün, sizden (savaşı bırakıp) kaçanlar var ya; şeytan onların ayaklarını kazandıkları bazı (günahlar) sebebiyle kaydırmak istedi. And olsun ki Allah, onları affetti. Hiç şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafur, (kulların hak ettikleri cezayı erteleyen) Halîm’dir.” [12]
Ahzab savaşından sonra şöyle seslenmiştir:
“Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti de onların üzerine fırtına ve görmediğiniz ordular salmıştık. Allah, yaptıklarınızı görendir. Hani size hem üst tarafınızdan hem de alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler kaymış, yürekler ağza gelmişti. Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. İşte tam orada, müminler imtihan edilmiş ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı. Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar diyorlardı ki: ‘Allah ve Resûlü bizi aldatmaktan başka bir şey vadetmedi.’ ” [13]
“Müminler, orduları gördüklerinde dediler ki: ‘Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vadettiğidir. Allah ve Resûlü doğru söylemiştir.’ (Bu) yalnızca onların iman ve teslimiyetlerini arttırdı. Müminlerden öyle yiğitler vardır ki Allah’la yaptıkları sözleşmeye sadık kaldılar. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi (şehit oldu), kimisi beklemektedir. Kesinlikle (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” [14]
Aişe annemize atılan iftirayı zikrettikten sonra şöyle seslenmiştir:
“Şayet müminler iseniz Allah, ebediyen böyle bir şeye dönmemeniz için size öğüt veriyor.” [15]
“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim de şeytanın adımlarına uyarsa şüphesiz ki o, fuhşiyatı ve münkeri emreder. Şayet üzerinizde Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı içinizden hiç kimse ebediyen arınamazdı. Fakat Allah, dilediğini temizleyip arındırır. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.” [16]
İslam toplumu, yaşadığı hadiselerden ders almalı, tecrübe ve hikmet olarak yarınlara miras bırakmalıdır. Bir hareket, kendi tarihini çok iyi bilmelidir. Mümin ahlakı olan ‘bir delikten iki defa ısırılmamak’ ancak bu yolla kazanılabilir. Bilmeliyiz ki El-Hakîm olan Rabbimiz boş, amaçsız ve abes fiillerden münezzehtir. O’nun (cc) takdir ettiği her imtihan, İslam toplumunu arındırmak ve terbiye etmeye yöneliktir. Arınma, imtihanın kendisiyle gerçekleşir. Ancak terbiye kulların çabasıyla mümkündür.
Buna binaen; her imtihan bizi temizler, arındırır. Rabbimize karşı hüsnüzannımız bu yöndedir.
Tecrübe kazanmak, yaşananlardan ders almak, hikmet ve basirete ulaşmak içinse özel çaba lazımdır. Düşünmemiz, ibret almamız, İslam tarihinde yaşanmış örneklerle karşılaştırma yapmamız ve tecrübeleri somutlaştırmamız gerekir. Ta ki kendimize ve gelecek nesillere açık ve anlaşılır bir tecrübe mirası bırakalım.
3. İstişare
Tecrübe/Hikmet/Basirete ulaşmanın bir diğer yolu istişaredir. Rabbimiz (cc) hayatın her alanında bizlere istişareyi emreder.
“… Anne baba karşılıklı anlaşarak ve istişareyle çocuğu sütten kesmek isterse, ikisi için de bir sakınca söz konusu değildir…” [17]
“Onlar Rablerinin (iman ve salih amel) çağrısına icabet eder, namazı dosdoğru kılarlar. İşleri, aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.” [18]
“Allah’ın rahmeti sayesinde onlara karşı yumuşak oldun. Şayet kaba, katı kalpli biri olsaydın etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlar için bağışlanma dile, işlerinde onlarla istişare et. (Bir konuda) karar verdiğin zaman Allah’a tevekkül et. (Ve onu uygula. Çünkü) Allah, tevekkül edenleri sever.” [19]
İstişare ortak aklı kullanmak, toplumsal tecrübeden istifade etmektir. Hiç şüphesiz akıl akıldan üstündür. İnsanlar farklı alanlarda becerilere sahiptir. İstişare İslam toplumunda saklı olan potansiyeli açığa çıkarır. Binlerce, on binlerce göz ve akılla olayla bakma fırsatı sunar. İstişarede manevi bir bereket de vardır. Allah (cc), emrine icabet eden ve istişareyle hareket eden müminleri hakka muvaffak kılar.
4. Dua ve Basiret Açıcı Ayetleri Tilavet Etmek
Buraya kadar saydıklarımız, hikmet ve basiret sahibi olmanın maddi sebepleri kabul edilebilir. Bunun yanında manevi olan sebepler vardır: Dua ve Kur’an tilaveti.
Allah (cc) şöyle buyurur:
“Hikmeti (olgunluğu, söz ve davranışta isabetli olmayı) dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse ona çok fazla hayır verilmiştir. Ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alırlar.” [20]
Hikmet hazinesi El-Hakîm olan Allah’ın (cc) katındadır. Kullarından dilediğine dilediği kadar hikmet ihsan eder. O’nun El-Hakîm ismi hikmet hazinesinin anahtarlarından biridir. Allah’a çokça niyazda bulunup hikmet istemeliyiz.
“Ey El-Hakîm olan Rabbimiz! Sen hüküm ve hikmet sahibisin. Ayetlerin hikmetli, nebilerin hikmetli, hükümlerin hikmetlidir. Hikmet hazineleri senin katındadır. Kullarından dilediğine dilediğin kadar hikmet verirsin. Rabbimiz! El-Hakîm isminle sana tevessül eder, senden isteriz. Bizi muhtaç olduğumuz hikmet hayrından mahrum eyleme. Bizleri hikmetle rızıklandır, hikmetli kulların arasına dahil et.”
Rabbimiz şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki Rabbinizden size (feraset ve derin görüş kazandıracak) basiretler geldi. Kim görürse kendi lehine kim de görmek istemezse kendi aleyhinedir. Ben, üzerinizde bir koruyan/gözetleyen değilim.” [21]
Allah (cc) kitabını “Basair” diye isimlendirir. Basair; basiret kelimesinin çoğuludur. Basiret; uzak ve derin görüşlü olmak, olaylara ferasetle bakmak, geçmişin tecrübesiyle geleceğe dair isabetli öngörülerde bulunmaktır.
Rabbimiz Kur’an’ın basiretler barındırdığını ve dileyenin Kur’an’ın basiretiyle olaylara bakabileceğini söyler. Kur’an “Rahman olan Allah’ın öğrettiği” şeydir. O, insanın kalp ve zihin dünyasını hikmetle inşa eder. İnsana rabbani bir bakış açısı kazandırır. Aklın ve kalbin derinliklerine hitap eder. İnsan, Kur’an’la Allah’ın (cc) değişmez yasalarını öğrenir; bugünü dünle ilişkilendirmeyi ve yarın için olacakları isabetle öngörmeyi öğrenir.
Bu basireti elde etmenin yolu, Kur’an’ı tertil üzere okuyarak ve onun ayetleri üzerinde tefekkür/tedebbür ederek elde edilir.
Sonuç
İslami hareket, Rabbine kulluk ve dinine yardım ederken çeşitli zorluklarla karşılaşır. Bu zorlukların başında nefsin zaafları ve şeytanın iğvası gelir. Buna ek olarak şirk cephesinin şiddetli düşmanlığı ve Allah’ın yolundan alıkoymak için gece gündüz aralıksız kurduğu tuzaklar vardır. Ayrıca İslam toplumunu arındırıp terbiye etmek için kaçınılmaz imtihanlar ve fitneleri zikretmek gerekir.
Tüm bu zorluklar karşısında, hareket için tecrübe hayati öneme sahiptir. Benzer hataların tekrar edilmemesi, müminlerin emek ve zamanlarının zayi olmaması, saptırıcı hadiseler karşısında istikameti korumak Allah’ın (cc) yardımı ve tecrübeyle mümkündür.
Tecrübe elde etme çabası bir ibadettir. Zira arzumuz Allah’ın (cc) sevip razı olduğu ve kullarını teşvik ettiği hikmet ve basirete ulaşmaktır. Arzuladığımız tecrübe yine Allah’ın razı olduğu bir yerde kullanılacaktır. O da tevhid davası uğruna verdiğimiz mücadeledir.
Her birimiz bireysel olarak olgunlaşma gayreti içinde olmalıyız. Ayrıca içinde bulunduğumuz yapının olgunlaşması için çabalamalı, kardeşlerimizle tecrübe paylaşımında bulunmalıyız.
Çaba bizden başarı Allah’tandır.
İlk Yorumu Sen Yap