İslam’a ve İslam’ın Hükümlerine Tam Bağlılık ve Teslimiyet – 2

 

Bugün insanlar neden kendilerine bir takım önderler edinmektedirler?’, ‘Neden bu önderlerinin hükümlerine sanki ‘ilahi’ bir hükümmüş gibi sarılmaktadırlar?’, ‘Neden tabi olduklarını iddia ettikleri dinin sahibi olan Allah’ın subhanehu ve teâlâ hükümlerinden yüz çevirmiş vaziyettedirler?’ gibi soruların beynimizi kemirdiği şu dönemde, insanlığın son derece garip olan hallerine şahitlik etmekteyiz. Azımsanmayacak derecede fazla olan büyük bir kitle, sanki bir eylem birliği etmişçesine kendilerini nispet ettikleri şeyden fersah fersah uzaklaşarak, dini mehcur bir vaziyete düşürmüşlerdir. Peki, bunun altında yatan asıl neden nedir? İşte her şeyden önce irdelenmesi gereken mesele budur. Toplumun üzerine yağan bu dalâlet yağmuruna bakıldığı takdirde, bu yağmuru getiren bulutun İslam’a ve onun hükümlerine karşı ciddiyetsizlik, lakaytlık ve teslimiyetsizlik olduğu görülecektir. Toplumun bu dine olan ciddiyetsizliği ve bu dine teslim olmayışı, onları helak eden bir sele maruz bırakmıştır. Lakin bu durum sadece dalâlet içerisinde olan kâfirlere has bir durum olmayıp, gaflet içerisinde bocalayan müminleri de ilgilendiren bir mevzudur. Bu ayki yazımızda ‘Bizi bu dinin esası olan teslimiyetten alıkoyan nedir?’ sorusunu ‘Nasları ele almak’ üzerinden açıklamaya çalışacağız. Söylemiş olduğumuz doğrular Allah ve Rasûlü’ne ait olup, yanlışlar ve hatalar ise bizden ve günahkâr nefsimizden kaynaklanmaktadır.

2. Nasların Bazılarını Alırken Bazılarını Almamak: Şüphesiz ki bu bağlılık ve teslimiyetin tam bağlılık ve teslimiyet seviyesine ulaşabilmesi için bir bütün olarak yerine getirilmesi gerekir. Dinin sadece işe gelen taraflarına teslimiyet gösterip, diğer kısmına karşı mesafeli durmak ‘İslam oldum’ diyen kişinin mensup olduğu şeyin hilafına davranması anlamına gelir. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ Ehli kitap hakkında şöyle buyurmaktadır;

“Yoksa siz kitabın bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başkası değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır…” (2/Bakara, 85)

Buradan anlıyoruz ki; Dini kendi heva ve hevesine göre bölüp parçalamak kitap ehli olanların ve müşriklerin özelliklerindendir. Müslümanların menhecinde ise böyle bir şey bulunmamaktadır.

İçerisinde yaşamış olduğumuz çağda, bir fikir karmaşası söz konusudur. Bu karmaşa öyle bir hale gelmiştir ki İslam, birçok isimle anılır olmuş bölük pörçük edilmiştir. Kimisi ‘ılımlı İslam’ derken, kimisi ‘Siyasal İslam’ demiş, kimisi ‘Radikal İslam’ derken, kimisi de ‘İslam Felsefesi ve Kültürü’nden dem vurmuştur… Her taife kendisinin işine gelecek bir İslam oluşturmuş ve ona teslim olmuştur. Ancak bu Ehli kitabın yaptığı gibi, kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek demektir.

Bunun da bazı şekilleri vardır;

Umumi nas ile delil çıkarıp onu tahsis eden nassı gözardı etmek.

Buna günümüzden şöyle bir örnek verebiliriz; Allah subhanehu ve teâlâ ayette;

“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (21/Enbiya, 107) buyurmaktadır.

Bu gibi ayetlerle beraber Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem rahmetini, merhametini gösteren hadisler birleştirildiğinde, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem ne kadar rahmetli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en merhametlisidir. Lakin bunu bayraklaştırıp, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem her durumda rahmetini ön plana çıkarmak isteyenler, kendi tasavvurlarında bir Peygamber oluşturma çabası içine girmişlerdir. Hâlbuki sahabe Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem rahmet gösterdiği zamanları naklettiği gibi, aynı şekilde bu rahmetin mutlak olmadığını da rivayet etmişlerdir. Öyle bir din oluşturulmaya çalışılıyor ki zihinlerde, sağ yanağa vurulduğunda sol yanağın dönüleceği, Allah’ın subhanehu ve teâlâ diniyle problemi olan insanlara her daim tebessüm edileceği, şirk adına ne varsa işleyen insanlara ‘eyvallah’ denilmesi gerektiği gibi zehir nev’inden davranışlar, zihinlere zerk ediliyor. Umumi ve hususi olan delilleri bir araya topladığımızda ise asıl sonuç ortaya çıkmaktadır. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem merhameti mutlak bir merhamet değildir. Allah’ın subhanehu ve teâlâ hakkının çiğnendiği yerlerde ‘intikam’ alma çabası içinde olan bir Peygamber vardır karşımızda, Yahudiler tarafından namusuna göz dikilen bir Müslüman kadın için bütün bir kavimle savaşmış ve onları çok şiddetli bir cezaya tabi tutmuş olan bir Peygamber görüyoruz siyer kitaplarında “Kıyametten önce kılıçla gönderildim. Benim rızkım mızrağımın ucundadır” (Buhari) diyen bir Peygambere şahitlik ediyoruz hadis kitaplarında… Demek ki tam teslimiyetin gerçekleşmesi için naslara bütüncül bir anlayışla yaklaşıp genel delili özelleştiren özel delili göz ardı etmememiz gerekir.

Muhkem olan nassı bırakıp müteşabih olan naslara sarılmak.

Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim ayetlerinin kimi muhkemdir, yani anlaşılması için başka ayetlere ihtiyaç duymayan ayetlerdendir; kimi ayetler de ancak başka bir nas ile anlaşılması mümkün olan ayetlerdir ki bunların ismi de müteşabihtir. Allah subhanehu ve teâlâ bu müteşabih olan ayetlerin peşine düşen insanların kalplerinde bir eğrilik olduğunu söyleyip fitne peşinde olduklarını buyurmaktadır.

“Sana kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkemdir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (3/Ali İmran, 7)

Mesela, Allah’ın subhanehu ve teâlâ:

“Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz.” (4/Nisa, 48) ayeti muhkem olan bir ayettir. Anlaşılması için herhangi bir nassa ihtiyacı yoktur.

Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kim La ilahe illallah derse cennete girer.” (Müslim)

hadisi ise müteşabihtir. Yani okunduğu zaman birçok soruyu peşinde getirir. ‘Her hal ve durum da mı bu kelimeyi söyleyen cennete girecektir?’, ‘Şirk işlediği halde iken bile bu kelimeyi söyleyen de mi cennete girecektir?’, ‘Ölüm anında da mı bunu söyleyen cennete girecektir?’ vs. Peki biz bu hadisi nasıl anlayacağız? Bu hadisi yukarıda zikretmiş olduğumuz muhkem ayetin ışığı altında anlayacağız. O halde bu hadisin manası şöyle olur:

‘Şirk koşmadan bu kelimeyi söyleyen kişiyi Allah subhanehu ve teâlâ cennetine koyacaktır.’

Ancak muhkem bir kenara bırakılıp, müteşabih olan nassın peşinden gidildiğinde ortaya çok bozuk manalar çıkmaktadır. Nitekim günümüzde bu yöntemle çok sıklıkla karşılaşmaktayız. Amelleri sırf şirkten müteşekkil olan insanlara, bu hadisle beraber ortaçağdaki papazlar gibi cennet tüccarlığı yapmak çağımızın en büyük fitnesidir.

Allah subhanehu ve teâlâ yukarıda zikretmiş olduğumuz ayette Müslümanın naslara olan teslimiyetini bizlere göstermiştir:

“İlimde derinleşenler ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (3/Ali İmran, 7)

Aynı şekilde bir Müslümanın bu tip naslara karşı takınması gereken tavır da bu olmalıdır ki, teslimiyet tam manası ile yerine gelmiş olsun.

“Din kolaylıktır” (Buhari) gibi ruhsat ifade eden ve genel olan kurallardan hareketle bazı nasları veya hükümleri reddetmek.

Bu tür nasların esas alınıp dinin bütün alanlarında kullanılması yanlıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem müşrikler tarafından kendisi ve ashabına üç yıl ekonomik ambargo uygulandığında ‘Din kolaylıktır’ deyip akidesinden taviz vermedi. Bu gibi hadislerin söylenildiği kişiler ya namazı uzatan bir sahabe ya ömür boyu evlenmeyeceğini, uyumayacağını veya oruç tutacağını söyleyen sahabeler ya da benzerleridir. Ama itikattan kaynaklı bir sıkıntıda Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem böyle bir şey söylediği menkul değildir. Zaten böyle bir şeyin itikad alanında söylenilmesi makul de değildir. Çünkü Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem her alanda ‘din kolaylıktır’ anlayışına sahip olduğunu söylemek, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Rabbinin şu sözünü yalanladığını iddia etmektir;

“Gerçek şu ki, biz senin üzerine ‘oldukça ağır’ bir söz (vahiy) bırakacağız.” (73/Müzzemmil, 5)

Allah subhanehu ve teâlâ bu yükün ağır bir yük olduğunu söyleyecek, Rasûlullah da sallallahu aleyhi ve sellem buna rağmen hafif olduğunu söyleyecek! Bu mümkün olabilecek bir şey değildir. Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem böyle bir töhmetten tenzih ederiz. Bu dinde kolaylık sadece bu dinin fıkhi ve ameli meselelerinde vardır. İtikadı ilgilendiren meselelerde ise böyle bir kolaylık söz konusu bile değildir. Çünkü Allah’ın subhanehu ve teâlâ Rasûlü’ne yüklediği yük, aslı tabiatı ile ağır olan bir yüktür.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Teslimiyet olmadan İslamiyet’in gerçekleşmesi mümkün değildir. Bir Müslümanın, Allah’ın ve Rasûlü’nün hükümleri karşısında üzerine düşen ‘işittik ve itaat ettik’ diyerek hem zahirî hem de bâtınî bir şekilde teslim olmasıdır. Bu hükümlerle muhatap olduğunda Müslümanın ‘ama’, ‘bence’ gibi kelimelerle başlayan cümleleri kurması teslimiyetini sorgulaması manasına gelecektir.

“Allah ve Rasûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasûl’üne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” (33/Ahzab, 36)

Allah’ım içimize bizi günahtan uzaklaştıracak bir korku, cennete eriştirecek bir itaat, dünya musibetlerini gözümüzde küçültecek sağlam bir iman ver. Dünyayı en büyük kaygımız ve ilim öğrenmedeki hedefimiz kılma. Allahümme Âmin.

Dualarımızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver