İsyankâr olan kullarını rahmeti ile bağışlayan Allah’a hamd olsun. Şahsına yapılan haksızlıkları, hataları hoş gören, intikam almayan Rasûlullah’a salât olsun. Haklı da olsak affetmek Allah’ın yanında mükâfatı artırır ilkesi ile yetişen ve yaşayan ashaba da selam olsun.
Değerli kardeşim! Bu zamana kadar hatalara karşı muamelemizi belirleyen ilkelerden; kusurları araştırmamak, su-i zan yapmamak ve hatalardan emin olmak üzere toplam üç madde yazdım. Bu ay ‘affetmek’ konumuzun başlığı olacaktır. Rabb’imin izni ile bu mesele üzerinden şer’i olarak bildiklerimi amel etme duası ile sana ulaştırmaya çalışacağım. Rabb’im ikimizi de hakka muvafık kılsın. Allahumme âmin.
Rabb’imiz günaha karşı kıskanç olan, gazaplanandır. Günahkâr kullarından da intikam almaya kadir olandır aynı zamanda. Fakat buna rağmen Rabb’imizin tanındığı ve günahkâr kullarına kendisi ile muamele ettiği en büyük sıfatı El-Ğafur/ bağışlayan sıfatıdır. O kullarına merhamet ile muameleyi tercih etmiştir.
Âdem ile eşi, şeytanın tuzağı ile yasaklanan ağaçtan yemek sureti ile rabblerine isyankâr durumuna düştüklerinde O, Âdem’i ve eşini affetti. Hakeza Yunus aleyhisselam kendisine yüklenen tebliğ görevini terk etmesi üzerine balığın karnına hapsedildiğinde de Allah El-Ğafur ismi ile muamele etti ve balığın karnından kurtararak onu affetti.
Rabb’imiz sadece peygamberlerine karşı affedici değildir. Zinakârı, yalancıyı, gıybetçiyi, içkiciyi, haksızlık yapanı, iftira atanı vb. haramlara bulaşarak nefislerine zulmeden her kulunu tövbeye yönelmeleri üzerine affetmiş, onlara büyüklenmemiş, onlardan intikam almamıştır. Şu ayeti kerime ve kudsi hadis-i şerif Rabb’imizin, kullarının hatalarına karşı tutumunu ortaya koymaktadır:
“Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü o çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (39/Zümer, 53)
“Allah buyurdu ki ‘Ey Âdemoğlu! Sen bana dua edip benden umdukça, ben de senin neler yaptığına bakmaksızın seni bağışlarım ve hiç aldırış etmem. Ey Âdemoğlu! Eğer günahların göğe kadar yükselecek olsa, sonra benden mağfiret isteyecek olursan, ben de senin günahlarını bağışlarım. Ey Âdemoğlu! Eğer sen bana yeryüzü dolusu kadar günahla gelecek olsan, sonrada benim huzuruma bana hiçbir şeyi ortak koşmamış olarak gelsen, ben de yer dolusu kadar mağfiret ile sana gelirim.” (Tirmizi-Kudsi hadis)
Evet Âdemoğlu! Rabb’im bizleri rahmetinden ümit kesmemeye davet etmiştir. Kullarına rahmeti ile muamele eden Rabb’imizden nasıl ümit keselim. Ki rahmetten ümit kesmek kişiyi Rabb’inden ve dininden uzaklaştırır. Bizler hatalarımızda da dualarımızda da Rabb’imize yöneliriz. O’na sonsuz şükürler olsun.
Burada üzerinde durulması gereken nokta; bizler kardeşlerimize, eşimize, çocuğumuza, komşumuza yani çevremizdeki insanlara Rabb’imizin bize yaptığı bağışlamayı, affetmeyi, rahmet kanatlarını germeyi yapamıyoruz. Yani Rabb’imizin bu sıfatlarının üzerimize ve hayatımıza tecelli etmemesi ahlakımızın en büyük problemidir.
Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, rahmet etmeyene rahmet olunmaz. Affedilmeyi umanlar işe, başkalarını affetmek ile başlamalıdırlar. Affedilmeyi arzulayıp başkalarını bağışlamayan, intikam almaya çalışan insanlar, İslam ahlakından uzaklaşmışlardır.
Kardeşime Ebu Bekir ile Mistah arasındaki kıssayı hatırlatmak istiyorum. Mistah, Ebu Bekir’in akrabası ve fakir bir kimseydi. Ebu Bekir, ona infak eder, ihtiyaçlarını karşılardı. Aişe annemize atılan zina iftirasında o da ileri-geri konuşunca Ebu Bekir ona verdiklerini kesmeye dair yemin etti.
Vahiyden uzak bir düşünce ile olaya baktığımızda Ebu Bekir’in bu tutumu olması gereken bir tutum gibi görünüyor. Ve birçoğumuz hatalara karşı böyle muamele ediyoruz. Yaptığımız hayırları iptal ediyoruz. Onunla konuşmuyoruz, ona gülmüyoruz, hâl hatırını sormuyoruz, ziyareti kesiyoruz, sıkıntılarında yardımcı olmuyoruz, bana yanlış yaparsa Allah da böyle zor durumda bırakır diye kötü temennilerde bulunuyoruz.
Bir de vahyin Ebu Bekir’in ve bizim tutumlarımıza bakış açısına bakalım:
“Sizden fazilet ve imkân sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın sizi bağışlamışını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol bol rahmet edicidir.” (24/Nur, 22)
İslam’da kötülüğe kötülükle muamele etmek, o yanlıştan dolayı hayrı kesmek yoktur. Bilakis İslam’da kötülüğe iyilikle karşılık vermek, o hatayı güzellikle savmak vardır. İyi olan insanla kimse problem yaşamaz. Onunla rahat dostluk kurar. Önemli olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi düşmanından ashab edinmek, onları kendine kardeş yapmaktır.
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (Kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle aranda düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur.” (41/Fussilat, 34)
“Öyleyse sen, hataları görmezden gelerek onlardan güzellikle yüz çevir.” (15/Hicr, 85)
“Size iyilik yapanlara karşılık iyilik yapmak, kötülük yapanlara da kötülük yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet, size zulmedenlere, kötülük yapanlara karşı da kötülük etmeyip iyilikte bulunmaktır.” (Tirmizi)
Değerli kardeşim! Bu ayet ve hadisleri hayatlarının parçası hâline getirmiş peygamberlerden örnekler vermek istiyorum. Yusuf aleyhisselam ve kardeşlerinin kıssasını biliyorsun. Kardeşlerinin Yusuf’a olan kıskançlıkları onları insanlık dışı davranışlara sevk etti. Yusuf’u öldürmek için her türlü girişimde bulundular. Yusuf’un aleyhisselam başına gelmeyen musibet kalmadı. Sevmediler, kendi aralarına almadılar, dışladılar, dövdüler ve en son kuyuya attılar. Ailesine Yusuf’u kurt parçaladı diye yalan uydurdular. Kuyuya atıldıktan sonra bir kervan onu kuyudan çıkartıp Mısır kralına köle olarak sattı.
Allah subhanehu ve teâla bu kadar imtihandan sonra sabrına karşılık onu güzel bir konuma getirdi. Yusuf, Mısır kralının maliye bakanı oldu. Ve kralın en çok güvendiği kişi hâline geldi. Zaman geçti, devran döndü Allah Yusuf’un kardeşlerini Mısır devletine muhtaç kıldı. Onlar Mısır devletinden buğday istemeye geldiler. Yusuf onları görünce tanıdı. O gelenler kardeşleriydi. Döven, zulmeden, kuyuya atan kardeşleriydi. İntikam zamanıydı artık. Yusuf’un gücü vardı. İstediği zulmü yapabilirdi. Onları hapsedebilirdi. Kardeşlerinin kendisine yaptıklarının aynısını onlara yapabilirdi.
Evet, Allah peygamberlere ayrı bir sabır, tahammül vermiştir kardeşim. Yusuf kardeşlerinden intikam almadı, onlara zulmetmedi. Tam aksine, onları en güzel misafirperverlikle karşıladı. Onlara istedikleri gıdayı verdi. Kardeşlerine rahmet kanatlarını gerdi, onların hatalarını affetti. Kardeşlerine yaptıklarını bile hatırlatmadı. Hiçbir zaman onları hataları ile kınamadı.
Başka bir örnek ise; Peygamber’imizin Mekke fethinde müşriklere olan tutumudur. Müşrikler Mekke’de ona ve ashabına zulmettiler. İşkencelere tabi tuttular. Onları kınadılar. Tahkir ettiler. Dışladılar. Toplumun dışına ittiler. Peygamber ve ashabı yapılanlara dayanamadı, Medine’ye hicret ettiler. Bu hicretten sonra Allah subhanehu ve teâla Peygamber’e ve ashabına Mekke’yi fethetmeyi nasip etti.
Mekkeli müşrikler, Peygamber ve ashabı yaptıklarımızın intikamını alacaklar diye tedirgin oldular. Muhammed bizi öldürecek, malımıza el koyacak diye korkuya kapıldılar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onların yanına geldi ve onlara şu ilahi kelamı söyledi:
“Bugün benim sizlere olan tutumum Yusuf’un kardeşlerine yaptığı tutum gibi olacaktır.” diyerek onları affettiğini dile getirdi.
Peygamber’imizden başka bir örnek ise; onun Taif dönüşündeki tutumudur. Biliyorsun Peygamber’imiz sallallahu aleyhi ve sellem dinini tebliğ etmek için Taif’e gitmişti. Oranın halkı Peygamber’i sallallahu aleyhi ve sellem ve anlattıklarını kabul etmediler. Kabul etmedikleri gibi Taif’in delilerini, çocuklarını, ayak takımını onu taşlaması ve Taif’ten uzaklaştırması için peşine verdirdiler. Peygamber’in yüzü ve ayakları kan revan içinde kaldı.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’ye geri dönüyordu. Dağlarla sorumlu melek Rasûlullah’ın yanına geldi. Ve şunları söyledi: “Ey Muhammed! İstersen Taif’in başına şu iki dağı geçireyim. Onları böylelikle helak edeyim.”
Peygamber’imiz bu teklifi “Hayır. O iki dağı onların üzerine geçirme. Belki onların içinden Allah’a iman eden ve Rablerini ibadette birleyen nesiller çıkar.” diyerek kabul etmedi.
Peygamber’imizin hayatından başka bir örnek daha! Enes anlatıyor: “Rasûlullah ile beraber yürüyordum. Üzerinde Necran dokuması, kenarları sert ve kalın bir hırka vardı. Bir bedevi, ona yetişti ve hırkasından tutup sert bir şekilde çekti. Rasûlullah’ın boynuna baktım, adamın sert çekmesinden dolayı hırkanın kenarı, boynunda iz yapmıştı. Adam şöyle dedi: ‘Ey Muhammed! Allah’ın sana verdiği maldan bana vermeleri için emir ver.’ Rasûlullah dönüp ona baktı, gülümsedi ve kendisine bir şeyler verilmesini emretti.” (Buhari)
Evet kardeşim! Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Önemli olan bu kıssaları hikâye olarak değil ibret olarak değerlendirmektir. Bu kıssaları okuduktan sonra kendimizi muhasebe etmeliyiz. Birçok peygambere kavmi tarafından kötülük yapıldı. Onlar, bizlerin okurken dahi sabredemediğimiz zulüm ve baskılar gördüler. Bunların hepsi kavmine karşı nefreti artırmayı ve intikam almayı gerektiren unsurlardı. Peygamberler kötülüğe kötülükle muamele etmediler. Cahillerin fiillerinden sakındılar. Affedici oldular. Nitekim Allah kullarından bunu talep etmiştir;
“Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (7/Ar’af, 199)
“Affetsinler, aldırmasınlar. Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?” (24/Nur, 22)
Bizler kardeşlerimizden, eşimizden, anne ve babamızdan, çocuğumuzdan veya toplumdan sadır olan haksızlıklara, yanlışlara, zulümlere müsamaha gösteremiyoruz. Affetme yolunu tercih edemiyoruz. O bize ne yapmışsa daha fazlasını ona yapıyor, içimizde intikam duygularını kabartıyoruz. Kötülüğe kötülükle muamele ediyor, onlara yapmamız gereken bütün iyiliklerimizi de iptal ediyoruz. Daha ilginç olanı ise “Falanca kişi benim oğluma kızmıştı” “Ben hastalandığımda kimse beni ziyaret etmemişti” “Falanca kişi ticarette bana haksızlık yapmıştı” “Falanca kişi benim gıybetimi yapmıştı, eşi benim eşime ağır laflar kullanmıştı” ” Falanca kişi beni insanların içinde alaya almıştı, üzerimden espri yaparak gururumu incitmişti.” diyerek eski davaları, kirli çamaşırları ortaya çıkarıyoruz. Ben kardeşime tekrar tekrar yukarıda verdiğim peygamberlerin tutumlarını okumasını tavsiye ediyorum.
Değerli kardeşim! Burada özellikle toplum arasında yaygın olan ve bizlere de sirayet eden bir yanlış anlayışı hatırlatmak istiyorum. Toplumda, yapılan haksızlığı affetmek enayilik veya akılsızlık olarak görülmektedir. Yanlış yapana aynısı ile karşılık verilmediğinde tepene çıkacağı, daha çok azgınlaşacağı düşünülür. Toplumumuzda hata yapana misli veya daha fazlası ile karşılık verildiğinde ise terbiye olacağı kanaati yaygındır. Bu nedenle affetmek hayatlarında yoktur.
Bu anlayış İslam’ın yerdiği cahiliye anlayışıdır. Hataları affetmek, öfkelenince öfkeyi tutmak İslam’da faziletli amellerdendir. Allah o kullarına kalbini emniyet ve iman ile doldurmak gibi farklı mükâfatlar vermiştir. İslam haklı olduğu hâlde affetmeyi üstünlük görür. Bu ne enayilik ne de akılsızlıktır. Aslında mükâfattan, ecirden mahrum olmak insanı akılsız kılar.
“Bir kimse, kendisine vermeyene vermedikçe, şahsi haksızlıkları affetmedikçe fazilet sahibi olamaz” (Ahmed bin Hanbel)
“Ben, haklı dahi olsa çekişmeyi terk eden kimse için cennetin kenarında bir eve kefilim.” (Ebu Davud)
“Öfkesinin gereğini yerine getirebilecek güçte olduğu hâlde öfkesini yutan kimsenin kalbini, Allah emniyet/güven ve iman ile doldurur.” (Ebu Davud)
“Güçlü, güreşte galip gelen değildir. Fakat güçlü, kızdığı zaman nefsine hâkim olabilendir.”
“O takva sahipleri ki, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (3/Âl-i İmran, 133)
“Allah kötülüğü affeden kişiyi mutlaka aziz (güçlü ve yüce) kılar.” (Ahmed bin Hanbel)
Değerli kardeşim! Affetmek kişiye Rabb’inin ve insanların sevgisini kazanmayı sağlar. Affedici olmak, hakkımızdan feragat etmek, toplumda huzuru, refahı genişletir. Öfkesine hâkim olamayan, hatayı affetmeyen ve insanlardan hataları nedeniyle intikam alan kişi sevilmediği gibi güven ilkesini de yıkar. Birlik ve beraberliği, tefrikaya dönüştürür.
Rabb’im bizleri affetmeyi ahlak edinen kullarından kılsın. İnsanlara merhamet ile muamele edenlerden eylesin. Allahumme amin.
Davamızın sonu âlemlerin Rabb’ine hamd etmektir.
Bir sonraki yazıda görüşmek ümidi ile…
İlk Yorumu Sen Yap