“Yoksa kalplerinde hastalık bulunanlar, Allah’ın kinlerini hiç (ortaya) çıkarmayacağını mı sandılar? Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Sen onları dil sürçmelerinden/konuşmada yaptıkları hatalardan tanırsın. Allah yaptıklarınızı bilir.” (47/Muhammed, 29-30)
Ayet çok açık bir şekilde, hain olanların akibetini anlatıyor. İçleri başka, dışları başka olan insanlar, manevi hastalıkların en tehlikelisine düşmüşlerdir. Hastalıkları her geçen gün biraz daha artar ve hastalık arttıkça iki gelişme yaşanır. Hastalık arttıkça alametleri de artar, dil sürçmeleri çoğalır. Ters yönde akli melekeler zayıflar. İçinde gizlediği hainliğe en açık delil olacak dil sürçmesi, hastalık sahibine göre insanları kandırdığı en akıllı konuşmadır. Bu, Allah’ın subhanehu ve teâlâ adalet ve izzet sıfatının tecellisidir de. Allah’ı unutup büyüklenenler, O’nun kullarını küçümseyip ‘her şeyin doğrusunu bilirim, sizin için doğru yolu ancak ben gösterebilirim’ havasında olanların hak ettikleri zillettir bu. Daha geniş anlamıyla ayet şöyle demek istiyor:
Olmadığınız gibi görünüp, içinizde olmayanı, inanmadığınızı konuşarak insanları kandırdınız diyelim! Peki Allah’ın, içinizde olanı/hakikatinizi bilmediğini ve bunu açığa çıkaramayacağını mı düşünüyorsunuz?
Bir ayı geride bıraktık. Yaşanan olayları, Kur’an’ın tabiriyle ‘dil sürçmeleri’ ayeti tefsir eder gibiydi. Kapalı kapılar ardında konuşulanlarla, kamuoyu önünde ‘saçılan incilerin’ aynı olmadığı bir kez daha ortaya çıktı. İmzasından ve mühründen kan damlayanların hukuk, insan hakları ve demokrasiden ne kastettiklerini daha iyi anlamış olduk.
ÖYM (Özel Yetkili Mahkemeler)
Yargı, gücün merkezidir. Zulüm ve küfür devletlerinde yargıyı elinde bulunduran, gücü de elinde bulundurur. Yargı muhalifler için tehdit unsurudur. Gerek hakkı beyan ettiği için, gerek güç savaşı verip iktidarı ele geçirmek isteyenleri tasfiye için kullanılır. Bunun için de, her dönemin bu işe tahsis edilmiş ‘yargı daireleri’ vardır. Kimi zaman adı ‘İstiklal Mahkemeleri’ olur, kimi zaman ‘Yassı ada Divanı’, ‘Sıkıyönetim Mahkemesi’ ya da ‘Devlet Güvenlik Mahkemeleri’… Hepsinin ortak yönü: Sınırsız yetkilerle donatılmış olmaları ve sisteme yönelik tehditlerde ‘kanun üstü’ davranma hakkına sahip olmalarıdır. Bir nevi canlı hukuk(!) mekanizmaları… Halk için yapılan kanunlar onları bağlamaz. Onlar algıladıkları tehdide göre hareket eder ve bu yeni hareket hukuk olur. Bunun halka izahatı ise şu şekilde yapılır: ‘Vatandaşın malına, canına, ırzına, vatanına kast edenlerin önünü kesmek…’ Ancak onlar plan kurarken Allah’ın da subhanehu ve teâlâ plan kurduğu ve O’nun subhanehu ve teâlâ planının tüm planları alt üst edeceğini tahmin etmezler.
Kendini iktidarda görenlerin muhalifleri sindirdiği, önemi ve faydaları anlatılamayacak kadar fazla ve gereksiz olan ÖYM’ler şimdi kapatılmak isteniyor veya yetkilerini sınırlandırılması gündemi meşgul ediyor… ÖYM’ler sınırlarını aşıp başbakan(!) ve muhiplerine dokununca tehlikeli oluverdi. Yıllardır özel yetki adıyla mağdur edilen ve zulme, ğadre uğrayan insanlar ne olacak? Aslında bu davranışlarıyla, bu mahkemelerin haddini aştığı, gerektiğinde zulmedip ideolojik davrandığını kabul etmiş oldular. Oysa bu mahkemeler yakın zamana kadar ‘adaletin kendisiyle te’sis edildiği, üstünlerin hukukunun değil, hukukun üstünlüğünün inşa edildiği’ kurumlardı. Demek onların içinde olan da bu değildi. Allah subhanehu ve teâlâ içlerinde olanı bu şekilde açığa çıkardı. İçlerinde olan ‘onları ve onların yakınlarına adil(!) yargı’ anlayışıydı.
Haziran ayı içinde atamalar yapıldı. Önemli dosyalara bakan birçok hakim ve savcı atandı veya ‘özel yetkileri’ elinden alındı. Ergenekon davası ilk başladığında dava savcısı Zekeriya Öz için benzer bir durum yaşanmıştı. Başta hükümet olmak üzere birçok ‘dönem aydını’ bunu eleştirmişti. Bir davayı en iyi bilen ve sürece hakim olan savcının atanma ihtimalini doğru bulmamışlardı. Bunu da hukuk demokrasisinin kurulması, vesayetin yıkılması şeklinde kamuoyunda tartışmışlardı, acaba ne değişti?
O zaman söylenenler mi yalandı, şu an yaşananlar mı? Aslında mesele açıktır. İnsanlar içlerinde olmayanla kamuoyuna tezahür etmiş, ancak Allah subhanehu ve teâlâ kuşatıcı ilmiyle onların hainliğini açığa çıkarmıştır. Allah’a hamd olsun ki bizim için değişen hiçbir şey yoktur. Biz, içinde Allah’ın subhanehu ve teâlâ olmadığı her sistemin bataklık olduğuna ve ‘hiçbir hayrın menbaı’ olamayacağına yakinen inanıyoruz. Yaşam koşullarını iyileştirmek için Rabbine ve inancına ihanet edenlerin, kullara verebileceği birşey yoktur. Göstermelik bir takım iyileştirmeler, onların menfaati olduğu içindir.
Geçen sayılarımızda ‘Sen Onları Bir Sanırsın Kalpleri Paramparçadır’ başlığı altında bir takım hakikatlere işaret etmiştik. Yaşanan bu olayı, bu ayet ışığında irdeleyecek olursak… Bir tarafta ÖYM’leri kaldırmak veya yetkilerini sınırlandırmak için canhıraş çalışan hükümet, öbür tarafta ÖYM’ler kalktığı takdirde yaşanacak felaket senaryolarını bir bir sıralayanlar… Evet kalpleri paramparça… Allah subhanehu ve teâlâ ne kadar da adil. Daha bir yıl öncesine kadar rüzgar farklı yönden esiyordu.
Cemaat denilen ‘küfür ve kültür’ örneği, kendine muhalif gördüklerini tasfiye ediyordu. İşi o boyuta vardırdılar ki, çalışma yaptıkları alanda çalışması olan camiaları dahi tasfiye etmeye başlamışlardı. Şu an aynı korkuları kendileri yaşıyor, gece ve gündüzleri; darbecilerin çıkıp darbe yapacağı ve onları tasfiye edeceği korkusuyla geçiyor.
•••
Bu ayeti tefsir eden vakıalardan biri de Uludere katliamına dair yaşanan dil sürçmeleriydi. Birileri her platformda ‘biz yaratılanı severiz, yaratandan ötürü’ dediğinde içlerinde olan bu değildi. Onlar asırlar boyu kıtalara hükmetmiş bir ecdadın torunlarıydı. Onlarla başka ırklar nasıl bir olabilirdi? Kokuşmuş ve leş değerindeki zihniyetlerini Allah subhanehu ve teâlâ dilde yaptıkları hatalarla bir kez daha açığa çıkardı.
Biri, ‘Orada yaşananların bilindiği gibi olmadığı, köylü ile PKK arasında bağlantı olduğu, köylüye patlamayan mayınların sadece askere patladığı, PKK’nın kaçakçılıktan ve doğal olarak o insanlar üzerinden para kazandığını’ söyleyiverdi. Bu kıymetsiz açıklamayı anlamaya çalışırken ‘Her kürtaj bir Uludere’dir’ açıklamasına maruz kaldı zihinlerimiz. Neresinden tutulursa elde kalan ve adalet beklentilerini iğfal eden çirkin bir söz!! Mevkisi başbakanlık olan bu şahsın nezdinde kürtaj ‘mazlum ve yaşama hakkı olan bir canlının, başka bir canlı tarafından haksız olarak katledilmesidir’. Her kürtaj bir Uludere’dir ‘dil sürçmesiyle’ neyi ikrar etmiş oldu acaba? Uludere de yaşayan inanların, haksız yere başkaları tarafından katledildiğini mi söylüyordu? Yoksa kürtaj nasıl tartışılan ve henüz netleşmemiş bir mevzuysa, kürtlerin yaşam hakkı da öyledir! ‘Kurdun ayak sesi olmadıkları yeni anlaşılan kürt halkının, yaşam hakkının olup olmadığı henüz netleşmemiştir’ mi demek istiyordu?
Bir diğeri ise bu ülkenin tüm içişlerinden sorumlu, lakin elyak vasfın ‘içişlerde sorunlu bakan’ olması gereken zat! Ölenlerin kaçakçı olduğu, ölmeseler dahi ‘yargılanacakları’ incisini saçıverdi. Acaba buradan ne anlamalıydık? Sistem için suç işlemek öldürülmek demektir. Öldürmeyip yargıladıklarımız Allah’a hamd etmeli. Çünkü suç işledikleri için bombalayıp öldürebilirdik, ancak lütuf edip yargılıyoruz, onun için verilen tüm cezalar da lütuf babındandır, öldürmediğimize şükretsinler!
Kendisini sevenlerin takla atmasını veya oynamasını bekleyen bu sorunlu zattan fazlasını beklemek abes olsa gerek! Temennimiz sevdiği ve değer kabul ettiği her meseleyi ispat etmeden Allah’ın subhanehu ve teâlâ canını almamasıdır.
- ••
‘İnsanlık el ele, bayram bayram ola’
Bu başlıktan ne anlar bir insan! İnsanlık, barış ve huzur için yapılan ıslah edici bir proje(!) ancak olağanlaştığı gibi, Allah düşmanlarının taklit edilip, şarkılarının dillendirildiği, genç kız ve erkeklerin danslar eşliğinde kalabalıkları coşturduğu, ırkçılık yapılarak insanlığa bir dilin dayatıldığı, hiçbir İslami ve insani dayanağı olmayan ‘munten’ (Allah Rasûlü’nün ırkçılık için kullandığı bir tabir. Leş, pis manasında…) bir amel.
İnsanları Allah’ın subhanehu ve teâlâ dininden saptırmak için harcanan milyonlarca dolar (8/Enfal, 36), Atatürk’ün zor kullanarak beceremediği ‘din ve namus’ (Bu, Atatürk’e ait bir sözdür. Kazım Karabekir ile yaptığı tartışmada ‘din ve namus’ anlayışı değişmeden hiçbir ilerleme kaydedemeyeceklerini belirtmiştir) tahribatında zirve bir proje. Cumhuriyetin ilk yıllarında insanları asarak, keserek, hapsederek insanlara kabul ettirilemeyen rezaletlerin, severek ve beğeniyle insanlara kabul ettirilmesi.
Her ortamda barış, hoşgörü, kardeşlikten dem vuran bu insanların içlerinde bu duyguların eseri yoktur. Onların barıştan ve kardeşlikten anladığının ne olduğunu bilmek isteyenler hocalarının(!) konuşmalarını dinleyebilirler. Dil sürçmesinden, insan tanımaya bu konuşmalardan daha güzel örnek gösterilemez. Hoşgörü ve kardeşlikten anladıkları; tüm dünyayı ve İslam ümmetini cehenneme çeviren Yahudi ve Hristiyanların memnun edilmesidir. Barış ve huzur ise; İslam ümmetine bomba yağdırdıktan sonra evlerinde huzur içinde uyumaları, memleketlerine döndüklerinde kendilerine yönelik hiçbir tehdit algılamadan yaşamalarıdır. Yani tüm yaptıklarının yanlarına kâr kalmasıdır.
Aynı zatın İslami çevrelerle ilgili yaptığı konuşmalar ve kendisiyle yapılan röportajlara bakın. Hangi insanlığı el ele görmek istediği, kimin için bayram düşlediği çok net anlaşılacaktır. Konuştuğu veya mülakat verdiği kesim hiç önemli değildir. Radikal, partileşmiş, sivil toplum, cihad cemaati veya gençlik hareketi… Konuştuğu kesimin ‘İslami camia’ olarak bilinmesi yeterlidir. Velev İslam’la tüm bağlarını koparmış bir grup olsa da.
Mesela Hizbullah, Taşhiye (ki nurcuların bir koludur), el-Kaide ve Hizbu’t-Tahrir’e dair yaptığı konuşmayı dinlemenizi tavsiye ederim. Sözde ve amelde ‘edebin ‘timsali’ hocanın oturma adabından, konuşma adabına, edep mevhufumunu nasıl zir-u zebel ettiğini göreceksiniz. Bağrı herkese açık olan, kafirlere dahi beddua edemeyen(!) Allah subhanehu ve teâlâ bu kadar merhametli iken birine kızsa geceler boyu uyuyamayan zatın, nasıl sinir krizleri geçirdiğini görün. Nefretten kelime olarak dahi tiksinen ve kaçınan, hayatı sevgiyle onarma hareketinin ‘Müslümanlardan oluşan ve (Şeyh Usame Bin Ladin’den -Allah ona rahmet etsin- başlamak üzere) en nefret edilenler’ listelerinin uzayıp gittiğini duyacaksınız. Bir konuşma yapmadan üç gün önceden uykularının kaçtığı, ‘ya yanlış konuşursam, bir kelimeyi yanlış anlatırsam’ derdiyle kıvrım kıvrım kıvranan hoşgörü ve gönül adamlığı zincirinin ‘altın halkası’nın nasıl özensiz, berduşt bir edayla konuştuğuna şahit olacaksınız. Hangi konuşması veya mülakatı olursa olsun İslami camiadan konuşuyor olması yeterlidir. Özellikle yukarıda ismini verdiği ve akabinde savcıların harekete geçip operasyon yaptığı, ilginç ama tarihe ‘dil sürçmesiyle münafıklıkları tescillenenler’ başlığıyla kaydedilecek konuşma…
Bunları alt alta koyun ve ‘insanlık el ele, bayram bayram ola’ başlığını anlamaya çalışın. İnsanlardan kastı ve bayramla düşleneni dahi iyi anlayacaksınız.
- ••
Müslümanların umutlarını yitirmeden davalarına dört elle sarılmaları gerekir. İnsanları yöneten, sistemi elinde bulunduran insanın durumu budur. Yeryüzünü imar edip, halifeler olan ve Allah’ın subhanehu ve teâlâ vâris olmalarını istediği insanlar, azimle çalışmalıdır. Sabır ve yakin azığını elden bırakılmamalıdır. O zaman görülecektir ki; bu insanların gerçek yüzü Allah subhanehu ve teâlâ tarafından açığa çıkarılacaktır. Yaşanılan her olay bunun şahidi değil midir?
Hiçbir ideoloji ve hareketin insanlığa yapabileceği bir hayır, söyleyebileceği bir sözü kalmamıştır. İslam ve onun azimle çalışan, sabırla hareket edip, yakinle zaferin Allah taraftarlarına ait olduğuna inananlar müstesna. İnsanlara imamlık edip, yeryüzünü hayırlarla inşa ve imar edecek olan topluluğun vasfı budur.
“Ve onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola iletip-yönelten önderler kıldık; onlar Bizim ayetlerimize kesin bilgiyle inanıyorlardı.” (32/Secde, 24)
İnsanlığa imam olup, Allah’ın subhanehu ve teâlâ izniyle insanlığın hidayetine vesile olmak temennisiyle…
İlk Yorumu Sen Yap