Bizleri İslam’a hidayet edip yüce İslam dünyasına hizmetle şereflendiren Allah’a subhanehu ve teâlâ hamdolsun. Salât ve selam önderimiz Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem, pak ailesi ve ashabına ve kıyamete dek O’nun takipçilerinin üzerine olsun.
Tevhidden, şirkten kaçılır gibi uzaklaşıldığı; şirkin, tevhid misali himaye edildiği; sünnetin mehcur; bid’atin merğub olduğu; marufun münker, münkerin maruf addedildiği bir zamanda yaşıyoruz.
Cahiliyenin insanları bu denli kuşattığı bir dönem tarihte görülmemiştir. Cahiliyenin bir din misali hayatın her alanına rengini verdiğine şahitlik ediyoruz. Durumun vehametini ortaya koyması açısından şu örneğin kâfi olduğu kanaatindeyiz.
İslam’a müntesip yapıların modern cahiliyeden kaynaklı problemlere çözüm ararken; çözümü, sorunun kaynağı olan cahiliye belirlemektedir.
“Modern cahiliye; insanları sanallaştırdı. Sosyal ilişkileri zedeledi, İslam davetini kitlelere ulaştırma sorumluluğumuz aksıyor. Çözüm olarak; sorunun kaynağı cahiliyenin bir ürünü olan ‘Siyasi Parti’ kuralım.”
“İnsanlar bilgi çağında cehaletin en kesif halini yaşıyor. Sorumluluk duygusundan uzak, sadece alacağı maaşı düşünen eğitimciler, insanların eğitim hayatını felç ediyor. Çözüm olarak; aynı cahiliyenin müfredatını işleyen, onların gözetim ve denetiminde okullar açalım.”
“Müslümanların entellektüel birikimleri zayıf. Modern dünyaya söyleyecekleri, felsefi tartışmalara katkıları yok. Çözüm; aynı cahiliyenin hem ürünü hem de fikir babaları olan Socrates, Aristo, Umberto… vs. okumaları yapalım.”
“Ekonomi çağında yaşıyoruz. Maddi sahada sözü geçenler ‘Dünya Siyaseti’nde söz sahibi oluyor. Çözüm olarak; kapitalizm ürünü şirketleşme, holdingleşme yoluna gidelim.”
Bu liste uzayıp gider. Bir ümmet olarak sizin sorunlarınıza, sorunlarınızın kaynağı çözüm belirliyorsa; balığın değil, tuzun koktuğu noktadasınız demektir.
Bu yazı böylesi bir ortamda modern cahiliyenin kirlerinden arınmaya gayret eden, çözümü; bu ümmetin ilk nesillerini ıslah eden ‘Tevhid ve Sünnet’te arayanlara bir hatırlatmadır.
Cana, mala, ırza saldırılar olduğunda; kalplerinde hayat bulanlara seferberlik ilan edilmesine gerek yoktur. Dinin, iman ve akide esaslarının saldırıya uğradığı büyük vasatta, ehli imana görev çağrısına lüzum yoktur. Onlar imanlarının onlara verdiği sorumluluk duygusuyla; durumdan vazife çıkarır, işe koyulurlar.
Saldırı ve tehlikenin çok boyutlu olduğu bir zamanda; her birimiz elimizden gelenin en iyisini ortaya koymalıyız. Sadece birilerinin hizmet görevine talip olması, sorunlarımızın çözümüne katkı sağlamaz. Fesadın ve ifsadın kitlesel hale geldiği bir zamanda, salah ve ıslahın bireysel olması yetersizdir. Bu nedenle her birimizin elindeki tüm imkânlarla hizmete katkıda bulunması gerekmektedir. Bu, genelde her Müslümana yönelik bir hatırlatma olmakla beraber, özelde zindan ehline bir çağrıdır.
Hususen bu göreve talip olması gerekenler zindanları varlıklarıyla kabir olmaktan çıkarıp onlara hayat veren bahadırlardır.
Zindanlar; bu ümmetin medreseleri, ilim yuvaları, Allah’la baş başa kalınan Hira’larıdır.
Zindanlar; yan gelip yatma, dinlenme ve vakit öldürme yerleri değildir. Ruhların özgürleştiği, kalplerin hayat bulduğu, zihinlerin berraklaştığı mekânlardır. Elbette bizler Allah’tan subhanehu ve teâlâ avf ve afiyet ister, bela ve musibetlerden kurtuluş temenni ederiz. Ancak başa gelen musibete sabrın, onu değerlendirerek nimete çevrilmesi gerektiğini de biliriz. ‘Başa gelen sıkıntıya sabırsızlık; musibetin yükünü ağırlaştırır’ düsturuyla hareket ederiz.
Allah’ın rahmet ettikleri müstesna, zindan ehlinden hizmete olumlu katkılarını göremiyoruz. İnanıyoruz ki; zindanda bulunan her kardeşimiz kendinde bulunan ayırıcı özelliğiyle davasına hizmet etmeli, yetersiz olanlarımız da kendilerini bir alanda yetiştirmek, bir meziyet kazanmak suretiyle hizmet kervanına katılmalıdır. Bu imanî bir sorumluluk olmanın yanında, zindanları inşa eden tağutların planlarını boşa çıkarmak için de elzemdir. Zindanların varlık nedeni; bireyi İslam davasına hizmetten alıkoymak, yalnızlaştırmak ve nihayetinde yıldırmaktır. Bu, tağutların planıdır. Bizler fiili dualarımızla bu planı Allah’ın subhanehu ve teâlâ mekrine havale etmeli ve bozmalıyız. Bu da daha fazla görev almak, kendini davaya karşı sorumlu hissetmek ve sürekli hizmetin içinde bulunarak tecrit edilen bedenleri ruhların beraberliğiyle teselli etmekle mümkündür.
Zindanda oluşumuz bizim İslam ümmetinin bir ferdi olduğumuz gerçeğini değiştirmeyeceği gibi, dine ensar olma ve ümmetin dertleriyle dertlenme sorumluluğumuzu da düşürmez.
Yazma kapasitesi olan kardeşlerimiz mutlaka yazmalıdır. İslami hareketin zindan geçmişi doksan yılı aşmıştır. Buna rağmen Fizilali’l Kur’an misali bir tefsirin henüz yazılmamış olması acı bir gerçektir. Duyguların en keskin halinin yaşandığı zindanlardan tüm ümmete göz aydınlığı olacak şiir divanlarının çıkmaması, İslami hareket için büyük bir kayıptır. Seyyid Kutub rahimehullah Fizilal’i kaleme aldığında, bir yüzyılı etkileyecek bir kitabı kaleme aldığının farkında dahi değildi. Sözde sadık, amelde sadık; ortamın bereketi ve yaşananların yazılmasıyla birleşince ortaya böylesi bir eser çıktı.
Allah’ı ve Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem müdafaa eden, müminleri teşvik eden bir şiirin; Cibril’in aleyhisselam yardımı ve beraberliğini getirebileceği unutulmamalıdır. Müşriklerin İslam’ı karalayan şiirlerine karşılık onlara cevap veren Hassan bin Sabit’e radıyallahu anh Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
“Sen, Allah ve Rasûlünü müdafaa ettiğin müddetçe Cibril seninle beraber olacaktır.” diyordu. (Müslim)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kureyş’i hicvediniz. Vallahi şiir onlara ok yarasından daha etkilidir.” buyurdu. (Müslim)
Bugün meydanlarda cihad edemeyen, ümmetin çağrısına icabet edemediği için üzülen zindan ehli kardeşlerimize Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem şu sözlerini hatırlatmak isteriz:
“Muhakkak mümin kılıcı ve diliyle cihad eder. Sizin müşrikleri kendisiyle taşladığınız (şiir), ok darbesi gibidir.” (İmam Ahmed) (Şuara suresinin 224-226. ayetleri inip şairler kınanınca, şiir söyleyen bazı sahabeler bunu üstlerine alındılar. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onların yaptığı işin cihadın bir parçası olduğunu onlara anlatmak istedi.)
Durumun vahametinin anlaşılması açısından şu örnek yeterlidir. Cumhuriyetle beraber zindanlarla tanışan İslami hareket, bu doksan yıl zarfında zindanlarla alakalı bir eser vermemiştir. Kendilerinden sonra gelenlerin istifade edeceği, kendisiyle zindan yükünü hafifletecekleri, hasletlerinden korunacakları, zindanların hayrına muvaffak olacakları kılavuz niteliğinde bir eser… Rabbimizden temennimiz bu yazıyı böyle bir hayra vesile kılmasıdır.
Zindan ehli, zindanın olağan akışı içindeki tüm çalışmalarını davaya hizmete dönüştürmenin yollarını aramalıdırlar. Buna en iyi örnek kitap okuma çalışması olabilir. Zindanlarda en iyi arkadaş, hoca, nasihatçi ve sırdaş; kitaplardır. Kitaplar okunmakla kalınmamalı, bunun yanında;
Her kitapla alakalı kısa bir değerlendirme yazısı yazılmalıdır. Hangi eksikleri giderdiği, nelerin eksik bırakıldığı, yaşadığımız coğrafyanın vakasına uymayan yönler, şer’i olarak var olan eksiklikler…
Kitabın seviyesi tespit edilmeli ve mümkünse diğer kitaplarla beraber bir okuma listesi tertip edilmelidir.
Fihrist hazırlanmalıdır. Kitapta geçen konuları var olan genel bir listeye eklemek, araştırma yapacak Müslümanlar için kolaylık sağlayacak ve daha kaliteli bir araştırma yapmalarına vesile olacaktır.
Bir kitabı okuma akabinde iki-üç saatlik bir çaba ile yapılabilecek böylesi bir çalışmanın ne denli faydalara vesile olacağı açıktır. (Bu tarz çalışmalar sadece zindan ehli için önerilmemektedir. Yaptığı her işi hizmet şuuruyla yapan tüm kardeşlerimize önerimizdir.)
Buna bir başka örnek de dergi, gazete, makale vb. yayınların takibinde yapılabilecek fihrist çalışmalarıdır. Bir defterde hangi derginin hangi sayısında önemli çalışmaların bulunduğu ya da gazetelerde yayınlanan önemli makalelerin isim/tarih belirtilerek kaydedilmesi önemlidir.
Ve sonuç olarak zindanlar İslami hareketin Allah’ın yardımına mazhar olduğu mekânlar olmalıdır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
“Sizler ancak zayıflarınız sayesinde yardım olunur ve rızıklanırsınız.” buyurmaktadır.
Zayıflar ve mustaz’aflarımızın bulunduğu mekânlar; dua, zikir, namaz ve güzel ahlakla ihya edilmelidir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Muaz’ı radıyallahu anh Yemen’e yollarken ona şu tavsiyelerde bulunmuştu:
“…Mazlumun duasından sakın. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.” (Müslim)
Zindan ehli Allah’la aralarında hiç bir perde olmayan dualarını ümmetten esirgememelidirler. Manevi hayatları ve mustaz’aflıklarıyla ümmetin yardımına vesile olacakları hizmetlerini bozacak her türlü unsuru hayatlarından çıkarmalıdırlar. (Zindanda manevi hayatın tahakkukuna en ciddi engel televizyondur. Manevi hayatlarıyla ümmetin yardımına vesile olacak mahkûmların dizi, sinema, müzik gibi Allah’ın her anına buğz ettiği ve din düşmanlarının ürünü olan şeylerle vakit geçirmesi, zikretmeye haya edilen vahim bir durumdur. Hayatının en kıymetli vakitlerini her anını Allah’ın buğz ettiği, emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker kapsamında düzeltmekle mükellef olduğu den’i şeylerle heba edenlerimizin için Allah’tan mağfiret diliyor, onları zindanların bu afetinden muhafaza etmesini temenni ediyoruz.)
Evet, her birimiz aynı şuurla hareket etmeliyiz. Hayatın olağan akışı içinde yaptığımız şeyleri gözden geçirmeli, onların sadece dünyalık olmasına müsade etmemeliyiz. ‘Yaptıklarımızı nasıl İslamileştirebilir, davamıza hizmet vesilesi kılabiliriz,‘ diye düşünmeliyiz. Ta ki üzerimizdeki sayısız nimetin şükrünü eda edebilelim.
Hizmet noktasında kendilerinden beklentimizin olduğu ikinci zümre ise kadınlarımızdır. Ümmetin yarısı olan ve kalan yarısını da yetiştiren kadınlar…
Ezcümle ümmetin tamamıdır onlar. İslam, kadının yerinin evi olduğunu net bir şekilde belirtmiştir. Allah subhanehu ve teâlâ:
“Evlerinizde vakarla oturun (evlerinizi karargâh edinin)…” buyurmaktadır. (33/Ahzab, 33)
Bu hüküm kadını pasifize etmek, eve hapsetmek için söylenmemiştir. Bu ayetin aslî muhatabı olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kadınları, vakar (karar) kıldıkları evlerinden ümmete ilimle sünnet yaydılar. Elini mesh etmeyen Aişe radıyallahu anha annemiz Peygamberden sonra Medine’nin fakilerinden biri olarak, yüzlerce meselede kendisine başvurulmuş ve fetva istenmiştir.
Ki günümüz kadınlarının da durumu böyle olmalıdır. Her ne kadar evlerinde kaya kırsalar da, bu davanın bir parçası olduklarını, hizmet zorunlukları olduğunu unutmamalıdırlar.
Öncelikle evlerini kıblegâh edinmeli, kendileri ve çocukları için evlerini medreseye çevirmelidirler. Allah subhanehu ve teâlâ:
“Musa ve kardeşine (şöyle) vahyettik: ‘Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın, evlerinizi namaz kılınan (ve kıblegâh) yerler yapın ve namazı dosdoğru kılın. Mü’minleri de müjdele.” buyuruyor.
Cahiliye toplumundan tevarüs edilmiş kitapları cahiliyenin diğer unsurları gibi ellerinin tersiyle itmelidirler. ‘Kadın öğleye kadar uyur, sabah kalkıp da ne yapacaksın?’ gibi din cahili kitapları, pratikleriyle yıkmalıdırlar. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem; “İslam ümmetinin bereketi erken vakitlerdedir” sünnetini evlerinin şiarı edinmelidirler. Aslî görevleri olan ümmetin yarısını yetiştirme vazifesi için evvela kendilerini yetiştirmelidirler. Annelik, ev eğitimi, çocuk terbiyesi hususunda güvenilir uzmanların tavsiyeleriyle bir program hazırlanmalı ve ona riayet edilmelidir. Onların İslam davası için verecekleri en büyük hizmet, çocuk yetiştirmektir. Bundan arta kalan vakitlerinde İslam davasına maddi olarak katkıda bulunmalı, bu vesileyle çocuklarına da dava hassasiyeti, hizmet bilincini aşılamalıdırlar.
Bir bacımızın el emeği, göz nuru olan bir çalışması çocuklara hizmet noktasında ciddi duyarlılık kazandırabileceği gibi, başka coğrafyada kurşun, bir diğerinde ilme akıtılan mürekkep, bir başkasında yardıma muhtaç mustaz’aflara tebessüm olabilir.
Bugün yaşadığımız en ciddi sıkıntılardan biri ümmetin bir bölümünün diğerlerinin sıkıntılarına duyarsız olmasıdır. Bu problem herkesin ortak kabulü olmakla beraber, çözüm noktasında ortak bir paydada buluşulamamaktadır. Kanaatimizce duyarlılık ve sorumluluk ailede kazanılan bir duygudur. Sonradan kazanma ihtimali olmakla beraber aslî mektebi, ailedir. Çocuklara bu duyarlılık kazandırılmalıdır. Bu da evlerde çocukların da dahil edildiği ‘Müslümanlarla yardımlaşma’ faaliyetleri ile sağlanabilir.
Birçok bacımız şikayetlerle hayatı kendine zindan etmektedir. Eşinin kendisiyle ilgilenmediği, çocuk eğitiminde yalnız bırakıldığı, ev işlerini tek başına yapmak zorunda olduğu…
Bizim önerimiz bundan daha hayırlı olanıdır. Sorunun değil, çözümün parçası olmaya davettir bu öneri. Yığınla birikmiş sorunlara bir yenisini eklemekten daha kolay bir şey olamaz. Bu; ümmetin yarısını yetiştirmekle mükellef annelerimize yakışmaz.
Evet, günlük olarak internet kullanan, yaptıkları iş dolayısıyla veya alışkanlıktan dolayı günün çoğunu bilgisayar başında geçirenlerimiz bu durumu hizmete çevirmelidir. Bu alanda İslam’a hizmet veren profesyonel ekiplerle irtibata geçip yapabileceklerini zikretmeli ve görev talebinde bulunmalıdırlar. Böylece normal zevk ve hobiden ibaret olan veya rızık aracı olan çalışmalar davaya hizmet olarak kazandırılmalıdır.
Sesi güzel olanlarımız, ruhlarını dinlendirmek için neşid söyledikleri gibi bunu hizmet potasına aktarmalı, ibadete çevirmelidirler. Kendileriyle alakalıyken terennümden ibaret olan sesler, Cibril’in aleyhisselam beraberliğine vesile olan şiirle cihad kısmına dahil edilmelidir.
İşyerlerinde rızıkları peşinde koşan kardeşlerimiz; buraları hizmet tezgahlarına çevirmeli, mutlak belli periyotlarla İslami davaya adadıkları çalışmalar yapmalıdırlar. Mümkünse aile fertlerini buna dahil etmeli, bir program dahilinde onları da hizmet sürecine katmalıdırlar.
Bunların her birine imkân bulamayanlar, hayatlarında böylesi alanlar açmayanlar; hizmet ehline hizmet etmelidirler. Onların yükünü hafifletmeli, daha kaliteli hizmet sunabilmeleri için dünyevi işlerini halletmelidirler. Bunu da yapamayanlarımız dualarını esirgememeli, hizmet edenlere dualarıyla destek olmalıdırlar.
Evet, herkes elinden geleni ortaya koymalı ve yapılabilecek hiçbir şey küçümsenmemelidir. İslam davasına sunulan her hizmet kutsaldır ve değerlidir.
Bu duruma örnek olması açısından başta İmam Buhari ve İmam Müslim rahimehumullah olmak üzere birçok hadis imamının kaydettiği şu rivayeti paylaşalım:
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem döneminde mescidi süpüren siyahi bir kadın vardı. Bu kadın vefat etti. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem onun vefatından haberi yoktu. Bir gün ashabına sordu: “Falanca kişi nerededir?” ‘Öldü!’ dediler. Allah Rasülü sallallahu aleyhi ve sellem “Neden bana haber vermediniz?” diyerek çıkıştı. Onlar o kadını önemsememişlerdi. “Bana onun kabrini gösterin.” dedi ve kabre gelip cenaze namazı kıldırdı.
Birçok insanın önemsemeyeceği türden bir hizmettir, mescidi süpürmek. Bu işi yapan kadın vefat ediyor. Allah subhanehu ve teâlâ önce onu Rasûlü’ne fark ettiriyor, sonra onu küçümseyen sahabe radıyallahu anhum Rasûl’ün sallallahu aleyhi ve sellem dilinden uyarılmış oluyor. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu kadın için alışılmış sünnetini terk edip cenaze namazı kılınmış bir ölüye mezarlıkta tekrar cenaze namazı kılıyor. Allah subhanehu ve teâlâ bu kadının kıssasını hadis rivayeti olarak ümmetin ortak hafızasına kaydediyor.
Bizim yanımızda küçük olan bir hizmetin Allah’ın yanında ne denli büyüyebileceği, dünya ve ahiret saadetine vesile olabileceğine güzel bir örnektir bu kıssa.
Rabbimizden temennimiz, bizleri İslam davasına hizmette muvaffak kılması, hizmet noktasında şeytandan ve nefsimizden kaynaklı afetlerden bizleri korumasıdır.
İlk Yorumu Sen Yap