İcmanın Nasla Çatışması Durumunda İzlenecek Metot

Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salât ve selam O’nun Nebisi’ne ve pak ehli beytinin üzerine olsun.

Araştırmamızın konusu; şer’i deliller arasında sayılan icmanın, Kitap veya Sünnet’ten bir nasla çakışması durumunda izlenecek metottur. İcmanın şer’i deliller arasında sayılmasının delilleri ve İslam alimlerinin sözleri üzerinde durmayacağız. Bu konuya dair kardeşlerimizin kaleme alacağı bahislerin yeterli olacağını düşündüğümden konuya giriş yapmanın daha isabetli olacağı kanaatindeyim.

Başlığın anlaşılması konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Başlıkta zikrettiğimiz anahtar kelimeler; nas, icma ve bunların çatışmasıdır.

Nastan muradımız; Allah’ın subhanehu ve teâlâ kelamı olan Kur’an ve Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem söz, amel ve ikrarını kapsayan sünnettir.

İcma; Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem sonra ümmetin müçtehidlerinin şer’i bir konuda ittifak etmesidir.

Çatışma; usülculerimizin ‘tearud’ diye isimlendirdikleri; bir delilin başka delille sabit olan bir hükme, zıt bir hüküm içermesidir. Birinin izin verdiğini diğerinin yasaklaması, bir delille yasak olanı başka bir delilin serbest kılmasını buna örnek verebiliriz.

Usül ilminin başlıca konularından olan tearud ve tercih, usul kitaplarından araştırılabilir. Bizim konumuz bununla alakalı olsa da, bizler daha ziyade nas ile icmanın çatışması babını inceleyeceğiz.

Bazı kardeşlerimiz konumuzun başlığına ve içeriğine şaşırabilirler. Çünkü usül alimleri, genelde, deliller sıralamasında (tertibu’l edille) icmayı delillerin ilki olarak zikretmişlerdir. ‘Araştıran müçtehid veya fetva verecek müftü, önce icmaya bakmalıdır’ demişlerdir. Şayet konu hakkında icma varsa ona yönelmeli, Kitap ve Sünnet’e bakmamalıdır. Böyle olunca araştırmamızın sorusu olan İcma ile nas çakışırsa sorusu boşa çıkmış olur. Çünkü konu hakkında icma olması durumunda nassa bakmaya dahi gerek yoktur. Ve bu anlayışa göre icma ile nassın çakışması mümkün değildir. Böyle bir durum olması halinde bu, konuyu araştıranın vehmi olarak kabul edilir. Ve nasların nesh edildiği veya nassın zahirinden anlaşılanın kast edilmediği düşünülerek, tevil icmaya takdim edilir.

Malikilerin manzum Usulu’l Fıkıh eseri kabul edilen ‘Meraki Es-Suud’ adlı eserde bu konu için ayrılan beyitlerde:

رجح على النص الذي قد اجمعا عليه و على الصحبي من تبعا

‘İcma ettiklerini nassa takdim et, sahabe icmasını da tabiin icmasına takdim et.’ denilmektedir.

Şafiilerin önemli usulcülerinden ve kendisiyle usul ilimlerinde yeni bir dönemin başladığı düşünülen, kendinden sonra gelen usulculerin görüşlerinden etkilendiği İmam Gazali ‘El-Mustasfa’ eserinde;

أما المقدمة الأولى ففي بيان ترتيب الأدلة

فنقول يجب على المجتهد في كل مسألة أن يرد نظره إلى النفي الأصلي قبل ورود الشرع ثم يبحث عن الأدلة السمعية المغيرة فينظر أول شيء في الإجماع فإن وجد في المسألة إجماعا ترك النظر في الكتاب والسنة فإنهما يقبلان النسخ والإجماع لا يقبله فالإجماع على خلاف ما في الكتاب والسنة دليل قاطع على النسخ إذ لا تجتمع الأمة على الخطأ

‘…Birinci mukaddime delillerin sıralanması hakkındadır.

Deriz ki; müçtehide gerekli olan öncelikle şeriat gelmeden önce sabit olan nefye dayalı delillere bakmasıdır. (Gazalinin kastı, ‘şeriat gelmeden önce eşyada asıl olan ibahadir’ kaidesidir. Yani müçtehid öncelikle bu kaideyle amel etmelidir.) Sonra sem’a dayalı ve değiştirici delillere bakar. (Sem’a dayalıdan kastı; Kitap ve Sünnet’tir. Değiştiriciden kast ettiği; asıl olarak mübah olan şeyler şeriatın getirdiği hükümlerlerle beraber değişikliğe uğramıştır. Bundan Kitap ve Sünnet’in delillerine değiştirici demiştir.) İlk olarak icmaya bakar. Meselede icma bulursa Kitap ve Sünnet’e bakmayı terk eder. Çünkü o ikisi nesh olur ancak icma nesh olmaz. Ümmetin hata üzere ittifak etmeyeceği düşünüldüğünde Kitap ve Sünnet’in hilafına olarak icma kat’i bir delildir.’

Hanbelilerin usül kitaplarından ‘Et-Tahbir Şerhu’t Tahrir’ sahibi şöyle der:

قد تقدم أن أدلة الشرع : الكتاب والسنة والإجماع والقياس ، وغيره من الأصول المختلف فيها ، والإجماع مقدم عليها جميعها لوجهين . أحدهما : كونه قاطعا معصوما من الخطأ كما سبق . والثاني : كونه آمنا من النسخ والتأويل ، بخلاف باقي الأدلة فإن النسخ يلحقها والتأويل يتجه عليها .

‘Daha önce geçtiği gibi şeriatın delilleri; Kitap, Sünnet, icma, kıyas ve bunların dışındaki (delil oluşunda ihtilaf edilen) delillerdir. İki sebepten ötürü icma, bu delillerin tümüne mukaddemdir.

İlki; hatadan korunmuş olup kat’i olması.

İkincisi; diğerlerinin hilafına nesh ve tevilden emin olunmasıdır.Kalan deliller ise nesh olabilir veya tevil edilebilirler…’

Hanbelilerden olup bu manayı destekleyenlerin nakillerini aktarmakta fayda vardır. Lafızlar değişse de içerdiği anlam ve delillendirme aynı olduğundan tercüme etmeyeceğim.

Hanbelilerin meşhur alimlerinden İbni Kudame ‘Ravdatu’n Nazir’ adlı eserinde şöyle der:

ويجب على المجتهد في كل مسألة أن ينظر أول شيء إلى الإجماع فإن وجده لم يحتج إلى النظر في سواه ولو خالفه كتاب او سنة علم أن ذلك منسوخ أو متأول لكون الإجماع دليلا قاطعا لا يقبل نسخا ولا تأويلا

‘Müctehid, bütün meselelerde ilk olarak icmaya bakamsı gerekir. Onda bulduğu zaman -Kitap ve Sünnet’e muhalefet etse dahi- diğerlerine bakmaya ihtiyaç duymaz. Artık bilir ki, bu ya mensuh, ya da tevil edilmiştir. Bu durum, icmanın kat’i bir delil olup, nesh ve tevil kabul etmemesinden dolayıdır.’

Müteahhirin Hanbeli alimlerinin önde gelenlerinden sayılan İbnu Bedran ‘Medhal ila Mezheb Ahmed’ adlı eserinde şöyle der;

فالإجماع مقدم على باقي أدلة الشرع لكونه قاطعا معصوما عن الخطأ بشهادة المعصوم بذلك ويقدم منه الإجماع القطعي المتواتر ثم الإجماع النطقي الثابت بالآحاد ثم يليه الإجماع السكوتي المتواتر ثم الإجماع السكوتي الثابت بالآحاد

‘İcma, kati, hatadan korunmuş, masum olanın (Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem) buna şahitlik ettiğinden dolayı diğer şeri delillerin öncesinde gelir. Bunların başında mütevatir olan Kat’i İcma gelir. Daha sonra âhâd ile sabit olan Nutkî İcma, sonra mütevatir olan Sukûtî İcma, sonra da âhâd ile sabit olan Sukûtî İcma gelir.’

Biz Allah’tan subhanehu ve teâlâ yardım isteyerek bu mezhebin hatalı olduğunu, hak olanın her halükarda Kitap ve Sünnet’in diğer delillere takdim edilmesi gerektiğini anlatmaya çalışacağız. Bu düşüncemizi üç ayrı noktadan ispat etmeye çalışacağız:

1. Delillerin sıralanmasında icmanın yeri. Allah Rasûlü ve sahabesinin bu konuda nasıl davrandığına bakacağız.

2. İcmanın hüccet oluşuna delil olan naslar ve bunların kuvveti.

3. İcma ile sabit olan hükmün kuvveti.

1. Delillerin Sıralanmasında İcmanın Yeri

Öncelikle belirtmek isterim ki icma, Kitap ve Sünnet kadar kuvvetli değildir. Her iki kaynak da vahiy olduğundan bağlayıcılığı iman meselesidir. Ancak icma, alimlerimizin bu iki kaynağa dayanarak çıkardıkları sonuçlar/istinbatlardır. Bu sebepten dolayı hiçbir şekilde icma, Kur’an ve Sünnet ile aynı derecede görülemez. Bazı usül alimleri icmayı deliller sıralamasında Kitap ve Sünnet’in önüne almış olsalar bile bu hatalı bir yaklaşımdır.

İcmanın deliller sıralamasındaki yerini Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ve onun sahabesinin uygulamalarından zikretmek istiyoruz:

Allah Rasûlü, Muaz’ı Yemen’e yollarken onunla arasında şu konuşma geçti:

“— Sana bir mesele arzolduğunda nasıl hükmedersin?

Muaz:

— Allah’ın kitabıyla hükmederim!

— Şayet onda hükmü bulmazsan?

— Allah Rasûlü’nün sünnetiyle hükmederim!

— Şayet onda da bulmazsan?

— Kendi ictihadımla hükmederim!

Allah Rasûlü bu cevaptan memnun oldu. Ve elini Muaz’ın göğsüne vurarak:

— Rasûlü’nün elçisini, Rasûlü’nün razı olduğu şeye muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.” (Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, Darimi)

Bu hadis, alimlerin senedi ve metni hakkında ihtilaf ettikleri rivayetlerdendir. Özet olarak alimlerin rivayet hakkında söylediklerini zikredecek olursak:

1.

İmam Buhari (Tarihu’l Kebir, 2/2449) : ‘…Bu senetle sahih olmaz. Başka da bir yoldan bilinmez.. Mürsel bir rivayettir.’

Tirmizi: ‘Bu hadisi başka bir vecihten bilmiyoruz. Ve isnadı benim yanımda muttasıl değildir.’

İbni Hazm (Muhalla, 1/62) : ‘Bu hadisi sadece Haris bin Amr rivayet etmiştir, o da meçhuldur. O da Hımıs ehlinden tanınmayan kişilerden rivayet etmiştir.’

İbnu’l Cevzi (El-İ’lel Mutanahiye) : ‘Fukaha kitaplarında zikretse de sahih değildir.’

2.

Hatib El-Bağdadi (El-Fakih ve’l Mutefakkih, 190) : ‘Bu vb. hadisler isnad yönünden sahih olmasa da topluluğun topluluktan nakli ve onunla ameli isnada ihtiyaç bırakmadı.’

Gazali (El-Mustasfa, 2/254) : ‘Bu hadisi ümmet telakkiyle kabul etti. Hiç kimse bu hadisi eleştirmedi. Hâli bu olan rivayetin mürsel olmuş olması hadise zarar vermez. Bilakis isnadını araştırmak vacip değildir.’

İbni Kayyım (İ’lam, 1/202) : Yukarıda zikrettiğimiz Hatib El-Bağdadi’nin sözünü nakletmiştir ve kendisi de bu görüştedir.

Bu hadisi sahih kabul eden ve onunla ihticac eden cumhura göre Kitap ve Sünnet’in her zaman takdim edilmesi gerekir. Çünkü bu rivayet (sahih kabul edenlerin yanında) sarih olarak, vahyi icmaya takdim etmiştir.

İmam Darimi Sünen’inde Meymun bin Mihran’dan:

”Ebubekir’e radıyallahu anh bir olay geldiğinde, önce Allah’ın kitabına bakar, onda bulamazsa Rasûl’ün sünnetinde arardı. Onda da bulamazsa insanları toplar ve onlara: ‘Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda bir hükmünü biliyor musunuz?’ diye sorardı… O da olmazsa insanların öncülerini ve hayırlılarını toplar, onlarla iştişare ederdi. Şayet görüşleri bir konuda birleşirse onunla hükmederdi.” (Darimi, 161)

Bu usulü takip edenlerden biri de Ömer’dir radıyallahu anh. O, Kadı Şureyh’e rahimehullah yazdığı mektubunda:

”Allah’ın kitabında olanla hükmet. Şayet bulamazsan Rasûl’ün sünnetiyle, onda da bulamazsan salihlerin hükmettiği şekilde hükmet.” (Nesai, 5416)

Sahabe içerisinde verdiği fetvalarla meşhur olan İbni Mesud da radıyallahu anh bu usulü izlemiştir.

”Sizden birine hükmetmesi için bir olay gelirse önce Allah’ın kitabıyla hükmetsin. Şayet onda bulamazsa Rasûl’ün sünnetiyle hükmetsin. Onda da bulamazsa salihlerin hükmettiği şekil de hükmetsin… Bunlarda da bulamazsa kendi içtihad etsin..” (Nesai, 5415)

Bu usulü izleyenlerden biri de ümmetin alimi İbni Abbas’tır. Abdullah bin Yezid şöyle söyledi:

‘İbni Abbas’a bir şey sorulduğunda, Allah’ın kitabında varsa onu söylerdi. Orada bulamazsa Rasûl’ün sünnetinde var olanı söylerdi. Onda da bulamazsa Ebubekir ve Ömer’in hükmettikleriyle hükmederdi. Onda da bulamazsa kendi içtihad ederdi.’ (Camiu Beyâni’l İlmi ve Fadlihi, 2/849.)

İmam Şafii ilk usul kitabı olarak kabul edilen ‘Er-Risale’ de:

قلت نعم يحكم بالكتاب والسنة المجتمع عليها الذي لا اختلاف فيها فنقول لهذا حكمنا بالحق في الظاهر والباطن(ويحكم بالسنة قد رويت من طريق الانفراد لا يجتمع الناس عليها فنقول حكمنا بالحق في الظاهر لانه قد يمكن الغلط فيمن روى الحديث ونحكم بالاجماع ثم القياس

‘Kitap ve üzerinde ihtilaf olmayan sünnetle hükmedilir. Bunun için ‘zahirde ve batında hak ile hükmettik’ denir. Sonra üzerinde icma edilmeyen ve ferd yolla gelen hadisle hükmedilir. Bunun için zahirde hak ile hükmettik denir. Çünkü bu türden hadisleri rivayet edenlerin hata etme olasılığı vardır. İcmayla hükmederiz, sonra da kıyasla hükmederiz…’ (599)

İmam Zerkeşi ‘Bahru’l Muhit’ adlı eserinde İmam Şafii’den şunları aktarır:

وَالْعِلْمُ طَبَقَاتٌ الْأُولَى الْكِتَابُ وَالسُّنَّةُ إذَا ثَبَتَتْ السُّنَّةُ وَالثَّانِيَةُ الْإِجْمَاعُ مِمَّا ليس في كِتَابٍ وَلَا سُنَّةٍ وَالثَّالِثَةُ أَنْ يَقُولَ بَعْضُ أَصْحَابِ النبي صلى اللَّهُ عليه وسلم

‘İlim tabaka tabakadır. Önce Kitap ve sabit sünnet gelir. İkinci sırada, hakkında Kitap ve Sünnet’ten nas olmayan icma gelir. Üçüncü sırada sahabe sözleri gelir…’ (4/360)

Bu konuyu tahkik edenlerden biri de İbni Teymiyye’dir rahimehullah. Yukarıda zikrettiğimiz Ömer, İbni Mesud ve İbni Abbas radıyallahu anhum rivayetlerine işaret ettikten sonra;

وهذه الآثار ثابتة عن عمر وبن مسعود وبن عباس وهم من أشهر الصحابة بالفتيا والقضاء وهذا هو الصواب

 ولكن طائفة من المتأخرين قالوا يبدأ المجتهد بان ينظر أولا فى الاجماع فان وجده لم يلتفت إلى غيره وإن وجد نصا خالفه اعتقد انه منسوخ بنص لم يبلغه وقال بعضهم الاجماع نسخه والصواب طريقة السلف…

‘Bu eserler: Ömer, İbni Mesud ve İbni Abbas’tan sabittir. Bunlar sahabenin hüküm ve fetva olarak en meşhur olanlarıdır. Ve doğru olan da onların yaptığıdır. Ancak sonradan gelenlerden bir taife dediler ki: ‘Müçtehid önce icmaya bakarak başlar. Onda bulursa başkasına iltifat etmez. Şayet icmaya muhalif nas bulursa o nassın ona ulaşmayan bir nasla neshedildiğine inanır…’ (Fetava, 19/201.)

Öğrencisi İbni Kayyım rahimehullah aynı noktaya dikkat çekmiştir. Taklid ehline cevap verdiği ‘Sadet’te ’52. vecih’ başlığı altında:

فلما انتهت النوبة إلى المتأخرين ساروا عكس هذا السير وقالوا إذا نزلت النازلة بالمفتي أو الحاكم فعليه أن ينظر أولا هل فيها اختلاف أم لا فإن لم يكن فيها اختلاف لم ينظر في كتاب ولا في سنة بل يفتي ويقضي فيها بالإجماع وإن كان فيها اختلاف اجتهد في أقرب الأقوال إلى الدليل فأفتى به وحكم به وهذا خلاف ما دل عليه حديث معاذ وكتاب عمر وأقوال

‘Nöbet sonradan gelenlere geçince bu yolun dışında bir yol izlediler. Müftüye bir mesele arz olduğunda önce ihtilafa bakması lazım dediler. Şayet konu hakkında ihtilaf olmazsa (yani icma edilmişse) Kitab’a ve Sünnet’e bakmadan icmayla hükmeder. Şayet konuda ihtilaf varsa delile en yakın görüşe ulaşmak için içtihad eder. Onların bu metodu; Muaz hadisinin, Ömer’in mektubunun ve sahabe sözlerinin delalet ettiğine aykırıdır.’

Faydalı olacağına inandığım bir nakli de, İmam Şevkani’nin ‘İrşadu’l Fuhul’ adlı eserinden tercüme etmeden sunmak istiyorum.

 المسألة السادسة: فيما ينبغي للمجتهد أن يعمله في اجتهاده ويعتمد عليه

فعيه أولا: أن ينظر في نصوص الكتاب والسنة، فإن وجد ذلك فيهما قدمه على غيره، فإن لم يجده أخذ بالظواهر منهما، وما يستفاد بمنطوقهما ومفهومهما، فإن لم يجد نظر في أفعال النبي صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، ثم في تقريراته لبعض أمته، ثم في الإجماع، إن كان يقول بحجيته، ثم في القياس، على ما يقتضيه اجتهاده من العمل بمسالك العلة، كلا أو بعضا

وما أحسن ما قاله الإمام الشافعي فيما حكاه عنه الغزالي: أنها إذا وقعت الواقعة للمجتهد، فليعرضها على نصوص الكتاب، فإن أعوزه عرضها على الخبر المتواتر، ثم الآحاد، فإن أعوزه لم يخض في القياس، بل يلتفت إلى ظواهر الكتاب، فإن وجد ظاهرًا نظر في المخصصات، من قياس، وخبر، فإن لم يجد مخصصا حكم به، وإن لم يعثر على ظاهر، من كتاب ولا سنة، نظر إلى المذاهب فإن وجدها مجمعا عليها اتبع الإجماع، وإن لم يجد إجماعًا خاض في القياس، ويلاحظ القواعد الكلية أولا، ويقدمها على الجزئيات، كما في القتل بالمثقل، فتقدم قاعدة الردع على مراعاة الاسم، فإن عدم قاعدة كلية نظر في المنصوص، ومواقع الإجماع، فإن وجدها في معنى واحد ألحق به، وإلا انحدر به إلى القياس، فإن أعوزه تمسك بالشبه، ولا يعول على طرد

Sonuç olarak;

Sünnet ve ilk nesil selefin uygulamasıyla anlaşılmıştır ki icma, rütbe olarak nastan sonra gelir. Hal böyle olunca da çakışma durumunda, öncelik bakımından ilk sırada olan takdim edilir. Müteahhirin ulemanın izlediği ve genel usul kitaplarına giren yöntem, selefin metoduna aykırı ve buna binaen de hatalıdır.

2 İcma’nın Hüccet Oluşuna Delil Olan Naslar ve Bunların Kuvveti

Çakışma durumunda esas olan delillerin kuvvetidir. Kuvvetli olan kendinden zayıf olana takdim edilir. Kitap ve Sünnet’in bağlayıcılığı ve kuvveti konusunda şüphe ve zanna yer yoktur. Bu aynı zamanda Allah’a ve Rasûlü’ne imanın gereğidir de. Ancak aynısını icma için söylemek mümkün değildir. Onun bağlıyıcılığına delalet eden naslar:

1.

2.

Bu girişten sonra Kitap ve Sünnet’in bağlayıcılığına dair delilleri zikretmenin gereksizliğini izahtan vareste görüyorum. Bu, her Müslümanın yanında sabit ve dinin asıllarından olan bir meseledir. Ancak icmanın delil oluşuna hüccet kabul edilen delilleri incelemenin yukarıda zikrettiğimiz kaide açısından faydalı olacağına inanıyorum.

Özellikle iki delili inceleyeceğiz. Bunlardan biri Nisa suresi 115. ayet, diğeri de konuyla alakalı varid olan hadistir. Çünkü ikisi dışındaki deliller konunun aslı değil, bu iki delili kuvvetlendirmesi açısından zikredilmiştir:

“Kim kendisi için doğru yol açıklık kazandıktan sonra Peygamber’e muhalefet eder ve müminlerin yolundan başka yola uyarsa onu döndüğü yöne çeviririz ve cehenneme atarız. Orası ne kötü bir varış yeridir!” (4/Nisa, 115)

Bu ayet icmanın en temel delili sayılmıştır. Ancak ayetin nüzul sebebine bakıldığında ayetin icmaya delaletinin çok zayıf hatta ilgisiz düzeyde olduğu söylenebilir.

‘Bu ayet hırsızlık yapan ve hakkında el kesme cezası verilen İbni Ubeyrik hakkında inmiştir. O bu cezadan korktuğu için Mekke’ye kaçmış ve müşriklere sığınmıştır. Bunun üzerine bu ayetler inmiştir.’ (Taberi, Beğavi tefsiri)

Bu ayetin icmaya delil olduğunu ilk olarak İmam Şafii söylemiştir. İbni Kesir ilgili ayetin tefsirinde:

‘…Bu ayetin icmaya delil olduğunu İmam Şafii bir müddet üzerinde bekleyip, uzunca tefekkür ettikten sonra tespit etti…’

Yani Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem vefatından sonra yaklaşık 150-200 yıl boyunca icmaya dair Kur’an’da bir delil bilinmiyordu. İmam Şafii (150-204) ilk olarak icmanın Kur’an’daki delilini söyledi. İmam Beyhaki , İmam Şafi’nin Kur’an ahkamına dair görüşlerini bir araya topladığı ‘Ahkamu’l Kur’an’ adlı eserde İmam’ın öğrencileri olan Er-Rabi ve Müzeni’den aktarır:

 قَالَ الْمُزَنِيّ وَالرَّبِيعُ : كُنَّا يَوْمًا عِنْدَ الشَّافِعِيِّ ، إذْ جَاءَ شَيْخٌ ، فَقَالَ لَهُ أَسْأَلُ ؟ قَالَ الشَّافِعِيُّ : سَلْ . قَالَ أَيْشٍ الْحُجَّةُ فِي دِينِ اللَّهِ ؟ فَقَالَ الشَّافِعِيُّ : كِتَابُ اللَّهِ قَالَ : وَمَاذَا ؟ قَالَ : سُنَّةُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : وَمَاذَا ؟ قَالَ : اتِّفَاقُ الْأُمَّةِ . قَالَ : وَمِنْ أَيْنَ قُلْتَ اتِّفَاقَ الْأُمَّةِ مِنْ كِتَابِ اللَّهِ ؟ ، فَتَدَبَّرَ الشَّافِعِيُّ ( رَحِمَهُ اللَّهُ ) سَاعَةً . فَقَالَ الشَّيْخُ أَجَّلْتُكَ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ فَتَغَيَّرَ لَوْنُ الشَّافِعِيِّ ، ثُمَّ إنَّهُ ذَهَبَ ، فَلَمْ يَخْرُجْ أَيَّامًا . قَالَ : فَخَرَجَ مِنْ الْبَيْتِ [ فِي ] الْيَوْمِ الثَّالِثِ ، لَمْ يَكُنْ بِأَسْرَعَ أَنْ جَاءَ الشَّيْخُ فَسَلَّمَ ، فَجَلَسَ ، فَقَالَ : حَاجَتِي ؟ فَقَالَ الشَّافِعِيُّ ( رَحِمَهُ اللَّهُ ) : نَعَمْ ، أَعُوذ بِاَللَّهِ مِنْ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : { وَمَنْ يُشَاقِقْ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءَتْ مَصِيرًا } لَا يُصْلِيهِ جَهَنَّمَ عَلَى خِلَافِ [ سَبِيلِ ] الْمُؤْمِنِينَ ، إلَّا وَهُوَ فَرْضٌ قَالَ : فَقَالَ : صَدَقْتَ وَقَامَ وَذَهَبَ . قَالَ الشَّافِعِيُّ : قَرَأْتُ الْقُرْآنَ فِي كُلِّ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ حَتَّى وَقَفْتُ عَلَيْهِ

‘…Allah’ın dininde hüccet nedir?

Şafii:

— Kitap, Sünnet ve ümmetin ittifakıdır.

Adam:

— Ümmetin ittifakının Allah’ın kitabından delili nedir?

Şafii biraz düşündü. Adam:

— Sana üç gün müddet veriyorum, dedi.

Şafi’nin rengi değişti. Sonra gitti ve günlerce çıkmadı. Üçüncü gün evden çıktı. Soru soran adam anında geldi. Sorusunun cevabını sordu. Şafii şeytandan Allah’a sığınırak Nisa 115. ayeti kerimeyi okudu.

— Allah’ın subhanehu ve teâlâ insanı muhalefetinden dolayı ateşe yaslaması; müminlerin yoluna tabi olmanın farz olduğunu gösterir.

Adam doğru söyledin dedi ve kalktı gitti. Şafii:

— Her gün Kur’an’ı üç defa okudum. Sonunda bu ayeti buldum.’

Kıssadan anlaşıldığı gibi ayetin icmaya delil oluşu açık değildir. Her gün Kur’an’ı üç defa okuduktan sonra bu ayetin konuya delil olduğuna kanaat getirmiştir İmam Şafii.

Usülcüler de bu ayet ve bunun dışında zikredilen bir çok ayetin konuya delaletinin zayıf olduğunu ikrar etmek zorunda kalmışlardır.

Gazali Mustasfa’sında; Kur’an’dan icmaya dair nakledilen delillerin kuvvetli olmadığını izah etmiştir.

فهذه كلها ظواهر لا تنص على الغرض بل لا تدل أيضا دلالة الظواهر وأقواها قوله تعالى ومن يشاقق لرسول من بعد ما تبين له لهدى ويتبع غير سبيل لمؤمنين نوله ما تولى ونصله جهنم وسآءت مصيرا ( النساء 511 ) فإن ذلك يوجب اتباع سبيل المؤمنين وهذا ما تمسك به الشافعي وقد أطنبنا في كتاب تهذيب الأصول في توجيه الأسئلة على الآية ودفعها والذي نراه أن الآية ليست نصا في الغرض بل الظاهر أن المراد بها أن من يقاتل الرسول ويشاقه ويتبع غير سبيل المؤمنين في مشايعته ونصرته ودفع الأعداء عنه نوله ما تولى فكأنه لم يكتف بترك المشاقة حتى تنضم إليه متابعة سبيل المؤمنين في نصرته والذب عنه والانقياد له فيما يأمر وينهي وهذا هو الظاهر السابق إلى الفهم فإن لم يكن ظاهرا فهو محتمل ولو فسر رسول الله صلى الله عليه و سلم الآية بذلك لقبل ولم يجعل ذلك رفعا للنص كما لو فسر المشاقة بالموافقة واتباع سبيل المؤمنين بالعدول عن سبيلهم

‘Bütün bu ayetler, amaca doğrudan delalet etmeyen zahir ifadelerdir (zevâhir). Hatta zahir lafızların delalet ettiği gibi bile delalet etmezler. İcma’nın hücciyyetine delalet açısından en kuvvetli ayet, “kendisine doğru yol açıkça belli olduktan sonra, Rasûle karşı gelen ve müminlerin yolundan başkasına tabi olanları yöneldikleri tarafa döndürürüz ve cehenneme yaslarız. Orası ne körü bir varış yeridir.” (4/Nisa, 115) ayetidir. Bu ayet müminlerin yoluna tabi olmayı vacip kılmaktadır. Şafii’nin icmâ’nın hüccetliği konusunda tutunduğu ayet budur. Biz bu ayete ilişki olarak yöneltilebilecek soruları ve bu soruların savuşturulmasını Tehzîbul’l-Usûl adlı eserimizde uzun uzun anlattık. Kanaatimizce ayet, amaç (icma’ınn hücciyyeti) hususunda nass değildir. Aksine zahir olan, bu ayetten maksadın, ‘Rasûle karşı savaş açan, onunla çatışmaya giren ve peygamberi destekleme, ona yardım etme ve düşmanlara karşı onu savunma hususunda müminlerin yolundan başkasına tabi olanlar…’ olduğudur. Öyle anlaşılıyor ki ayette, peygamberle çatışmanın terk edilmesi ile yetinilmemiş, buna ayrıca peygamberi destekleme hususunda müminlerin yoluna tabi olma, peygamberi savunma ve emir ve yasaklarında ona uyma da eklenmiştir. Ayetten ilk anlaşılan husus budur. Bu ayet zahir değilse bile muhtemeldir. Şayet Peygamber bu ayeti, bu şekilde tefsir etseydi, bu tefsir makbul olurdu ve bu tefsir, -Peygamber’in, şayet, çekişmeyi ‘muvafakat’; müminlerin yoluna tabi olmayı da, ‘onların yolundan ayrılma’ olarak tefsir etmesi durumundaki gibi-, nassın kaldırılması olarak değerlendirilemezdi.’

‘…Bizim düşüncemiz, bu ayet icmanın delil oluşunda açık bir delil değildir…’

Sonuç olarak; nüzul sebebi, siyak/sibak ve ayetin bütünlüğü ele alındığında, ayetin icmaya delaletinin zayıf olduğu, hatta zan ifade edecek kuvvette dahi olmadığı anlaşılmaktadır.

İcmanın hüccet olduğuna dair nakledilen hadise gelince; bu hadis bir çok hadis kitabında rivayet edilen meşhur hadistir.

“Benim ümmetim dalalet üzerine toplanmaz.”

Bu hadis ümmetin bir bütün olarak masum olduğunu ifade eder. Şayet ümmet bir konuda ittifak etmişse bu, onların ittifakının (ki bu usuli anlamda icmadır) hüccet olduğunu gösterir.

Hadis bir çok yolla varid olmuştur. Ancak büyük imamlar’ın da beyanıyla hadis mustakil olarak sahih değildir. Vârid olduğu yolların hemen hemen hepsinde hadisin zayıf olduğunu gerektiren bir illet vardır.

İmam Hakim En-Neysaburi ‘Müstedrek’inde bu hadisi naklettikten sonra, hadisin ancak tüm yollarıyla bir asla sahip olduğunun anlaşıldığını ve senetlerinde ihtilafın sabit olduğunu söylemiştir. İlgili bölümü aktarıyorum:

فقد استقر الخلاف في إسناد هذا الحديث على المعتمر بن سليمان و هو أحد أركان الحديث من سبعة أوجه لا يسعنا أن نحكم أن كلها محمولة على الخطأ و هو أحد أركان الحديث من سبعة أوجه لا يسعنا أن نحكم أن كلها محمولة على الخطأ بحكم الصواب لقول من قال : عن المعتمر عن سليمان بن سفيان المدني عن عبد الله بن دينار

 و نحن إذا قلنا هذا القول نسبنا الراوي إلى الجهالة فوهنا به الحديث و لكنا نقول أن المعتمر بن سليمان أحد أئمة الحديث و قد روي عنه هذا الحديث بأسانيد يصح بمثلها الحديث فلا بد من أن يكون له أصل بأحد هذه الأسانيد

Hafız bin Hacer
rahimehullah ‘Telhisu’l Habir’
eserinde bu hadis için Hakim’in söylediğine yakın şeyler söylemiştir. O da hadisin yolları hakkında konuşulduğunu ve ancak bir bütün olarak sahih olacağını söylemiştir. Hatta varid olduğu her yolda teknik olarak konuşulduğunu söylemiştir. Sözünün ilgili kısmını aktarıyorum:

 وَأُمَّتُهُ مَعْصُومَةٌ لَا تَجْتَمِعُ عَلَى الضَّلَالَةِ هَذَا فِي حَدِيثٍ مَشْهُورٍ لَهُ طُرُقٌ كَثِيرَةٌ لَا يَخْلُو وَاحِدٌ مِنْهَا مِنْ مَقَالٍ مِنْهَا لِأَبِي دَاوُد عَنْ أَبِي مَالِكٍ الْأَشْعَرِيِّ مَرْفُوعًا “إنَّ اللَّهَ أَجَارَكُمْ من ثلاث خلال أن لا يَدْعُوَ عَلَيْكُمْ نَبِيُّكُمْ لِتَهْلَكُوا جَمِيعًا وَأَلَّا يَظْهَرَ أَهْلُ الْبَاطِلِ عَلَى أَهْلِ الْحَقِّ وأن لا يَجْتَمِعُوا عَلَى ضَلَالَةٍ”، وَفِي إسْنَادِهِ انْقِطَاعٌ.

وَلِلتِّرْمِذِيِّ وَالْحَاكِمِ عَنْ ابْنِ عُمَرَ مَرْفُوعًا “لَا تَجْتَمِعُ هَذِهِ الْأُمَّةُ عَلَى ضَلَالٍ أَبَدًا”، وَفِيهِ سُلَيْمَانُ بْنُ شَعْبَانَ الْمَدَنِيُّ وَهُوَ ضَعِيفٌ وَأَخْرَجَ الْحَاكِمُ لَهُ شَوَاهِدَ.

وَيُمْكِنُ الِاسْتِدْلَال لَهُ بِحَدِيثِ مُعَاوِيَةَ مَرْفُوعًا “لَا يَزَالُ مِنْ أُمَّتِي أُمَّةٌ قَائِمَةٌ بِأَمْرِ اللَّهِ لَا يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ وَلَا مَنْ خَالَفَهُمْ حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللَّهِ” أَخْرَجَهُ الشَّيْخَانِ.

İmam hadisin tüm yolarında konuşulduğunu söyledikten sonra, hadisin anlamına işaret eden ‘Taifetu’l Mansura’ hadisinin delil olabileceğini söylemiştir. Açıkça söylemek gerekirse iki hadis arasında mana yönünden benzerlik yoktur. Biri ümmetin genel olarak ittifakının hüccet olacağını söylerken, bir diğeriyse ümmet içerisinde azınlık bir taifenin sürekli hakkı temsil edeceğini söylüyor. Bu da icmanın genel mantığına aykırıdır. İcma seçkin bir zümreyle kaim olmaz. Tüm ümmetin ittifakıyla mümkün olur.

İmam Nevevi, Müslim şerhinde (Kitabu’l İmare) Taifetu’l Mansura hadisini şerh ederken bu hadisin icmaya delil olduğunu, ancak ümmetim dalalet üzere toplanmaz hadisinin zayıf olduğunu söylemiştir.

وفيه دليل لكون الإجماع حجة ، وهو أصح ما استدل به له من الحديث ، وأما حديث ” لا تجتمع أمتي على ضلالة ” فضعيف

İbni Hazm
‘İhkam’
adlı eserinde rivayetin senet yönünden sıhhatli olmadığını ancak anlamının sahih olduğunu söyler.

وقد روي أنه صلى الله عليه وسلم قال:(لاتجتمع أمتي على ضلالة )وهذاو ان لم يصح لفظه ولا سنده فمعناه صحيح

Usül alimlerinin geneli hadisi tüm yollarıyla ele almıştır. Kimisi bunun manevi mütevatir seviyesine ulaştığını, kimi de bu tip hadislerin senede ihtiyaç duymadığını söylemişlerdir.
‘Şöhreti senede ihtiyaç bırakmaz’
yaklaşımını daha önce Muaz bin Cebel hadisine yaptığımız ta’likte aktarmıştık. Bu hadisin de çok meşhur olduğu, usül kitaplarına girdiği ve senede ihtiyacı olmadığı söylenmiştir.

Bizim amacımız hadisin zayıf olduğunu iddia etmek veya bu hadis delil olmaz demek değildir. Ancak hadisin senet ve metin yönünden durumunun bilinmesi, tearud durumunda faydalı olacaktır. Çünkü Kitap ve Sünnet’e ittibayı zorunlu kılan delillerde ne senet ne metin ne de delalet yönünden bu tip afetler vardır.

Ayrıca lafız olarak hadisin icmaya delaleti de kuvvetli değildir. Şöyle ki usul kitaplarımızda yapılan icma tarifiyle bu hadisin anlattığı şeyler farklıdır. Bu hadis bir bütün olarak ümmetin delaletten korunduğunu ve ümmetinin tümünün bir konuda ittifak ettiği takdirde korunmuş olacağını anlatmaktadır. İcma ise; tüm ümmetin değil sadece bir asırdaki alimlerin ittifakıdır. Hadis kısmen icmaya delalet etmiş olsa da, bir bütün olarak icmaya delaleti açık değildir.

3. İcma ile Sabit Olan Hükmün Kuvveti

Usül alimleri icmayı iki kısma ayırmışlardır.

Sarih icma: Bir dönem alimlerinin tümünün açık bir şekilde bir hüküm üzerinde ittifak etmesidir.

Sukuti icma: Bir dönemde alimlerin bir konuda ittifak etmesi ve bu görüş yayılmasına rağmen onlara muhalif bir görüşün bilinmemesidir.( Usulu’l Fıkh İslami, 1/526)

Burada anlatmak istediğim şey alimlerin bu icma çeşitlerinin ifade ettikleri katiyet ve zanniyet etrafında söyledikleridir. Şöyle ki, Kitap ve Sünnet ile sabit olan ahkamın bağlayıcılığında ihtilaf yoktur. Her ne kadar kelamcılar eliyle ümmete ‘ilim-zan’ meselesi girip, mütevatir olmayan haberler hususunda karışıklık oluşturulmuşsa da, vahyin ve selim fıtratın gereği olarak nasların bağlıyıcılığı sünnet ehlinin yanında sabittir. Ancak icmayla sabit olan ahkam için aynısını söylemek mümkün değildir. İcmanın hüccet olduğunda hemfikir olan cumhur, onunla sabit olan ahkamın kuvveti hususunda ihtilaf etmiştir.

Kiminin, muhalefeti dahi tekfir sebebi olarak gördüğü sarih icmanın dahi zan ifade ettiğini söyleyen usülcüler olmuştur. Aşağıda tam metnini sunacağım nakilde İmam Şevkani mezhepleri özetlerken dört görüş zikretmiştir.

1. Katiyet ifade eder ve kesin olarak hüccettir.

2. Zan ifade eder.

3. Sarih icma kat’i, sukuti icma zannidir.

4. Mertebeleri vardır. Sahabe icması, Kur’an ve mütevatir sünnet gibidir. Yani kat’idir. Sonradan oluşan icmalar böyle değildir.

الفصل الثالث: في ظنية الإجماع أو قطعيته

البحث الثالث: في ظنية الإجماع أو قطعيته

اختلف القائلون بحجية الإجماع هل هو حجة قطعية أو ظنية؟ فذهب جماعة منهم إلى أنه حجة قطعية، وبه قال الصيرفي وابن برهان، وجزم به من الحنفية الدبوسي وشمس الأئمة. وقال الأصفهاني: إن هذا القول هو المشهور، وأنه يقدم الإجماع على الأدلة كلها، ولا يعارضه دليل أصلا، ونسبه إلى الأكثرين، قال: بحيث يكفر مخالفه أو يضلل يبدع.

وقال جماعة، منهم الرازي، والآمدي: إنه لا يفيد إلا الظن.

وقال جماعة بالتفصيل بين ما اتفق عليه المعتبرون فيكون حجة قطعية، وبين ما اختلفوا فيه كالسكوتي، وما ندر مخالفه فيكون حجة ظنية. وقال البزدوي وجماعة من الحنفية: الإجماع مراتب، فإجماع الصحابة مثل الكتاب والخبر المتواتر، وإجماع من بعدهم بمنزلة المشهور من الأحاديث، والإجماع الذي سبق فيه الخلاف في العصر السابق بمنزلة خبر الواحد واختار بعضهم في الكل أنه ما يوجب العمل لا العلم فهذه مذاهب أربعة.

Sukuti icmaya gelince; İmam Zerkeşi ‘Bahru’l Muhit’ adlı eserinde on üç ayrı görüş olduğunu söyler ve görüşleri zikreder. İmam Şevkani bu görüşleri derleyip özetlediği için ‘İrşad Fuhul’ eserinden nakledeceğim:

a. Hüccet olmadığı gibi icma kapsamında da ele alınmaz.

b. Hem icmadır hem de hücettir.

c. Hüccettir ancak icma kapsamında değerlendirilmez.

d. İcma edenlerin asrı bittiğinde icma kabul edilir.

e. Hüküm olmaz da fetva kapsamında olursa icma kabul edilir.

f. ‘e’ maddesinin tam tersi.

g. Şayet telafisi mümkün olmayan konularda vaki olmuşsa -birinin kanının dökülmesi veya bir kadının helal olması gibi- icmadır. Aksi hâlde hüccettir.

h. Susanlar azınlıktaysa icmadır. Susanlar çoğunluk olursa icma olmaz.

ı. Sahabe asrında olmuşsa icmadır.

i. Sürekli tekrar eden ve devam eden meselede olmuşsa icmadır.

j. Susanların bu icmaya razı olduğuna dair deliller bulunursa icma olur.

k. Mezhepler tam oturmadan önce hüccetti. Ancak mezhepler tam bilinip karar kıldıktan sonra hüccet değildir.

İlgili nassı aktarıyorum:

 فيه مذاهب:

الأول:أنه ليس بإجماع ولا حجة، قاله داود الظاهري، وابنه والمرتضى وعزاه القاضي إلى الشافعي واختاره وقال: إنه آخر أقوال الشافعي. وقال الغزالي، والرازي، والآمدي: إنه نص الشافعي في الجديد، وقال الجويني: إنه ظاهر مذهبه.

والقول الثاني:أنه إجماع وحجة وبه قال جماعة من الشافعية، وجماعة من أهل الأصول، وروي نحوه عن الشافعي.

قال الأستاذ أبو إسحاق: اختلف أصحابنا في تسميته إجماعا، مع اتفاقهم على وجوب العمل به.

وقال أبو حامد الإسفراييني1: هو حجة مقطوع بها، وفي تسميته إجماعًا “وجهان” أحدهما المنع وإنما هو حجة كالخبر، والثاني يسمى إجماعًا وهو قولنا. انتهى.

القول الثالث:أنه حجة وليس بإجماع، قاله أبو هاشم، وهو أحد الوجهين عند الشافعي

القول الرابع:أنه إجماع بشرط انقراض العصر

القول الخامس:أنه إجماع إن كان فتيا لا حكمًا، وبه قال ابن أبي هريرة كما حكاه عنه الشيخ أبو إسحاق والماوردي والرافعي وابن السمعاني

القول السادس:أنه إجماع إن كان صادرًا عن “حكم، لا إن كان صادرًا عن”* فتيا، قاله أبو إسحاق المروزي، وعلل ذلك بأن الأغلب أن الصادر من الحاكم يكون عن مشاورة، وحكاه ابن القطان عن الصيرفي.

القول السابع:أنه إن وقع في شيء يفوت استدراكه من إراقة دم، أو استباحة فرج كان إجماعًا وإلا فهو حجة وفي كونه إجماعًا، وجهان حكاه الزركشي، ولم ينسبه إلى قائل.

القول الثامن:إن كان الساكتون أقل كان إجماعا، وإلا فلا، قاله أبو بكر الرازي، وحكاه شمس الأئمة السرخسي عن الشافعي قال: الزركشي، وهو غريب لا يعرفه أصحابه.

القول التاسع:إن كان في عصر الصحابة كان إجماعًا.

القول العاشر:أن ذلك إن كان مما يدوم ويتكرر وقوعه والخوض فيه فإنه يكون السكوت إجماعًا، وبه قال إمام الحرمين الجويني.

قال الغزالي في “المنخول”: المختار أنه لا يكون حجة إلا في صورتين:

أحدهما: سكوتهم وقد قطع بين أيديهم قاطع لا في مظنة القطع والدواعي تتوفر على الرد عليه.

الثاني: ما يسكتون عليه على استمرار العصر، وتكون الواقعة بحيث لا يبدي أحد خلافًا فأما إذا حضروا مجلسًا فأفتى واحد وسكت آخرون فذلك اعتراض لكون المسألة مظنونة، والأدب يقتضي أن لا يعترض على القضاة والمفتين.

القول الحادي عشر:أنه إجماع بشرط إفادة القرائن العلم بالرضا، وذلك بأن يوجد من قرائن الأحوال ما يدل على رضا الساكتين بذلك القول، واختار هذا الغزالي في المستصفى1، وقال بعض المتأخرين: إنه أحق الأقوال لأن إفادة القرائن العلم بالرضا، كإفادة النطق له فيصير كالإجماع القطعي.

القول الثاني عشر:أنه يكون حجة قبل استقرار المذاهب لا بعدها، فإنه لا أثر للسكوت، لما تقرر عند أهل المذاهب من عدم إنكار بعضهم على بعض إذا أفتى أو حكم بمذهبه مع مخالفته لمذاهب غيره

Bu nakil dikkatlice incelendiğin de; sukuti icmanın hüccet olması meselesinin ihtilaflı olduğu görülecektir.

Burada şu sorunun sorulması konumuz açısından önemlidir:

Günümüze ulaşan icmalar hangi cinstendir? Sarih icma kapsamında mıdır? Sukuti icma kapsamında mı?

Derim ki: Sarih icma iddiası çok zordur. Genelde akaidin temel esaslarında ve dinde zorunlu bilinmesi gerekenler kapsamında olan şeylerde sarih icma vardır. Allah’a iman, kitaplara iman, namazın farziyeti, zina, içki vb. fuhşiyatın haram kılınması gibi. Bunlar hakkında kat’i naslar bulunduğundan ümmet asırlar boyu sözlü ve ameli olarak bu hükümlerde icma etmiştir. Bunun dışında kalan meselelerin çoğunda iddia edilen icma konusunda ya ihtilaf vardır, yahut sukuti icma cinsindendir.

Hâl böyle olunca hakkında icma nakledilen konular:

1. İcmaya gerek duyulmayan dinde zorunlu bilinmesi gereken konulardır.

2. Yahut hüccet oluşu ihtilaflı olan sukuti icma cinsindendir. Ve bu icmaların çoğu da ihtilaflıdır. İcma olduğu söylenen çoğu konuda ihtilaf sabit olmuştur.

Buna en güzel örnek İbni Hazm’ın rahimehullah yazdığı ‘Meratib İcma’ kitabıdır. İbni Teymiyye rahimehullah bu kitaba ‘Nakd Meratibu’l İcma’ kitabını yazmış ve nakli yapılan icmalarda var olan ihtilafa dikkat çekmiştir.

Bunlardan biri de İbni Abdulber’dir rahimehullah Sonradan gelen çoğu alim onun naklettiği icmalardan istifade etmiştir. Şeyh Abdullah bin Mubarek El-Busi ‘İcmaat İbni Abdulber fi İbadat’ isimli iki cilt kitap kaleme almış, naklettiği çoğu icmada ihtilaf olduğunu ispat etmiştir.

Bir başkası İbni Münzir’dir rahimehullah ‘İşraf’ kitabında icmalar nakletmiştir. Sonradan gelenlerin umdesi sayılan İbni Kudame’nin ‘El-Muğni’si ve Nevevi’nin ‘El-Mecmu’ kitapları ‘İşraf’ kitabından aktarılan icmalarla doludur.

Sonuç olarak;

Diyebiliriz ki, hâli bu olan icmaların Kitap ve Sünnet’in nassıyla çakışması durumunda nassa itibar edileceği kesindir. Birinci kısım icmanın nasla çakışması mümkün değildir. Sarih dediğimiz ve geneli iman esasları ve dinde zorunlu bilinmesi gereken meselelerde oluşmuş icmalar nasla çakışmaz.

Sukuti diye isimlendirilen, ihtilaf olmasına rağmen çoğunluğun görüşü olduğu için ittifak ya da icma olarak aktarılanlara gelince bunlar nas kuvvetinde olmadığından nasla çakışması durumunda nas tercih edilmelidir.

Netice olarak;

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabenin delil sıralamasında icma, Kitap ve Sünnet’ten sonra geldiği için,

İcmanın hüccet oluşuna delil olan nasların kuvveti, Kitap ve Sünnet’in bağlayıcılığına delalet eden naslarla aynı kuvvette olmadığından,

İcmayla sabit olan hükümlerin ifade ettiği katiyet ve zanniyet ihtilaflı olduğundan, günümüze ulaşan icmaların çoğunun sukuti icma cinsinden olması nedeniyle;

‘İcma ile nas çatıştığında, nas icmaya mukaddemdir.’ Bundan istisna kılınabilecek tek suret; delil olarak senedi ihtilaflı olan ya da delaleti nesh, tevil, tahsis gibi bir durumla karşı karşıya olan naslardır. Böyle bir nassın subut veya delaletinde problem olacağından icma bu türden naslara takdim edilebilir. Ancak delalet veya subutunda problem olmayan naslardan herhangi biri icmayla çakışırsa, saydığımız nedenlerden dolayı nas mukaddem olur. Allah en doğrusunu bilir.

 

(Silivri Cezaevi’nde bulunan Hoca’mızın yüksek güvenlikli yere sevk olması ve bazı aksaklıklar sebebiyle bu ayki Başyazı’yı Hoca’mızın önceden kaleme almış olduğu ‘İcma’ ile ilgili yazısına ayırdık. Allah’tan subhanehu ve teâlâ Hoca’mıza ve esaret altındaki tüm Müslümanlara hayırlı bir çıkış kapısı nasip etmesini diliyor ve eksikliklerimizi gidermesi için O’na sığınıyoruz.)

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver