Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile…
Müslimlere yardım etmeyi, üzerine vacip kılan Allah’a hamd, hayatın her alanında Rabbine dayanan, ümidi Allah’a bağlayan Resûlullah’a salât ve selam olsun.
Müslimlerin Rabblerine olan kulluğu, ümit ve korku üzerine mebnidir. Rablerinin azametinden korkarken O’nun rahmetine de ümit bağlarlar. Günaha bulaştıkları zaman hem Rablerinin azabından korkarlar hem de rahmetine ümit bağlar, affedilmeyi murad ederler. İşte Müslimlerin hayatı korku ve ümit arasında döner durur. Böylelikle ümit ve korku bizleri, hem Rabbimize hem de hayata bağlamaktadır.
Kâfire gelince işlediği şirklerin, aklı ve fıtratı bozması ile hem Rabbine olan korkusunu hem de ümidini kaybeder. Böylelikle Allah dışında herkesten korkmaya ve herkese ümit bağlamaya başlar. Rabbini tanımadığından ve Rabbi ile bağ kuramadığından Allah’ı düşünmediği bir hayat sürer. İşte kâfirin küfrünü artıran unsurdur, Rabbinden ümit kesmesi, Müslimin de imanını artıran duygudur, Rabbine ümit bağlaması.
İslam düşmanları İslam’a karşı mücadele edemeyeceklerini anladıkları zaman taktik değiştirmek zorunda kaldılar ve daha çirkin yöntemlere başvurdular.
Müslimleri diri tutan, harekete geçiren, bıkmadan yoluna devam etmelerini ve güçlenmelerini sağlayan en önemli amelleri Allah’a karşı ümitvar yaşamalarıdır. İşte İslam düşmanları Müslimleri tam bu noktadan, can damarlarından yakaladılar ve Allah’a, İslam’a olan güvenlerini ve ümitlerini kırdılar.
Allah Resûlü Mekke’de peygamberlik görevi verilmeden önce toplum arasında sevilen, güvenilen, ümit bağlanılmış bir kişiliğe sahipti. Ne zaman ki peygamberlik verildi ve davetine başladı, Mekke’nin aristokrat kesimi halkın Muhammed’e
sallahu aleyhi vessellem
olan güvenini ve ümidini kırma çalışmalarına koyuldular. Şairleri, sihirbazları ve bütün imkânlarını kullanarak bu konuda yoğun çalışmalar yaptılar. Resul’ün ve ashabının fakirliği, etrafındaki insanların köle oluşu, Muhammed’e
sallahu aleyhi vessellem
inananların az olduğu ve Kur’an’ın başkası tarafından yazdırıldığı gibi meseleleri gündemleştirerek İslam’a ve sahabeye karşı insanların güvenini ve ümitlerini kırmaya çalıştılar.
Bugünün tuğyanlarıda aynı şekilde, farklı yöntemleri devreye koyarak insanların Allah’a ve İslam’a olan güvenlerini, ümitlerini kırıyorlar. “Tek çözüm İslam’dır.” anlayışına sahip milletler, kirli oyunlar nedeni ile şu an İslam’a karşı tereddüt içindedirler. Müslimlerin başaramayacağına, Allah’ın
subhaehu ve teala
yardımının gelmeyeceğine, Müslimlerin az olduğuna ve imkânları İslam’ı yaşamaya ve yaşatmaya yeterli olamayacağına inanmış durumdadırlar.
İslam ümmetinin ümitsizliğe düşmesi yıkıcı bir unsurdur. Ümmetin belini yıkan bu umutsuzluğu tedavi etmek ve bu hastalıktan kurtulmak sorumluluğumuzdur aynı zamanda. Bunun için ümmetin umutlarını kıran, ümitsizliğe sevk eden etkenleri tespit etmek ümitsizliğimizin ilacı ve şifası olacaktır inşallah.
İnsanlara İslam’ı yaşantıda yanlış tanıtan ve yanlış temsil eden cemaatlerin veya grupların varoluşu insanların kafalarını karıştırmakta ve ikilemde bırakmaktadır. Dini istismar eden o kadar çok cemaatler vardır ki bunları saymak mümkün değildir. Her bir cemaatin kendi içinde parmak sayısını geçecek kadar kollara ayrılmışken insanlar hangisinin hak taife olduğunu nasıl tespit edebilsinler?
Tağutlar, görünüşte İslam tabelasını yükselten fakat asılda İslam’ı yanlış uygulayan ve saptıran cemaatlerin kurulmasını kolaylaştırmakta ve desteklemektedir. Her grup İslam’ın bir bölümünü ele almış sadece o alanda hassasiyet göstermekte ve geri kalanda pasif davranmaktadır. Kimisi İslam’ın zikir bölümünü kimisi İslam’ın ibadet bölümünü kimisi İslam’ın sertlik veya yumuşaklık bölümünü bayraklaştırmaktadır. İslam bütün yaşanmayıp, parçalara bölündüğü için insanlar, parçalanmış, fırkalaşmış dine karşı mesafeli, temkinli ve şüpheli hareket etmektedir. Önemli olan nokta ise dini istismar eden bu guruplara devletin müdahale etmemesi ve bu gruplara yolunu kolaylaştırmasıdır. Tağutların buradaki hedefleri ise, insanların Allah’a ve İslam’a olan güven ve ümitlerini kırmaktır.
İçinde yaşadığımız şu dönemde bu konuda Müslimlerin üzerine çok ağır işler düşmektedir. Nerede olursa olsun Müslimler, İslam’ı ve Rabbini yaşantısıyla güzel temsil etmelidirler. Topluma -en ince hassasiyetle- hem tevhidi hem sünneti hem de ahlakı yani İslam’ı bir bütün olarak göstermelidirler. O kadar ki insanlar gördükleri zaman “İşte bu insanlar Kur’an’ın, siyerin günümüze yansımasıdır.” desinler. Ancak İslam’a olan mesafeler ve ümitsizlikler o zaman ortadan kalkacaktır inşallah.
Liderler, âlimler İslam’da çok önemli konuma sahiptirler. Rabbimiz Allah subhanehu ve teala değer verdiği için bizlerde değer veriyor ve saygı duyuyoruz. Ancak Peygamberimize Kur’an’ın istediği şekilde muamele ettiğimiz gibi liderlere de Kur’an’da belirlenen ölçüde muamele etmeliyiz.
Liderin, âlimin veya öncülerin İslam’a katkıları çok olduğu gibi İslam’a verecekleri zararda büyüktür. Fertler ile liderin yaptıkları yanlışın İslam’a vereceği zarar hiçbir zaman aynı olmaz. Ferdin hatası sadece kendisini bağlarken, liderin, âlimin ve öncülerin hataları ümmeti bütün olarak etkilemektedir.
Coğrafyamızda akide ile yaşadığımız en büyük problemlerimizden biri de tevhidî söyleme sahip olan hatta uzun bir zaman tevhid üzere yaşayan liderlerin veya âlimlerin, daha sonra tevhidî söylemlerini, inançlarını ve amellerini değiştirmeleridir. Lider akidesini değiştirmesi ile taklidi imana sahip olan fertlerde inanç konusunda değişime uğramaktadır. Bu durumun vermiş olduğu en büyük mefsedet ise toplumun artık liderlere, liderlerin üzerinden İslam’a ve Allah’a güvenmemeleridir.
Her on yılda bir itikad değiştiren, her zorluğun karşısında kendi maslahatı için inancını gevşeten liderlere veya âlimlere insanlar nasıl güvensinler? Liderlerin elinde oyun hamuru olmuş İslam’a, insanlar nasıl güvensinler ve nasıl ümit bağlasınlar? İşte liderlerin akide konusunda ayaklarının kayması, toplumu İslam’a karşı ümitsizliğe sevk etmektedir. Bu durum ümmetin ciddi sorunudur.
Her ne kadar yapılan bu yanlışlar güveni zedelese, ümidi kırsada bizler, öncülerimize, liderlerimize karşı, şu iki noktayı iyi kavramalıyız:
Birincisi; Liderler ne kadar iyi olurlarsa olsunlar onlar bir beşerdir. Bu sebeple hata yapabilirler ve ayakları da kayabilir. Bu durumda taassup yaparak hatalarını doğruya yormakta veya hatalarından dolayı Allah’a ve İslam’a olan güveni kaybetmek de büyük bir yanlıştır.
Dinin sahibi Allah’tır ve dinini destekleyecek olanda odur. Liderin akidevi bir ayak kayması olduğu zaman dinin sahibine daha çok bağlanmalı ve ondan yardım istemeliyiz. “Bu kadar güvendiğimiz âlim insanlar dinden dönüyorsa biz ne yapalım, bize düşen geri çekilmektir.” deyip ümitlerimizi kırmamalıyız, yelkenlerimizi suya indirmemeliyiz.
İkincisi; Müslimler, hakka ve hakkın sahibi olan Allah’a bağlanmalı, lidere, fertlere ise Kur’an’ın ön gördüğü ölçüde bağlılık göstermelidir.
Lidere mutlak bağlılığı İslam yasaklamıştır. Lidere bağlılık, Kur’an ve sünnet üzerine, ölçü çerçevesinde olması gerekir. Bunun hikmeti de şudur; lidere mutlak bağlı olan insanlar, lider Allah’a isyan ettiğinde, lider ile Allah karşı karşıya kaldığında, fertlerin Allah’a karşı gelmesi ve Rabbini terk etmesi an meselesidir. Bu da küfür amellerindendir. Ancak mutlak olarak Allah’a bağlanan, lidere ise bir ölçü ile bağlanan insanlar böyle bir sıkıntı yaşamaları zordur.
Rabbimiz, sünnetullah gereği -bir çok hikmeti beraberinde yeşerten- imtihan ve zorlukla iman ehlini dener ve sınar. Bu imtihanlar kimi zaman kısa, kimi zaman da uzun sürebilir. İmtihanın kısası sürmesi veya uzun sürmesi imtihan fıkhındaki ahlakımızdan bir değişiklik meydana getirmemelidir. Namaz ve sabır ile Allah’tan yardım istemeye ve sebatın sebeplerine yapışmaya devam etmeliyiz.
Bela ve sıkıntıların uzun sürmesi üzerine sinsi şeytan devreye girecek, şüpheler, vesveseler verecektir. “Allah yardımını göndermiyor, eğer Allah bizi destekleseydi ve sevseydi hemen yardımını gönderirdi.” gibi veya “Eğer biz hak üzere olsaydık bu kadar zorluk olmazdı.” şeklinde, ancak şeytanın düşünebileceği kötü düşünceler zihni kuşatır. Böylelikle bu vesveseler zamanla kişinin İslam’a ve Allah’a olan güven ve ümitlerini kırar. Bundan Rabbimize sığınırız.
İmtihanların sürekli olması ne Rabbimizin üzerine vacip kıldığı yardımını iptal etmesindendir ne de hak taifeden olmadığımızdandır. Tam zıttı olarak imtihanlar imanın varlığına, Allah’ın o kulu sevdiğine ve cennette ona karşılıksız mükâfat vermek istemesine bir işarettir. İmtihan ve zorlukların sürekli var olması bundandır. Bütün peygamberlerin hayatlarının imtihanlar ile kuşatılmasıda bu hikmete binaendir.
Müslimler bilmelidirler ki, yardımın ve zaferin gecikmesi bir hikmete bağlıdır. Her meyve mevsiminde çıkar ve yenirse güzeldir. Zafer ve başarıda zamanı geldiğinde olması elbette daha güzel, daha elverişlidir. Yusuf peygambere başarı ve yardımın uzun zaman zindan da yattıktan sonra gelmesi veya peygamberimize onüç (13) yıllık Mekke döneminden sonra Medine şehrinin kapılarının açılması gibi.
İmtihanların uzun sürmesi ile şeytan bizi ümitsizliğe düşürmeye çalışsa da bizler bu süreçte imtihanların hikmetine, peygamberler ve salihlerin hayatlarındaki zorluklara yoğunlaşmalıyız. Bu şekilde kendimize mev’izeler ve öğütler almalıyız. Bu ahlak kalbimize sükûneti indirecek, ayağımızı sabitleyecektir inşallah.
Rabbim bizleri kendisine karşı ümitvar olan kullarından eylesin. Ümitleri ve güveni kıran sinsi şeytanın ve şeytanlaşmış insanların tuzaklarından korusun. (Allahumme âmin)
Davamızın sonu alemlerin rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
Bir sonraki yazımızda görüşme ümidi ile…
İlk Yorumu Sen Yap