İnsilâh

Kur’ânî bir kavram olan insilâh[1], iç içe geçmiş iki şeyin birbirinden ayrılması, birinin diğerinin içinden çıkarak görünür olması demektir. Allah, haram ayların sonlanıp yeni bir ayın başlamasını/ortaya çıkmasını bu kelime ile ifade eder.[2] İç içe geçmiş gece ve gündüzün birbirinden sıyrılması da bu kelimeyle ifade edilmiştir.[3] Bundan daha dikkat çekici olanı ise Allah’ın lütfettiği kimlikten sıyrılan kişinin de Kur’ân’da bu kelimeyle anılmasıdır. Yüce Allah’ın (cc) kendisine ayetler vererek âlim kimliği kazandırdığı bir zat, dünyaya meylederek bu kimlikten sıyrılmış ve hevasına uyan yeni bir kimliğe razı olmuştur. Tüm bu süreç, insilâh kelimesiyle açıklanır:

“Onlara, ayetlerimizi verdiğimiz kişinin durumunu anlat. O, ayetlerimizden sıyrılmış, (derken) şeytan onu kendisine uydurmuş ve (bütün bunların neticesinde) azgınlardan olmuştu. Şayet biz isteseydik onu (kendisine verdiğimiz ilim ve deliller sayesinde) yüceltirdik. Fakat o, dünyaya meyletti ve hevasına/arzusuna uydu.’[4]

Hevanın kalbe galip gelmesi sonucunda Allah’ın (cc) seçip takdir ettiği kimliğe razı olmayanlar, şeytanların kıskacında bir insilâha/dönüşüme mahkûmdur. Kul, kabuğundan sıyrıldıkça fıtratındaki aidiyet duygusunu, nefsinin –hakikatte şeytanın- izinde başka bir tarafa yönlendirir. Modern insanın bugünkü dönüşümü de aynı cihetle gerçekleşmiştir. Öz kimliğiyle var olamayan toplum insanı, kendini gerçekleştirmek için cahiliyenin ona arz ettiği suni değerlere, fikir akımlarına rağbet göstermek zorundadır. Onun, mensubu olduğu düşünce de amaç edindiği ülkü de iradesi sonucu geliştirdiği bir seçim değil, toplumda tutunma ve varlık gösterme mücadelesinin teminatı mesabesindedir. İddiamız odur ki modern/cahilî bir insilâh olan feminizm, bu kaygının bir ürünüdür; İslam’ın kazandırdığı mevkiden koparılan kadınların, bugün kendisiyle vücut buldukları bir ses olarak yükselmiş ve bu sesin yankıları sokağımızdan, hatta evimizden dahi işitilir seviyeye ulaşmıştır.

İslam dışı yollara tevessül etmeyi, kartvizit arayışı ile açıklayacak olursak böyle bir arayışa sevk olunan kişinin, fikir ve ideoloji pazarlayıcılarının nasıl açık bir hedefi/müşterisi hâline geldiği de anlam kazanacaktır. Bu teşhis merhalesi, çözüm ortaya koymak bakımından hayatidir. Ama önce, yığınları sarıp kuşatan salgının nasıl sinsice ilerlediğini anlamak gerekir.

Feminizm Ülkemizde Nasıl Tutundu?

“Feminizm; en basit, en öz tanımıyla bireysel ve toplumsal hayatın ölçülerinde –hayatı sürdürmenin, varlığı algılamanın, olay ve olguları değerlendirmenin ölçüleri olarak- ilahi, vahyî, aşkın ve hatta geleneksel, yani kadim olan bütün değerleri bir tarafa bırakıp sadece ve sadece kadının kendi değerlerini, anlayışlarını, beklentilerini, tutumlarını ölçü hâline getirmesidir.” [5]

Geçmişten günümüze cahiliyenin her tonunu müşahede eden kadınların iki aşırılıktan[6] diğerine sürüklenmesi uzun soluklu, acelesiz; fakat etkili bir manipülenin sonucunda gerçekleşti. Manipülasyon, erkeklerin kontrolündeki kadınların hedef tahtasına oturtulup muhatap kılınması için aradaki engelleyici unsurların –geleneğin, ataerkil toplum yapısının, ahlaki-dinî değerlerin- ortadan kaldırılmasını gerektiriyordu. Söz gelimi Avrupa’da sanayileşme süreciyle başlayan yozlaşma, özgürlük adı altında önce erkeklerin, akabinde kadınların ifsat edilmesine yol açmıştı. Türkiye’deki büyük çözülmenin ilk adımı da henüz eğitim sorunu diye bir şeyin varlığından bile habersiz olan doğu illerindeki kız babalarının bilinçlendirilmesi ile atıldı. ”Kız çocuklarına eğitim hakkı”, sivil toplum kuruluşları ve sistemin yumuşak gücü olan medya eliyle âdeta sloganlaştırıldı.

”Aslında algı yönetimi ve manipülasyon tekniklerinin ardında yatan temel ilke gayet basittir: Eğer silah üretiyorsanız savaşa ihtiyacınız vardır, ilaç üretiyorsanız hastalığa. Eğer bilgi üretiyorsanız da cehalete…

‘Eğitim ve bilinçlendirme’ algı yönetmenleri ve manipülatörlerin kullandığı önemli anahtar kavramlar arasındadır. Yeni bir tutum ve inanç yerleştirmenin ya da halka yeni davranışlar öğretmenin yolu ‘eğitmekten’ geçiyor. Bütün bilinçlendirme kampanyaları ilk olarak, bize, bizim cehaletimizi anlatarak işe koyuluyor.” [7]

”Baba beni okula gönder’‘ mottosuyla afişe edilen kız çocuklarının manidar bakışları altında ezilip mahcubiyet hissetmemiz, devlet eliyle yürütülen bu kampanya ve projelerin ne denli başarılı olduğunun en bariz göstergesidir. Hakeza üniversiteli kızların 28 Şubat sürecinde maruz bırakıldığı zulmün, medya tarafından devamlı servis edilmesi de daha sonra gelecek serbestliğin halk nazarında bir kazanım ve zafer gibi algılanmasında etkili olmuştur. Sistem, başörtüsü yasağını uzun süre yürürlükte tutarak eğitim hakkı ile fazlasıyla uyuşturulmuş kızların devlet dairesinde, kamuda, okulda başörtülerini çıkarttırarak onları laik ve seküler yaşamın bireyi kılmadı. Böylesi bir yol içteki öfkeyi ve kini diri tutabilirdi. Zaten sayılı azınlık dışında buna yanaşan pek kimse olmamıştı. Bunun yerine sistem, ”eğitim imkânı” ilizyonunu yedirerek bizzat başörtüleriyle onları laik ve seküler hayata entegre etti. Bugün meclis kürsülerinde, parlamentoda, TV programlarında kanaat önderliğine soyunan başı örtülü jenerasyonun siyak ve sibakına bakılırsa ”okul” yoluyla nasıl eğitildikleri daha bir netlik kazanacaktır. ”Dindar nesil yetiştireceğiz!” aldatmacasıyla özellikle dindar/muhafazakâr ailelerin çocuklarına yönelik oynanan oyunların, laik-demokrat düzenin devamını ve meşruiyetini sağlayacak oranda feminist, deist, laik ve seküler nesil ortaya çıkarması ise ayrıca düşündürücüdür. Gelinen noktada feminizm ve kadın hakları mavrasının, siyasilerin danışıklı dövüş arenasında oy devşirme aracı olarak kullanılması, istenilen sonucun hangi mahiyette olduğuna örnek teşkil etmektedir.

Alnı Secdeli Münselih[8]: Kadem

Okyanus ötesinden ülkemize imece usulü ilerleyen siyasetin hitap kitlesi genişleyince devlet, bu görevi Avrupa fonlu ve tam teşekküllü bir kurum olarak karşımıza çıkan ”Kadem”e[9] tevdi etti. Kadem’in amaçları ve devlet temelli politikaları, onun savunucularının dilinde şöyle açığa çıkıyor:

”Kadem, Müslüman kadınlara ve muhafazakâr topluma bir imaj çiziyor, bu da güçlü kadın imajı; çalışan, kamusal alanda var olan, sözünü insanlara, kitlelere duyurabilen… Kadın meseleleriyle ilgili politikalarda bir söz ve bir ses olan, kendine yer edinmiş bir dernek.”

Bu açıklama birçok açıdan trajikomik olduğu gibi esasen gerçeği de yansıtmamaktadır. Öncelikle güçlü kadın imajının çalışan kadın üzerinden yorumlanması ve değer görmesi, bu söylemi benimseyen muhafazakâr kitleler için oldukça paradoksal bir durumdur. Çünkü ”çalışmak” eylemi haddi zatında erkeğe has bir istidat olduğundan, çalışmanın kadınlar için gücü temsil etmesi; feminizmin başından bu yana karşı çıktığı “eril cinsiyet” rolününyüceltilip kadının fıtrî hasletlerinin, görev ve meziyetlerinin tahfif edildiği anlamına gelir ki göz ardı edilen kısım da burasıdır. Aslında eşitlikçi anlayışa göre kadına ve erkeğe ait ayrı roller yoktur; fakat bu da içimizden olan yeşil feministlerin inkâr edemeyecekleri kadar kati ayetlerin zıddına tekabül eder.

”Allah’ın bir kısmınızı diğer bir kısmınıza üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan fazlını isteyin. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir.

Allah’ın bir kısmını (erkekleri) diğer bir kısmına (kadınlara) üstün kılması ve mallarından harcamaları nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde idare edicidir. Saliha kadınlar, gönülden Allah’a itaat eden ve gaybta (kimsenin olmadığı yerlerde) Allah’ın koruduğu (iffet, mal gibi şeyleri) koruyan kimselerdir.” [10]

Yine Kadem’in kadınlara tanıdığı geniş yelpazeli boşanma hakkı, süresiz nafaka, istihdam alanı gibi ayrıcalıklar; iddia edildiği üzere kadını güçlendirici ve özgürleştirici hamleler değil, bilakis kendini İslâm’a nispet eden feminist kadınların, Allah’ın (cc) yüklediği rollere düşman olmalarıyla sonuçlanan yasal düzenlemelerden ibarettir.

Sonuç olarak sadece AKP iktidarının ihdas ettiği neo-İslamcı, eğitimli ve türedi tiplerin değil; alt sınıfın da bakiyesindeki ilahi ve kültürel kodları, cahiliyenin altın tepside sunduğu ölçeklerle takas etmesi, kadınlara, istenen payeyi kazandırmak yerine asıl kimliğinden soyutlayıp alaşağı etmiştir.

”Kadını evde annelik görevi, yetişen neslin bakımı için kabul etmek ve onu bu göreve ayırmak, kadına karşı zulüm ve küçümseme değildir. Fakat kadını hamile kalıp çocuk doğurduğu ve başka bir şey yapmadığı için ayıplamaya başladığı zaman, cahiliyenin kendisi durumu bu noktaya getirmiştir.

Cahiliye her zaman için kadına zulmetmekte, katı davranmakta, hakir düşürmekte ve küçümsemektedir. Kadını bundan ancak Allah’ın; bütün insanlığı düzene koymak, yeryüzünde adaleti yerleştirmek için indirmiş olduğu şeriatı kurtarabilir:

‘And olsun biz, Resûllerimizi apaçık delillerle gönderdik ve onlarla birlikte kitabı ve (adalet) ölçüsünü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler.’ [11]

Tarih boyunca görülegelmiş bütün cahiliyeler kadını gerçek görevi dolayısıyla ayıplamış ve onu bu görevi dolayısıyla erkeğe karşı aşağılık duygusuna itmiştir. Oysa yüce Allah’ın indirmiş olduğu vahiy şöyle buyurmaktadır:

‘Biz, insana ana-babasını tavsiye ettik. Anası onu nice sıkıntılara katlanarak (karnında) taşıdı. Onun (memeden) ayrılması da iki yıl içinde olmuştur. (Onun için biz, insana:)’Bana ve ana babana şükret, dönüş banadır.’ (diye öğüt verdik.)’ [12]

Burada tavsiye ana baba hakkında yapılmakla birlikte en büyük tekrim, onu ‘nice sıkıntılara katlanarak’ taşıyan anneyedir.

Adamın biri ‘İnsanlar arasında benim iyi arkadaşlığıma en lâyık olan kimdir?’ diye sorunca, Resûlûllah, ona: ‘Annendir.’ diye cevap verdi. Adam: ‘Sonra kimdir?’ diye sorunca yine: ‘Annendir.’ buyurdu. Adam yine: ‘Sonra kimdir?’ diye sorunca Resûlullah yine: ‘Annendir.’ cevabını verdi. Adam bir daha: ‘Sonra kimdir?’ deyince Peygamber: ‘Sonra babandır.’ diye cevap verdi.[13]

Bu hadis-i şerif, anneyi yüceltmekte ve annelik görevini üstün bir şeref olarak değerlendirme konusunda net ifadeler taşımaktadır.

Zevce olarak kadına gelince işte yüce Allah’ın bu konuda gösterdiği yol:

‘Onlarla (zevcelerinizle) iyi geçinin, eğer onlardan hoşlanmazsanız bilin ki sizin hoşlanmadığınız bir şeyde Allah çok hayır takdir etmiş olabilir.’ [14]

Kadını yalnızca görevine tahsis eden ilahi düzen, bundan dolayı kadını ayıplamamış ve küçük düşürmemiştir. Bilakis bu görevi dolayısıyla şereflendirmiş, bu görevi yaparken de onu daha bir tekrim etmiş ve şöyle seslenmiştir: Onun bu görevi yerine getirmesi, Allah’ın rızasını kazanmanın ve cennete ulaşmanın yoludur.” [15]

Asıl Olana Rücu

Erkek olsun kadın olsun, İslam’ın, bireyi birey olarak var eden değerler dizilimi; insanı önceleyen başka hiçbir ideolojide karşılığı bulunmayan tabiatüstü bir disiplindir. Modernitenin ise sabiteleri yoktur. Ölçülerini heva belirler. Bu yüzden hevayı referans alan bütün zihniyetler, iradeyi devre dışı bırakan bir temellendirmeyle ölçeklenir. Değişime, kılavuza ve onaylanmaya muhtaçtır. Müslim olan kul ise varlığını başkalarına teyit ettirmeye ihtiyaç duymayan, inancında itminan sahibi kimsedir. Şu hâlde herkes için hür irade ancak vahyin ölçülerine teslim olmakla tecelli edecektir.

Aslından sıyrıldıkça değişen ve dönüşen yığınların ıslahı, yaratıldığı fıtrata; tevhid dinine ve onun toplumsal refaha taalluk eden ahkâmına rücu etmekle mümkündür. Çünkü sapmanın sebep olduğu tahribatın izlerini ne vaazcı sofi takımının kürsülerinde yükselen kof nasihatler ne de beşer akılların ve hevaların geliştirdiği “güncellemeler” silebilir.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

[1]       .   Arap lügatinde iç içe geçmiş iki şeyin birbirinden sıyrılması demektir. Kabuk değiştirmek, soyulmak, sıyrılmak anlamlarında kullanılır. (Bk. Ebu Hanzala Hoca, Esma-i Hüsna Dersleri, Allah’ın İlminin Tecellisi)

 

[2]       .   Bk. 9/Tevbe, 5

 

[3]       .   Bk. 36/Yâsîn, 37

 

[4]       .   7/A’râf, 175-176

 

[5]       .   Celaleddin Vatandaş, Denge Radyo, Gündem Özel

 

[6]       .   Normalin altındaki aşırılık olan ”töre”, ”gelenek” ve ”örf” tefriti, olması gerekenin üstündeki aşırılık olan ”feminizm” ise ifratı temsil etmektedir.

 

[7]       .   Algı Yönetimi ve Manipülasyon, s. 49-50

 

[8]       .   “İnsilâh” kelimesinin ismi faili soyulmuş, sıyrılmış, kabuk değiştirmiş olana denir.

 

[9]       .   Kadın ve Demokrasi Derneği’ne

 

[10]      .   4/Nîsa, 32-34

 

[11]      .   57/Hadîd, 25

 

[12]      .   31/Lokmân, 14

 

[13]      .   Buhari, Müslim

 

[14]      .   4/Nîsa, 10

 

[15]      .   Çağdaş Fikir Akımları, s. 171-172

 

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver