Hariciler Havaric – 2

 

Haricilerin Ortaya Çıkışı

Fırkalarla ilgili kitap yazan alimler, Haricilerin ilk olarak ne zaman ortaya çıktıkları konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda üç görüş zikredilmiştir:

1. Görüş: Bir grup alim, Haricilerin ortaya çıkış tarihlerini Zu’l-Huveysira denilen adama dayandırmışlardır. Huneyn gününde Zu’l-Huveysira’nın Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem ‘Adaletli ol!’ demesiyle Hariciler fırka olarak ortaya çıkmıştır.

2. Görüş: Bu görüş sahibi olan alimlerin yanında Hariciler, Osman’ın radıyallahu anh katledilmesiyle beraber ortaya çıkmıştır. Bu alimlerim delilini daha iyi anlamak için dört halife döneminde öne çıkan başlıca olayları ve özellikleri zikretmek gerekir:

Ebu Bekir dönemi: Bu dönemde öne çıkan en önemli olay riddet olaylarının sonlandırılmasıdır. İslam Devleti bununla büyük bir tehlikeden kurtulmuş oldu. Ayrıca Ebu Bekir radıyallahu anh, bu olayların hemen akabinde dört bir yana İslam ordularını göndererek seferlere devam edilmesini sağladı.

Ömer dönemi: Bu dönemin ayırıcı özelliği ise; Ömer radıyallahu anh döneminde İslam toprakları ciddi anlamda genişledi. Bu topraklar genelde köklü devlet kültürü olan yerlerdi.

Burası çok önemli bir meseledir. Dikkat edilirse fethedilen topraklar genelde Rumlar’dan ve İranlılar’dan alınmıştır. Romalılar ve İranlılar ise yüzyılları aşkın bir devlet geleneğine sahip olan, bir medeniyet sahibi olan ve kendi medeniyetleriyle övünen insanlardır. Hiçbir medeniyeti olmayan toplumları etkilemek ve kendi medeniyetini onlara kabul ettirmek kolaydır. Fakat bir toplum kendi medeniyetleriyle övünüyorsa bunları etkilemek çok zordur. Buna örnek olarak Türk halkını verebiliriz. Bu halk ilk baştan itibaren gerçek İslam’a girmemiştir. İslam’a girmekten ziyade kendi kültürlerine (Şamanizm) İslam’dan kılıflar bulmuşlardır. Yani kendi kültürlerini İslam adı altında yaşamaya devam etmişlerdir. Bunun sebebi ise, Türk halkının kendi değerlerinin olması ve onunla övünen bir toplum olmasıdır.

Ömer döneminde İslam toprakları ciddi anlamda genişlemiştir. Fakat şöyle bir problem vardır. O da buralardaki halk, kendi istekleriyle değil kılıç zoru ile İslam’a girmişlerdir. Bundan dolayı İslam toplumunda bir rahatsızlık oluşmaya başladı. Bunun pratik örneği ise, İslam Devleti’nin en güçlü ve otoriter olduğu bir dönem Ömer dönemidir. Böyle bir dönemde devlet başkanı olan Ömer’in suikast sonucu şehit düşürülmesi, bu rahatsızlığı hissettirdi.

Osman dönemi: Bu döneme gelindiği zaman Osman’ın radıyallahu anh işi daha çok zorlaşmıştır.

– Ömer döneminde İslam toprakları ciddi anlamda genişlemişti. Osman halife olunca çok büyük bir coğrafyayı yönetmek zorundaydı.

– Bu coğrafyanın genelinde İslam’a zorla girmiş olan ve İslam’la arası iyi olmayan insanlar vardı.

– Osman’ın kendi yanında olan insanlar arasında sorunlar çıkmaya başlamıştı. Yani sahabeler, Osman’ın siyasetinden rahatsız olmaya başlamışlardı. Sebep ise, Osman’ın sıla-i rahimden dolayı akrabalarına gösterdiği hassasiyet, Ümeyyeoğulları’na fazla görev vermesi ve İslam toplumunda münkerlerin yayılmasıdır. Bu sebeplerden dolayı sahabe tarafında bir rahatsızlık olmaya başlamıştı.

Yine bir gün sahabe (Talha, Zübeyir) bu durumu konuşmak için Osman’ın yanına gidiyor. Osman’a diyorlar ki: ‘Ey Osman, İslam topraklarında olan şeylerden senin haberin var mı?’ Osman da: ‘Benim haberim var. Her şey afiyette ve her yerde emniyet var.’ Sahabe de: ‘Oysa insanlar bize, valilerin zulmettiğini; zorla insanların paralarını aldığına dair bir takım sıkıntıları yazıyorlar.’

Osman da: ‘Kimse bana bu şikayetlerde bulunmadı. Eğer böyleyse siz de bu işte benim ortaklarımsınız.’ Yani Osman; Talha, Zübeyir ve diğerlerine radıyallahu anhum burası ne kadar benim İslam Devletimse sizin de devletiniz diyor.

Bununla beraber Osman radıyallahu anh, kişilik olarak sert bir tabiata sahip değildi. Osman’ın bu özelliği olayların daha da büyümesinde etkili oldu. Nitekim kendisini öldürmeye gelenlere dahi hiçbir karşılık vermemişti. Sahabe bunlarla savaşmak için izin istediğinde Osman izin vermeyerek: ‘Ben, benim yüzümden Müslümanların arasında kan dökülmesini istemiyorum.’ deyip engel oldu.

Osman döneminde bu olaylar yaşanmaya başlayınca Yemen Yahudileri, İran Mecusileri vb. İslam’dan razı olmayan insanlar fitne çıkarmaya başladılar. Yani bu olayları fırsat bilerek İslam toplumunda bu sıkıntıları yayarak propaganda yapmaya başladılar. Bu propagandaların karşılık gördüğü ve olayların patlak verdiği yer ise, Hac mevsimine denk geldi. İnsanlar Hac mevsiminde bir araya geliyorlar kendi aralarında bu olaylar üzerinden gıybet yapmaya başlıyorlar. Buralarda konuşulan meseleleri de her biri üzerine eklemeler yaparak kendi memleketlerine götürüyor. Doğal olarak Hac mevsimi bittiğinde İslam âlemi, ‘Osman insanlara zulmediyor, münkerlere karışmıyor, Rasûlullah’ın sahabesini sağa sola sürüyor, kendi akrabalarına görev veriyor’ vb. söylentiler her beldeyi sarıyor.

İnsanların ayaklanmasına neden olan son olay ise, birileri sahabe adına etrafa mektuplar yazmaya başladılar. Bunda, Müslümanların yanındaki değerini bildikleri için en çok Aişe annemizi kullanıyorlar. Yani onun adına ‘Osman bize zulmediyor’ gibi mektuplar yazılıyor. Bu şekilde İslam âlemine bu tip mektuplar yayılmaya başlıyor.

Bu sürecin son adımında ise; Mısır, Basra, İran ve Yemen’den insanlar bir araya toplanıyor ve Medine’ye Osman’ı düşürmek için baskına geliyorlar. Bu insanlar baskın sebebini açıklarken: ‘Osman’ın hilafetin hakkını vermediğini ve hilafetten düşmesini istiyoruz.’ diyorlar. Sahabe ilk olarak bunlarla konuşuyor. Bunlar da gidiyor gibi yaptılar ama sonra dönerek sabah namazında Osman’ın evini ve camiyi kuşatarak muhasara altına alıyorlar. Her ne kadar sahabe karşılık vermek için izin isteseler de Osman izin vermiyor. Daha sonra eve girerek Osman’ı Kur’an okurken şehit ediyorlar.

Osman’ın şehadet olayında İslamî hareketlerin dikkat etmesi gereken bir nokta vardır; Müslümanlara sorumluluk yapan insanlar ister davet sahasında ister cihad sahasında olsun kendi nefisleriyle alakalı meseleleri rahatlıkla söyleyemeyebilirler. Örnek olarak ihtiyaçları için nafaka veya can güvenliğinin sağlanmasını isteyemeyebilirler. Bu konularda her ne kadar emirler istemese de tebaa olanların bunu düşünmeleri gerekir. Çünkü emire gelecek olan sıkıntılar sadece emirin kendisini değil bütün Müslümanları olumsuz etkiler. Osman’ın katlinde sahabenin bu hatasını görmekteyiz. Osman istememiş olsa bile sahabelerin onu korumaları gerekirdi. Ki İslam ümmeti hâlâ Osman’ın katlinden sonra çıkan fitnenin sıkıntısını yaşamaktadır.

Bu görüş sahibi olan alimler diyorlar ki: Osman’ı katleden toplumun içerisindeki çoğunluk Haricilerdir. Çünkü Ali ile Muaviye radıyallahu anhuma arasında savaş başladığı zaman Muaviye yenileceğini anlayınca, savaşı durdurup Allah’ın kitabına muhakeme olma talebinde bulundu. Normalde muhakemenin savaş başlamadan önce olması gerekirdi. Ama savaş başlamış ve Ali ordusu galip gelecekken Muaviye bunu talep etmiştir. Ali de ilk olarak muhakeme olmayı kabul etmiyor. O sırada Ali’nin ordusundan birileri Ali’ye gelerek diyorlar ki: ‘Sen nasıl Allah’ın kitabına muhakeme olmaya çağırıldığın halde, muhakeme olmuyorsun? Ya Allah’ın kitabına muhakeme olursun ya da Osman’ı öldürdüğümüz gibi seni de öldürürüz.’ Ali de onların ordudaki sayılarını bilmediği için muhakeme olmayı, istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kalıyor.

O zaman Ali safında bulunanların çoğunluğu Hariciler. Aynı zamanda Osman’ın katlinde bulunan insanlardır. Bundan dolayı İslam alimlerinden bir grup diyor ki: ‘İlk defa meşru halifeye ihtilal, askerî darbe yapanlar Haricilerdir. Bu sebepten dolayı Haricilerin bir fırka olarak çıkışı Osman döneminde yaşanan fitneye dayanır.’ demişler.

3. Görüş: Bu alimlerin yanında ise; Hariciler fırka olarak ilk defa Hakem Olayı’nda ortaya çıkmışlardır.

Bunun anlaşılması için Haricilerin, Ali’nin radıyallahu anh ordusuna nasıl katıldıklarını bilmek gerekir. Bu bilinmediğinde orduya girişini bilmediğimiz insanların, ayaklanışlarını da bilmek mümkün değildir.

Osman radıyallahu anh şehit edildikten sonra, Hariciler geri çekildiler ve herkes kendi memleketine gitti. İslam alemi başsız kalınca ümmetin yanında Osman’dan sonra ümmetin en faziletli insanı Ali olmasından dolayı halife seçiliyor. Ümmet Ali’ye biat edince, Ali bir problemle karşılaşıyor. O da Osman’ın akrabası olan ve Ömer döneminde Şam topraklarına vali olarak atanmış olan Muaviye bin Ebu Süfyan radıyallahu anh, Ali’ye biat etmiyor. Sebep olarak ise diyor ki: ‘Ey Ali! Osman’ın katillerini bulacaksın ve onlara had uygulayacaksın. Yoksa biz seni de Osman’ın katlinde pay sahibi olanlardan düşünürüz.’

Ali de Muaviye’nin bu talebine hayır demiyor. Ama ilk olarak ümmetin içinde bulunduğu karışıklığı ortadan kaldırmam gerekir. Ondan sonra buna bakarım diyor. Ki Ali’nin sözü bir yöneticilik örneğidir. Şayet bir yerde sorun varsa ve İslam ümmetine zarar verdikten sonra geri dönmüşse bunu görmemezlikten gelmek yöneticilik değildir. Asıl olan, bu sorunun üstüne giderek ileride tekrardan problem çıkarmasın diye halledilmesi gerekir. Ali de bunu yapacağını söyledi. Ama Muaviye kabul etmedi. Tabi yok demek biat etmiyorum demektir. Muaviye biat etmeyerek Şam’da İslam ümmetinde ikinci baş olmuş oluyor.

Ali radıyallahu anh bu sorunla uğraşırken ikinci bir problemle daha karşılaşıyor. Mekke’de Talha, Zübeyir ve Aişe annemiz radıyallahu anhum, Osman’ın radıyallahu anh katillerini talep etmeye başladılar. Ali şimdilik olmaz deyince bunlar da Mekke’de Ali hakkında neden Osman’ın katillerini bulmuyor? diyerek konuşmaya başladılar. Bu şekilde bunlar da Ali’ye biat etmeyerek kendilerince Osman’ın katillerini bulmaya kalkarak sorun haline geldiler.

Normalde bu konuda Ehli Sünnet’in inancı şudur; hem Talha, Zübeyir ve Aişe hem de Muaviye tarafı kesinlikle hatalılar. Çünkü Ali meşru imam olmasına rağmen ona karşı ayaklandılar.

Ali’nin, İslam ümmetinin selameti için bunlara karşılık verip bu sorunu halletmesi gerekiyordu. Bunun için ilk olarak Mekke’ye daha yakın olması hasebiyle onlarla sorunu halletmek için Mekke’ye sefer düzenliyor. Bu arada onlar da Basra’ya gitmek için harekete geçmişler. Yani Talha, Zübeyir ve Aişe annemiz yer değiştirmişler. Ali bunlarla karşılaştığında ilk olarak konuşuyor ve anlaşmaya varıyorlar. Savaş olmadan taraflar geri dönecekler.

Ali bunlarla anlaşmak için konuşmaya başladığında Abdullah bin Sebe’nin tarihte şöyle bir konuşması var: ‘Eğer Ali bunlarla anlaşırsa, bu bizim sonumuz olur.’ Bu söze dikkat edilmelidir. Çünkü Osman’ın katlinde bulunanlar, Ali’nin yanında savaşa katılmışlar. Demek ki Ali meşru halife olarak birilerinin üzerine yürüyünce Osman’ı katledenler toplanarak O’nun ordusuna katılmışlar.

İlk olarak taraflar arasında savaş olmadan anlaşma sağlandı. Sabah olunca herkes geri dönecekti. Gece, Ali’nin tarafından bir grup karşı tarafa saldırdı. Diğer taraf da intikam almak için Ali’nin ordusuna saldırdı. Bu şekilde sabahın ilk vakitlerinde iki ordu savaşmaya başlıyor. Gece baskını yapan insanlar Osman’ı katleden ve Ali’nin tarafında bulunanlardır. Bunlar da Haricilerdir.

Savaş Aişe annemizin devesinin etrafında gerçekleştiği için bu savaş Cemel Savaşı diye isimlendirilmiştir. Cemel Savaşı’nın sonucunda sahabenin seçkinlerinden çoğu şehit edildi. Bunların başında Talha ve Zübeyir gelmektedir. Aişe annemiz de yanlış yaptığını anlayarak İslam yurduna geri döndü.

Sıffın Savaşı: Ali radıyallahu anh bu sefer Şam ehlinin üzerine gidiyor. Oraya gittiğinde savaş başlıyor. Ciddi bir çarpışmanın sonunda Muaviye radıyallahu anh ordusu ağır bir yenilgi alacakken Amr bin As radıyallahu anh: ‘Allah’ın kitabına muhakeme olalım.’ diye bir fikir ortaya attı. Doğruluğu tam olarak bilmemekle tarih kitaplarında meşhur olan, Kur’an’ın sahifelerini mızraklarının ucuna takarak sahabeyi Allah’ın kitabına çağırmışlar. Bunun doğruluğunu Allah bilir. Ama kesin olan muhakeme talep ettikleridir.

Ali bu talebi kesin bir dille reddediyor. Ali’nin bu talebi reddetmesinin haklı gerekçeleri vardır:

1. Şam ehli meşru olan halifeye karşı ayaklanmışlardı. Yani biat etmemişlerdi.

2. Başkalarını da ayaklandırarak halifeye kılıç çektiler.

3. Muhakeme savaşın sonunda değil başında olur. Bunlar da yenileceklerini anladıklarında bu talebi söylediler. Böyle bir durumda muhakeme olmayı kabul etmek siyasete uygun olmaz.

Bu üçüncü maddeyi şu an vakamızda çokça yaşamaktayız. Bir grup insan, Müslümanlardan ayrılıyor. Daha sonra o Müslümanları bölmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Normalde bu nifak ehli olan insanlar emellerine ulaşsalar ortada yan yana iki Müslüman kalmayacak. Ama emellerine ulaşamayınca bu sefer muhakeme olma talebinde bulunuyorlar. Böyle bir şey olamaz. Çünkü muhakeme başta olur. Ayrıca bu talebin de itaatten el çekmeden yapılması gerekir. Yoksa iş bittikten sonra muhakeme olmaz.

Ali muhakeme olma talebini kabul etmeyince Hariciler Ali’nin karşısına dikilip dediler ki: ‘Ey Ali! Ya Allah’ın kitabına muhakeme olursun. Ya da Osman’ı öldürdüğümüz gibi seni de öldürürüz.’ Ali, Haricilerin orduda sayılarını tam olarak bilmediğinden dolayı kabul etmek zorunda kalıyor. Bu şekilde Hariciler fırka olarak tarih sahnesine çıkmış oldu.

Tarihte Hakem Olayı ile Anlatılan Kıssalar

Birinci kıssa: Ali, hakem olarak Ebu Musa El Eş’ari’yi; Muaviye ise, Amr ibn As’ı radıyallahu anhum seçiyor. Bu iki hakem bir araya geldi. Birbirlerine dediler ki: ‘Ben, Ali’yi hilafetten azledeceğim, sen de Muaviye’yi azlet. Sonra Müslümanlar, onların dışında başlarına bir halife seçsinler.’

Hakemler insanların yanına geldiklerinde önce Ebu Musa minbere çıktı dedi ki: ‘Ben yüzüğümü/gömleğimi çıkardığım gibi Ali’yi halifelikten azlediyorum.’ Minberden indi. Sonra Amr bin As minbere çıktı dedi ki: ‘Ben de Ebu Musa’nın, Ali’yi azledişini kabul ediyorum. Ben de yüzümü parmağıma taktığım gibi Muaviye’yi İslam ümmetine halife tayin ediyorum.’ Bu kıssa tarihte anlatılan meşhur olan kıssadır.

Allah en iyisini bilmekle beraber racih olan böyle bir kıssanın yaşanmamış olmasıdır. Çünkü bu kıssanın üç tane sıkıntısı var:

1. Bu kıssayı Ebu Mıhnef adında bir ravi rivayet etmiş. Tarih kitaplarında o döneme dair bu raviden yaklaşık beş yüz tane rivayet aktarılmış. Ebu Mıhnef, bütün hadis alimlerinin yanında kezzap olan bir ravidir. Yani yalancı, sözüne güvenilmeyen ve aşırı Şii olan biridir.

2. Bu ravi Şia olan birisidir. Anlattığı olayların hepsi Şiiliği ilgilendirmektedir. İnsanın taraftar olduğu bir konudaki rivayeti kabul edilmez. Çünkü insaf ve adalet insanın mutaassıp olduğu konuda rivayeti kabul etmemeyi gerektirir. Bu sebepten dolayı bu rivayet kabul edilmemelidir.

3. Bu olay akla aykırıdır. Çünkü şayet, Ali hilafetten azledilmeyi kabul etseydi. Savaşması ve kan dökmesi gereksiz olurdu. Ki savaşta galip taraf olmasına rağmen.

Yine Ebu Musa’nın şahsına dikkat edilmeli. Çünkü Allah Rasûlü’nün ve sahabesinin siyasetine ve fıkhına güvendiği birisidir. Üç yaşında bir çocuğun yapamayacağı bir hatayı yapması mümkün değildir.

İkinci kıssa: Şam ehli, Ali’yi radıyallahu anh hakem olayına zorladığında o da mecburiyetten kabul ettiği için taraflar bir araya gelmiştir. Savaşı durdurmak üzere anlaşmışlardır. Sonra Ali, Kûfe’ye, Muaviye radıyallahu anhum ise Şam’a dönmüştür. Bu mesele bu şekilde kalmıştır. Bu hakem olayında sahih olan kıssadır.

Ali’nin böyle yapmasının sebebi isteyerek değil zorla olmuştur. Çünkü kendi ordusunda güvenmediği ve her an Osman’ı katlettikleri gibi kendini de katletme ihtimali olan insanlar bulunduğundan dolayı Ali bunu kabul etti.

Bu iki kıssa arasında Allah en doğrusunu bilmekle beraber hem rivayet yönünden hem de akla uygun olması bakımından ikinci kıssa, birinci kıssaya nispetle daha sıhhatli gözükmektedir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver