İlk Vahiy

Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun…

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yaşadığı toplumun içinde bulunduğu hal nedeniyle çok sıkıntılı bir süreç geçiriyordu. Tasvip etmediği birçok fiili sürekli yapan insanların etrafında var olması, onlara bir şey söyleyememesi, alternatif üretememesi bu sıkıntıyı daha da arttırıyordu.

Allah Rasûlü bu hal üzereyken tabiri caizse nefes aldığı iki ortam vardı. İlki kısmen düşüncelerini kabullendiği Haniflerin bulunduğu mekanlar; İkincisi ise inzivaya çekildiği Hira Mağarası. Allah Rasûlü özellikle kırk yaşına yaklaştığı zaman diliminde inzivayı daha da arttırmıştı. Bazen günler, bazen haftalar boyunca Hira Mağarasında kalıyor ve tefekkür ediyordu.

Özellikle bu süreçte başına çok garip hadiseler geldi. Rüya olup olmadığına karar veremediği bazı şeyleri görmeye, bazı varlıkların ona hitap ettiğini duymaya başladı.  Kendisine selam veriliyor ama selam veren varlığı göremiyordu.

Bu süreci yaşarken en büyük destekçisi Hatice annemizdi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kendisini kahin veya deli olabileceği ihtimallerini aklına getirdiğinde Hatice annemiz bu düşüncelerden onu uzaklaştırıyor ve ona destek çıkıyordu.

Bu ruh hali ilk vahyin gelişine kadar devam etti. Hira Mağarasında inzivaya çekildiği bir vakitte Allah subhanehu ve teâlâ Peygambere sallallahu aleyhi ve sellem Cibril aleyhisselam vasıtasıyla ilk vahyi gönderdi.

İlk vahyin gelişini anlatan rivayete geçmeden önce iki noktaya değinmekte fayda görüyoruz.

1. Allah Rasûlü neden vahiyden önce bu kadar ilginç hadiseler ile karşılaştı, garip rüyalar gördü, anlam veremediği sesler duydu?

Bunların hepsi aslında insan bedeninin ve psikolojisinin normal şartlarda kaldıramayacağı ‘Vahyin Nüzulü’ hadisesine Allah Rasûlü’nü hazırlamaktı.

Tüm bu hazırlıklara rağmen Allah Rasûlü ilk vahiy geldiği sırada çok sıkıntı çekmişti. Hatta ileriki zamanlarda dahi vahiy geldiği sırada buna şahitlik eden ashap olayın ne kadar dehşet verici bir hadise olduğunu görmüşlerdi.

Özetle vahiyden önce gerçekleşen bu tür vakıalar Allah’ın subhanehu ve teâlâ Peygamberine olan merhametinin bir sonucu idi.

2. Allah Rasûlü, toplumunda ahlaki olarak parmakla gösteriliyordu.

Bunu hak edecek vasıflara fazlasıyla sahip olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem aynı zamanda insanlarda genel olarak aranan bir çok vasfa da sahipti. İnsanları idare edebiliyor, sorunlara güzel çözümler üretiyor, aile yaşantısını problemsiz bir şekilde sürdürüyor, yaptığı dünyevi işlerde başarı sağlayabiliyordu.

Tüm bunları bir kez daha hatırlatmamızın sebebi şudur:

Allah Rasûlü bunca meziyete sahip olmasına rağmen toplumu değiştirebilecek bir çözüm önerisi, onları bataklıktan çıkartacak bir kurtuluş reçetesi niçin sunamadı?

Çünkü vahyin nurundan mahrum bir şekilde yaşıyordu. Tüm bu güzelliklere anlam katan, hayat veren, toplum için faydalı bir hale çeviren şey vahiydi.

Maalesef her cahiliye döneminde olduğu gibi günümüzde de ölçüler tepe taklak olmuş durumda. İnsanlara kurtuluş reçetesi sunanlara, önder olarak gösterilenlere ‘Vahiy ile besleniyorlar mı?’ sorusu sorulmuyor. Ahlaki ve buna benzer bazı meziyetlere sahip mi diye bakılıyor. Bu vasıflara sahip herkesin peşinden gidiliyor.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında, öncesinde veya sonrasında yaşayan bazı kafirlerde dahi mevcut olan ahlaki vasıflar, bugün din adına konuşan kimseler için icazet işlevi görüyor.

Hayır! Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem daha güzel bir ahlaka sahip kimse yoktu. Ama bu onun karanlıkları aydınlatmasına yetmedi. Vahiy onun önünü aydınlattığında ise sahip olduğu bütün güzellikler Allah’ın subhanehu ve teâlâ ayetlerini anlama, anlatma ve yaşamada onun en büyük destekçisi oldu.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Hira Mağarasında inzivaya çekildiği günlerden birinde -ki bu gün rivayetlerde Ramazan’ın sonu olarak rivayet ediliyor- “İkra” sesiyle irkildi ve artık Nubuvvet başladı.

İlk vahyin nasıl geldiğini Aişe annemizin dilinden dinleyelim:

“Rasûlullah’a vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih rüyalar idi. Rüyada her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua geliyordu. (Bu esnada) ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip orada, ailesine dönmeksizin birkaç gece tek başına kalıp, tahannüsde (Tahannüs ibadette bulunma demektir.) bulunuyordu. Bu maksatla yanına azık alıyor, azığı tükenince Hatice’ye dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar gidiyordu.

Bu hal, kendisine Hira mağarasında Hak gelinceye kadar devam etti.

Bir gün ona melek gelip: ‘Oku!’ dedi. Aleyhissalatu vesselam: ‘Ben okuma bilmiyorum!’ cevabını verdi.

Aleyhissalatu vesselam hadisenin gerisini şöyle anlatıyor:

‘Ben okuma bilmiyorum deyince melek beni tutup kucakladı, takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar: ‘Oku!’ dedi. Ben tekrar: ‘Okuma bilmiyorum!’ dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve ‘Oku!’ dedi. Ben yine: ‘Okuma bilmiyorum!’ dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve:

‘Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin kerimdir, o kalemle öğretti, insana bilmediğini öğretti.’ (96/Alak, 1-5) dedi.’

Rasûlullah bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir titreme (bir korku) vardı. Hatice’nin yanına geldi ve: ‘Beni örtün, beni örtün!’ buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar öyle kaldı. (Sükunete erince) Hatice’ye başından geçenleri anlattı ve:

— Nefsim hususunda korktum! dedi.

Hatice de:

— Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen rüsvay etmeyecektir. Zira sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırırsın, misafire ikram edersin, Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (halka) yardım edersin! dedi.

Sonra Hatice, Aleyhissalatu vesselam’ı alıp Varaka İbnu Nevfel İbnu Esed İbnu Abdi’l Uzza İbni Kusay’a götürdü. Bu zat, Hatice’nin amcasının oğlu idi. Cahiliye devrinde Hristiyan olmuş bir kimseydi. İbranice (okuma) yazma bilirdi. İncil’den, Allah’ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Gözleri a’ma olmuş yaşlı bir ihtiyardı.

Hatice kendisine:

— Ey amcaoğlu! Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne söylüyor! dedi.

Varaka Aleyhissalatu vesselam’a:

— Ey kardeşimin oğlu! Neler görüyorsun? diye sordu.

Aleyhissalatu vesselam gördüklerini anlattı. Varaka da ona:

— Bu gördüğün melektir. O, Musa’ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım etseydim), keşke, kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta olsaydım! dedi.

Rasûlullah:

— Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı? diye sordu.

Varaka:

— Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, ona husumet edilmemiş olsun! O günü görürsem, sana müessir yardımda bulunurum! dedi.

Ancak çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy de fetrete girdi (kesildi).” (Buhari, Müslim, Tirmizi)

İnşallah ilerleyen yazılarımızda bu hadiseden çıkarılacak dersleri anlatmaya çalışacağız.

Duamızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’dır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver