İkinci Akabe Biatı -2

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam O’nun Rasûlü’ne olsun.

Allah Rasûlü’nün Akabe’de Evs ve Hazrec kabileleri ile yaptığı ikinci biat ile ilgili birçok rivayet vardır. Bu yazımızda da o rivayetlerden birini tahlil etmeye çalışacağız.

Müslümanlar, Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem biat için toplandıkları zaman, Abbas b. Ubade b. Nadle el-Ensari şöyle dedi:

“Ey Hazrec topluluğu! Bu adamla hangi şey üzerine biat ettiğinizin farkında mısınız?

Dediler ki:

Evet.

Dedi ki:

__ Siz ona, insanların kırmızısı ve siyahıyla harp etmek üzerine beyatlaşıyorsunuz. Eğer mallarınıza bir musibet gelmesiyle eksikliklerini ve eşrafınızın helak olduğunu gördüğünüzde onu kendi başına yardımsız bırakmayı düşünüyorsanız bunu şimdiden yapınız. Vallahi eğer böyle bir şey yaparsanız bu dünya ve ahiretin ziyanıdır. Eğer onun davet ettiği şeyde malların eksilmesi ve eşrafın öldürülmesine rağmen ona vefa gösterecekseniz onu kabul ediniz. Vallahi bu, dünya ve ahiretin hayrıdır.

Dediler ki:

__ Biz o’nu malların musibete duçar olmasına ve eşrafın öldürülmesine rağmen tutarız. Ya Rasûlallah! Eğer biz buna vefa gösterirsek bizim için ne vardır?

Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedi ki:

__ Cennet…

Dediler ki:

__ Elini ver.

O da elini verdi. Onunla beyatlaştılar.

Asım b. Ömer b. Katade şöyle dedi:

__ Vallahi bunu Abbas, Rasûlullah’a verilen antlaşmayı pekiştirmek için söyledi.” [1]

Sahabelerin bu söyleminden, atacakları adımın karşılığında kendilerini neyin beklediğine dair bilinçlerinin oldukça yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Henüz davet Arapların birkaç koluna hitap ederken Abbas radıyallahu anh ‘insanların kırmızısı ve siyahı’ diyerek neredeyse tüm milletlerin bu daveti duyacağını ve tepki göstereceğini haber vermiştir.

Sahabelerin biatlarında sadık olmalarının birçok sebebi vardır. İşte sebeplerden birisi de daha işin başlangıcında iken varolan bu bilinçtir. Kişi atacağı adımların sonuçlarını, çeşitli yollardan elde ettiği malumatlar ile tespit edip karşılacağı şeylerin boyutlarını önceden kestirmelidir. Çünkü hangi musibet olursa olsun onu ağırlaştıran şey önceden zihni hazırlık yapılmamasıdır.

Bugün maalesef yapılan biatların bir çoğunun sonu düşünülmeden, bir heyecanla yapıldığını ve hakkının verilemediğini görmekteyiz. Biatın taraflarına düşen, birbirlerine karşılıklı olarak bu minvalde hatırlatma yapmalarıdır.

Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem verdiği kısacık ‘cennet’ cevabına sahabelerin tereddüt göstermeksizin ellerini uzatmaları, o zamanın insanlarının Allah katındaki derecelerinin niye bu kadar yüksek olduğunu bize açıklayan en önemli göstergelerdendir. Bir insan tüm benliği ile ahirete, hesaba çekileceğine, sonucunda cennete veya cehenneme gideceğine inanmalı ki gözü kapalı böyle bir karar alabilsin ve ölüme atlayabilsin. Ahiret gününe hakkıyla iman etmeyen ya da imanı zayıf olan kimse ise yapacağı amellerin sonucunda kendisi gibi beşer olanların memnuniyetini önceler. Başkaları memnun ise, onu övüyorlar ise mutludur. Aksi halde işlerinde isteksiz, değişik nedenler ile amelden uzaklaşmaya çalışan bir portre çizer.

Sahabenin ahirete imanını güçlendiren şey özellikle Mekke döneminde inen ve hesap gününe vurgu yapan sureler, ayetlerdir. Bunların tilavet edileceği zaman olarak tavsiye edilen vakit ise gecedir. Çünkü yakine ulaşmak için düz bir okuma değil, okumanın hakkını vermeye engel olacak tüm unsurlardan izale olunmuş bir vakit ve mekânda yapılan okuma gereklidir. Sahabenin ulaştığı bu mertebeye erişmenin yollarından birisi de işte burada saklıdır.

Yıllardır kalbini masiyetler ile katılaştırmış ve gafleti nedeniyle kendisine çeki düzen vermeyi düşünmemiş olan bizler, sahabelerin bilincine ulaşmak için atacağımız adımlardan hemen bir karşılık beklememeliyiz. İlk zamanlarda ölüm döşeğindeki kalbimizi hafifçe kıpırdatmak dahi büyük bir başarıdır. Asıl başarı ise bu çabamızı düşe kalka da olsa sürdürmek, şeytanın vesveselerine yenik düşüp yarı yolda eski halimize geri dönmemektir. Rabbimizin lütfu ve keremi o kadar sonsuzdur ki bu yoldaki küçücük çabamıza dahi sanki hedefe ulaşmışız gibi mükafat vereceğini ümit edebiliriz.

Akabe biatları güvenlik tedbirlerinin en üst düzeyde alındığı bir ortamda gerçekleştirilmiştir. Yetmiş küsür Müslüman kalabalık bir kafilenin içerisinde Mekke’ye gelmiş, yine o kafileye hissetirmeden Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile görüşüp biat etmişlerdir. Şeytanın nidası neticesinde Mekkeliler kalplerine böyle bir şüphe düşünce biat gecesinin sabahında meseleyi sorgulamak için Medinelilerin kafilesine geldiler. Ancak kafilenin başkanı Abdullah bin Ubey bin Selul onlara şöyle cevap verdi:

“Vallahi! Bu çok büyük bir iştir. Benim kavmim bunun gibi bir şeyi bana danışmadan yapmaz. Ben böyle bir şeyin olduğunu bilmiyorum.” [2]

Gerçekten de ne onun ne de diğer müşriklerin biattan haberleri vardı. Ancak şeytan boş durmadı, bağırarak müşriklere haber vermek istedi. Bu hadise siyer kitaplarında şu şekilde geçmektedir:

“Rasûlullah’a biat ettiğimiz zaman şeytan Akabe’nin başından, şimdiye kadar işittiğimiz seslerden çok daha yüksek bir sesle:

__ Ey ehli Cebacib! (Cebacib: Evler demektir.) Sabiilerin de beraberinde olduğu bu çok kınanan kişi hakkında bir bilginiz yok mudur? Sizinle harp etmek üzere toplanmışlardır.” diye bağırdı.

Bunun üzerine Rasûlullah şöyle dedi:

__ Bu, Ezebül- Akabe’dir. (Şeytanın bir ismidir.) Ezyeb’in oğludur. İşitmiyor musun ey Allah düşmanı? Şimdi gelip hesabını görürüm.

Rasûlullah dedi ki:

__ Şimdi dağılıp eşyalarınızın yanına gidiniz.

Bunun üzerine Abbas b. Ubade b. Nadla ona dedi ki:

__ Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki eğer dilersen yarın Mina halkının etrafını kılıçlarımızla doldururuz.

Rasûlullah:

__ Bununla henüz emrolunmadık. Yolculuk eşyalarınızın yanına dönünüz, dedi.

Biz de yataklarımıza döndük ve öylece sabaha kadar uyuduk.” [3]

Adem’den aleyhisselam beri şeytan kendi üzerine düşen sorumluluğun(!) hakkını vermektedir. Bazen insanların eli ile bazen de cinni tebası ile Müslümanlara saldırmakta, onları engellemek için uğraşmaktadır. Kendi tebasını yeterli görmediğinde ise bizzat sahneye çıkmaktadır. İnsanların derin uykuda olduğu o gece de şeytan uyumamakta idi.

Şeytan ilk gün nasıl bir azme sahipse bugün de çalışma temposundan bir şeyi eksiltmiş değildir. Hakkın insanlara ulaşmasının vesileleri arttıkça şeytanın ayak kaydırma yolları da çoğalmaktadır. Nerede hayırlı bir amele niyet eden bir topluluk görse çığlıklar atarak ortalığı ayağa kaldırmakta, gaflet içinde olan takipçilerini harekete geçirmek için var gücüyle uğraşmaktadır.

Peki her taraftan kulakları sağır edercesine gelen bu çığlıklara karşı Müslüman ne yapmalı? Çözüm yine Allah Rasûlü’nde sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabındadır:

“Bu, Ezebü’l- Akabe’dir. (Şeytanın bir ismidir.) Ezyeb’in oğludur. İşitmiyor musun ey Allah düşmanı? Şimdi gelip hesabını görürüm.”

Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki eğer dilersen yarın Mina halkının etrafını kılıçlarımızla doldururuz.”

Herhangi bir korku yok. Endişe izi hiç yok. Hatta daha da bir bilenme, inandıkları üzerinde sebat isteğinde artma var.

İşte yol budur! Şeytan ve takipçileri seslerini yükselttikçe biz daha çok çalışacağız. Onların gürültüleri fazlalaştıkça hakkı daha güçlü bir şekilde haykıracağız.

Akabe biatında bulunan sahabeler geri adım atmak bir yana, gerekirse savaşabileceklerini dahi belirtiyorlar. Ancak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem daha savaşmakla emrolunmadığını hatırlatıp bu isteği geri çeviriyor.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem buradaki tavrı, tebasının istekleri karşısında gelgitler yaşayan tüm liderler için çok önemli bir ders barındırmaktadır. İnsanoğlu telkine açıktır. Dolayısıyla emir tebasından, teba da emirden etkilenebilir. Konumuzla alakalı kısım ise liderin tebadan etkilenmesidir. Yönetici ilkeler ışığında hareket eder. Anlık, heyecan dolu istekler tebanın genelini sarmış olsa da lider yine de menhecden sapmamalıdır. Çünkü duygusal dalgalanmalar geçicidir. Ancak menheci kaideler asıldır.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem motivasyonun zirvesinin yaşandığı bu anda, topluluğun isteğini kendilerine eziyet eden bir kavme intikam amaçlı olarak kullanabilirdi. Ancak o sallallahu aleyhi ve sellem buna tenezzül etmedi. Allah’ın emirlerinin gösterdiği doğrultuda hareket etti ve bu durumu onlara hatırlattı.

Çok küçük meselelerden dolayı yıllarca sürecek savaşlara girişen bir topluluk olarak Evs ve Hazrec de, açık savaş ilanına rağmen nefislerini tezkiye ettiler, öfkelerini bastırıp sabrı kuşandılar ve Peygamber’e sallallahu aleyhi ve sellem biatlarının sınandığı ilk imtihanlarının hakkını verdiler.

Biat sonrasında Kureyş her ne kadar kafilenin liderine sorup böyle bir hadisenin gerçekleşmediğini duysa da bu cevap onların içlerini rahatlatmamıştı. Sonunda biatın gerçekleştiğine dair kanaatleri kesinleşti. Ancak kafile yola çıkmıştı. Bu sefer onların peşinden gidip biat edenlerden bazılarını bulmaya çalıştılar. Ve Sad bin Ubade’yi radıyallahu anh yakaladılar. Sad radıyallahu anh başından geçen olayı şöyle anlatıyor:

“Ben onların elinde idim. Bana Kureyş’ten bir topluluk göründü. İçlerinde güzel yüzlü beyaz renkli uzun boylu tatlı bir adam vardı. İçimden dedim ki, eğer bu cemaatin içinde hayırlı birisi varsa o da bu adamdır. Fakat o yaklaştığı zaman elini kaldırdı ve bana şiddetli bir tokat attı. İçimden dedim ki hayır, vallahi bundan sonra artık onlarda hiç hayır yoktur. Ben onların elinde idim. Beni çekip sürüklediler. Orada olan bir adam bana acıdı.

__ Yazık sana seninle Kureyşli bir adam arasında antlaşma ve ahit yok mudur? dedi.

Dedim ki:

__ Evet vardır. Cübeyr b. Mutim b. Adiyy’e ticaret kefaletim vardır. Memleketimde onları zulmetmek isteyenlerden korurdum. Bir de Haris b. Harb’a da ticari himaye akdim vardır.

O dedi ki:

__ Yazık sana o iki adamın ismini söyle ve seninle onlar arasındaki antlaşmayı anlat.

Ben de durumu Kureyşlilere anlattım. O adam onlara gitti ve onları mescidde Kâbe’nin yanında buldu ve dedi ki:

__ Hazrec’den bir adam vadide şimdi dövülüyor, sizi çağırıyor. Onunla sizin aranızda himaye ahdi olduğunu söylüyor.

Onlar:

__ O kimdir? dediler. O:

__ Sad b. Ubade’dir. dedi.

Onlar:

__ Doğru vallahi, o bize ticaret himayesi ahdini verir ve memleketinde zulme uğramaktan bizi korurdu. dediler.

Sad’i onların ellerinden kurtardılar, o da oradan gitti.” [4]

Sad bin Ubade’nin radıyallahu anh durumuna iki ihtimalden birisi nedeniyle Müslümanlar tarafından müdahale edilmemiş olabilir. Ya Müslümanların Sad’dan radıyallahu anh haberleri yoktu. Ya da haberleri olmasına rağmen bir hikmete binaen bu olaya karışmadılar. İlk ihtimal oldukça zayıftır. Çünkü Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem daha davetinin ilk başlarında oturttuğu düzen, gelişmelerden anlık olarak haberinin olmasını sağlıyordu. Sahabe de olağanüstü herşeyi Peygamber’e sallallahu aleyhi ve sellem iletmenin gerekliliğinin farkında idi.

İkinci şık ise daha kuvvetli bir ihtimaldir. Mekke’de gerçekleşen onlarca benzer hadiseye müdahale edilmemesi de bu ihtimali güçlendirmektedir. Bu dönem Allah’ın müminleri sabırla eğittiği bir dönemdir. Zorluklar kaşısında sabrı kuşanıyorlar, kendi duygularını en güzel şekilde terbiye etmeye çalışıyorlardı. Aynı şekilde Müslümanların Sad’ın radıyallahu anh olayına müdahil olmamaları İslam Devleti’nin temellerinin atıldığı bu hadisenin ve biata katılanların açığa çıkmaması nedeniyle de olabilir. Çünkü siyer tarihinde bir çok yerde davanın maslahatı ile fertlerin maslahatı çakıştığında davanın tercih edildiğini görmekteyiz.

Tevhid daveti şimdi de zor günler geçirmekte her gün zorlukların derecesinin artacağına dair alametler çoğalmaktadır. Bizler özellikle Mekke döneminde sıkıntılar karşısında sahabenin tutumlarını iyi tahlil etmeli, fevri çıkışlar yapmamalarının hikmetlerini güzelce anlamalıyız. Böylece kendimizi de davamızı da selamet içerisinde tutarız. Nefsimize ağır gelse de Allah’ın en hayırlı nesli eğitim metodunun faydalarını bizim de göreceğimizi sürekli temenni etmeli ve buna inanmalıyız.

Akabe biatlarındaki tüm rivayetleri incelediğimizde dikkatimizi çeken son bir noktayı daha paylaşıp bu bahsimizi tamamlayalım inşaallah.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem İslami hareketi yeni bir evreye taşıyacak bu büyük hadise sırasında ashabından sadece bir kaçını haberdar etmiştir. Mesele tümüyle açığa kavuşuncaya kadarki bu gizliliğin sebebi Allah Rasûlü’nün ashabına güvenmemesi değil tedbirdir. Maalesef günümüzde İslami sahada mücadele eden fertler bu gerçekten habersiz bir şekilde her meseleden liderin tebayı da bilgilendirmesi gerektiğine inanmakta. Daha da ileri gidenler her mevzunun tüm fertler ile istişare edilmesi gerektiğini söylemektedirler. Bu anlayışın sünnette bir karşılığı olmadığını Akabe biatları ile bir kez daha görmüş olduk.

Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.

[1]        .     Siyeri İbn-i Hişam

[2]        .     Siyeri İbn-i Hişam

[3]        .     Siyeri İbn-i Hişam

[4]        .     Siyeri İbn-i Hişam

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver