Hendek Gavzesi

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam Resûl’üne olsun.

Hendek Savaşı hem müminler hem de müşrikler için ilkleri barındıran bir savaştı.

Mekkeli müşrikler Medine İslam Devleti ile savaşırken ilk defa başkalarıyla ortaklık yapmış, bir meydan muharebesi değil topyekûn bir kuşatma için Medine önlerine gelmişlerdi.

Aynı şekilde müminler de şimdiye kadar düşman toplulukları ile parça parça mücadele ederken bir ânda hepsini karşılarında görmüşlerdi.

Ashabın hendek kazarak Medine’yi muhafaza etmesi her iki taraf için de bir ilkti. Bu sebeple savaş daha çok psikolojik bir harbe döndü. Zaman geçtikçe maneviyatı güçlü olan taraf bu psikolojik savaşı da kazanmış oldu.

Allah Resûlü (sav) Mekkeli müşriklerin bedevi ve Yahudilerle bir olup da Medine’yi kuşatmaya geldiklerini duyunca ashabıyla istişare etti. Allah Resûlü (sav) geneli ilgilendiren meselelerde istişare meclisini daha da geniş tutardı. Böylece hem farklı fikirler açığa çıkar hem de alınan kararlarda sorumluluk paylaşılmış olurdu.

“Allah’ın rahmeti sayesinde onlara karşı yumuşak oldun. Şayet kaba, katı kalpli biri olsaydın etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlar için bağışlanma dile, işlerinde onlarla istişare et. (Bir konuda) karar verdiğin zaman Allah’a tevekkül et. (Ve onu uygula. Çünkü) Allah, tevekkül edenleri sever.”[1]

“Onlar Rablerinin (iman ve salih amel) çağrısına icabet eder, namazı dosdoğru kılarlar. İşleri, aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.”[2]

İstişare hem Nebimize emredilen hem de müminlerin vasfı olarak zikredilen bir ameldir. Vahyin koruması altında olan Muhammed’e (sav) bu emrin verilmesi tüm yöneticiler için dikkat çekicidir. Kimse kendisini yeterli görmemeli, istişare emrine uyarak Rabbimizin El-Hakîm ismiyle kullarına açtığı hikmetlerden faydalanmalı, tevekkülün ön şartı olan sebeplere yapışmalıdır.

“Rasûlullah (sav) onların savaş için toplandıklarını öğrendiği zaman ashabıyla istişare etti.

Selman (ra), ‘Ey Allah’ın Resûlü! Biz Fars toprağında düşman süvarilerinin baskınlarından korktuğumuz zaman etrafımızı hendekle çevirip savunurduk.’ dedi.

Rasûlullah (sav) bu fikri beğendi.”[3]

Selman’ın (ra) hayatı hakkında bilgi edinmek istesek ve çeşitli kaynaklara başvursak sıhhati konusunda endişe yaşamayacağımız en fazla iki üç sayfalık bilgi edinebiliriz. Ancak çok kritik bir zamanda ona da fikri sorulduğunda Rabbinin izniyle kanaatini belirtmiş ve müminleri çok zorlu bir savaşta avantajlı duruma getirecek fikri vermiştir.

İslam toplumu her ferdiyle bir bütündür. Muhakkak herkesin katkı sunacağı bir ameli vardır. Kimisi istişare meclisini kurar kimisi fikir verir kimisi fikrin arkasında durur, bir diğeri de o kararın gereğiyle amel eder.

Bir parantez açarak şunu da eklemiş olalım: Kişinin kalbini ve zihnini günahlardan temizleyip salih amelle kendini imar etmesi güzel fikir ve önerilerin ondan sâdır olmasını sağlayacaktır. Ancak bununla beraber farklı beldeler gezmesi, farklı kültürlere ve dillere vâkıf olması, okuma, dinleme ve benzeri faaliyetlerle sürekli zihnini zorlaması, olaylar arasında bağlantı kurmaya çalışarak muhakeme yeteneğini kuvvetlendirmesi gibi etkenler de öneri ve fikirleri zenginleştirecektir.

Peygamber (sav) bu kadar kritik bir savaşa hazırlık yaparken birçok tedbir aldı. Farklı vesilelerle müminlerin saflarını sıklaştırdı. Bunlardan biri de bizzat kendisinin de çalışmaların içine dâhil olması; hendek kazması, taş taşıması; açlık, korku ve benzeri hâllerin hepsinde ashabıyla beraber olmasıydı.

Berâ’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Hendek kazarken Resûlullah’ı (sav) gördüm; bizimle birlikte o da omuzunda toprak taşıyordu. Karnının beyazlığını toprak bürümüştü. Karnında çok sayıda kıl vardı.”[4]

Allah Resûlü’nün (sav) bir kişi olarak bu çalışmalarda bulunmasını maddesel boyutta düşündüğümüzde çok bir karşılığı olmayabilir. Ancak manevi olarak çok büyük bir etkisi oldu. Kısa sürede olağanüstü bir çaba sarf edilerek hendek kazım süreci tamamlandı. Müşrikler karşılaştıkları tabloyla şaşkına döndüler.

Burada yine Kur’ân devreye girdi ve müminler ile münafıklar arasındaki ayrımlardan birini pratik bir örnek üzerinden gösterdi: Bir iş sırasındayken izin almak.

Resûlullah (sav) onların savaş için toplandıklarını öğrendiği zaman Medine etrafında hendek kazdı. Resûlullah (sav) Müslimleri ecre teşvik için bizzat kendisi çalıştı ve onunla birlikte Müslimler de çalıştılar. Münafıklardan birtakım adamlar, bu işte Resûlullah’tan (sav) ve Müslimlerden geri kaldılar, zayıflıklarını bahane edip söylenmeye başladılar. Resûlullah’a (sav) haber vermeden ve izin almaksızın ailelerinin yanına sıvışıp gitmeye başladılar. Hâlbuki Müslim bir adam ihtiyacı olduğu zaman bu ihtiyacını Resûlullah’a (sav) anlatır, ihtiyacını gidermek için ondan izin ister, o da ona izin verirdi. Bu kişi ihtiyacını giderir ve hemen geriye işinin başına dönerdi. Onlar bunu Allah rızası için yaparlardı.

Allah (cc) Hendek’te çalışan Müslimler ile münafıklar hususunda şu ayetlerini indirdi:

“Müminler o kimselerdir ki; Allah’a ve Resûl’üne iman eder, (İslam cemaatini ilgilendiren) toplu bir iş için onunla beraber bulunduklarında, ondan izin almadan ayrılıp gitmezler. Şüphesiz ki senden izin isteyenler; işte bunlardır Allah’a ve Resûlü’ne (hakkıyla) iman edenler. Bazı işleri dolayısıyla senden izin isterlerse onlardan dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan bağışlanma iste. Şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[5]

İşte bu ayet Müslimlerden Allah rızası için Allah’a ve Resûl’üne itaat edenler hakkında nazil oldu.

Sonra Allah (cc), işten gizlice ve Resûlullah’tan (sav) izin almaksızın çekip giden münafıklar hakkında şöyle buyurdu:

“Aranızda birbirinize seslendiğiniz gibi Resûl’e seslenmeyin. Allah, birbirinizin arkasına saklanarak (izin almadan) sıvışıp gidenleri bilir. O’nun emrine muhalefet edenler başlarına bir fitnenin ya da can yakıcı azabın gelmesinden sakınsınlar.”[6] [7]

Tüm Medine’yi tehdit eden bir düşmanla karşı karşıya olunmasına rağmen münafıklar yine işten sıvışıyor ve izinsiz hareket ediyorlar. Evet bu, nefislerine düşkünlük olarak adlandırılabilir. Daha az çalışmak istemeleri, hendek içerisinde nöbet tutmak yerine sıcak yataklarını tercih etmeleri ve nefislerini öncelemelerinin bir sonucudur. Ancak daha önemli bir şey var:

Münafıklar kendilerini İslam toplumuna ait hissetmiyorlar. Öyleyse neden zorluk hâlinde ortak bir mücadeleye girişsinler ki? Ancak toplumsal bir tepkiyle karşılaşmaları korkusuyla böyle ortamlarda bir görünüp kayboluyorlar.

İslam ile yeni tanıştığımız zamanda var olan coşku beraberinde nefsimize ağır gelen amelleri de kolaylaştırır. Zamanla imani zayıflamalar amelleri de gözümüzde büyütür. Bu durumun en tehlikeli sonucu ise kendimizi artık bulunduğumuz topluma ait hissetmemektir. Sonuç olarak farklı kılıflarla kopmalar ve uzaklaşmalar normalleşir. Bu durumu en baştan doğru bir şekilde tespit etmek çözümü de kolaylaştırır.

İzin konusunda inen ayetler aslında çok basit bir meseleyi düzenlemektedir. Ancak günümüzde var olan cehalet o kadar büyüktür ki bu İlahi emri uygulamaya çalışanlar taassupla suçlanmaktalardır. Kur’ân ve Sünnetten uzaklaşmanın, dini sadece itikadi birkaç meseleden ibaret saymanın getirdiği sonuçlardan biri de maalesef budur.

Duamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.


[1]. 3/Âl-i İmrân, 159

[2]. 42/Şûrâ, 38

[3]. Er-Rahîku’l Mehtûm, 1/277

[4]. Buhari 4106; Müslim, 1803

[5]. 24/Nûr, 62

[6]. 24/Nûr, 63

[7]. bk. Siret-i İbn-i Hişam, 3/301 vd.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver