Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem uzun yıllardır yaşadığı susuzluğu giderecek kaynağı 40 yaşında Hira mağarasında bulmuştu. Artık karanlıkları aydınlığa çevirecek bir yol göstericisi vardı.
Fakat bu sorumluluk herkesin kaldırabileceği bir yük değildi. Sonuç itibari ile hayatın her alanını kuşatacak büyüklükte bir nimetin elde edilebilmesi, ona kavuşma sırasında karşılaşılacak zahmetleri de büyütüyordu. Daha vahyin ilk anlarında dahi bu apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştı.
Buhari ve Müslim’de hem Aişe annemizin hem de Allah Rasûlü’nün dilinden dinlediğimiz ‘ilk vahiy’ hadisesi, içerisinde birçok önemli noktayı barındıran bir rivayettir. Şimdi tek tek o noktaların üzerinde durmaya çalışalım:
A. Cahiliye Toplumu Selim Fıtratın Bir Numaralı Düşmanıdır
Allah Rasûlü’nün risalet öncesi hayatından kesitler sunan siyer kitaplarının hemen hemen hepsinde şu tip rivayetlere rastlamak mümkündür:
‘Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem putlardan nefret eder ve bunu izhar ederdi.’
‘Cahiliye toplumunun ahlaksızlıklarından uzak durur ve bunları eleştirirdi.’
‘Zulme karşı mazlumların yanında olurdu.’…
Bu tür rivayetleri çoğaltmak mümkündür. Tüm bu vb. rivayetleri Allah Rasûlü’nün selim fıtratının cahiliye yaşantısına verdiği doğal tepki olarak okuyabiliriz. Fakat zaman geçtikçe cahiliye toplumunun daha da azgınlaşması, buna karşılık Allah Rasûlü’nün bunları def edecek bir yol haritasını bilmemesi Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem yalnızlığa sevk etmiş ve bir nevi Hira mağrasına ‘hicret’ etmiştir.
Bu, küfür toplumlarında yaşayan Müslümanların hepsinin karşılaşacağı kaçınılmaz bir sondur. Öyleyse mümin fertler, içinde bulundukları cahiliyeye kendilerini kaptırmamak için rahmani tedbirleri öğrenmeli ve hemen hayata geçirmelidir. Atılan adımlar sürekli muhasebe edilmeli ve teyakkuz halinde olunmalıdır.
Hayata geçirilmesi gereken tedbirlerin başında da, cahiliye bataklığında boğulmamak için adacıklar oluşturmak gelir. Özellikle emri bi’l maruf, nehyi ani’l münkerin tavizsiz ve usulüne uygun bir şekilde uygulandığı, itikad ve menhec esaslı, birbirlerine güvenen sadık insanların bulunduğu ortamlar çoğaltılmalı ve bu ortamlara dahil olunmalıdır. Yalnız olan ferdin hata yapma oranı çok yüksek, hatasını farketme ve onu düzeltme oranı da oldukça düşüktür. O yüzden İslam üzere olan fıtratlarımızı olduğu hal üzere muhafaza edebilmenin en önemli yolu Müslümanlar ile kenetlenmektir.
B. Daveti Omuzlamaya Aday Olanlar Her Türlü İmtihana Hazırlıklı Olmalıdırlar
İlk vahyin nasıl geldiğini bize öğreten rivayette dikkat çekici başka bir ayrıntıda meleğin Allah Rasûlü’ne muamelesidir. İlk ayetler gayet normal bir şekilde Allah Rasûlü’nü ürkütmeden nazil olabilirdi. Ama Cebrail aleyhisselam bir hikmete binaen Allah Rasûlü’nü ilk önce sıktı daha sonra da ondan yapamayacağı birşeyi istedi:
‘Oku!’ dedi. Ve bunu üç defa tekrarladı.
Elbetteki buradaki hikmeti, naslarda net bir ifade görmeden kesin bir dille söylemek doğru olmaz. Ama bazı alimlerin olayla alakalı yaptıkları değerlendirmeler vahyin bu şekilde gelmesi hususunda bize bazı ipuçları vermektedir. O ipuçları üzerinden hadisenin bu şekilde gerçekleşmiş olmasının hikmetlerini anlamaya çalışacağız.
Olaydaki en belirgin hikmet vahiyle başlayacak olan sürecin zorluğuna işaret etmek ve Allah Rasûlü’nü buna hazırlamaktır. Gerçekten bundan sonra gerçekleşen vahiylerde de benzer hadiseler yaşanmış, nazil olan ayetler de karşılaşılacak zorlukları içeren mesajlardan oluşmuştur.
Mesela ilk vahyin hemen sonrasında nazil olan Müddessir süresinin ilk ayetleri davet görevinin içeriğinin temel taşlarını anlattıktan sonra ‘sabır’ tavsiyesinde bulunmuştur.
“Rabbin için sabret” (74/Müddessir, 7)
Çünkü bu sünnetullahtır. Kim bu sancağı kaldırmayı istemiş, kim bu davayı bir adım daha ileri götürmeye azmetmiş ise muhakkak imtihanlarla karşılaşmıştır. Ve onun azığı sabır olmuştur.
O yüzden Allah Rasûlü şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlar arasından karşılaştıkları sıkıntıları en çok olanlar nebilerdir. Sonra onlara en yakın olanlardır..” (Ahmed bin Hanbel Müsned)
Bu duruma doğrudan veya dolaylı olarak işaret eden birçok ayet de bulunmaktadır:
“Elif. Lâm. Mîm. İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (29/Ankebut, 1-3)
“Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar. Andolsun ki senden önceki Peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah’ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki Peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.” (6/Enam, 33-34)
“Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir.” (3/Âl-i İmran, 186)
“(Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” (2/Bakara, 214)
Peygamberlere dahi ‘Allahın yardımı ne zaman?’ sorusunu sordurtan imtihanlar maalesef sadece küfrünü apaçık ortaya koyan müşrikler tarafından gelmiyor. Asıl acı ve zor olan imtihanlar Müslümanların bu dava için omuz omuza verdikleri ‘kardeşler’inden geliyor.
Onlar ki aynı yolu bir ömür boyu yürüyeceklerinin sözünü verdikten sonra ilk zorluk da yan çizenlerdir!
‘İslam davası için herşeyi feda etmek gerekir.’ söylemlerini dillerine dolayıp fedakarlık zamanlarında ortalık da görülmeyenlerdir!
Bizim dilimizden konuşup güven kazandıktan sonra bunu suistimal eden, Müslümanların hüsnü zanlarını boşa çıkartanlardır!
İslami hareketi bir şirket gibi görüp kar zamanlarında nemalanmayı, zarar edilen anlarda da ahkam kesmeyi ahlak haline getirenlerdir!
İşta bunlar asıl imtihandır. İnsan ne kadar ağır olursa olsun beklediği bir darbeyi sindirebilir, bu darbenin izlerini silebilir. O yüzden kafirlerden gelecek olan darbeler daha rahat atlatılır. Ama kişi aynı davaya omuz verdiği kardeşinden herhangi bir yanlış davranış beklemediğinden hazırlıksızdır. Ve bu darbe onu daha çok sarsar. Bu sebepten ötürü Allah subhanehu ve teâlâ Peygamberine asıl düşman olarak münafıkları işaret etmiştir.
İslam davetçisi olmaya aday fert, özellikle münafıklarla ilgili nasıl bir imtihanla karşılaşabileceğini ayetlerin ışığında iyice öğrenmelidir. Allah Rasûlü zamanında münafıkların neler yaptığını ortaya koyan şu birkaç ayet bile meselenin ehemmiyetini göstermesi açısından yeterlidir:
“Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına: ‘Bize katılın’ diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir. (Gelseler de) size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdi,r; bunun için Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah’a göre kolaydır.” (33/Ahzab, 18-19)
“İnsanlardan kimi vardır ki: ‘Allah’a inandık’ der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah’ın azabı gibi tutar. Halbuki Rabbinden bir nusret gelecek olsa, mutlaka, ‘Doğrusu biz de sizinle beraberdik’ derler. İyi de, Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir?” (29/Ankebut, 10)
“Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vâdinin üstünden ve alt yanından) üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman; İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı. Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık (iman zayıflığı) bulunanlar: Meğer Allah ve Resûlü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı. Onlardan bir gurup da demişti ki: Ey Yesribliler (Medineliler)! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün! İçlerinden bir kısmı ise: Gerçekten evlerimiz emniyette değil, diyerek Peygamber’den izin istiyordu; oysa evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı.” (33/Ahzab, 10-13)
Bu sahneler ancak Allah’ın subhanehu ve teâlâ Peygamberine yaptığı tavsiye ile aşılabilecek imtihanların bir parçasıdır:
“(Resûlüm!) Sen şimdi sabret. Bil ki Allah’ın vâdi gerçektir. (Buna) iyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevketmesin!” (30/Rum, 60)
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’dır.
İlk Yorumu Sen Yap