İkinci Akabe Biati’ne Dair Bazı Değerlendirmeler

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam O’nun Rasûlü’ne olsun.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile ikinci Akabe biatini yapmak için Mekke’de buluşan Ensar kafilesi, İslam Devleti’nin temellerine ilk tuğlayı bu amelleri ile koymuş oldular. Bu kadar önemli bir görüşmede hali ile birçok rivayet karşımıza çıkmaktadır. Biz onlardan en kapsayıcı olanlarını ve siyer kitaplarında çokça geçenleri zikretmekle yetineceğiz:

“Berâ b. Ma’rur onun elini tuttu. Sonra şöyle dedi:

‘Evet, seni hak ile Rasûl olarak gönderene yemin ederim ki seni, kadınlarımızı koruduğumuz gibi koruyacağız. Ey Allah’ın Rasûlü! Seninle beyatlaştık. Biz vallahi harp ehliyiz ve silah sahipleriyiz. Bunlar ecdadımızdan bize miras kalmıştır.’

Berâ, Rasûlullah ile konuşurken Ebu Heysem b. Teyyihan sözün arasına girdi ve şöyle dedi:

__ Yâ Rasûlallah! Bizimle bazı adamlar arasında anlaşmalar vardır, biz onları keseceğiz. (Yahudileri kasdediyor.) Eğer bunu yaparsak, sonra Allah seni galip kılarsa tekrar kavmine dönüp bizi terk eder misin?

Bunun üzerine Rasûlullah tebessüm etti, sonra şöyle dedi:

__ Hayır, bilakis kanınız kanımdır, hareminiz haremimdir. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Sizin harp ettiklerinizle harp ederim. Barış yaptıklarınızla barış yaparım.” 1

Yapılan ahit basit bir konu ile alakalı kısa dönemli bir sözleşme değildi. Söz verenin de alanın da hayatları boyunca hatta kıyamet gününde de hesaba çekilmesine sebebiyet verecek bir ahit idi. Ensar da bunun ağırlığının farkında olarak daha işin en başında tüm karışıklıkları gidermek, akıllardaki sorulara cevap bularak gönül rahatlığı ile söz vermek istiyorlardı. Ebu Heysem’in sorusunu böyle anlamak daha doğru olacaktır.

Biat alan veya veren pozisyonundaki her fert meselenin bu yönünü bilerek biatleşmeye girişmelidir. Başlangıçta tarafların hayatlarına dair netleştirilmemiş hususlar, gevşeklik, daha fazla biatlı insana sahip olmak veya insanların parmakla gösterdiği bir yapıya müntesip olmak düşüncesi ile biatten önce çözüme kavuşturulmaz ise sonradan sorunların ortaya çıkması ve büyük ihtimal ile bu sorunların yapıyı çıkmaza sokması kaçınılmazdır. Biat sırasında kişinin kendi yaşantısına dair karşı tarafı bilgilendirmesi karşı tarafın da muhatabını neyin beklediğini ona hatırlatması gerekir. Tabi eğer biat anlınacak zamana kadar bunlar yapılmamış ise.

Burada Ebu Heysem’in çıkışının Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem bir itiraz ya da biat yapmayı istememe gibi bir niyetle olmadığı açıktır. O kalbi mutmain olsun ve bir durumdan Allah Rasûlü’nü haberdar etmek için böyle bir şey yapmıştır.

İslami mücadeleden bahsettiğimizde bir çok kavramla karşılaşırız. Hepsi birbirinden değerli olan bu kavramları anlatırken sayfalar hatta bazen kitaplar dolusu yazı kaleme alabiliriz. Ancak pratik yaşantıda bu yazılanların bir karşılığı yoksa o kavram sadece şekil, görüntü olarak İslami hareketin içinde mevcut ise yazılan her şey de boşa gitmiş olur. Maalesef bazı kavramlar diğerlerine göre daha fazla değer kaybetmiş içi daha çok boşaltılmıştır. İşte bu kavramlardan birisi de biattir.

Günümüzde İslam davasına hizmet etmek isteyen, biat alan veya veren konumunda olan fertler biati çok basite indirgemişler; söz vermenin ve almanın ne kadar mühim olduğunu unutup sürekli yeni yeni biatler meydana getirip sonrasında da kolaylıkla bunları bozmuşlardır.

İkinci Akabe biatinde gördüğümüz tüm rivayetler, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem bu hadisenin öncesinde veya sonrasında aldığı tüm biatler bu işin çocuk oyuncağı olmadığını göstermek için yeter de artar bile.

Öyleyse hizmet ehli Müslümanlar bir davaya biat bağı ile bağlanmadan önce çok iyi düşünmeli, dahil olacağı yapının itikat ve menhecini, söz vereceği şahsı, beraber hareket edeceği kardeşlerini iyi tanımalıdır.

İslami mücadelenin başındaki kişiler de artık insanların nezdinde değerini yitirmiş bu kavramı gerçek kıymetine tekrardan ulaştırmak için biat alma sırasında bir kere değil bin kere düşünmeli, uzun bir süreç sonucunda verilecek sözün ehemmiyetini karşı tarafın anladığına kanaat getirilince adım atılmalıdır.

Ebu’l Heysem’e Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem verdiği cevap İslami hareketin öncülerinin hepsinin kulağına küpedir. Bu dava liderlerinin rahat rahat yaşadığı, tüm zorlukları tebanın çektiği, işin sefasını ise liderlerinin sürdüğü bir dava değildir. Bu davada şeriatın tüm hukuku, imtihanların bir çoğu ilk önce öncülerin evine uğrar. Onlar da kendi konumlarını kullanarak bu zorlukları başkalarına yıkmanın yollarını aramazlar. Bilakis kendi sıkıntıları ile beraber sorumluluğu altındaki kişilerin de sıkıntılarını omuzlamaya çalışırlar. Çünkü onlar kendilerini tabanları ile beraber bir vücudun azaları gibi görürler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem verdiği cevap ile onlara bu gerçeği hatırlatıyor.

Dünyevi bir kazanç elde etmek için bir ideolojinin peşinden gidenlerin karşılaşılan sıkıntılardan sıyrılıp halkına bunları yıkmaya çalışmasını anlamak mümkündür. Sonuçta savunduğu şeyleri, ceremesini çekmek için değil sefasını sürmek için savunmaktadır. Ancak ilginç olan şey Allah’ın davasını omuzladığını iddia edip kazancını ahirette bekleyenlerin de karşılaşılan sıkıntıları kendisinin değil sorumluluğu altındaki kişilerin çekmesi gerektiğini düşünmesidir. Acaba örnek olarak alınan siretin neresinde bu hal vardır? Ashab işkence gördü, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de gördü. Ashab ile dalga geçildi, Peygamber de alaya alındı. Ashab yurtlarından çıkarıldı, Peygamber de en sevdiği diyarını terk etmek zorunda kaldı. Ashabı ile savaşlara katıldı, yaralandı, kıtlık oldu aç kaldı, şehrini savunurkan ashabı ile beraber karnına taş bağladı… Onun Ebu Heysem’e söylediği söz, kuru kuru söylenen politik bir vaat değildi. O sözünün hakkını yaşantısı ile en iyi verendir.

Zaman kendisini, davasını ve takipçileri ile bir bütün olarak gören, ateşten çemberlere herkesten önce giren liderlerin hiç yok denecek kadar az olduğu bir dönemdir. Böyle öncülere sahip olanlar Rabblerine hamd ettikleri nimetlerin en ön sıralarına bunu da eklemelidirler. Ve ellerinden geldiği kadarıyla bir vücudun azası olmanın kendileri üzerine düşen payının hakkını vermeye çalışmalıdırlar.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözlerine şöyle devam etti:

“Sizden bana kavimleriniz üzerine hakim olan on iki nakib/temsilci çıkartınız.”

Onlar da kendilerinden on iki nakib çıkarttılar. Dokuzu Hazrec’ten, üçü de Evs’ten.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem nakiblere şöyle dedi:

“Siz kavminizin kefillerisiniz. Havarilerin İsa b. Meryem için kefillikleri gibi ben de kavmimin, yani Müslümanların üzerine kefilim.”

Onlar da kabul ettiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Esad b. Zurare’yi on iki temsilcinin başkanı yaptı.2

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ikinci Akabe biati sırasında Medineli Müslümanlardan on iki temsilci istiyor ve on iki temsilcinin başına da bir yönetici seçiyor. Bu Medine’den uzakta olan Allah Rasûlü’nün işlerin selameti açısından yaptığı bir uygulamadır.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem daha sonraki zamanlarda da yani Medine’ye hicretinin akabinde de bu uygulamayı farklı vesileler ile sürdürmüştür.

Temsilcilik ile liderlerin halkın hepsine, halkın da liderlere ulaşabilmesinin önündeki zorlukların kaldırılması hedeflenir. Bu sistemin düzgün işleyebilmesi için bazı noktalara dikkat edilmelidir:

• Temsilciler temsil ettikleri kesimin her bir ferdine eşit mesafede olmalı, onların sorun ve taleplerini aynı şekilde üst merciye ulaştırmaya çalışmalıdır. Temsilciler sorumlu oldukları toplumun sadece bir kesiminin sesi olurlarsa ortaya açık bir şekilde adaletsizlik çıkacaktır.

• Temsilciler ile sorumlu oldukları kişiler arasında bir soğukluk olmamalıdır. Var olan husumet temsilcinin o toplumu hakkı ile temsil etmesine engel olur. Bu yüzden temsilciyi seçecek kişinin hem tebayı hem de temsilcileri iyi tanıması gerekir.

• Temsilciler ile temsil ettikleri topluluk arasında irtibat kanallarının her daim açık ve sağlam olması gerekir. Zaten temsilcilik sistemindeki gaye halkın sorun ve önerilerine hızlı karşılık verebilmektir. Böyle olmaz ise sistem bir anlam ifade etmez. Aynı şekilde temsilciler ile yönetici arasında da bağlantının kuvvetli olması gerekir.

• Temsilciler tespit edilirken aynı zamanda sorumluluk alanları ve sınırları da belirlenmeli insiyatif alacakları yerler çok net bir şekilde izah edilmelidir. Böylece temsilcinin hakkı olmayan bir alanda tasarrufta bulunmasının önüne geçilmiş olunur.

Temsilcilik sistemi ne kadar sağlam temeller üzerine kurulmuş olursa olsun her zaman yönetici ile halk arasında direkt bağlantı kurulacak bir kanalın açık olması gerekir. Merkezi yönetime rahatlıkla ulaşabilmek, temsilcilerin nefislerine uymaya meylettiklerinde onları hizaya getiren yollardan bir tanesidir.

Aynı zamanda birinci dereceden sorumlu olduğu halkı ile direkt muamele edebilen bir lider ortaya çıkabilecek fitnelerin önünü bu şekilde alacaktır. Bu yolu kullanmak isteyen tebanın da temsilciler ile rahatlıkla halledebileceği meseleleri direkt lidere ulaştırmaya çalışarak sistemi tıkamaya hakkı yoktur. Yerinde ve zamanında kullanıldığında toplumun her kesimine fayda sağlayacak bu yol bu şekilde suistimal edilmemelidir.

Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.

 

1 . Siyeri İbni Hişam

2 . Siyeri İbni Hişam

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver